Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?
M. Hakkı Yazıcı
Prag'dan projedeki bir konu ile ilgili
olarak birlikte çalıştığımız Çek firmasından bir genç kız geldi ofise. -Ben
hala dalgınlığıma yenilip Çekoslovakya’dan diyorum.
Bizim kızlar hemen kaynaşıp, sahip
çıktılar. Öğlen yemeğini birlikte yediler.
Yemekten sonra da hararetle konuşmaya
devam ediyorlar.
Kızın ismi Eva. Sevimli, cana yakın
bir kız.
Serkan, gözünün ucuyla izliyor.
Kafa bulmak için “Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan
mısınız?” diyorum.
Esprimi anlamıyor. “Ne demek istedin
abi?” der gibi bakıyor.
Prag’dan gelen kızcağız oldukça genç, ama
kendi ülkesinin tarihini mutlaka iyi biliyordur. Ona sorsam “Evet öyleyim,
haberiniz yok mu, eskiden tek bir ülke olan Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya
olarak ikiye ayrıldı” diyecekti muhtemelen.
“Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan
mısınız?” sözcüğü geçmişte dil becerilerinin geliştirilmesi için kullanılan, Türkiye’de
her ilköğretim öğrencisinin karşılaştığı en belalı tekerlemelerden biriydi.
Ama şimdilerde bir öğrenciye sorsanız
cevabını alamazsınız. Zira böyle bir ülkenin varlığını ancak orta yaştaki
insanlar hatırlayabilir.
Baksanıza, Serkan bile anlayamadı
espriyi.
Bazıları eskiden çok popüler olan bu
Türkçe tekerlemenin İngilizcede bir yerine çok sayıda kelimeyle ifade edilebildiğinden
dem vurup Türkçe ile övünür.
'Are you one of those people whom we could not make to
be Czechoslovakian?'
Aslında haksız da
sayılmazlar.
***
Neyse bizim konumuz dil bilimi değil, değinmek
istediğim şey dünya politikası.
Peki, niye Çekoslovakya
örneğinden girdik?
Misafirimiz Eva bu
ülkeden de o yüzden. Onu görünce birden aklıma geldi.
Yoksa örneği çok.
Mesela benim de ilgili
olduğum konu, baba tarafından Selanik göçmeni, 3. Kuşak Lozan Mübadili olmam
nedeniyle Balkanlar.
Son zamanların uluslararası
siyasetin popüler konularından biri de yine Balkanlar; Kosova, Arnavutluk,
Sırbistan arasındaki çelişkiler.
Yani eski Yugoslavya
coğrafyası.
Sorunun kökleri geçen
yüzyılın son çeyreğine kadar uzanıyor.
Yugoslavya’nın
dağılmasıyla, yani Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin Josip
Broz Tito'nun ölümünden sonra artan etnik çekişmeler, ekonomik bunalım
ve Doğu Avrupa'daki değişiklikler nedeniyle 1980'lerin sonlarından
2000'li yıllara kadar yaklaşık 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda yedi ayrı
egemen ülkeye bölünmesiyle başlamıştır diyebiliriz.
Çok eskilere gitmez, Osmanlı
İmparatorluğu’nun dağılmasına kadar giden eski süreci saymazsak tabii…
***
Biz İgor’la konuyu
konuşmaya devam ediyoruz.
Serkan’a konu çok ciddi
ve sıkıcı geliyor.
“Abi, bu kız Sparta
Prag taraftarı mıdır acaba?” diyor.
“Ne bileyim, evladım.”
Serkan’ın aklı hala
Galatasaray’ın Avrupa macerasını sonlandıran Sparta Prag maçında kalmış.
“Serkan’cım, bir
kadınla futbol muhabbetine girmeye kalkarsan eğer bir nebze varsa bile yakınlaşma
şansını baştan kaybedersin, ona göre,” diyorum.
Öğüdümü haklı bulmuş
olmalı ki “Tamam abi, haklısın,” diye cevap veriyor.
Kızlarla muhabbet daha
cazip geliyor, o tarafa doğru seyirtiyor.
***
Serkan’ın aklı gerçekten
Sparta Prag-Galatasaray maçında, o konuyu açmamak için kendisini zor tutuyor.
Yuliya da sağlam bir
edebiyat okuru olarak misafirimizle Prag’lı yazarlardan; Franz Kafka’dan,
Jaroslav Haşek’ten, Milan Kundera’dan ve onların kitaplarından konuşmak
istiyor.
Serkan’a takılması için
malzeme olsun diye uzaktan, “Yuliya, Eva’ya Kafka’nın ‘Metamorfoz’
romanını sor bakalım. Serkan’a anlatsın,” diye sesleniyorum.
Kafka’nın Türkçede
“Dönüşüm” adıyla yayımlanan benim çok sevdiğim, bir çırpıda okuduğum bu kısa
romanında bir sabah uyandığında kendini odasında, yatağının yanında yerde ters
dönmüş yatan dev bir böceğe dönüşmüş bulan satış elemanı zavallı Gregor
Samsa’nın hikayesi anlatılır.
Tam Serkan’nın
rüyalarına girecek, onu delirtecek bir hikaye.
***
Biz, İgor’la kendi mevzumuza
dönüyoruz.
“Alexander Dubçek için Çekoslovakya’nın
erken Gorbaçov’u idi denilebilir mi?” diye soruyorum.
“İlginç! Yani, uymayan yanlar var
tabii, ama öyle denilebilir de,” diyor.
O dönemde, yani Soğuk Savaş döneminde,
Sovyet Bloku içinde yer alan Macaristan’da 1956 yılındaki, Çekoslovakya’da da
1968 yılındaki kitlesel protesto gösterilerinin sert şekilde bastırılması
sonucu iki ülkede toplam yaklaşık 2750 kişi hayatını kaybetmişti.
Çekoslovakya, Orta Avrupa’da 1918 ile
1992 arasında varlığını sürdürmüş kısa ömürlü bir cumhuriyetti.
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra,
bugünkü Çek ve Slovakya topraklarında kurulmuştu.
1938'de Almanya Çekoslovakya'yı işgal
etmişti. 2. Dünya Savaşı sonrasındaysa, 1945-1990 yılları
arasında, Varşova Paktı'na katılmıştı.
25 Aralık 1991 tarihinde Sovyetler
Birliği'nin dağılmasından sonra 1 Ocak
1993'te Slovakya ve Çekya adlı iki bağımsız devlete bölündü.
Alexander Dubçek, Çekoslovakya
Komünist Partisi’nin Birinci Sekreteri olduktan sonra ÇeKP Merkez Komitesi tarafından,1968'in
Nisan ayında “Çekoslovakya'nın sosyalizm yolu” adı verilen bir “reform
programı” yürürlüğe kondu.
Ancak Dubçek, uygulamak istediği bu reform
programı nedeniyle Sovyetler Birliği ile ters düştü.
Halbuki bu politikaları uygularken,
SSCB yönetimine, programının Çekoslavakya’nın sosyalizme bağlılığını tehlikeye
düşürmeyeceği teminatını vermişti.
Bu gelişmeler SSCB'de ihtiyatla
karşılanmıştı.
Bu süreç, Çekoslovakya'ya Ağustos
1968'de Sovyetler Birliği ve diğer Varşova Paktı üyesi
devletler tarafından müdahale edilmesiyle sona erdi.
Çekoslovakya'daki gelişmelerden ve
liberalleşme eğilimlerinden memnun olmayan SSCB ve Varşova
Paktı üyesi diğer ülkeler, 20 Ağustos 1968 gecesi Çekoslovakya'ya
müdahale ettiler.
Dubçek ve Prezidyum'un diğer beş üyesi
tutuklanarak Moskova'ya götürüldü.
Daha sonra Prag'a dönen Dubçek,
duygusal bir konuşma yaparak halkın daha fazla desteğini istedi. Fakat giderek
durumu zayıflayan Dubçek'in yardımcıları görevlerinden uzaklaştırıldı.
Kendisi de Nisan 1969'da Parti birinci
sekreterliğinden alınarak Federal Meclis başkanlığına getirildi.
İlginç bir ayrıntı: Ocak 1970'te
Türkiye'ye büyükelçi olarak tayin edildi.
Aynı yıl Partiden ihraç
edilerek Prag'a geri çağrıldı. Bratislava'da orman idaresi müfettişliğine
getirildi. Bratislava'da gözetim altında yaşadı.
Çekoslovak Komünist Partisi ve
Prezidyum üyelerinin topluca istifa etmelerinden sonra 28 Aralık 1989 tarihinde
oy birliğiyle parlamento başkanlığına seçildi.
17 Ocak 1990 tarihinde Avrupa
Parlamentosu tarafından verilen Saharov Ödülü'nü alırken yaptığı bir
konuşmada Çekoslovakya'nın gelecekte Avrupa'daki yerini alması için her şeyi
yapacağını ve ülkesinin Avrupa Topluluğu'na üyeliğinin yalnızca zaman meselesi
olduğunu söyledi.
27 Haziran 1992 tarihinde yeni seçilen
Çekoslovakya Parlamentosu'nun başkanlığına seçildi.
Arzu ettiklerine ulaşamadan, 7 Kasım
1992’de, 71 yaşındayken Prag’ta bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.
Garip bir kader…
***
İgor:
“Batılılar, özellikle Atlantikçiler,
bu ‘bahar’ imgesini pek seviyorlar nedense?” diyor.
“Evet, ‘Arap Baharı’,
‘Prag Baharı’, hep böyle...Aynı hikaye…”
“Hokus pokus, abrakadabra…Batılı
egemenler bu işleri iyi biliyor. İşlerine
nasıl geliyorsa; bazen iki Almanya’dan
bir Almanya yaratıyorlar; bazen Çekoslovakya örneğinde olduğu gibi bir ülkeden
iki ülke; bazen de
Yugoslavya örneğinde olduğu gibi bir ülkeden yedi ülke
yaratıyorlar.”
“Bazen de İsrail
örneğinde olduğu gibi yoktan var ediyorlar. Filistin, örneğinde olduğu gibiyse
yok ediyorlar. Örnek çok…”
İgor devam ediyor:
“Vladimir Putin, Eylül
2023’te, Sovyetler Birliği’nin Macaristan ve Çekoslovakya’yı işgalini “hata”
olarak nitelemişti.
Vladivostok’ta
düzenlenen Doğu Ekonomik Forumu’nda yaptığı konuşmada sözü Batı’nın Afrika’yı
sömürgeleştirme sürecine getirmiş, “Bana fotoğraflar gösterdiler, daha 1957
yılında insanları Afrika’dan Belçika’ya kafesler içinde getirdiler. Bunlara
gözyaşı dökmeden bakmak imkansız. Bu insanları aileleri ve çocuklarıyla
birlikte kafeslerde sergilediler. Bu nasıl mümkün olabilir? Afrika’dan hiç
kimse bunu unutmayacak” demişti.
Bunun üzerine
toplantının yöneticisi, TV sunucusu İlya Dronov Putin’e;
“Peki, ama Baltık
ülkeleri, Çekya, Macaristan, Prag’a ya da Budapeşte’ye tanklarını gönderen
Rusya’nın (Sovyetler Birliği) da sömürgeci gibi davrandığını söylüyor. Bu
konuda ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştu.
Putin bu soruyu,
“Sovyetler Birliği’nin bu politikasının hatalı olduğunu uzun zamandır kabul
ediyoruz. Bu politika sadece gerginlik yarattı. Dış politikada diğer halkların
çıkarlarıyla açık şekilde çelişen şeyler yapamazsınız. İşte bu kadar!” diye
yanıtlamıştı.”
***
1968 Çekoslovakya
müdahalesi ile dünyanın 68’i aynı yıla denk gelmişti.
Çekoslovakya’daki “Prag
Baharı” ve dünyada gençliğin 68 hareketi…
Türkiye’nin de 68’i
vardı. Anti-emperyalist, “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” özlemi
olan bir gençlik hareketi.
Çekoslovakya meselesi
Türkiye’de de çok tartışılmış, Türkiye solunu tam ortasından yarmıştı.
O kadar çok anlattım ki
İgor bunları ezbere biliyor artık.
“Bak, sana ilginç bir
ayrıntı söyleyeyim. Alexander Dubçek, Ocak 1970'te Türkiye'ye büyükelçi olarak
tayin edilmişti. Aynı dönemde ben de Ankara’da üniversitede öğrenciydim.”
“Hiç karşılaştınız mı?”
“Yok canım, nerden
karşılaşacağız?”
***
Serkan, kızların muhabbetinin
içine giremediği için biraz sıkılmış olarak yerine döndü.
Biraz gönlünü almak
için konuyu değiştiriyorum:
“Sen, Çekoslovak orta
saha oyuncusu Antonin Panenka'yı biliyor musun?” diye soruyorum.
Boş gözlerle bakıyor.
Haklı, nerden bilsin çocuk. Tevellüdü müsait değil ki.
“Futbolda ‘Panenka’
veya ‘Kaşık’ tarzı vuruş, topun sanki askıya alınmış bir
şekilde kaleye atıldığı bir penaltı yöntemi. Teknik, adını 1976
Avrupa Futbol Şampiyonasında Batı Almanya milli takımına karşı penaltıyı
bu şekilde atan Çekoslovak orta saha oyuncusu Antonin
Panenka'dan almıştı.”
Serkan, şimdi
“Almanya’nın bir Batısı, bir de Doğusu mu vardı?” diye sorar mı diye bakıyorum.
Neyse sormuyor, anlatmaya devam ediyorum.
“Panenka, Alman
takımının kalecisi Mayer köşeye uçarken topu doğrudan merkeze
atmıştı.
Bu tarz vuruş, aslında oldukça riskli,
zira kaleci rastgele bir köşeye koşmaz ve kalenin ortasında kalırsa
topu kolayca yakalar.
Pele, 11 metreden
yapılan bu vuruşun yaratıcısı olan Çekoslovak futbolcu için ‘Panenka ya deli ya
da dahi’ demişti.
Alman kaleci Sepp Mayer'e gelince, karizmasının çizildiğini
düşünmüş, Panenka'nın böyle bir vuruş yapması onu çok rencide etmiş. Darılmış, meğer
o andan itibaren Mayer artık Panenka ile hiç konuşmamış.
Panenka’yı yolda görseydin tip olarak
bizim mahallenin manavı zannederdin, ama çok teknik bir futbolcuydu.”
Serkan, konuyu anlıyor.
“Galatasaraylı İcardi de çok seviyor
bu tür vuruşları,” diyor. “Konyaspor’un Arnavut futbolcusu Sokol
Çkaleşi de,” diye devam ediyor.
Serkan, seviyor bu
muhabbeti. Bıraksak sabaha kadar konuşur.
UEFA Uluslar Ligi'ndeki
grup eşleşmeleri belli olmuştu. Turnuva, 5-10 Eylül'de oynanacak
karşılaşmalarla başlayacak.
Türkiye, 4. Grupta;
Çekya, 1. Grupta.
Serkan’ın aklı da
orada.
“Abi, bir bakarsın
Türkiye ile Çekya final oynarmış,” diyor.
“Daha çok konuşacağız
Çek Cumhuriyeti’ni bu gidişle,” diye cevap veriyorum.
“Böyle olursa Çekya’yı
bilmeyen yurdum insanları da öğrenecek.”
“Herkes yine ‘ne
sağcıyım, ne solcu; futbolcuyum, futbolcu’ diyecek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder