Alper
Eliçin
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
Rusya’ya ilk seyahatim 1995 yılının ocak ayında oldu. O
zamanlar Yapı Kredi Bankası’nın (YKB) sahibi olduğu Enternasyonel Turizm’de
genel müdür yardımcısıydım. Şirkete yeni kazandırılan Pegasus Havayolları’yla
da ben ilgileniyordum. Zaten aynı zamanda Pegasus’un yönetim kurulundaydım.
Enternasyonel Turizm, YKB’nin turizm yatırımları yapan
şirketiydi. Pegasus’un dışında Marmaris-Datça yolu üzerinde o günkü adıyla
Robinson Club Select Maris’in sahibiydi ve Sultanahmet Four Seasons Hotel
yatırımı da devam ediyordu. Otel yatırımlarının geliştirilme ve işletme
aşamasından sorumlu genel müdür yardımcımız da Hasan Çağlayan’dı. Hasan, çok
başarılı bir performans çizen Club Maris’i mal sahibi olduğumuzdan dolayı
disiplinli bir şekilde denetler, Robinson yöneticilerine katkıda bulunur ve
misafir yelpazesini genişletmeye çaba gösterirdi. O yıllar da turizm açısından
sıkıntılı yıllardı. Bir yandan Körfez Savaşı’nın etkileri, diğer yandan PKK
terörü sektörü krize sokmuştu.
Hasan, genel müdürümüz Tavit Köletavitoğlu ve ben, Pegasus
ile Club Maris arasında bir sinerji oluşturmaya gayret ediyorduk. Rus piyasası
o yıllarda yeni yeni oluşuyordu. Rusların, batı Avrupalılardan farklı olarak
PKK terörü, savaş vs. gibi olaylardan fazla etkilenmediklerini biliyorduk. Zira
o zamanlar Moskova’da da Çeçen terörü etkisini hissettiriyor, metroda bile
bombalar patlıyordu. Fikir kimden çıktı hatırlamıyorum ama Moskova’ya
gidilmesine ve gerek Pegasus, gerekse Maris için pazar araştırması yapılmasına
karar verildi.
Sovyetlerin dağılmasından sonra pek çok Türk girişimci
Rusya’ya akın etmişti. Turizmciler, inşaat şirketleri, ihracatçılar,
maceraperestler hepsi yollara düşmüştü. Rusya o sıralar yeni yeni dünyaya
açılıyordu. Ruslar da akın akın Türkiye’ye, özellikle İstanbul ve Trabzon’a
gelip, başta tekstil olmak üzere her türlü tüketim malzemesini alarak uçak ve
gemilerle Rusya’ya taşıyorlardı. Bavul ticareti adı verilen bu aktivite oldukça
büyük boyutlara ulaşmıştı. YKB’nin bağlı olduğu Çukurova Holding’in inşaat
şirketi Baytur da o dönemde Rusya’da faaliyet göstermeye başlamıştı.
Rusya’ya gitmeden önce, elden geldiğince bilgi topladık.
Rusya’da faaliyet gösteren ve Türkiye’ye turist getirmeye çabalayan Türk ve Rus
seyahat acentelerinin isimlerini, adreslerini, kontak kurulacak kişilerin
isimlerini vs toparladık. Rus Sivil Havacılık Dairesi’nden (RCAD) de randevu
aldık. Ayrıca, bize Moskova’da rehberlik edecek birini bulmaya çalıştık. Viyana
merkezli Gulet Turizm’in patronlarından Cem Kınay bir Rus hanımı tavsiye etti.
Hasan, ben, Pegasus’tan Ticaret Müdürümüz Harika Akkent,
Pegasus Genel Müdür Yardımcısı Eugene O’Reilly 11 Ocak 1995 tarihinde
İstanbul’dan THY ile yola çıktık. Moskova-Şeremetyova Havalimanı’na (SVO) karlı
bir günde indik.
Terminale indiğimizde, hepimiz biraz çekingendik.
Bilmediğimiz bir ülke, bilmediğimiz bir kültür, bilmediğimiz bir dil ve
okuyamadığımız bir alfabe. Pasaport kontrolünden önce, sert bakışlı bazı
görevliler bizi bazı formlara yönlendirdiler. Ülkeye giriş için doldurulması
gereken bu formlarda sadece Rusça vardı ve Kiril alfabesiyle hazırlanmıştı.
Ruslar Sovyet döneminde kendi dillerini İngilizce ile eş tutarmış. Zaten tüm
Doğu Bloku ülkelerinde de ilk yabancı dil olarak Rusça okutulurmuş. Dolayısıyla
konu biraz kibir, biraz da çağın değiştiğinin farkına varmamakla ilgiliydi.
Yıllar sonra, 2013’te bir iş gereği sık sık Moskova’ya
tekrar gitmeye başladığımda durum hâlâ aynıydı ve ben fazladan yanımda
getirdiğim formu Türkiye’de şirkette doldurtup, yanıma alırdım. Bir keresinde
Moskova’da Metropol Otel’de sabah kahvaltısında İngilizce basılan Moscow
Times’ı okurken, bir okuyucu mektubu ve Rus mercilerin yanıtını görmüştüm.
Okuyucu, formun niye sadece Rusça olduğunu soruyor, bürokrat da, “ABD’ye
girerken de form sadece İngilizce” diye bir yanıt veriyordu. Sonunda nihayet bu
uygulamadan vazgeçildi.
Biz ise 1995’te Rusya’ya iş için giden ve bu konuda deneyim
kazanmış işçi vatandaşlarımızın yardımlarıyla güç bela formları doldurabildik.
Pasaport kontrollerinin yapıldığı yerler ise tam bir ana baba günüydü. Kuyruk
filan hak getire… İte kaka, pasaporttan geçtik. Kargaşalıkta bazı Ruslar
herkesi itiyor, bağırıp çağırıyor, zaman zaman kavgalar çıkıyordu. Neyse ki,
pasaport görevlisi biraz lisan biliyordu. Doldurduğumuz formun bir parçası
pasaportumuza zımbalandı ve ilk iş polise gidip kendimizi kaydettirmemizi
söyledi.
Arındırılmış alandan çıktığımızda, rehberimiz Nataşa,
isimlerimizin yazılı olduğu bir kartonla bizi bekliyordu. Tipik bir Şikago
aksanıyla, kusursuz İngilizce konuşan Nataşa bir anda tüm endişelerimizin
ortadan kalkmasını sağladı.
Terminalden çıktığımızda bizi bir Volga arabaya
yönlendirdi. O zamanlar, Moskova’da taksi pek yaygın değildi ve ciddi şekilde
fakirleşmiş olan Rus halkının özel arabası olanlarının bir bölümü bu
araçlarıyla taksicilik yapıyordu. Nataşa şoförü tanıştırdı. Eşiymiş. Daha sonra
hikayesini anlattı.
Rus asıllı olan Nataşa ve eşi aslen Tiflisliymiş. Her ikisi
de Tiflis Üniversitesi mezunuymuş. Ne okuyacaklarına Sovyetler döneminde devlet
karar verirmiş ve Nataşa’nın şansına İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü çıkmış.
Doğal olarak, Sovyet döneminde İngilizce pek işe yaramayan bir dilmiş. Bu
duruma çok üzülmüş. Eşi ise elektronik ve telekomünikasyon bölümünde okuyormuş.
Mezuniyetlerinden sonra Soyuz kapsüllerinin iletişim altyapısının kurulmasında
yazılım mühendisi olarak çalışmış. O zamanın şartlarında iyi bir geliri varmış.
Nataşa ise tercüme yaparak, aileye kısıtlı bir katkı yapabiliyormuş. Sovyetler
çökünce, Nataşa ve eşi Gürcistan’dan ayrılarak, Moskova’ya gelmişler. O
zamanlar Rusya’da yurt içi seyahat belgesi gerekiyormuş ve Nataşaların
Moskova’ya seyahat izni de, Moskova’da ikamet etme izinleri de yokmuş. Uzun
süre kaçak yaşamışlar.
Moskova’da Yeltsin döneminde başlayan dışa açılma sayesinde
pek çok yabancı firma iş olanaklarını araştırmak için Rusya’ya geldiğinden
Nataşa’nın İngilizcesi birden önem kazanmış, serbest rehberlik ve tercümanlık
yaparak, haftada 800 dolar civarı gelir elde etmeye başlamış. Ancak eşi Sovyet
uzay programı çökünce işsiz kalmış ve Nataşa’nın hizmet verdiği yabancılara,
Moskova içinde kendi araçlarıyla şoförlük yapmaya başlamış.
Nataşa ile sohbet ederek havalimanından kalacağımız
Kievskaya Oteli’ne ulaştık ve pasaportlarımızı resepsiyonda verdik. Resepsiyon
görevlisi, polis kayıt işleminin kendilerince yapılacağını söyledi. Ancak,
pasaportlar gelene kadar başımız dışarıda derde girmesin diye de geçici bir
belge verdiler.
O zamanlar Moskova son derece güvenliksiz bir kentti.
Önünüzü kesip soyabilecek küçük çetelerden, daha organize mafyatik yapılara
kadar sokakları ve iş yaşamını güvensiz kılan pek çok oluşum vardı. Ayrıca
Kiril alfabesini okuyamadığımızdan sokak isimleri bile bizim için bir
problemdi. Nataşa’nın bizi geç vakit otelde bırakıp metroyla gitmesi gerektiği
durumlarda, eve vardığında bizi cepten aramasını söylerdik. Aramasa ne yapardık
bilmiyorum.
Ertesi günden itibaren, program gereği Türkiye’ye turist
gönderen acentelerle olan randevularımıza gitmeye başladık. Nataşa her
randevuya bizimle gelemediğinden, bazı randevulara ben ve Hasan kendi başımıza
gidiyorduk. Trek, Uniropa, Svetal ve Exotour isimli firmaları tek tek dolaştık.
Her biri şehrin bir tarafındaydı. Kimisi şehrin merkezinde ünlü Arbat
Caddesi’ndeyken bazılarına ancak metroyla gidilebiliyordu. Metro sudan ucuzdu.
30 kopeke (o zamanın kuruyla 3 cent) galiba her yana gitmek olasıydı. Buna
karşılık şehirde oldukça merkezi bir konumda olan otelimizden, şehrin yine ana
caddelerinden olan Trevskaya’ya gitmek için taksi hizmeti veren bir araca
binerseniz durum değişiyordu. Bu yolculuk yanımızda Nataşa varken 3 dolara
yapılırken, Hasan’la ben araca yabancı olarak binmek istediğimizde 30 dolara
kadar fiyat öneriliyordu. Ayrıca başımıza araçta neler gelebileceği de
meçhuldü.
O dönem Rusya’nın en sıkıntılı zamanlarıydı. 1968’de
annemin Türk Hukukçu Kadınlar Derneği üyesi olarak, Av. Süreyya Ağaoğlu
liderliğinde, Moskova’ya davetli olarak yaptığı seyahatin dönüşünde anlattığı
izlenimleriyle, yer isimleri dışında hiçbir şey benzemiyordu. Yukarıda Nataşa
ve eşinin hikayesinde anlattığım gibi yerleşik bir sistem çökmüş, yerine yeni
bir sistem henüz oluşmamıştı. Sokaklarda biraz dolaştığınızda, bir şekilde
zenginleşenler, dövizle geliri olanlar veya mafyatik ilişkiler içerisinde
bulunan bir grubun Mercedes 600SL’ler, Cadillac’larla dolaştığını, Galeri
Lafayette gibi mağazalardan alışveriş yaptığını, buna karşılık Volga ve
Lada’larla dolaşan bir zümrenin olduğunu ve bunların bir stadyumun tribünleri
altında açılan Türk pazarından giyim kuşam ve tüketim ürünleri satın aldığını
görebilirdiniz.
Bu grubun altında ise yoksulluk sınırında yaşayan Rus ve
eski Sovyet vatandaşları da vardı. Örneğin akşamları, otelin hemen yanındaki,
Ukrayna’dan gelen trenlerin terminali olan Kievskiy Vokzal’ın kapısında yaşlı
kadınlar, örülmüş tek bir kazak veya trenle Ukrayna’dan getirdikleri birkaç
kilo patates ya da sebzeyi buz gibi havada satmaya çalışırken görülebiliyordu.
Fiyat dengeleri oluşmamış olduğundan saatlerce trenle gelip patates satmak
ekonomik bir anlam ifade ediyordu. Zira tren biletleri çok ucuzdu.
Bu insanlar, Sovyet sisteminde, tüm temel hizmetler devlet
tarafından ücretsiz sağlandığından, yıllarca düşük ücretlerle çalışmış,
emekliliklerinde devletin sağlayacağı ücretsiz hizmetler ve emekli maaşlarıyla
rahat edeceklerini düşünmüşlerdi. Ancak, sistem çöküp, ruble şiddetli bir
devalüasyona uğrayınca, ayrıca ülkeleri de parçalanınca, emeklilik maaşları
kuşa dönmüş, sağlık hizmetleri paralı olmuş, her şeyin fiyatı artmış ve
insanlar yokluk içine düşmüşlerdi.
Öte yandan, Ukrayna’dan getirilen bu ürünleri pek alan da
olmuyordu, zira o sıralar Çernobil kazası nedeniyle Ukrayna’dan gelen tarım
ürünlerinde radyasyon olmasından korkuluyordu. Nataşa’nın anlattığına göre
Moskova’da herkesin mutfağında bir Gayger sayacı bulunuyor, alınan her sebze
veya meyve radyasyona karşı evde kontrol ediliyordu.
Hasan’la otelden, sokakların ve metro istasyonlarının
isimlerinin hem Kiril’le hem de Latin alfabesiyle yazılı olduğu bir harita
bulmuştuk. Bizim için hazine değerinde olan bu haritayla metroya biniyor,
istediğimiz yere gidiyorduk. Yolculuk şöyle gelişiyordu: Yakınımızdaki
Kievskaya istasyonundan metroya binerken, aktarma yapacağımız istasyonun adının
Kiril alfabesiyle ilk üç karakterini ben aklımda tutuyordum, izleyen üç
karakteri de Hasan. Örneğin, Kropotkinskaya istasyonuna gideceksek, ki adı
Kiril alfabesiyle Кропоткинская yazılıyor, ben ”Kpo”yu aklımda tutarken, Hasan
da “пот”’u aklında tutuyordu. Zira metrolarda tüm işaretlemeler ve isimler
Rusça yazılmıştı. Tıka basa dolu olan metro istasyonları ve metrolarda, bu işi
kağıt kalemle yapmak mümkün değildi. Haritayı bile açmak olanaksızdı. Bu
sayede, hem aktarmaları hem de metrodan çıktıktan sonra aradığımız sokağı
bulmakta oldukça başarılı olduk ve hiç kaybolmadık. Metro istasyonlarında
yanlış kapıdan farklı bir caddeye çıkmak veya Moskova metrosunda istasyonlar
arası alttan bağlantı olan yerlerde ortaya çıkan isim değişiklikleri bile bizi
engelleyemedi.
Ziyaret ettiğimiz acentelerin bazıları otelden bozma han
gibi binalarda, birkaç odada faaliyet gösteriyordu. Bu köhnemiş, bakımsız
binalarda, birkaç kat tırmanıp acentenin ofisinin önüne geldiğinizde, bazen
sizi demir parmaklıklı kapılar ve ellerinde silahlar olan, askeri kamuflaj
üniforması giyen güvenlikçiler karşılıyordu.
Bu seyahatin, Pegasus için RCAD’ye gittiğimiz bölümünde
bize, Enternasyonel’in bir diğer genel müdür yardımcısı Gökhan Menteş’in yakın
bir akrabası olan Olcay Özdemir de refakat etmişti. Olcay Hanım Dağıstan
kökenli olması nedeniyle mükemmel Rusça konuşuyordu. Ayrıca Rus kültürünü,
Moskova’da iş yapış şeklini ve tehlikeleri çok iyi biliyordu. Zaten, başta
THY’nin Moskova ofisinin kurulması olmak üzere, Moskova’ya gelen pek çok büyük
Türk şirketine danışmanlık yapmıştı. Bize de deneyimleriyle çok katkı sağladı.
Olcay Hanım’dan bahsedince, bize aktardığı bir anekdotu
anlatmadan geçemeyeceğim. Türk şirketlerine danışmanlık için Moskova’ya ilk
geldiğinde, Olcay Hanım kendine tek odalı ufak bir ofis tutuyor. Bir gün kapısı
çalınıyor ve serseri kılıklı bir adam içeri giriyor. Adam Olcay Hanım’a, “Bana
ayda 200 dolar ödeyeceksin, ben de iş yerini koruyacağım, yoksa burada yangın
çıkar” diyor. Olcay Hanım mecburen adamı maaşa bağlıyor.
Ancak, aradan bir süre geçtikten sonra bir gün yine kapı
çalınıyor. İçeri başka biri giriyor ve o da benzer şekilde para istiyor. Olcay
Hanım, bana bir iki gün süre ver, yanımda para yok deyip o an için adamdan
kurtuluyor. Derhal, daha önce gelen ve maaşa bağladığı kişiyi arıyor, durumu
anlatıyor ve “Ben her gelene ödeme yapamam, hani beni koruyacaktın” diyor. “Sen
hiç merak etme, sözüm söz” yanıtını veren adam, diğer adamın tekrar geleceği
gün ofise geliyor ve bir sandalyeye oturarak beklemeye başlıyor.
Nihayet kapı çalınıyor ve Olcay Hanım’ın ofisini korumaya
talip bu iki kişi karşılaşıyor. İşi alan adam fazla konuşmadan belinden
tabancasını çıkarıp ikinci geleni alnından vurup öldürüyor. Anlaşılan polisle
ve yargıyla da ilişkisi olmalı ki, bu cinayetten dolayı başı fazla derde
girmiyor. Uzun bir süre ortalarda görünmeyen adam, iki yıl sonra yine Olcay
Hanım’ı ziyaret ediyor. Bu sefer üzerinde bir takım elbise, elinde de bir evrak
çantası var. Kısa bir sohbetten sonra çantasından çıkardığı yangın sigorta
poliçesini pazarlamaya başlıyor. Kapitalizm Rusya’ya işte böyle gelmiş.
13 Ocak’ta RCAD’nin ofisine gittik. Randevumuz, Afrika ve
Orta Doğu bölgesi şefi Kamil Feizahmanov’laydı. Bildiğimiz kadarıyla, karar
verici birisi olmamakla birlikte iç raporlamayı hazırlayıp, tepe yönetime sunan
oydu. Sohbet esnasında Tatar asıllı olan bu genç yönetici şirketimizi tanımak
istedi. Biz de mali yapımızın gücünü vurgulamak amacıyla, Doğu Almanya’dan
dönmekte olan Rus askerleri için Baytur’un Rusya’da konut inşa etmekte olduğunu
da anlattık. Kamil Bey hemen bize evinde tadilat yapmakta olduğunu ve Baytur’un
banyoyu yenilemek konusunda yardımcı olup olamayacağını sordu. Biz de RCAD’den
gerekli uçuş iznin alınıp alınamayacağını bilmediğimizden kesin bir yanıt
vermedik. Nitekim, Pegasus’a uçuş izni verilmedi. Nedeniyse Dışişleri
Bakanlıkları arasında yapılan Türk Rus sivil havacılık görüşmelerinden bir
sonuç alınamamasıydı. Biz de Kamil Bey’in banyosunu yenileyememiş olduk.
Moskova seyahatimden hatırladığım bir başka anekdot ise
Harika Hanım’la ilgili. Yorucu bir günün akşamı hep birlikte otele döndük ve
odalarımıza çıktık. Bir saat sonra lobide buluşup, otelin restoranında yemek
yiyecektik. Hasan’la ben lobiye hemen hemen aynı anda indik ve o sırada
Harika’nın bir Rus kadınla çok şiddetli bir ağız dalaşında olduğunu hayretler
içerisinde gördük. Harika aynı zamanda ağlıyordu. Biz gelince tartışma sona
erdi ve Rus kadın gitti. Harika göz yaşları içerisinde kadının kendisine,
“Burası benim bölgem, burada çalışamazsın” diye tepki gösterdiğini anlattı.
Harika tüm çabasına rağmen bir türlü iş arkadaşlarını beklediğini kadına
anlatamamış. Biz aşağı inince durum anlaşılmış olacak ki kadın Harika’yı rahat
bırakıp, çekip gitti.
Rusya’nın bu çalkantılı döneminde yaptığımız Moskova
seyahati 14 Ocak’ta sona erdi ve İstanbul’a geri döndük.
Not: Bu
yazıyı hazırlarken kendisine bazı bilgiler almak için mesaj attığımda, bana o
seyahatin sonunda birlikte hazırlamış olduğumuz seyahat notlarını derhal bulup
yollayan Hasan Çağlayan’a teşekkür ederim. 1995’te yapılan bir seyahatin
notlarını saklaması ve bir sorum üzerine beş dakika içerisinde bulup
yollamasını, çalışma ve dosyalama disiplinini çok iyi bilmeme rağmen yine de
şaşkınlıkla karşıladım. Çıkınında kim bilir daha neler var?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder