Samih Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Rusya'nın en ilginç taraflarından biri 10. yüzyıldaki din
seçme girişimi ve dini ele alış ve yorumlayış biçimleri. Malum 10. yüzyılda
Prens Vladimir bütün dinleri incelemek için temsilciler gönderiyor. Temsilciler
raporlarını verdikten sonra da bir karar veriliyor ve Hristiyanlık seçiliyor.
Fakat temsilcilerin bazı ülkelerdeki, örneğin Almanya'daki
ve Bizans’taki kiliseleri inceledikten sonra Bizans’taki kiliselerin
ihtişamından ve sanatsal yönünden çok etkilendikleri anlaşılıyor. Bence bu
husus Rus kültürü açısından önemli bir ipucu da veriyor.
Neticede Rusların bir din seçme konusu tamamen bilinçli ve
kendi açılarından rasyonel bir karara dayanıyor. Bunu takip eden başka bir
ilginç nokta ise Ortodoks inancını benimseyen Rusların dini kendi kültürel özellikleri
ile birlikte ele almaları, dillerini ve kültürlerini önde tutmaları.
Aslında Ortodoksluk inancı Katoliklik ile bazı dini yorum
farklılıklarından kaynaklanmıyor sadece. Asıl önemli nokta Rusların ulusal
yönlerini, dil ve kültürlerini, hatta Pagan inancı döneminden gelen
geleneklerini korumaya çalışmaları. Bana göre bu konudaki bakış açıları “Rusluk
dinden önce gelir” yönündeki bir yaklaşım olarak özetlenebilir.
Rusya’nın başka bir ilginç yönü tarih boyunca büyük ve
güçlü bir devlet olmaya, farklı kalmaya önem vermiş olması. İmparatorluk ve
çarlık mantığı temelinde büyük ve güçlü devlet olma çabası aslında ilginç bir
şekilde hem komünist dönemde hem de günümüz Rusya’sında gördüğümüz bir özellik
bana kalırsa.
Bir başka nokta ise Rusların kendilerini ne Doğulu ne de
Batılı olarak görmeyip üçüncü bir uygarlık olarak düşünmeleri. Rusların ulusal
amblemlerine bakıldığında buradaki çift başlı kartal hem Doğuyu hem Batıyı
gözeten çift yönlü bir anlayışı dile getirse de bunlardan ayrı, özgün bir
uygarlığa sahip oldukları düşünülüyor.
Bu yıl Mayıs ayında Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir
ifadesinin Rusya’yı nasıl gördüğü konusunda fikir verdiğini düşünüyorum. Putin
şu ifadeyi kullanmıştı: “Rusya sadece bir ülke olmayıp zengin gelenekleri, çok
uluslu yapısı, barındırdığı birçok kültürü ve dini sayesinde ayrı bir
uygarlık.” Ancak bu noktada da Rusluğun başat unsur olduğunu belirtmekte yarar
var.
Rusya’da tarih boyunca bir Batı karşıtlığı var ve aslında
bu Rusya'nın kendi gücünü konsolide ettiği, kendi dinamiklerini ve onu
geliştiren özelliklerini kontrol ettiği bir anlayışı getiriyor. Rusya kendini
böyle bir aynada tanımlıyor ve güçlendirmeye çalışıyor. Bu anlayış dış politika
ve iç politika açısından önemli bir hareket noktası oluşturuyor. Bununla
birlikte Rus dış politikasının son derece pragmatist, gelenekçi,
ulusalcı ve çok yönlü bir bakış açısına sahip olduğunu da söylemek
gerekiyor.
Komünist dönemde, özellikle soğuk savaş döneminde çok açık
şekilde ortaya çıkan Batı karşıtlığı aslında 18 ve 19. yüzyıla kadar gidiyor. O
dönem Petro reformlarına karşı çıkan birçok kimse bulunuyor. 19. yüzyılda
Dostoyevski'nin söylemlerinde de çok açık bir Batı karşıtlığı var.
Doğu-Batı tartışmaları açısından kültürel konulara,
geleneklere ve insan davranışları boyutuna bakıldığında ise gülmeye olan bakış
açısında olduğu gibi daha çok doğulu özellikler öne çıkmış gibi görünüyor.
Malum Rus geleneklerine göre neden yokken gülmeye hoş bakılmıyor. Doğu
toplumlarını çağrıştıran buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.
Diğer taraftan, Rusya’da duygusal bakış açısının
günlük hayatta daha yüzeyde olduğu, Batıda ise daha derinlerde ve normlarla
kapatılmış olduğu söylenebilir.
Başka bir ilginç özellik ise bana göre komünist dönemle birlikte
kadınların gücünün ve özgürlüğünün toplumun çok önemli ve destekleyici bir
unsuru haline gelmesi. Hem çalışma hayatında hem çocukların eğitimi ve aile
hayatı gibi konularda kadının güçlü konumu Rusya’yı farklı kılan
özelliklerinden biri gibi görünüyor. Buna rağmen bu noktada da bazı doğulu
özelliklerin devreye girdiğini ve kadınların konumun örneğin İskandinav
ülkelerindeki gibi olmadığını da belirtmek gerekiyor.
Rusya’nın en ilginç yönlerinden bir diğeri de Petro’nun
reformları ve bizatihi Petro’nun kendisi. Petro’nun sadece Batılı giyim kuşamı
değil, eğitimden idareye, askeri konulardan ekonomiye bir çok konudaki ilerici
adımları Rusya’yı çok değiştiriyor. En az reformları kadar Petro’nun gözü kara,
cesur ve hareketli doğası da oldukça ilginç görünüyor. Petro kendi ailesi ve
Boyarlara rağmen bu reformlarda ısrarcı oluyor ve başarıya ulaşarak Rus
tarihine damga vuruyor. Petro’nun Rusya’yı denizcilik ve askeri alanda
geliştirmesi Osmanlı için de pek hayırlı olmuyor aslında.
Bu özellikleri daha da uzatmak mümkün elbette. Son bir
nokta olarak Rus ve Osmanlı imparatorlukları tarihinin yakından ilişkili olması
da dikkate değer bir nokta kanımca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder