Metin
Uçar
Yukarıdaki rakam Rusya’nın yüzölçümünü gösteriyor. Eğer
başka kaynaklarda daha küçük bir rakam görürseniz, o rakamları paylaşan
ülkelerin Kırım’ın bağımsızlığını tanımadığını anlayabilirsiniz. Rusya bu rakam
ile Dünya yüzeyinde kurulu en büyük devlet olma özelliğini de taşıyor. Bu
yazımda nasıl oldu da Rusya böylesine büyük bir devlet oldu sorusuna açıklama
bulmaya çalışacağım.
Konuya girmeden, azıcık uzaklaşacağım. Bu konuyu merak edip
de haritayı açıp inceleyenler Rusya’nın gerçekten en büyük devlet olduğunu
göreceklerdir. Ancak bu gördüğünüz sizi yanıltmasın. Rusya o haritalarda
göründüğü gibi büyük bir ülke değil. Bu çelişkinin nedeni Dünya’daki kara
parçalarının düz kağıda dökülmesinin zorluğundan kaynaklanıyor. Asıl durumu
anlayabilmeniz için Rusya topraklarının Afrika Kıtası ve diğer büyük ülkelerle
karşılaştırmasını gösteren görselleri ilginize sunuyorum.
Şimdi konumuza geri dönelim. Rusya nasıl Dünya’nın en büyük
yüzölçümüne sahip ülkesi haline geldi?
Öncelikle Rusya’nın resmen devlet olarak kabul edildiği
zamanlara bir bakalım.
Eski Rus Devleti olarak bilinen Kiev Rusu’nun 862 yılında
kurulduğu kabul edilir. 16 Ocak 1547’de ise Büyük Moskova Knyazlığı ve ardından
Rusya İmparatorluğu kurulur. Bu iki tarihi özellikle yazdım ki ilk Rus
devletlerinin coğrafyası hakkında görüşünüz olsun. Bu topraklar Rusya’nın
batısında yeralır ve kuzeyde Sankt-Peterburg’a kadar çıkar. Güneyde ise sınırı
Kiev olarak belirleyebiliriz. Rusya’nın kurulduğu kabul edilen tarihte Osmanlı
İmparatorluğu ile İran arasında 1555’te sona eren savaş yaşanmaktadır. Yani
Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanı.
Rusya’nın genişleme sürecinin 1. Petro ile başlatabiliriz.
Onun zamanında, önce Avrupa ile olan sınırların belirlenmesi sürecini ardından
da güneye ve doğuya olan yayılmasını sürecinin başladığını söylersem yanlış
olmaz. Burada amacım bu sürecin adım adım nasıl yaşandığını yazmak değil.
Yazımın amacı bu yayılmanın nasıl mümkün olabildiğini anlamaya çalışmak olacak.
Bence bunun birinci nedeni 1. Petro ile başlayan devlet ve
düzenli ordu sistemi. Yani Rusya’nın gerçek anlamda bir imparatorluk haline
gelmesi. Ülkeyi yönetenlerin sahip oldukları planlar ve hayallere uygun olarak
böyle bir yayılmanın olması son derece doğal. Ancak burada diğer
imparatorluklardan ayrılan bir özelliği var Rusya’nın. Diğer kolonyal devletler
ellerini dünyanın en uzak yerlerine uzatmışlar, oraların zenginliklerini
sömürerek bugünkü zenginliklerine ulaşmışlardır. Daha sonra yaşanan bağımsızlık
mücadeleleri ile kolonileştirilen halklar belki özgürlüklerine kavuşmuşlardır,
ancak hiçbirinin normal bir uygarlık düzeyine kavuşamadıklarını görüyoruz.
Rusya ise üzerinde bulunduğu topraklarda benzeri bir yayılma sergilemiştir,
ancak ele geçirdiği topraklarda Avrupa’nın sergilediği şekilde vahşi bir
kolonicilik yapmamıştır. Rusya imparatorluğu sınırlarında yaşayan halklar
imparatorluğa bağlılıklarını dile getirdikten sonra huzur içinde kendi ulusal,
geleneksel hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda bir Rus, imparatorluk sisteminden
ne kadar acı çektiyse, öteki halklar da aynı acıyı çekmişlerdir. Üstelik Ekim
Devrimi’nden sonra durum kökten değişmiştir. Artık adının başına Sovyet
kelimesi konulan tüm halklar hem sosyalizmin getirdiği nimetlere sahip olmuşlar
hem de ulusal anlamda kendilerini istedikleri gibi geliştirebilmişlerdir.
Dinlerin farklılığı hiçbir zaman sorun olmamıştır.
Rusya’nın imparatorluk haline gelmesini doğal sonucu olarak
diğer Avrupa ülkelerinde de gördüğümüz bir coğrafik keşifler dönemi başlar. Rus
kaptanları yaptıkları seyahatler ile yeni toprakları keşfederler, buradaki
yerli halklarla tanışırlar.
Bunlardan en önemli keşifleri buraya kısaca not etmek
istiyorum.
Belinghausen ve Lazarev komutasındaki Vostok ve Mirnıy adlı
yelkenliler daha önce kimsenin görmediği bir kıtaya varırlar. 27 ocak 1820’de
keşfedilen bu kıtaya Antarktika (‘Artika’nın karşısı’ demektir) adı verilir.
1581’den başlayan ve 1644’de Bering Boğazı’nın keşfi ile
sonra eren keşifler döneminde Rusya’nın doğusundaki topraklar birer birer Rus
İmparatorluğu’na katılır. Bu yayılmada coğrafyanın Rusya’nın yanında olduğunu
söylemek gerekir. Özellikle kışın çok ağır şartlara sahip olan bu topraklarda
insanlar zaten kısıtlı alanlarda ve az sayıda yaşamaktaydılar. Bu nedenle
batıdan gelen iyi organize olmuş Ruslara karşı direnç göstermeleri pek mümkün
olmamıştır. Tabii bu insanların hiçbir mücadele vermeden teslim olduklarını
söyleyemeyiz. Elbette ki karşı koyanlar olmuştur, ancak ne sayıca ne de donanım
bakımından Rusların karşısında durmaları mümkün olmamıştır. Bu yönde yapılan
keşifler Bering Boğazı ile sınırlı kalmamıştır tabii. Sırada keşfedilecek olan
toprak parçasının adı Alyaska idi.
1800’lü yıllarda Rusya İmparatorluğu’nun güneye gönderdiği
araştırma gruplarını görüyoruz. Tyan Şan dağları, Orta Asya steplerinin keşfi
ve buradaki toprakların Rusya İmparatorluğu’na katılması süreci işte bu zamanda
gerçekleşmiştir.
Rusya İmparatorluğu bu şekilde yayılırken karşısına güçlü
bir devlet ya da başka bir koloniyel güç çıkmamıştır. O dönemde ele geçirdiği topraklarda
kimsenin gözü yoktur. Çünkü kolonileştirilmiş olan ülkelerin zenginlikleri
bitecek gibi değildir.
Velhasıl Rusya’nın bugün dünyanın en büyük devleti olması
bir bakıma şans eseri gerçekleşmiştir. Bu tabii benim şahsi görüşüm ve akademik
bir değerlendirme olma amacı taşımıyor. O zamanlar buraya önem vermeyen
koloniyel devletlerinin torunlarının bugün Rusya’ya bakarak iç geçiriyor
olmalılar. Dedeleri şimdi Rusya’nın elinde olan toprakların doğal
zenginliklerini (petrol, gaz, ağaç, su, elmas, altın ve uçsuz bucaksız
araziler) çok önce tespit edebilselerdi şimdi durum farklı olabilirdi. Ancak o
zamanlar içten yanmalı motorun henüz icat edilmemiş olması, evlerdeki sobaların
odun ve kömürle ısıtıldığını düşünecek olursak, bu tarihi gerçekliğin de Rusya’nın
lehine bir sonuç çıkardığını anlayabiliriz.
Eskinin bütün imparatorlukları dağılmıştır. Ayakta kalanın
sadece Rusya olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ana sebebinin SSCB’nin insanlara
sunduğu ortak yaşam formülü olduğunu düşünüyorum. Bu formülde etnik, kökenin ya
da dini görüşün önemi yoktur. Diğer yandan bundan sonra da aynı durum sürecek
mi sorusu ortaya çıkıyor. İşte bu soruya cevap verirken modern Rusya ile
Lenin’in temelini attığı sosyalist sistem arasındaki en büyük farkı görüyoruz.
Lenin ulusların kendi kaderlerinin belirleme hakkını en temel konu olarak
alırken Putin bu konuda Lenin’in yanıldığını açıklamıştır. Bunun sonucu olarak
daha önceki anayasalarda bulunan ulusların kendi kaderlerini tespit etme hakkı
yeni anayasadan çıkarılmıştır. Artık kimse Rusya Federasyonu’ndan ayrılmayı
talep edemez. Bu değişikliğin geleceğe yerleştirilmiş saatli bir bomba olduğunu
düşünüyorum. Bunun SSCB’nin kazanımlarından yine de faydalanma eğilimini ve
dağılma potansiyelinden kaynaklanan korkuyu dile getirdiğini düşünüyorum.
Velhasıl bu konu gelecek zamanların konusu ve ömrümüz yeterse neler olduğunu
göreceğiz. Rusya Dünya’nın en büyük yüzölçümüne sahip olan devlet ünvanını
kaybetmemek için daha çok mücadele edeceğe benziyor. Çünkü geçmişin koloniyel
devletleri bugün ‘uygarlaşmış’ olsalar da dedelerinden aldıkları genlerin
baskısı altındalar. SSCB ile başlayan dağılma sürecinin Rusya Federasyonu’na
yayılmamış olmasından da çok rahatsızlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder