Cüneyt
Bender
Kaynak:
Vesaire, Magnum Photos, Russia Beyond
31 Temmuz 1947’de, Pulitzer ve Nobel ödüllü yazar John
Steinbeck ile “dünyanın en büyük savaş fotoğrafçısı” olarak anılan foto
muhabiri Robert Capa Moskova’ya vardılar. Soyvetler Birliği’ndeki
gündelik hayatı bizzat görmek ve kayıt altına almak niyetiyle başladıkları 40
günlük gezi, Moskova’nın ardından Kiev, Stalingrad, Tiflis ve Batum’a
uzanacaktı.
Kızıl Ordu’nun Nazileri alaşağı ederek II. Dünya Savaşı’na
son vermesinin üzerinden iki yıl geçmişti. Dönemin İngiltere Başbakanı Winston
Churchill, Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’ten ödünç aldığı ve Soğuk
Savaş’ın sembollerinden biri hâline getirdiği “Demir Perde” terimini bir
konuşmasında kullanalı bir yıl olmuştu. John Steinbeck İnci adlı
romanını henüz bitirmişti. Robert Capa’nın Henri Cartier-Bresson ile
birlikte kurucuları arasında yer aldığı Magnum Fotoğraf Ajansı ise
çalışmalarına yeni başlamıştı.
ABD gazetelerinin sütunları Sovyetler Birliği’nde ve Doğu
Avrupa’da olan bitenlere ilişkin günlük haberlerle dolup taşıyordu. Steinbeck
ile Capa ise bu haberlerdeki siyasi imalardan arındırılmış, insana odaklanan,
alternatif bir perspektif sunmayı hedefliyorlardı. New York Herald Tribune gazetesinin
finansal desteğiyle 1947 yazında Moskova’ya vardıklarında, ABD’de anlatılandan
çok daha farklı bir ülkeyle karşılaştılar. Yıkıntıların arasından filizlenen
komünist hayat karşısında büyülendiler. İkinci Dünya Savaşı’nda verdikleri
milyonlarca kayba rağmen, Ruslar dipdiri ve gerçekçi bir umutla hayata
tutunuyorlardı. Steinbeck ile Capa’nın payına ise gördüklerini olduğu gibi
aktarmak düşüyordu.
Steinbeck, 1954’te hayatını kaybeden Capa’nın yalnızca
hareketi değil neşeyi ve kederi de fotoğraflayabildiğini söylüyordu. Capa’nın
objektifinin bir insanın gözlerinden zihnine erişebileceğini iddia ediyordu.
Robert Capa’nın Moskova, Kiev, Tiflis, Batum ve Stalingrad şehirlerinde çektiği
fotoğraflar da bunu kanıtlar nitelikteydi. İşçiler, çiftçiler, kadınlar ve
çocuklar buğday tarlalarında, kent meydanlarında, yıkıntıların arasında onurlu
bir hayat sürüyorlardı.
Tomris Uyar, Steinbeck’in bir inci avcısının hikâyesini
anlattığı İnci romanı için “İnsanoğlunun var olma direncinin
seyreldiği bir tarih anında olanca görkemiyle gerçek umudun türküsünü
söylemiştir,” diyordu. Ne var ki, Bir Rusya Güncesi insanlığın veya
dünyanın dramına ilişkin bir kitap değildi. İnsanoğlunun var olma
direncinin yüksek olduğu bir tarih anında mutlu bir hayatı bütün sadeliğiyle ve
basitliğiyle belgeliyordu. Velhasıl, “tozpembe olmayan gerçekçi bir umudu”
başka bir yöntemle kaydettiği pekâlâ söylenebilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder