Kaynak: http://dunyalilar.org/
Anton Pavloviç Çehov, 29 Ocak* 1860’ta, Rusya’nın güneyinde
Azak Denizi kıyılarındaki, Yunan tüccarların sıklıkla uğradığı bir liman şehri
olan Taganrog’da doğar. Hayatın tekdüze akıp gittiği, insanların çoğunun
birbirini tanıdığı bir yerdir burası. Kapısı üzerinde “Çay, şeker, kahve
ve başkaca sömürge ürünleri” yazan bir bakkal bulunur bu kasabada. Henüz
küçücük bir çocuk olan Çehov, babasının sahibi olduğu bu bakkal dükkanında
gelen müşterilerle ilgilenerek yaşar çocukluğunu.
Oğlunu bir tüccar olarak yetiştirmek isteyen babası,
çalışkan, hırslı, kendisinin ve üç oğlunun özgürlüğünü kazancıyla satın almış
bir toprak kölesinin oğlu olan Pavel Egoroviç’tir. Sert, otoriter bir baba
ve dindar bir Ortodokstur. Altı çocuğunu da dindar birer Hıristiyan olarak
yetiştirmek niyetindedir.
Çehov’un çocukluğu babasının baskısı altında geçer. Buna
rağmen yıllar sonra bir yazar olduğunda “Yeteneklerimiz babamızdan, ruhumuz da
anamızdan geçti bize” diyecektir.
Zira babası oldukça yetenekli biridir. Hiç eğitim
görmediği halde keman çalar, yağlıboya resim yapar. Anne Evgeniya
Yakolevna ise sessiz, kocasının otoritesini benimsemiş bir kadındır. Çehov’un
ruhunu annesinden aldığını söylemesi boşuna değildir çünkü onun Anton
Çehov’un yazarlığını besleyecek bir özelliği vardır: Çok iyi bir masal
anlatıcısıdır.
Annesi yolculuk öyküleriyle oğlunun hayal gücünü besler
beslemesine ancak babasının aklı onu tüccar yapmaktadır. Oğullarından birinin
illa zengin olmasını ister. Anne Evgeniya Yakolevna ise oğulunun bir Rus
okuluna gitmesi taraftarıdır. Ne var ki karar verilmiştir. Anton ve kardeşi
Nikolay 1867 yılında Taganrog’daki Yunan okuluna kaydolur.
Aslına bakılırsa kiliseden ve bakkaldan uzakta geçen bir
hayat her iki kardeş için de memnuniyet vericidir. Ancak ne Anton ne de Nikolay
bir yıl boyunca tek bir kelime Yunanca öğrenir. Babası onları okuldan alır
ve Taganrog Lisesi’ne verir. Çehov, arkadaşları arasında komik
öyküler anlatmadaki yeteneğiyle bilinir bu yıllarda. Onu en çok etkileyen
hocası papaz Pokrovski’dir. Pokrovski Shakespeare’i, Goethe’yi, Puşkin’i
anlatır derslerde; ona Moliere ve Swift okumasını öğütler.
Tiyatroyla da tanışır Çehov bu yıllarda. Belki de
modern tiyatroda çığır açacak oyunlar yazacak bir yazarlığın ilk adımları
atılır böylelikle. Sonraları bir tutku olur tiyatro, sık sık okuldan kaçılıp gelinen
yegane mekan. Bu arada oyunculuğa da merak salar. Kardeşleriyle birlikte
seyircilerinin komşuları ve akrabaları olduğu oyunlar hazırlar, taklitler
yapar.
Bu arada Çehov’un ağabeyleri Aleksandr ve Nikolay daha
özgür bir hayatın düşüyle evden ayrılarak Moskova’ya giderler. Aleksandr
matematik okumaya, resme yetenekli Nikolay ise güzel sanatlar akademisine.
Çehov, ağabeylerinin evden ayrılmasıyla giderek yalnızlaşır. Bu arada baba
Pavel Egoroviç’in işleri her geçen gün kötüye gitmektedir. Sonunda bıçak kemiğe
dayanır ve baba Çehov iflas bayrağını çeker. Borçlulara görünmeden Moskova’ya
kaçar. Anton Çehov ise, evde kalan eşyaları satıp, parasını ailesine göndermek
ve liseyi bitirmek için Taganrog’da kalır.
Çehov bir taraftan çalışırken bir taraftan da okulu
bitirebilmek için canla başla derslerine sarılır. Tatil günlerini ise belediye
kitaplığında kitaplara gömülerek geçirir. Eline ne geçerse okur:
Schopenhauer’i, Humboldt’u, Victor Hugo’yu, Cervantes’i, Gonçarov’u,
Turgenyev’i, Belinski’yi…
1877 yılı bir dönüm noktası olur; Çehov Paskalya tatili
için Moskova’ya gider. İlk defa Taganrog’dan, lüks mağazaların vitrinlerinin
insan kalabalığına karıştığı bir şehre gelir. Ve buraya gelmenin hayalini
kurmaya başlar.
1879 yılında liseyi bitirdikten sonra Moskova’ya ailesinin
yanına taşınır. Bir yıl sonra Moskova Üniversitesi’nde tıp okumaya başlar. Bir
yandan da para kazanmak için mizah dergilerine küçük hikayeler yazar.Çehov ilk
yazılarında ‘Dalaksız Adam’, ‘Kardeşimin Kardeşi’, ‘Ulysee’ gibi takma adlar
kullanır. En çok kullandığı ad, lisedeki hocasının taktığı ad olacaktır:
“Antoşa Çehonte”.
1882 yılında, dönemin Rusya’sının popüler mizah
dergilerinden biri olan Oskolki’nin (Işıltılar) sahibi ile tanışırve daha
dolgun bir ücretle burada yazmaya başlar. Ancak bir sorun vardır.
Yazıları 100 satırı geçmemelidir. Böylece başlarda zorlansa bile
zamanla, yazdıklarında daima kısa ve öz olmayı ilke edinen Çehov’un
sonraki yıllarında George Bernard Shaw’dan Raymond Carver’a kadar pek çok
yazarı etkileyecek kısa öykülerindeki sağlam yapının oluşmasında çok etkili
olacaktır bu sorun.
‘Çehov’un tüfeği’ teriminin de edebiyata girmesi boşuna
değildir kuşkusuz. Çehov’un daha çok sahnelemede dikkat edilmesi gereken bir
unsur olarak tanımladığı bu teknik, öykü için de geçerlidir. Eğer birinci perde
açıldığında duvarda bir tüfek asılıysa… Veya oyunculardan birisinin belinde
tabanca görülüyorsa… O tüfek patlamalı, o tabanca kullanılmalıdır. Çehov’un
öykülerinde de her öge kurguya titizlikle yerleştirilmiştir. Gereksiz bir
sözün, tasvirin, kişinin öyküde yeri yoktur.
1884’te öykülerini derlediği “Melpomena Masalları”nı
yayımlar. Aynı yıl Tıp fakültesinden mezun olur ve doktorluğu başlar.
Yazmakla doktorluğu bir arada götürecek, “Doktorluk benim karım, edebiyat
ise metresimdir” diyecektir uzun süre.
Tıp fakültesinden mezun olduktan bir yıl Rusya’nın en büyük
günlük gazetelerinden biri olan Novoye Vremya’da (Yeni Zamanlar) yazmak için
teklif alır. Artık yazdıkları çok daha geniş okur kitlelerine ulaşmaktadır.
1886 yılında ikinci öykü kitabı “Renkli Öyküler” Anton
Çehov imzasıyla çıkar. Hemen bir yıl sonra da Rus Bilimler Akademisi’nin
verdiği Rus edebiyatının en değerli ödüllerinden Puşkin Ödülü’nü alacağı
“Alacakaranlıkta” gelir. Ardından da Korş Tiyatrosu için bir oyun yazmaya
koyulur: “İvanov”.
1888 yılında onun parlamasını sağlayacak, Çehov’un en
ünlü ve en güzel yapıtlarından biri, “Bozkır” gelir. 1889 yılında Çehov,
kardeşi Nikolay’ı veremden kaybeder. Kardeşinin ölümü, daha sonraları
“Vanya Dayı” olarak tanınacak oyunu “Orman Cini”nin eleştirmenler tarafından
beğenilmemesi Çehov’u giderek bunalıma sürükler. Kendine tutunacak
bir dal arar. Hukukta okuyan küçük kardeşinin ders notları ona tutanacağı dalı
gösterir: “Karar verilinceye kadar bütün dikkatimiz katilin üstünda toplanıyor
ama hapishaneye gönderilir gönderilmez tümden unutuveriyoruz onu. Peki
hapishanede neler oluyor?”
Çehov hapishanede olan bitenin cevabını bulmak için
Pasifik’te Japonya’nın kuzeyinde bir ceza sömürgesi olan Sahalin’e, mahkumların
hayatına doğru uzun bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Bu cehennem adasında
8 ay kalır ve döndükte sonra buradaki gözlemlerini “Sahalin Adası”
adlı bir kitapta toplar.
Çehov, 1892 yılında sessiz ve sakin yaşam arayışı
içinde bir malikane alır. Bir taraftan doktor olarak en uzak
köylerdeki hastalarla bile ilgilenirken, bir taraftan köyde üç okul, bir klinik
yaptırır. Bu arada kalem de elinden düşmez. “6. Koğuş”, “Üç Yıl”, “Kara Keşiş”,
“Bilinmeyen Bir Adamın Hikayesi”, “Mujikler” gibi hikayelerini burada yazar.
Başyapıtlarından biri olan “Martı” bu yılların ürünüdür.
Ancak üniversite yıllarından beri ciğerlerini tüketen
verem artık iyice ağırlaşmıştır. Doktorlar bir sahil kasabasını önerir Çehov’a.
Evini satıp Kırım’ın Yalta şehrine yerleşir. “Vişne Bahçe”sini ve “Üç
Kız kardeş”i de burada yazar.
1901 yılında tiyatro oyuncusu Olga Knipper ile evlenir
ancak evlilikleri sadece üç yıl sürer. Ayrılık, Çehov’un tedavi için gittiği
Almanya’nın Badenweiler şehrinde hayatını kaybetmesiyle gelir…
Öykülerinden ve oyunlarından acı alayı eksik etmeyen
Çehov’un cenazesinin Almanya’dan Moskova’ya getirilişi ise tam ‘Çehovluk bir
sahne’dir. Cenazenin bulunduğu treni bekleyen akrabaları ve dostları, trenin
üzerinde “İstiridye Taşımacılığı” yazdığını gördüklerinde hayrete düşerler.
Acı alay bununla da sonlanmaz. Garda aniden askeri marş
çalmaya başlar, gara gelenler neden askeri bir marşın çalındığını anlamamakla
birlikte cenazeye saygı gösterek tabutun arkasında yürür. Sonradan gara aynı
gün ölüsü getirilen General Keller’in cenazesi arkasında yürüdüklerini
öğrenirler. Çehov edebiyatında hüzünle bir araya getirdiği mizahı cenazesiyle
yaşatır.
Anton Çehov, yazarlığına yedi yıl ömür biçmiştir;
yazdıklarının bütün dünyaca okunacağını tahmin etmeyerek ve büyük bir
alçakgönüllülük gösterek… Bugünse Çehov, kısa öykü ve çağdaş tiyatroda çığır
açan, modern edebiyatın en usta yazarlarından biri.
*Kimi kaynaklarda doğum günü 16 Ocak olarak geçmektedir.
Yazı
Semiha ŞENTÜRK tarafından yazılan http://www.milliyet.com.tr/anton-cehov-kitap-1186939/
adlı makaleden kısaltılarak eklenmiştir.
Yazıyı
hazırlayan: Sibel Çağlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder