Moskova

Moskova

8 Ocak 2017 Pazar

Komşunun Çorabı



M. Hakkı Yazıcı




Gece yatma zamanına yakın, “artık bu saatten sonra kimse gelmez, ben de bir yere gitmem” deme saatimde pijamalarımı giyip, başımı yastığa koymaya hazırlanıyordum ki kapı çaldı.

İnsan ister istemez geç vakitte kapı çalınınca endişeleniyor.

Kim ola ki diye göz deliğinden dışarı baktım: Bizim yan padiyezddeki, yani bir sonraki apartman girişinden komşumuz Azerbeycanlı Hüseyin.

Kapıyı açtım. Yüzünde kocaman bir “kusura bakma gülücüğü”.

“Hayırdır Hüseyin, hanım evden kovdu da bana tanrı misafiri olmaya mı geldin?”

"Yox yahu saset (qonşu), bizim balkona bir corab düşmüş sənin mi deyə soruşmağa gəldim."

“Allah akıl fikir versin, gecenin bu saatinde mi sormak aklına geldi?”

“Sən erkəndən işə gedirsən görmərəm deyə düşündüm. "

Ben, daha “buyur içeri gel” demeye fırsat bulamadan adımını içeri atmıştı bile.

"Bax sənə izah etməyə çalışacağam. Bəlkə sən qurusun deyə corablarını çölə astın. Küləkdə uçdu bizim balkona düşdü."

Elindeki çorabı gösterdi. Sıradan, siyah renkli, eski bir erkek çorabıydı. Hafifçe erimiş, bir yeri de onarılmıştı.

“Bu çorap sıradan, eski bir çorap, at çöpe gitsin. Sana ne kiminse.”

“Olmaz,” dedi, "Sən əhəmiyyət vermirsən, amma bəlkə sahibi itdiyinə üzülmüştür."

İyi ve yardımsever bir insan olmanın ne büyük bir erdem olduğundan bahisle bir çırpıda bir sürü şey konuştu.

“yaxşılıq et, at dənizə; balıq bilməsə, Xaliq bilir!”

Olayı anlamak için birlikte balkona çıktık.

“Bak Hüseyin, çorap benim olsa senin balkonuna düşebilir mi? Senin balkonun yanda, aramızda da ancak bir kat farkı var.”

“Yaxşı, bizim üstümüzdeki qadının dairəsindən düşmüş ola bilər mi?”

“Olamaz,” dedim, “O dairedeki kadın yalnız başına yaşıyor. Evinde erkek çorabı olmaz.”

O, hemen karısından duyduğu dedikoduyu araya sıkıştırıp, “sən elə san, qadının bir sevdiyi varmış, arada bir gəlirmiş,”diye itiraz etti.

“Yahu Hüseyin bırak şu çorap muhabbetini gecenin bu yarısında. Uykumu kaçırdın. Bari gir içeri de bir iki laf edelim,” dedim.

“Vaxt gec oldu mənim xanım merak edir.”

“Ne o, korkuyor musun karından?”

“Elə deyil, amma problem çıxarmamaq lazımdır,” deyip boynunu büktü.

Belli ki çekiniyordu Elena İvanovna yengemizden.

Ancak fazla direnmedi, mutfak masasının yanındaki sandalyelerden birine ilişti.

Belki oturmaya çoktan hazırdı da karısını bahane ediyordu.

Dolaptan bir şeyler bulup ikram ettim.

“Vallahi yaxşı adamsan qonşu. Adam var adamların nakşıdır, adam var eşşek ondan yahşıdır.”

Ben de oturdum; yiyip, içip muhabbete başladık.

Azerbeycanlı Hüseyin, yakınlığımızı etnik bir nedene dayandırmaya bayılırdı; iki de bir, “Bir millət, iki dövlət” derdi.

Bana olan sevgisinin ne kadar derin olduğunu anlatmak için “Yaxın qonşu, uzaq qohumdan (akraba) yaxşıdır,” dedi.

Başka bir komşunun dostluğundan şikayetçiydi. Aslında ben de haz etmezdim o heriften.  

Arkasından verdik veriştirdik, iyice dedikodusunu yaptık.

“Mən deyirəm: Dost, dost, dost! O, deyir: ‘Tost, tost, tost’; sənə görə hansımız düz deyirik?”

Yine konu döndü dolaştı, şu çorap meselesine geldi.

Gözlerini kısıp, çorabın hangi daireden düşmüş olabileceğini düşünüyordu.

“Yan dairə mi görəsən?” diye bir fikir yürüttü.

“Peki, yukarılardaki daireler olamaz mı?” diye fikir yürüttüm. “Mesela iki üstümüz olamaz mı?” dedim.

Hemen o dairenin boş olduğunu söyledi. Ama benim bildiğim o daireye yeni birileri taşınmıştı. Hüseyin bunu bilmiyordu.

Bu daireye birilerinin taşındığını fark edememiş olmasına hayret etti. Zira ondan pek kaçmazdı böyle şeyler.

Düşündü, bu ihtimal aklına yattı.

***
Genellikle, hele hele bizimki gibi küçük, az katlı apartmanlardan olan “Khuruşofka” larda yeni bir komşunun taşınması fark edilir.

“Novoselye” şamatasından o ara evdeysen birilerinin taşındığını mutlaka anlarsın.

“Novoselye” (Новоселье), yani “Yeni yere taşınma bayramı”, “güle güle oturun” kutlaması Rus insanı için çok önemli ve eski Pagan inançlarına dayanan bir gelenektir.

Rus geleneklerine göre; yeni bir eve sahip olup o eve taşınan biri, bu olayı kutlamak için bir ziyafet düzenler. Evin yeni sahipleri, arkadaşlarını, dostlarını çağırıp onlara yemekleri bol olan içkili bir sofra açar. Sofranın ortasına da bazı karşılama törenlerinde ikram edilen Rus geleneksel ekmeği olan "karavay"ı koyarlar. “Karavay”ı ikram etmek, “Hoş geldiniz!” demektir.

İnançlara göre; evin yeni sahibi, “Novoselye” ziyafetini düzenlemezse o evde yaşayan hayalet, ayni “damovoy” (домовой), yeni sahibini cimrilikten dolayı sevmez, ona sürekli sorunlar çıkartırmış.

Bizim iki kat üstümüze yeni taşınan komşumuz bu kutlamayı yapmamıştı.

Belki de bu yüzden Hüseyin taşınmayı fark edememişti.

***
İçtikçe çenemiz açıldı. Bir süre sonra bizim Hüseyin karısının korkusunu falan unuttu, şarkı-türkü söylemeye başladı.

“Pencereden dash gelir
ay beri bax beri bax
Xumar gozden
yash gelir
Ay beri bax beri bax
seni mene verseler
Ay beri bax beri bax
her gorene xosh geler
Ay beri bax
beri bax.”

Her “Ay beri bax beri bax” nakaratının arkasından neşeyle yumruğunu masaya vuruyordu.

Hüseyin, “Pencereden taş gelir” türküsünü bitirdikten sonra, oturdu bir de hikayesini anlattı.

***
Meğer Stalin, bu türküyü çok sever ve ezbere söylermiş.

Ben, şaşırdım; Hüseyin anlatmaya devam etti.

Bolşevik Devrimi öncesi dönemde, 1908 yılının Mart ayında Stalin, tutuklanmış ve Bakü’deki meşhur Bailov hapishanesine konulmuş. Aynı yılın Eylül ayına kadar bu hapishanede kalmış.

Eylem arkadaşlarından Mehmet Emin Resulzade’nin yardımıyla bir hapishaneden kaçırma planı yapmışlar.

Cezaevi günlerinde dışarıdaki arkadaşlarının Stalin'le haberleşmeyi sürdürmeleri gerekiyormuş.

Mektupları yazdıkları kağıtları taşlara sarıp Stalin'in hücresinin penceresinden atarak ve aynı şekilde cevap alarak iletişim kuruyorlarmış.

Bu iletişimi sağlarken aralarında da bir parola geliştirmişler. Bu parolayı duyunca taşla mektubun geleceğini bilirlermiş, hem de bu şekilde taşın çıkardığı sesin önlenmesi sağlanırmış.

Geliştirdikleri parola işte bu meşhur meşhur Azeri türküsü "Pencereden Taş Gelir"miş. Ne zaman taşla haberleşilecek olsa bu türkü okunurmuş.

Uzun süre Parti'nin Bakü komitesinde çalışmış olması nedeniyle Azerbaycan Türkçesini biraz bilen Stalin'in hayatının bir dönemine bu türkü damgasını vurmuş ve "Pencereden Taş Gelir"i asla unutmamış.

***
Hüseyin, bir ara buzdolabının üzerindeki saate baktı, telaşla ayağa kalkıp kapıya yöneldi.

Onun bu telaşıyla, karısından korkmasıyla dalga geçerek;

“Hani karını öve öve bir hal oluyordun? Benim karım Rustur; Rus kadınları pek ev işine yatkın değildir, ama benim karım Rus kadınlarının en iyisidir diyordun?”

Başını salladı, ayakkabılarını giyerken;

“Bir Azeri qızı al, evin pak Eylin! Bir Rus qızı al, könlün xoş Eylin!” dedi.

***
O akşamın üzerinden bir ay ya geçti, ya geçmedi; merdivenlerden inerken baktım, üst kat komşum Vladimir İvanoviç’in üstündeki yeni komşu taşınıyor.

“Hayırdır ‘sased’(komşu),” diye sordum.

“Sased, bizim evin ‘damovoy’u bizden hoşlanmadı. Alışamadık birbirimize. Biz de çareyi evi değiştirmekte bulduk.”

“Nerden çıkardın bunu?”

“Zaten evin içinde tuhaf olaylar oluyordu, ama bir son olay bardağı taşırdı,” dedi.

“Hayrola?”

“Basit bir olay aslında; anlatmaya bile değmez. Evde yıkadığım kurutmak için balkona astığım benim çoraplarımdan birinin tekini bulamadım. Evin içinde uzun zaman, aradım taradım; yoktu. Balkona astığım sırada aşağıya düşüp, kaybolmuştur diye tahmin ettim.”

“Eeee?”

“Geçenlerde uzun süredir arayıp da bulamadığım çorabımı posta kutumun içinde buldum. Az daha delirecektim. Düşünsene böyle bir olayı ancak iyi saatte olsunlar yapar,” dedi bezgin bir yüz ifadesiyle.

Hemen anladım olayı; demek bizim Hüseyin, çorabı, bana yaptığı gibi adamın kapısını çalıp vermek yerine posta kutusuna koymuştu.

Olayın aslını biliyordum, ama bilmiyormuş gibi davrandım. Zaten artık vakit çok geçti.


“Öyle olmuştur herhalde,” dedim, “Bazen ‘damovoy’ eve yeni taşınanlara ısınamıyor, garip olaylar oluyor,” dedim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder