Tunç
Kurt
Kaynak: http://tunckurt.blogspot.ru/
Öykü ile tanıştıktan sonra okumaya en baştan başlamaya
karar vermiştim. Ahmet Mithat Efendi’den, Maupassant’tan ve elbette ki
Çehov’dan. Çehov’un Engin Yayınları’ndan çıkan dört ciltlik toplu öykülerini
okuyarak başladım. İlk öykülerini mizahı beni çok etkilemişti. Sonrasında da
birbirinden güzel durum öyküleri okudum. Ta ki Anüta öyküsüne kadar. O öykü ile
başladı Çehov’a olan nefretim.
Şimdi düşünüyorum da bundan yıllar sonra neden onca öykü
arasında aklımda sadece Anüta kalmış? Oysa öykünün unutulur bir şey olduğunu
tecrübelerimden biliyorum. Daha geçen sene okuduğum öykülerin neredeyse
hiçbirini hatırlayamıyorken neden Anüta?
Çehov, Anüta’yı neden bu kadar sessiz yarattı, neden isyan
ettirmedi, diye kızdığımı hatırlıyorum. İtaatkâr ve sessiz bir kadın, değer
görmediğini bile bile, aşağılanan ve kullanıp atılan pasif bir karakter.
Allah’ın yok mu Çehov? Dişlerimi sıka sıka okuduğumu hatırlıyorum, ara ara
Çehov’a bela okuyarak. Küstüm sonra, bu kadarı fazlaydı. Yazar öyle bir şey
yapmalıydı ki Anüta kazanmalıydı ama yapmadı. Anüta’nın sessiz gözyaşları
yüreğime aktı. Zehirlendim ben, akıtamadım yıllarca. Bir daha okumamak üzere
kaldırdım Çehov’u gözlerimin önünden.
Yanılmışım, bunu da geç öğrendim. Edebi bir metnin değeri
aslında tam olarak bu: Can yakar, kalp kırar, utandırır, sorgulatır… Anüta bu
yüzden kalbimde bir yara olarak kalmış. Geç anladım bunu. Bir daha okudum
öyküyü.
Tıp öğrencisi Kloçkov ile birlikte yaşayan(öyküde metres
olarak geçiyor) Anüta, pencere kenarında Kloçkov’un gömleğini dikmekle
meşguldür. Kloçkov ise gireceği sınava hazırlanmakta ve kaburga kemiklerini
saymaktadır. Gözünde canlandıramaz. Anüta’dan soyunmasını ister, Anüta hiçbir
şey demeden sessizce soyunur. Elleriyle saymaya çalışır yine gözünde canlanmaz.
Bu kez kömürle Anüta’nın çıplak bedeninde çizgilerle işaretler. Kendini o kadar
kaptırır ki Anüta’nın soğuktan moraran ve titreyen dudaklarını görmez bile. Bu
da yetmezmiş gibi zavallı Anüta titremesini bastırmaya çalışır, sırf Kloçkov’un
dikkatini dağıtmamak için.
Çehov, Anüta’yı üzerinde kömürle çizilmiş zebra
çizgileriyle sandalyeye oturturken Anüta’nın geçmişini anlatmaya koyulur. 25
yaşındaki kadının otel odalarında Kloçkov’dan önce beş kişi ile yaşadığını
söyler. Hepsinin artık tahsilli bireyler olduğundan söz eder. O tahsilli beyler
için Anüta bir ihtiyaçtır. Ev işi yapan, itaat eden ve koyna giren bir kadındır
sadece. Çehov, bu sen olamazsın, olmamalısın! Böyle okumaya devam ettim.
Daha ne kadar sinirlenebilirim derken öyküye ressam Fetisov
girmiş bulundu. Fetisov, Anüta’yı ödünç istemektedir. Bir model gerektiğini
söyler Kloçkov’a. Anüta’nın ilk defa itiraz ettiğini görürüz. “Orada işim ne
benim?” der ve karşılığında Kloçkov tarafından paylanır. Fetisov, Kloçkov’un
yaşadığı hayata bakıp onu eleştirir. Kültürlü bir insanın daha iyi yaşaması
gerektiğini söyler. Bu arada sessizce giyinen Anüta Fetisov ile odadan çıkar.
Kloçkov, Fetisov’un dediklerini düşünür. Evin içler acısı
hali artık Kloçkov’a da rahatsız edici gelmiştir. Hatta Anüta bile onun için
artık gereksizdir. Standartların yükseltmek ister. Çünkü Anüta onun için
öğrencilikten kurtuluncaya kadar hizmet gören bir araçtır.
Anüta döndüğünde ondan ayrılmak istediğini söyler. Anüta,
gözyaşlarını gizleyerek çıkmak için hazırlanırken. Kloçkov’un sinir bozucu
laflarını duyarız.
“Neden ağlıyorsun? Tuhaf kadınsın vesselam. Kendin de
biliyorsun ki ayrılmamız lazım. Ölene kadar bir arada kalacak değiliz ya.”
Bu noktada Anüta’nın Kloçkov’a bir tokat atmasını ya da
yüzüne tükürüp gitmesini istedim. Ama yine Kloçkov’un iğrenç düşünceleri ile
karşılaştım. “Bir hafta daha kalsa mı acaba? Bir hafta sonra git derim.”
Sonrasında Anüta’ya söyledikleri ile çileden çıktım. “Ne duruyorsun öyle?
Gidersen git, istemezsen paltonu çıkar kal. Kal diyorum.”
Ben de “Git Anüta, bekleme bu adamla.” Diyorum. Bakıyorum
Çehov’a bir şey yap, bana ve Anüta’ya bir güzellik yap. Üzme bizi. Ama yapmıyor
zalim Anton!
Anüta, sessizce paltosunu çıkarıp gözyaşlarını siliyor ve
dikiş diktiği taburesine oturuyor. Kloçkov ise hiçbir şey olmamış gibi tıp
sınavı için ezber yapmaya başlıyor.
O zaman demiştim ki: “Bu hikâye böyle bitmemeliydi.”
Çehov’a küsmüştüm. Bir kadına nasıl böyle bir kader çizebilir? Ondan sonraki
öyküleri okumadım.
Elbette ki o zamanlar iyi bir okur değilmişim. Zamanla
anladım. Edebiyat can yakar ve kalp kırarmış ve edebiyatın işlevi tam da
buymuş. İyi ki de öyle yazmış, yazmış ki Anüta içimde bir yara olarak kalmış.
Şimdi düşünüyorum da MEB kitaplarındaki çöplük okuma metinleri yerine Çehov’un
Anüta öyküsü olsaydı günümüzde ne cinsel ayrımcılık ne de kadın cinayetleri
olurdu. Çehov’la barıştım ama toplumla değil. Toplum edebiyat okuru olsa
düzelir diyeceğim yok ama en azından Anüta’yı okusalar bile ne büyük bir
değişim olurdu toplumda. İşte belki o zaman barışırım toplumla.
Edebiyatist
Dergisi 3. Sayı 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder