Moskova

Moskova

11 Ocak 2017 Çarşamba

Çehov İle Barıştım Ama Toplumla Değil

Tunç Kurt

Öykü ile tanıştıktan sonra okumaya en baştan başlamaya karar vermiştim. Ahmet Mithat Efendi’den, Maupassant’tan ve elbette ki Çehov’dan. Çehov’un Engin Yayınları’ndan çıkan dört ciltlik toplu öykülerini okuyarak başladım. İlk öykülerini mizahı beni çok etkilemişti. Sonrasında da birbirinden güzel durum öyküleri okudum. Ta ki Anüta öyküsüne kadar. O öykü ile başladı Çehov’a olan nefretim.

Şimdi düşünüyorum da bundan yıllar sonra neden onca öykü arasında aklımda sadece Anüta kalmış? Oysa öykünün unutulur bir şey olduğunu tecrübelerimden biliyorum. Daha geçen sene okuduğum öykülerin neredeyse hiçbirini hatırlayamıyorken neden Anüta?

Çehov, Anüta’yı neden bu kadar sessiz yarattı, neden isyan ettirmedi, diye kızdığımı hatırlıyorum. İtaatkâr ve sessiz bir kadın, değer görmediğini bile bile, aşağılanan ve kullanıp atılan pasif bir karakter. Allah’ın yok mu Çehov? Dişlerimi sıka sıka okuduğumu hatırlıyorum, ara ara Çehov’a bela okuyarak. Küstüm sonra, bu kadarı fazlaydı. Yazar öyle bir şey yapmalıydı ki Anüta kazanmalıydı ama yapmadı. Anüta’nın sessiz gözyaşları yüreğime aktı. Zehirlendim ben, akıtamadım yıllarca. Bir daha okumamak üzere kaldırdım Çehov’u gözlerimin önünden.

Yanılmışım, bunu da geç öğrendim. Edebi bir metnin değeri aslında tam olarak bu: Can yakar, kalp kırar, utandırır, sorgulatır… Anüta bu yüzden kalbimde bir yara olarak kalmış. Geç anladım bunu. Bir daha okudum öyküyü.

Tıp öğrencisi Kloçkov ile birlikte yaşayan(öyküde metres olarak geçiyor) Anüta, pencere kenarında Kloçkov’un gömleğini dikmekle meşguldür. Kloçkov ise gireceği sınava hazırlanmakta ve kaburga kemiklerini saymaktadır. Gözünde canlandıramaz. Anüta’dan soyunmasını ister, Anüta hiçbir şey demeden sessizce soyunur. Elleriyle saymaya çalışır yine gözünde canlanmaz. Bu kez kömürle Anüta’nın çıplak bedeninde çizgilerle işaretler. Kendini o kadar kaptırır ki Anüta’nın soğuktan moraran ve titreyen dudaklarını görmez bile. Bu da yetmezmiş gibi zavallı Anüta titremesini bastırmaya çalışır, sırf Kloçkov’un dikkatini dağıtmamak için.

Çehov, Anüta’yı üzerinde kömürle çizilmiş zebra çizgileriyle sandalyeye oturturken Anüta’nın geçmişini anlatmaya koyulur. 25 yaşındaki kadının otel odalarında Kloçkov’dan önce beş kişi ile yaşadığını söyler. Hepsinin artık tahsilli bireyler olduğundan söz eder. O tahsilli beyler için Anüta bir ihtiyaçtır. Ev işi yapan, itaat eden ve koyna giren bir kadındır sadece. Çehov, bu sen olamazsın, olmamalısın! Böyle okumaya devam ettim.

Daha ne kadar sinirlenebilirim derken öyküye ressam Fetisov girmiş bulundu. Fetisov, Anüta’yı ödünç istemektedir. Bir model gerektiğini söyler Kloçkov’a. Anüta’nın ilk defa itiraz ettiğini görürüz. “Orada işim ne benim?” der ve karşılığında Kloçkov tarafından paylanır. Fetisov, Kloçkov’un yaşadığı hayata bakıp onu eleştirir. Kültürlü bir insanın daha iyi yaşaması gerektiğini söyler. Bu arada sessizce giyinen Anüta Fetisov ile odadan çıkar.

Kloçkov, Fetisov’un dediklerini düşünür. Evin içler acısı hali artık Kloçkov’a da rahatsız edici gelmiştir. Hatta Anüta bile onun için artık gereksizdir. Standartların yükseltmek ister. Çünkü Anüta onun için öğrencilikten kurtuluncaya kadar hizmet gören bir araçtır.

Anüta döndüğünde ondan ayrılmak istediğini söyler. Anüta, gözyaşlarını gizleyerek çıkmak için hazırlanırken. Kloçkov’un sinir bozucu laflarını duyarız.

“Neden ağlıyorsun? Tuhaf kadınsın vesselam. Kendin de biliyorsun ki ayrılmamız lazım. Ölene kadar bir arada kalacak değiliz ya.”

Bu noktada Anüta’nın Kloçkov’a bir tokat atmasını ya da yüzüne tükürüp gitmesini istedim. Ama yine Kloçkov’un iğrenç düşünceleri ile karşılaştım. “Bir hafta daha kalsa mı acaba? Bir hafta sonra git derim.” Sonrasında Anüta’ya söyledikleri ile çileden çıktım. “Ne duruyorsun öyle? Gidersen git, istemezsen paltonu çıkar kal. Kal diyorum.”

Ben de “Git Anüta, bekleme bu adamla.” Diyorum. Bakıyorum Çehov’a bir şey yap, bana ve Anüta’ya bir güzellik yap. Üzme bizi. Ama yapmıyor zalim Anton!

Anüta, sessizce paltosunu çıkarıp gözyaşlarını siliyor ve dikiş diktiği taburesine oturuyor. Kloçkov ise hiçbir şey olmamış gibi tıp sınavı için ezber yapmaya başlıyor.

O zaman demiştim ki: “Bu hikâye böyle bitmemeliydi.” Çehov’a küsmüştüm. Bir kadına nasıl böyle bir kader çizebilir? Ondan sonraki öyküleri okumadım.

Elbette ki o zamanlar iyi bir okur değilmişim. Zamanla anladım. Edebiyat can yakar ve kalp kırarmış ve edebiyatın işlevi tam da buymuş. İyi ki de öyle yazmış, yazmış ki Anüta içimde bir yara olarak kalmış. Şimdi düşünüyorum da MEB kitaplarındaki çöplük okuma metinleri yerine Çehov’un Anüta öyküsü olsaydı günümüzde ne cinsel ayrımcılık ne de kadın cinayetleri olurdu. Çehov’la barıştım ama toplumla değil. Toplum edebiyat okuru olsa düzelir diyeceğim yok ama en azından Anüta’yı okusalar bile ne büyük bir değişim olurdu toplumda. İşte belki o zaman barışırım toplumla.



Edebiyatist Dergisi 3. Sayı 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder