Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Rusya büyük olduğu kadar çok ilginç bir tarihi ve kültürel
geçmişe de sahip. Zorlu ve doğal çeşitliliğe sahip Rusya coğrafyası, Rus
insanlarının mücadele ile karılmış tarihleriyle bir araya gelince heyecan
verici bir öğrenme isteği uyandırıyor. Ancak Rusya’ya bakarken önyargılardan
arınmakta fayda var. Çünkü tarihsel ve kültürel özelliklere dönük objektif bir
değerlendirme peşindeyseniz bu bir zorunluluk.
Rusya ile ilgili bir şeyler yazmak ya da bir değerlendirme
yapmak durumunda olanlar hemen bir niyet okuma çabasıyla karşılaşır. Çünkü
defalarca savaştığımız, tarihsel ve kültürel kodlarımızda birbirimize dönük
gizli, açık olumsuz kodlamaların söz konusu olduğu, Batıcılık, Ümmetçilik,
Sağcılık, Solculuk, Avrasyacılık, Turancılık gibi fikirlerin bakışımıza etki
ettiği bir ülkeden söz ediyoruz. Bu yüzden kimileri ne yazıldığına değil neden
yazıldığına odaklanıyor.
Peki, Rusya’yı ilginç kılan şeyler neler? Bir defa Rus
tarihine biraz yakından bakınca bu büyük ülkeyi korumayı ve gerektiğinde onun
için acı çekmeyi kutsal bir görev sayan Rus halkının çileli yolunu da görüyor
insan. Rus halkı bir yandan zorlu iklim koşullarıyla mücadele ederken bir
yandan da yöneticilerinin büyük ve güçlü Rusya idealine dönük hırslarının
sonuçlarını yaşadı kuşkusuz. Savaşlarla, felaketlerle, mücadeleyle, Petro
reformlarıyla, Bolşevik Devrimle, komünist deneyimle, 90’lardaki çöküş gibi son
derece radikal değişikliklerle yüzleşildi.
İşte tarihlerindeki bu çok önemli dönemeçleri zorluklarla,
kanla ve gözyaşıyla geride bırakmış, kendi kültüründen ve özgünlüğünden taviz
vermemiş Rus halkının tutkulu, boyun eğmeyen mücadelesi, kültüründeki köklü
değişim ve ilerlemeler, bunları öğrenenler açısından heyecan verici kanımca.
Rusya’nın dünyanın en büyük ülkesi olmasının önemli
sonuçları var kuşkusuz. Bir defa ciddi bir savunma refleksi gerektirdiğinden
büyük bir orduya sahip olmak ve savunma harcamalarını yüksek tutmak gerekiyor.
Rusya dünyanın en büyük on birinci ekonomisiyken en büyük ikinci orduya sahip.
Savunma ve ekonomi dengesinin iyi kurulması ise hayati bir konu aslında. Zira
birçok ülkenin ve kültürün tarihsel deneyimleri bu dengenin iyi kurulamamasının
olumsuz sonuçlarıyla dolu. Rusya örneğinde de hem Çarlık hem de komünist
dönemde bu konunun etkisi yadsınamaz. Kimi tarihçiler çöküşün temeline bu
çelişkiyi koyuyor çünkü.
Her ülkede olduğu gibi bu büyük coğrafyada da idari
çabaların koordine ve konsolide edilmesi gerekiyor. Ulaştırma ve enerji
altyapısı önemli bir yatırım faaliyetini sürekli ve zorunlu kılıyor. Özellikle
kış dönemlerinde tüm yolları açık tutmak, karla mücadele etmek, iletişim
altyapısını korumak sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Diğer taraftan, Rusya
anayasasıyla oluşturulan federal sistem çerçevesinde cumhuriyetler, kraylar,
oblastlar, özerk bölgeler, okruglar gibi birimler söz konusu. Dolayısıyla hem
idari hem de mali anlamda konsolidasyon ve etkinlik sağlamak önemli bir çabayı
gerekli kılıyor.
Başka bir nokta ise birçok farklı etnik grup ve farklı dil
konuşan insanların bulunması. Rusya Federasyonunda aktif şekilde konuşulan çok
sayıda dil ve etnik grup bulunuyor. Rusça’dan sonra en çok konuşulan diller
Tatarca, Çeçence, Başkırtça, Çuvaşça ve Ermenice gibi diller. Hristiyanlardan
sonra en büyük kesimi ise Müslümanlar oluşturuyor.
Rusya bu büyük coğrafyası sayesinde Hitlerin yenilmez
denilen ordularını alt etmiş aslında. Onları büyük boşluklara, derinliklere
çekmişler ve top yekûn bir mücadeleyle faşizme tarihi bir ders vermişler. Peki
Rusya ne kadar büyük? Rusya 17 milyon kilometrekare yüzölçümü ile Türkiye’nin
yaklaşık 22 katı büyüklükte. On dört sınır komşusu bulunuyor. Bir ucu ABD’ye,
Japonya’ya uzanırken, bir ucu Karadeniz’e, bir ucu Finlandiya’ya, bir ucu Çin’e
dayanıyor. Tarih boyunca büyük bir kara devleti olmuş. Büyük Petro’nun
reformlarından sonra ise denizlerde de önemli bir güç haline gelmiş.
Bu büyük coğrafyada 11 farklı zaman dilimi bulunuyor. Çok farklı
bir iklim çeşitliliği söz konusu. Yüzölçümünün yüzde 45’ini oluşturan ormanlar
önemli bir zenginlik sunuyor. Önemli su kaynakları söz konusu. Sadece Baykal
Gölündeki tatlı su kaynakları dünya rezervlerinin yüzde 20’sini oluşturuyor.
Rusya çok önemli bir tahıl üreticisi. Küresel ısınmanın ve tarımsal üretimin
konuşulduğu günümüzde şanslı ülkelerden biri Rusya olacak gibi görünüyor.
Ayrıca küresel ısınma sonucu Arktik’te yeni ve alternatif bir ticaret yolu
oluşması söz konusu.
Yer üstü zenginlikler kadar yer altı zenginlikler oldukça
önemli. Rusya dünyanın en yüksek doğal gaz rezervlerine sahip. Petrol
üretiminde de dünyanın önde gelen ülkelerinden. Kömür, demir, bakır, altın gibi
madenler açısından zengin. Yani Rusya önemli doğal kaynakları olan ve bunların
ihracından ekonomisine büyük katkı sağlayan bir ülke. İşte bu sebeplerle tarih
boyunca başka ülkelerin de dikkatini çekmiş.
Rusya’nın bugünkü nüfusu 146 milyon civarında. Tabi bu
büyük coğrafya için az görülebilir ama nüfusun eğitimli olması önemli bir
avantaj. Kadın nüfus da oldukça eğitimli ve topluma ve ekonomiye önemli
katkıları söz konusu. Ancak nüfus artış hızındaki düşüklük ve zaman zaman aktif
nüfusun azalıyor olması önemli bir sorun olarak görülüyor ve devlet
politikaları ile nüfus artışı destekleniyor. Rusya son yıllarda işgücü açığını
karşılamak amacıyla daha fazla göçmen işçi ve yabancı uzmanın Rusya’da
çalışması için mevzuatını kolaylaştırmaya çalışıyor.
Rusya’yı Rusya yapan en önemli unsurlardan biri de
insanlarının vatanseverliği sanırım. Bu top yekûn mücadele azmini 1812’deki
Napolyon işgalinde de İkinci Dünya Savaşında da görmek mümkün. Tabi bu noktada
vurgulamak istediğim başka bir konu “Rus ruhu” dediğimiz kavramı gündeme
getiren bakış açıları. Sert görünümlü, sizi tanıdığında arkadaş olabileceğiniz,
duygusal bakış açısının ön planda olduğu Rus insanlarını daha iyi anlamak için
iklimin, coğrafyanın, tarihin, farklı ekonomik sistemlerin ve Rus yetiştirme
tarzının etkilerini dikkate almak gerekiyor. “Rusya akılla anlaşılmaz” sözünü
de işte bu bağlam içinde düşünmek önem taşıyor kanımca. Bu sözün anlamını 19.
yüzyılda yaşamış Rus şairi Fyodor Tyutçev’in dizelerinin devamından kavramaya
çalışmak mümkün aslında. Rusya’nın büyüklüğünü, yalnız ve özgün olduğunu, ona
sadece inanılacağını vurguluyor şair.
Rusya’yı farklı kılan başka bir konu da Ortodoks inancı
malum. Ruslar 10. yüzyılda Hristiyanlığı ve Ortodoks inancını kabul etmişler.
Bu inanç ve kilisenin konumu Rus kültürünü ve yaşamını önemli ölçüde etkilemiş.
Fakat Ekim Devrimi’nden sonra komünist anlayışın dine olan soğuk tavrı durumu
önemli ölçüde değiştirmiş. Ancak Ortodoksluk özelliği Rusların kendilerini
tanımlamada öne çıkardığı önemli bir özellik olmuş tarih boyunca. Hatta
Dostoyevski Ortodoksluğu anlamayanlar Rusya’yı asla anlamayacaktır, demiş. Bu
noktada dikkatimi çeken en önemli konu bu inanç temelinde Rusların kendi
geleneklerini, kültürlerini ve dillerini her zaman koruyacak şekilde hareket
etmiş olmaları.
Kültür demişken Rusya’nın özgün bir kültürel geçmişe ve
geleneğe sahip olduğunu söylemek gerekiyor. Pagan inancının hakim olduğu
dönemlerden günümüze kadar gelmiş çok sayıda önemli gelenek söz konusu.
Hristiyanlığın kabulü ise Rus kültürüne yeni özellikler eklemiş. Diğer taraftan
Petro reformlarının Batı etkisini gündeme getirmesi söz konusu. Ruslar
özellikle 19. yüzyılda edebiyat ve müzik alanında yaptıkları atılım ile dünya
kültür mirasına çok önemli bir katkı sağlamış. Bugün Rusya’yı Rusya yapan ve
dünya ölçeğinde bilinirliğini pekiştiren Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Gogol,
Çehov gibi yazarların katkısı başka hiçbir şeyle kıyaslanamaz sanırım.
Bugünkü Rusya’yı anlamak açısından üzerinde durulması
gereken bir konu da komünist dönemin özellikleri, 90’lardaki çöküş ve
kapitalist sisteme eklemlenme tecrübesi elbette. Aslına bakılırsa Lenin başka
ülkelerde de devrim olacağını ve böylece komünist ideallerin hayata
geçirilmesinin daha kolay olacağını düşünüyordu. Ama Lenin’in beklediği
devrimler olmayınca Rusya yalnız başına kaldı. Karşısında koskoca bir
kapitalist dünya bulunuyordu. Rusya bir yandan ekonomisini geliştirme, halkının
refahını artırma mücadelesi verirken bir yandan da sistemin başarılı olduğunu
herkese göstermeye çalışıyordu. Sonraki yıllarda silahlanma, uzay yarışı gibi
konular gündeme gelince buralara daha çok kaynak ayırmak gereği ortaya çıktı.
Böyle olunca halkın refahını artırma konusunda yeterli başarı sağlanamadı.
Sistem kendini yenileyemedi ve sonunda Gorbaçov döneminde herkesi şok edecek
şekilde çöktü.
90’lı yıllar Rusya’da büyük bir hayal kırıklığı yaşanan, idarenin ve devletin çöktüğü, büyük bir kaosun yaşandığı yıllardı. Bir anda insanlar aç kaldı. Devletin malları ve işletmeler kaşla göz arasında kimi parti elitleri, eski devlet görevlileri ve bazı iş bilirlerin eline geçti. Düzen ve adalet sağlanamadı uzun süre. Sovyetler Birliğini oluşturan devletler bağımsızlığını kazandı. Bir çok bölgede güvenlik sorunları baş gösterdi. Tabi bu Ruslar için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Uğruna savaştıkları, mücadele ettikleri sistem dağılmış ve ortada kalmışlardı deyim yerindeyse. Bir anda herkes kapitalist sistemin acımasızlığı içinde buldu kendini.
Sorunlar 2000’li yılların başından itibaren düzelmeye
başladı. Bunda hem Putin’in iktidarı hem de petrol fiyatlarındaki yükselmenin
etkisi oldu. Aynı zamanda insanların kaosun bir an evvel sona ermesi ve yeniden
düzen kurulması yönündeki çabası ve isteği etkili oldu. Yatırımlar arttı ve
ekonomi büyümeye başladı. Ancak yine de kapitalist sistemin norm ve değerlerinin
yerleşmesi, bireylerin, firmaların ve devlet idaresinin eski alışkanlıklarını
bırakıp tamamen yeni sisteme adapte olması tam olarak sağlanmış değil. Hiç
şüphesiz bu önemli bir geçiş süreci gerektiren ve hiç de basit olmayan bir
konu.
Neticede bugünkü Rusya kapitalist dünyanın bir parçası ve
bir çok önemli kuruluşun üyesi. Ancak yine de dünyadaki farklı kutuplardan biri
ve dünya politikasında bu farklılığı ile önemli bir etki yaratıyor. Bu etkinin
sürekliliği Rusya’nın kendi dönüşümünü sağlıklı şekilde sürdürmesine,
ekonomisini geliştirmesine ve rakiplerinin durumuna bağlı elbette.
Peki, Rusya ve Türkiye ilişkileri hakkında ne söylenebilir?
Ruslar ve Türkler tarih boyunca birbirine rakip olmuşlar malum. Çok sayıda
savaş yaşanmış. Büyük Katerina döneminde Kırım’ın alınması önemli bir travma
yaratmış Osmanlıda. 17 ve 18. yüzyıllarda Rusya özellikle denizcilik alanında
kendini geliştirirken Osmanlı’nın denizlerdeki hakimiyetini kaybetmesi önemli
sonuçlar doğurmuş aslında. Tarihte Osmanlı’yı ilk defa “hasta adam” olarak
niteleyen kişi Rus Çarı I. Nikolay. 1853 yılında bir konserden çıktıkları
sırada yanındaki İngiliz sefire söylemiş bunu. Gerek Avrupalılar ve gerekse
Çarlık Rusya’sı Osmanlı’yı paylaşmak için epey mücadele etmiş aslına bakılırsa.
Bizim 93 Harbi dediğimiz 1877-78 yıllarındaki savaşta Ruslar İstanbul’a kadar
gelmiş. Yani çok sayıda savaş ve acı hatıralar söz konusu.
Genel olarak bakıldığında özellikle 19. yüzyılın sonlarında
önemli bir Slavcılık akımı olmuş Rusya’da. Ruslar Slav halkların hamisi olmak
istemiş ve hatta İstanbul’u gözlerine kestirmiş denebilir. Dostoyevski’nin
“İstanbul bizim olmalı” dediği malumdur. Ama Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı
arasındaki savaşlar kimseye yaramamış aslına bakılırsa. İki imparatorluk da
zamanını tamamlayıp çökmüş. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Rusya’da
yükselen Lenin ve modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk işbirliğine gitmiş ve
kendi devrimlerini inşaya girişmiş. Sovyet Rusya ile yapılan bu işbirliği hem
Kurtuluş Savaşı’nı desteklemiş hem de Türk sanayinin kurulmasına katkı
sağlamış.
Günümüzde Rusya ve Türkiye’nin itidalli davranarak, Batı
ile ilişkilerini belli bir dengede tutup bölgesel anlamda işbirliği yapması her
iki ülkenin de çıkarına olacaktır. Tarihte önemli bir etkileşim içinde olmuş,
birbirlerinin kültürünü etkilemiş, ortak aileler kurmuş ve önemli bir ekonomik
ilişki geliştirmiş bu iki halkın iyi ilişki içinde olması ilişkilerin kötü
olmasından kat kat yararlı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder