M. Hakkı Yazıcı
Bizim ofiste adeta eski dostların
yeniden birbirine kavuşma sevinci yaşanıyordu.
Yuliya ile İrina, birbirlerine
sarılmışlardı. Yulia’nın gözlerinden birkaç damla gözyaşının yanaklarına
süzüldüğünü gördüm, ama bu sevinç gözyaşlarıydı.
Bize de gülümseyerek onlara bakmak
kalmıştı.
Hepimiz neşeliydik.
Pandemi, geldi, geçti her şey normale
dönecek falan derken yeni bir evreye daha geçmiştik. Neyse ki alınan
tedbirlerle durum kontrol altına alınmış gözüküyor. Umarız artık bu sorunlar
tamamen son bulur.
***
Günlük vaka sayıları birden artmaya
başlayınca iş yerlerinde çalışanların önemli bir kısmı yeniden evde uzaktan
çalışma sistemine geçmişti.
Maaş ödemeleri bir gün gecikince isyan
eden bizim kızlarınsa canına minnetti. O kadar uzun tatiller falan onları
kesmemiş olacak ki bu duruma nerdeyse çok sevinmişlerdi.
Keşke İgor’la ben de aynı şekilde
sevinebilseydik. Ekonomik sıkıntılar yetmezmiş gibi bir de pandemiden
kaynaklanan sorunlar kabusa dönüşerek her gece bizim uyku aralarımıza misafir
oluyordu.
Üstüne bir de Moskova’da Haziran
sonundan başlayarak tarihinin en sıcak günleri yaşanıp, sıcaklık rekorları
kırılınca yetkililer, işverenlere çalışma süresini kısaltmalarını tavsiye
etti. İyice şaşırdık.
Bizim kızlar buna da çok mutlu
olmuşlardır muhtemelen.
İgor:
“Bu kızlar, maaşları, vergileri,
kirayı, elektriği, tedarikçilere olan borçları ‘Görünmez El’in ödediğini
zannediyorlar herhalde,” dedi.
Serkan:
“Hangi görünmez el abi?” diye sordu.
“Hangi görünmez el olacak Adam
Smith’in ‘Görünmez El’i!”
Serkan, yine hiçbir şey anlamamış
suratıyla baktı.
Ben araya girdim:
“Adam simit, karısı kurabiye.”
İgor, konuşmasını sürdürdü:
“Küçük iş sahipleri çok kötü etkilendi
bu durumlardan, yazık.”
“Hayatında bir bakkal dükkanı bile
işletmemiş insanların ekonomiyi yakından ilgilendiren kararlara dahil olması
hiç doğru değil,” dedim.
İgor, derin bir iç çekip kafasını iki
yana salladı.
Zaten herkesin derdi çok, bu konuyu
fazla uzatmayalım.
***
Neyse, şimdi artık hepimiz ofiste, tam
kadro işimizin başındayız.
İrina, ofiste durmadan kapanma
döneminde apartman komşularıyla yaşadığı sorunları anlatıyor.
Belli ki o da evde çok sıkılmıştı.
Geçtiğimiz zor süreçte, evlerine
kapanan insanlar komşularını daha yakından tanıma olanağını bulmuşlardı. Apartman
sahanlığında rastlaştıkları, kibarca “merhaba”laşmakla yetindikleri, ancak fazla
tanımadıkları bazı komşularının aslında sivri dişli canavarlar olduklarını
biraz geç de olsun öğrenmişlerdi.
Herkes çok gerilmişti.
İrina’yı en çok şaşırtan olaylardan
biri merdivenlerde karşılaştığı sarhoşluk derecesini aşmış bir komşusunun
dayanamayıp kendi hakkındaki bütün olumsuz düşüncelerini kusmasından sonra
İrina’nın da onun hakkında aynı fikre
sahip olduğunu söylemesi üzerine çok sinirlenmiş olmasıydı.
Aynı adamı iki gün sonra bahçede,
pencerenin altındaki çimenlere serilip, sigara içerken görünce, sinirle “Paraya
kıy da kendine büyük bir sigara tablası al!” diye bağırmış.
Meğer herkes içinde
neler neler biriktirmiş de kimse farkında değilmiş.
***
İrina’nın üst kat
komşusu genç bir oğlan varmış.
Aslında boylu poslu,
sempatik, yakışıklı bir delikanlıymış. Biraz işin ucunu kaçırsa İrina, aşık bile
olabilirmiş bu oğlana. Böyle anlatıyor.
Evinde ne kadar müzik
aleti varsa sabahın erken saatlerinden başlayarak kadar pratik yapıyormuş.
İrina’nın daha önce pek
takmadığı bu durum evde zorunlu kalış günlerinde iyice rahatsız edici bir hale
gelmiş.
Adam, evde mecburi
kalışı değerlendirmek için ısrarla öyle çok iyi de çalamadığı trompetiyle
iğrenç caz parçaları çalmaya başlamış.
Aşağıda otur
oturabilirsen.
“Aslında caz müziğini
çok severim. Ama o, ısrarla en sevdiğim parçaları bile, mesela ‘Blue in Green’i
çalmaya başlayınca delirecek gibi oluyordum,” diye anlatıyor.
Zavallı kedisi Barsik,
yatakta yorganın altına sığınıyormuş, duymamak için.
Adam, gündüz kafa
ütülediği yetmiyormuş gibi çalma sürelerini gece geç saatlere kadar uzatmaya
başlamış.
En sonunda bir gece
dayanamamış yukarı çıkmış, adamın kapısını çalmış:
"Afedersiniz, bu
gece bana trompetinizi ödünç verir misiniz?"
Delikanlının yüzüne bir
mutluluk gülümsemesi yayılmış. Kendisi gibi cazsever bir komşusunun olmasından çok memnun olmuş bir
hali varmış.
“Nasıl çalınacağını
biliyor musunuz?” diye sormuş.
İrina, “Hayır, sadece
uyumak istiyorum,” demiş.
***
Bu kadar da değil. Ve
hatta daha kötüsü…
İrina’nın çaprazında
evinde sürekli tadilat yapan bir başka komşusu yaşıyormuş. Matkap sesleri hiç
eksik olmuyormuş.
İrina, muzip bir kız.
Bu gürültü üreten “remont”cu
komşusuna bir ders vermek için plan yapmış. Bir gece gizlice katlar arasındaki
duvara şöyle yazmış: "Paşa, hamileyim" (adamın adı Pavel’miş),
Yazıyı gören adam,
şaşırıp, depresyona girmiş. Olayı tam da anlayamamış muhtemelen. Olur mu, olur,
ama kim?
Remont işine ara
vermiş.
İşin ilginç tarafı o da
genç, yakışıklı, biraz da çapkın bir delikanlıymış.
Bir genç kız için
yakışıklı delikanlıların olduğu bir apartmanda yaşamak hoş bir duygu olmalı aslında
değil mi?
Ama bunun gibi
durumlarda öyle olmuyor işte. İrina için bu süreç tam bir cehennem azabıymış.
“Kediciğim Barsik
olmasa herhalde delirirdim,” diyor.
***
İrina:
“Dün komşumdan yatak
odasına bir ampul takmasını istedim,” diyor.
“Hangisi trompet çalan
mı, yoksa remont yapan mı?” diye atlayıp soruyor Serkan.
“Şu cazkolik olanı.”
Hepimiz birden donup,
ne olmuş diye merakla devamını bekliyoruz.
“Eeeee!!???”
“Hiçbir şey. Ampulu
taktı ve gitti. Keçi!”
***
Arada apartman dedikoduları
da olmuyor değilmiş. Bunlar çoğunlukla giriş katında oturan babuşka
Tatyana’nın başının altından çıkıyormuş.
O, herşeyi görüyor ve
biliyordu.
Malum ekonomik
kriz artınca, suçlular da azmaya başlıyorlar.
“Meğer bizim apartmana
bir hırsız dadanmış. Pandemi nedeniyle daçalarına sığınan bazı komşuların
evlerine girip soyup, epey zarar vermiş,” diye
anlatıyor İrina. “Hırsız bir defasında gün ortasında bir daireye girmiş.
Hesapta olmayan bir şeyle karşılaşmış. Meğer ev boş değilmiş ve yatak odasında
bir çift yatıyormuş. Hırsız bir kere gözünü karartmış artık, kaçıp gitmeye hiç
niyeti yokmuş. Tabancayla tehdit ederek kadını bağlamış ve adamdan evdeki tüm değerli,
mücevherat cinsinden eşyaları ve parayı istemiş.”
Adam gözlerinde yaşlarla
"Kardeşim" diye yalvarmış, kadını gösterip, ‘İstediğini al, ama sana yalvarıyorum:
çöz ve onu bırak,’ demiş.
“Ne o ahbap, karını çok mu seviyorsun?”
diye sormuş hırsız.
Adam, “Hayır, birader, bu
komşunun karısı, benimki annesine kadar gitti, birazdan gelir,” demiş.
***
Anlattıkça “yok artık,
bu kadar da olmaz” diyoruz; ama gülüyoruz.
İrina, her gün içki
alıp parti yapan, topluca şarkı söyleyen, sonra birbirleriyle dövüşen gürültücü
komşularından bu süreçte iyice sıkılmıştı.
Bu kadar olaydan sonra
taşınmaya karar vermiş, gözüne sokağın karşısında yeni yapılan bir binayı
kestirmişti.
Ancak babuşka Tanya’dan
diğer bazı komşuların da aynı binaya taşınma planları yaptıklarını duyunca
vazgeçmişti. İrina, “Düşünsenize kötü komşulardan kurtulmak için plan yapıp başka
yere taşınıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki aynı komşular da aynı binaya
taşınmışlar,” diyor.
“Felaket!”
***
Böylece Pandemi nedeniyle dışarı
çıkmadan uzun süre evde oturmak zorunda olmanın, uzaktan çalışmanın da öyle çok
cazip bir şey olmadığını İrina’nın anlattıklarından anlıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder