Aydın
Boysan
90’lı
yıllardan eski bir Gezi-Anı yazısı
St. Petersburg istasyonlarından birinde, trenden indik.
Şehrin adı değişmiş de, istasyonda hala Leningrad yazısı duruyor.
Şehirlerin adını değiştirmek, tuhaf bir iş…
Önceki gelişlerimde Leningrad olan şehir, şimdi yine eski Hıristiyan
adına dönmüş, İsa Havarisi Aziz Peter (Piyer) adıyla anılıyor. Bir zamanlar
Petrograd da olmuştu.
Taksi, bir km yol için, beş dolar. istasyon taksileri,
ruble kabul etmiyor.
Otelimiz Helen, Fontanka Kanalı kıyısında, Lermontovsky
Bulvarı'nda ve oldukça merkezde.
Şikayetimiz yok.
Yerleştik ve hemen şehir gezilerine başladık. Mevsim yaz
başı. Kış gezilerinde olduğu gibi, soğuk ısırmıyor ve şehrin bazı önemli bölümleri,
yürüyerek kolayca gezilebiliyor.
Neva kıyılarını adımlıyoruz, Nevsky Bulvarı'nı
arşınlıyoruz.
Ününü hak eden, güzel bir şehir burası… Deniz - nehirler -
koylar - kanallar kucak kucağa... Çok sayıda güzel köprü, ulaşım ilişkilerini
kolaylaştırıyor.
Öğle yemeğini, daha önce kaldığım Leningrad Oteli'nde yemek
istedik. Elbet o da olmuş, Sankt Petersburg Oteli. Gezip eski günleri andım.
Öğlende hafif yemek konusunda, Melih'le anlaştık. Ekspres
büfe denen yere girdik.
Açık zengin büfe. Borç ve balık çorbasından başlayan
çeşitleme, salata ve yemeklerde de sürüp gidiyor. Hafif yiyelim derken, yine
fazla kaçırdık. Ödediğimiz ruble, adam başı bir dolar karşılığı.
Dünyanın en büyük üç görsel sanat müzesinden biri olan
Ermitage'ı, sabırla geziyoruz. Peter ve Paul Kalesi, St. lsaac katedrali,
Aurora kruvazörü ve gezmeye değer başka yerleri ziyaret etmeyi savsaklamıyoruz.
Ayrıntılarını daha önce Dünyayı Severek ve Yollarda
kitaplarımda yazdığım için, ayrıca burada anlatmıyorum.
Çar 1. Petro (Büyük Petro, ya da Deli Petro) , Sankt Petersburg
şehrinin kurucusu. 1703 yılında birkaç günde inşa ettirdiği bir şantiye barakasında,
yıllarca yaşamaktan vazgeçmemiş. Ta ki şehrin kurulmuş olduğuna, artık terkedilmeyeceğine,
inanıncaya kadar.
Üç odalı bu ufacık ev, o zamanki gibi korunmuş. Yığma ağaç
tomruklarla yapılan bu şantiye binası, yüzyılların hava etkilerinden korunması
için bir başka kılıf binasının içine alınmış.
Şehrin eski gelişmelerini gösteren tarihi resimler ilginç.
Melih bir müzeye girerken, film makinesi için 500 ruble
istenmesinden hoşlanmadı.
Ben karıştım: "Değmez sözünü etmeye. Dört dolar bile
değil." Sonra 500 rubleyi verdik. Ama sorun parada değil. Kırtasiyecilikten
kurtulamaz olmuşlar. Tanesi bir rublelik 500 tane makbuzu alıncaya kadar, geçen
zamana sıkıldık. Başka makbuz yokmuş.
Neva'da nehir gezisine katıldık. Kapalı pazaryerini
dolaştık. Hıyar turşusu alıp, geze geze yedik. Çok lezzetli geldi.
Hususi arabalara el sallıyoruz. Onlar da dolar verdikten
sonra, istediğimiz yere götürüyorlar. Taksilerle pazarlık etmeye başladık. 10
isterlerse 5 verip, 7'de anlaşıyoruz. Kısa mesafelere 4 dolardan fazla
vermiyoruz. Biz buralara fazla alıştık galiba.
Melih bir olaya parmak basıyor: "Burada dolarlı
yaşayış başka, rubleli yaşayış başka.
Biz ikisini de yaşamakta olduğumuz için, bunların bambaşka
koşullar yarattığını görüyoruz." Aradaki anlaşılmaz farklar, bizi de
şaşırtıyor, akordumuz bozuluyor.
Melih bu halimizi de özetliyor:
"Akordumuz, akortsuzluğumuzdur."
Her akşam, başka bir otelde yemeğe gidiyoruz. Bunlardan
Pulkovskaya Oteli'nin binası, çok iyi ve güzel yapılmış.
Masaya oturduk. Dolarlı hayat kolay ya, havyarımızı
ısmarladık. Beuf Strogonof çok iyi . Sosu da öyle.
Pistte dans edenler arasında, o gün evlenmiş bir çift
dönüyor. Kız güzel mi güzel. Gelinliği de çok dekolte, sanki soyunmaya başlamış
gibi.
Burada bir uluslararası büyük otel havası var. Yerel
görünüşler de silinmiş. Barlardan birinin adı: Harry's Bar. Kocaman duvar
fotoğraflarıyla dekore edilmiş. New York'un ünlü gökdelenleri olan Chrysler ile
Empire State Building, duvarlar kaplıyor.
Bunlar da şaşırmış. Uluslararası sevişme piyasasında,
standart duvar çiçeğini bir porsiyon koklamanın fiyatı, yaklaşık 100 dolar. Bu
döviz karaborsada, çalışan bir kişinin buradaki 5-10 aylık ücreti ediyor. Bu
dengesizlikler, beklenmedik yerlerden fışkırıyor. Dövizle sevişen kadın sayısı
artmış. Gündüz uslu uslu çalışan kadınlar arasında, bu gece işini yapanlar
bollaşmış. Her büyük otelin "duvar çiçeği" kadroları kendiliğinden
oluşuvermiş. İkişer-üçer, masalarda oturuyorlar. Hem hiç de, "o
meslekten" hanımlara benzemiyorlar. Hepsi hanım-hanımcık gibi sanki.
Puşkin
- Dostoyevski
Aleksander Sergeyeviç Puşkin, Rus edebiyatının unutulmaz
kişisi (1799-1837).
Moika kıyısındaki evi, müze olarak gezilebiliyor. Ev, yaşadığı
çağda olduğu gibi korunmuş. Yazı masasındaki tüylü kalemine kadar bütün kişisel
eşyaları, el yazıları, ölümüne neden olan düello tanıklarının anlaşma
tutanakları, her şeyi... 13 dilden binlerce kitabı...
Puşkin olağanüstü güzellikteki bir kadınla, Natalya
Gonçarova ile umutlu başlayan bir evlilik yapmış. Sonrası: Bir kadının,
mostralık toplum yaşayışına kendini kaptırışı... Kocasını mutsuzluğa gömüşü...
Puşkin'in, eşi yüzünden olduğu söylenen bir düelloya sürüklenmesi… Konuk
Fransız subayı d'Anthes tarafından, sanki cinayet sayılabilecek bir düelloda,
ölümcül yaralanması... Bu yüzden yaşama veda edişi ...
İşte bu müze ev, büyük şair-yazarın, dramatik yaşayışının
sahnesi… Sanki her şey, yeni olmuş gibi. Saat bile, öldüğü dakikada duruyor.
Ömür boyu insan hakları, özgürlük ve insan onuru uğruna,
despot çar yönetiminden çekinmeden savaşmış olan şairin cenazesi, halktan
gizlenerek gömülüyor. Çarlık karşıtı bir gösteriye dönüşmesin diye ... Ölümü
sonradan öğrenen binlerce kişi, soğuğu umursamadan evinin önünde bekleşiyor
ancak.
Fyodor Dostoyevski'nin son oturduğu ev de, Edebiyat Müzesi
yapılmış, geziyoruz.
Burası eski tip bir apartman dairesi. Biraz sıkıntılı bile.
Karamazof Kardeşler bu evde yazılmış. Geceleri ve mumla...
Bu ev de, tıpkı yazarın yaşadığı zamandaki gibi korunmuş. Yazı masası, sanki
dün bırakmış gibi. Kızının el yazısı : "Ocak 28, 1881. Baba bugün
öldü."
Melih diyor ki : "Bu insanlar yazarları ve şairleri,
bağırlarına basmışlar. Toplum kendilerine özel yer vermiş. Bizim devlet ve
politika adamları, yazarları küçümsüyor. Halk da bundan etkileniyor."
Doğru elbet... Bu küçümseme huyu, düzeyi düşük insanların
her şeyi, kendi küçüklüklerine indirme yeltenişidir. Huyumdur, gittiğim
yerlerden ufak-tefek anı eşyası alırım.
Bizim otelin dükkanından bir tişört almak istedim.
Kız bir tane uzattı, üstünde kocaman Gorbaçov kafası
basılıydı. İstemedim.
Bir tane Yeltsin kafalı uzattı, onu da istemedim.
Zaten müze gezdiğimiz gündü, sordum:
"Sizde Puşkin ya da Dostoyevski resmi olan tişört yok
mu?"
Kız:
"Hayır, yok" dedi. –
"Pekiyi, öteki ler niye var?"
Kızcağız söyledi : "Onlar bizim umudumuz idi".
Bu "idi" eki beni, bir soru daha yöneltmeye
götürdü; "Pekiyi , şimdi umudunuz kim?"
Kadın, B. Amerika Başkanı'nın adını söyledi : "Bush
!" (o günlerde henüz ayrılmamıştı).
Acayip! ..
Evet, Sankt Petersburg muydu, Leningrad mıydı, yoksa bir
zamanlar Petrograd mıydı, işte bu şehirde, hoş günler geçirmiştik.
Ayrılıyoruz artık. Akşamdan 15 dolara peylediğimiz bir
taksiye bindik. Havaalanına vardık. iyi ki erken gitmişiz. Çıkış gümrüğünde
uzun kuyruklar var. Bavullar röntgenden geçiyor.
Aradıkları silah falan değil,
havyar. Resmen 30 dolara alındığı kanıtlanmayan aynı 6 dolarlık havyarlara, el
koyuyorlar.
Kadın orada: "Umudum ABD Başkanı" diyor, bunlar
nelerle uğraşıyorlar?
Bizde hiç havyar yok. Ama bir saati aşan kuyruk işkencesine
katlanmak zorundayız.
Uçağımız Sankt Petersburg Havalimanı'ndan kalktı, biraz
sonra Helsinki'ye indik.
Zaten bu Finlandiya, hep sessizlik içindedir. Telaş
gözükmez ama, her şey hızlı işler. Sorun fiyatlara katlanabilmekte. Otele
yerleştik. Biraz dinlendikten sonra, şehir gezilerine başladık. Esplanat,
liman, tertemiz. Bu güzel şehir, makine gibi işliyor. Her şey o denli düzenli
ve h ızlı ki , bu parlak "işleyiş"ten, biz biz olarak rahatsız bi le
oluyoruz. Nereliyiz ki , alışmamışız. Akşamüstü bir bara girip girip,
"uvertür'' yaptık. Altı viskiye 40 dolar ödedik. Bu sefer bir Helsi nki
büyük otelinde yediğimiz akşam yemeği iyiydi ama, ateş pahasıydı.
Sankt Petersburg'daki dolar sultanlığı sona erdi .
Karşılaştırıp, bir durum saptaması yapıyoruz: "Sankt Petersburg'da günde
10 dolarl ık yemeği göçüren bir kişi , 10 gün sonra çok yemekten çatlar. Aynı
kişi bu işi , aynı koşullarla Helsinki'de yaparsa, açlıktan geberir."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder