Sovyetler
Birliği gibi bir deneyimde, sıradan insanlar boş zamanlarını nasıl geçiriyordu?
Nasıl eğleniyordu? Cevap, belki biraz da günümüz dünyasında çalışanların
giderek mahrum kaldığı 'boş zaman'da saklı...
Kavel
Alpaslan
Kaynak:
https://www.gazeteduvar.com.tr/
DUVAR –
Sovyetler Birliği, uzun zamandır ‘her şeyin sansürlendiği ve yasaklandığı
karanlık bir distopya’ olarak anlatılıyor. Bunlar o kadar fazla tekrar ediliyor
ki doğru ile yanlış birbirine karışıyor, yanlışa meşru bir kılıf yaratılıyor!
Bu durumda böylesi ‘kasvetli’ bir dünyada nasıl olur da insanların ‘eğlendiği’
düşünülebilir? Sorunun cevabı, belki biraz da günümüz dünyasında çalışanların
gittikçe mahrum kaldığı boş zamanlarda saklı…
Fazla mesailer, yatmayan maaşlar, yoğun çalışma temposu,
angarya işler, depresyon… Tüm bunlara gün geçtikçe kaybedilen sosyal haklar da
eklendi mi, işte karşınızda 21’inci asrın çalışma hayatı! Peki bunca insan bu
kâbusu nasıl göze alabiliyor? Elbette geçim derdi, hayatta kalma çabası, rıza
üretimi diye sayabiliriz. Fakat hepsi bu mu? İmkânlar yaratıldığında hem
kendimizi yenileyip hem de üretebileceğimiz bu boş zamanımızı neden en büyük
zenginliklerimizden biri olarak görmeyelim?
BOŞ
ZAMAN, EĞLENCE VE ÜRETİM
Hiçbir kapitalist örnek yok ki kesin bir şekilde kâr
hırsını dizginleyip, yalnızca emeğin çıkarları gözetsin. Böylece bu gözü
kararan hırs karşısında ‘refah devleti’ modelini diriltmek için yapılan
büyülerin aslında hepsi biraz havada kalıyor. Bir başka açıdan baktığımızda
emeğin sömürülmesi, boş zamanların sömürülmesi anlamına geliyor ki böylece
eğlenceye ne güç, ne maddi imkân ne de zaman kalıyor.
Düşünün, artı değer üretilmeyen bir dünyada, temel
ihtiyaçlar kolektif bir şekilde karşılanabiliyor. Böylesi bir toplumda,
başkasının zenginliğine zenginlik katmak yerine, kendine kalan boş zamanları
ilgilendiği şey her ne ise onunla uğraşmaya ayırmayı kim istemez? Hem böylece
büyük bir kültür sanat birikimi de doğmaz mı? Peki bu mümkün mü?
Sınıflı toplumlardan önce farklı bir gerçeklikte gayet
mümkündü. Aslında işin daha şaşırtıcı tarafı, bunun bugün her zamankinden daha
çok mümkün olması. Robotlaşma, yapay zekâ derken aslında bu boş zamanların uzun
ve verimli kullanıldığı, artı değerin satılmadığı bir dünya modelinin fiziki
koşullarında bir sorun olmadığını söyleyebiliriz. Fakat konumuz bunun mümkün
olup olmaması ya da nasıl olacağı değil.
Kapitalizmin kâr virüsünün sıçramadığı bir yakın tarih
örneği aradığımızda, artısıyla eksisiyle hep başvurduğumuz bir kaynak var:
Sovyetler Birliği! Buradaki işçilerin boş zamanlarını nasıl değerlendirdiğine
değinmek belki daha sağlıklı karşılaştırmalar yapmayı olanaklı kılabilir.
Sovyetler üzerinde yürütülen bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar tufanında
kendimize yol açmak için önce şunu belirtelim: Uzun zamandır komünist
düşüncenin günahı da sevabı da Sovyetler Birliği’nin boynuna yükleniyor. Bu
deneyim, ne komünizmin yegâne ve son temsilcisidir ne de bu düşünceden azade
değerlendirilebilecek, nevi şahsına münhasır bir örnektir.
Şu açık ki Sovyetler’in karşılaştığı korkunç büyüklükteki
savaşlar, kapitalizmi üretimde yarışarak yenme çabası vb. tüm sorunlar bir
yerde bu sosyalizm deneyiminin, ‘çalışma odaklı’ algılanması sonucunu verdi.
Ancak yine de işçilerin bir şekilde yoğun çalışma ile yaratılan bu hayatta
dahi, diğer kapitalist toplumlarla karşılaştırılamayacak kadar değerli haklara
sahip olduğunu da eklemek gerekir. Lafı fazla uzattık, şimdi işin ‘eğlenceli’
kısmına geçelim ve başta sorduğumuz soruyu tekrarlayalım: Sovyetler gibi bir
deneyimde, insanlar boş zamanlarını nasıl geçiriyordu? Nasıl eğleniyordu, neler
yapabiliyordu?
AVANGART
BİR MACERA: İŞÇİ KULÜBÜ
Önce 1925 yılında Paris’te düzenlenen Uluslararası
Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Fuarı’ndaki Sovyet pavyonuna gidelim.
Zamanında bu fuarın en ilgi çekici bölümü olarak değerlendirilen bu pavyon,
işçilerin film izlediği, kitap okuduğu, satranç oynadığı bir ‘İşçi Kulübü’
olarak tasarlanmıştı.
Pavyonun iç tasarımı ünlü konstrüktivist Sovyet sanatçısı
Aleksandr Rodçenko’ya ait. Sovyet avangardının önemli eserlerinden biri olarak
görülen tasarımı tanıtan katalogda, sanat tarihçisi ve edebiyat eleştirmeni
Petr Kogan şöyle yazıyor:
“Sergimizin lüks mobilyaları veya değerli mefruşatları
yoktur. Grand Palace’daki ziyaretçiler burada kürk ve elmas bulamayacaklar. Ama
yaratıcı sınıfların yükselişini hissedebilenler, işçi kulübü ve kırsal
okuma odasının kasıtlı sadeliğini ve sert tarzını takdir edebilecekler. Biz,
yeni inşaacılarımızın dünyaya söyleyecek çok şeyleri olduğuna inanıyoruz. Ve
insanlığın en büyük coşkunluğuyla dolan her şeyin, mücadelemizin gerçek anlamı
olan sanatımızı bilmemeyi ve onu ele geçirmemeyi erteleyemeyeceği konusunda
ikna olduk.”
İşçi kulübünün ‘avangart’ yanını biraz daha anlamak
istersek, biraz da Rodçenko’ya kulak vermek gerekiyor:
“Sadece işçi sınıfının kurtuluşu değil, ışık da
Doğu’dandır. Işık, Doğu’dandır – erkek, kadın ve nesnelerle yeni bir ilişki
içindedir. Elimizdeki nesneler de eşit olmalı, aynı zamanda yoldaş olmalı,
burada oldukları gibi siyah ve kasvetli köleler değil. Doğu’nun sanatı
kamulaştırılmalı ve rasyonelleştirilmelidir. Nesneler anlaşılacak, insanların
arkadaşı, yoldaşı haline gelecek ve insanlar, şeylerle nasıl gülüp nasıl
iletişim kurulacağını öğrenmeye başlayacak.”
BİR
‘KÜLTÜR OKULU’ OLARAK KULÜP
O halde şu ana kadar aklımıza, bir ‘işçi kulübü’ mekânı ve
bunun oluşumundaki kimi düşünsel arka planları koyduk. Peki bu, sergilere
sıkışmış ‘ütopik’ bir fikrin, bir o kadar ‘ütopik’ olan tasarımı mı?
1920’lerdeki, hatta bir parça da 1930’lardaki Sovyetler’in kültür sanat
açısından en olumlu yanı, pratiğe dökülmedeki heves olsa gerek. Sovyetler’de
ülke genelinde pek çok İşçi Kulübü inşa edilmişti. Bu yapıların mimarisindeki
yenilikçilik bir tarafa işçilere sağladığı imkânlar oldukça dikkat çekici.
Sinema, kulüplerdeki en popüler faaliyetlerdendi. Bunun yanı sıra spor
salonları, kütüphaneler, sanat kursları… Hepsi işten çıkan işçilerin boş
zamanlarını kültürel üretimle değerlendirmesini ve bunu topluca yapmasını
olanaklı kılıyordu.
Bu kulüpler hakkında mimar Anatole Kopp şunları söylüyor:
“Kulüp hakkındaki önemli nokta, üye kitlesinin doğrudan
dahil olma gerekliliğidir. Kulüplere yaklaşırken dışarıdan yalnızca ‘eğlence’
olarak kanalize edilmemelidir. (…) Kulüp, bir nevi ‘kültür okulu’ olarak hizmet
etmektir. Duvarları içinde her yaştan işçinin gün sonunda dinlenme, rahatlama
ve yenilenen enerjiyi bulması gerekir. Orada, ailenin dışında, çocuklar,
ergenler, yetişkinler ve yaşlılar kendilerini bir kolektifin üyeleri gibi
hissetmeliler. İlgi alanları genişletilmeli. Kulübün rolü, insanları kilisenin
ve devletin eski baskısından kurtarmaktır.”
Tüm bu ihtiyaçları karşılamak için Soyvetlerin kuruluşundan
sonra, sayısız kulüp oluşturuldu. 1939 yılında, 65 bini kırsalda olmak üzere
ülke genelinde 96 bin kulüp bulunuyordu. Başlangıçta kullanılan yapıların, eski
ve büyük özel mülkler olduğunu görüyoruz. Kulüpleri sendikalar ve diğer kimi
siyasi örgütlenmeler yönetiyordu. Daha sonraki yıllarda inşa edilen yapıların,
daha kapsamlı bir kültürel faaliyet alanı sağladığını söyleyebiliriz. Bu
binaların mimarisiyse görülmeye değer…
EĞLENCELERİN EN GÖZDESİ: DANS
Şimdi biraz da günlük hayatta tercih edilen diğer
alternatiflerden bahsedelim. Elbette işçi kulüpleri de bu günlük hayatın bir
parçasıydı fakat boş zamanları değerlendirmek için tek alternatif
değildi. Yaş grupları üzerinden gidecek olursak gençlerin eğlence anlayışından
başlamak, şüphesiz en renkli tercih olacaktır.
Dans etmek, çok eskiden beri insanların en büyük
eğlencelerinden. Gençlik ve eğlence dendiğinde de ister istemez gözümüzde bir
disko -ya da daha 21. yüzyıllı bir deyişle ‘club’- canlanıyor. Bu anlamda disko
kültürü Sovyetler’de özellikle 1980’lerde hâkim oldu. Hatta bir söylentiye göre
ilk disko Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde kuruldu. Baltık
cumhuriyetlerinin Batı Avrupa’ya coğrafi ve kültürel yakınlığı da
düşünüldüğünde, bunun Batılı anlamına yakın bir ‘dans kültürü’ olduğu daha
kolay anlaşılabilir.
Oysa disko yerine ‘dans edilen açık ya da kapalı mekân’
adlandırmasını yapacak olursak, bu kültür Sovyetler’in kuruluşundan yıkılışına
kadar pratikte mevcuttu. Öyle ki, sadece şehirli bir aktivite de değildi, kimi
zaman mekâna dahi ihtiyaç duyulmuyordu. Kolektif çiftliklerin birinde, çekilmiş
aşağıdaki fotoğraf, 1920 ya da 1930’lara ait…
Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin gençlik örgütlenmesi
olan Komsomol da özellikle kimi siyasi toplantıların ardından dans partileri
düzenliyordu. Bunun dışında da Komsomol’un sorumlu olduğu ‘diskolar’ vardı.
Elbette burada hâkim olan havanın 1980 sonlarındaki ‘diskolarla’ aynı olmadığını
tahmin edebiliriz. “Yahu partinin düzenlediği dans etkinliğinde eğlence mi
olur” diyecek olursanız, aslında bu, biraz da geçmişe hangi yıldan ve hangi
konjonktürden baktığınızla ilgili… Burada bilinen anlamda bir ‘disko’ ortamı
yaratılmasa da üyelerin sevdiği, bildiği, dans edebildiği şarkılar çaldığı için
onlar için o kadar da ‘sıkıcı’ algılanmıyor olmasa gerek.
Sovyet gençliği dediysek yalnızca 1980’lerdeki gençleri
düşünmemek lazım. Ne de olsa her neslin kendi gençlik kültürü var. Sovyetler’de
özellikle akordeon, eğlencelerin olmazsa olmazıydı. Bu enstrüman girdiği
herhangi bir ortamı dans pistine çevirebiliyordu.
Fakat özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
parklarda dans pistlerine daha sık rastlanmaya başlanır. 1970 yılında çekilmiş
‘Başlangıç’ (The Beginning/Naçalo) isimli filme ait aşağıdaki sahne böylesi bir
pistte geçiyor olsa gerek.
Günümüzde bu dans pistlerinin aynı derecede kullanıldığını
söylemek oldukça güç. Elbette değişen kültürün bunda etkisi çok büyük ancak
kimileri tasarım harikası olan bu dans pistlerin bugün kaderlerine terk edilmiş
durumda…
AİLELERDEN
NE HABER?
Dans konusuna fazlaca yer verdiğimize göre son olarak biraz
da ailelerin ‘eğlence’ hayatından bahsedelim. Biletlerin sendikalarca
dağıtıldığı ve hem ücret hem zaman olarak çoğunluğun katılması mümkün olan
kültürel faaliyetler ya da dans pistleri gençler gibi ailelerin de tercih
ettiği etkinliklerdi. Fakat ailelerin en gözde eğlence anlayışlarından birisi,
meşhur daçalarda vakit geçirmekti.
Şehirlerin biraz uzağındaki yeşil alanlara inşa edilen ve
bir nevi ‘yazlık’ olan bu binalar, aslında Sovyetler’den önce de mevcuttu.
Fakat nüfusun ayrıcalıklı küçük bir kısmı dışında, işçilerin böylesi evlere
sahip olması oldukça güçtü. Ekim Devrimi’yle birlikte hali hazırdaki daçalar
kamulaştırıldı, takip eden yıllarda da daha fazla kişinin erişebilmesi için
sayıları artırıldı. Ailelerin boş zamanlarda kullandığı bu konutların geniş
bahçeleri, burada küçük çaplı tarımsal üretimi de mümkün kıldı. Böylece Sovyet
aileleri için tatilleri ve boş zamanları burada geçirmek, yaygın bir eğlence
anlayışına dönüştü.
Verimli bir üretimin sağlanması için en büyük temel
ihtiyaçların biri de üreticilerin kendini yenilemeye, yani dinlenmeye,
eğlenmeye yeterli vakit ayırabilmesidir. Böyle bir olanak sağlandığı takdirde,
bu sürenin toplum için de verimli değerlendirilmesinin önünde hiçbir engel
yoktur.
Sovyetler günümüzün ya da dünün kapitalist toplumlarından
daha mı fazla eğleniyordu? Eğer azınlıktaki bir varlıklı sınıfın eğlencesinden
bahsedeceksek elbette hayır, yanına bile yaklaşamazdı! Ancak asıl mesele
eğlencenin büyüklüğü ya da çeşitliliği mi; yoksa bu ayrıcalığı elde edebilen
kitlenin genişliği mi?
Zorlukların yıkıcı yönünü unutmadan ancak eksiklikleri de
görmezden gelmeden baktığımız zaman, gerçek Sovyet deneyimini anlayabiliriz. Bu
nedenle belki Sovyetler’de bulabileceğimiz en değerli öz, kusursuz bir ‘resmin’
kısıtlı imkânlarla çizilen eskizidir. Ama bu eskizin daha güzel günlere gebe
oluşu, onu pek çok tamamlanmış ‘resim’den daha değerli kılıyor.
Kaynaklar
ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı linkler:
1- Sanatın İktidarı 1917 Devrimi: Avangard Sanat ve
Müzecilik – Ali Artun (İletişim Yayınları)
2- How Soviet Workers Spend Their Leisure – I. Korobov (Foreign Languages Publishing House Moscow – 1939)
3- https://www.rbth.com/arts/2013/09/13/1980s_the_golden_age_of_soviet_discotheques_29821.html
4- https://www.wikizero.pro/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRGFjaGE
5- https://wsimag.com/architecture-and-design/35768-alexander-rodchenkos-workers-club
6- https://thecharnelhouse.org/2014/06/01/soviets-workers-clubs-in-the-1920s/#jp-carousel-19938
7- http://tehne.com/event/arhivsyachina/10-rabochih-klubov-moskvy-1932
8- https://maxim-nm.livejournal.com/328173.html
9- https://thecharnelhouse.org/2014/05/29/aleksandr-rodchenko-lenin-workers-club-in-paris-1925/
2- How Soviet Workers Spend Their Leisure – I. Korobov (Foreign Languages Publishing House Moscow – 1939)
3- https://www.rbth.com/arts/2013/09/13/1980s_the_golden_age_of_soviet_discotheques_29821.html
4- https://www.wikizero.pro/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvRGFjaGE
5- https://wsimag.com/architecture-and-design/35768-alexander-rodchenkos-workers-club
6- https://thecharnelhouse.org/2014/06/01/soviets-workers-clubs-in-the-1920s/#jp-carousel-19938
7- http://tehne.com/event/arhivsyachina/10-rabochih-klubov-moskvy-1932
8- https://maxim-nm.livejournal.com/328173.html
9- https://thecharnelhouse.org/2014/05/29/aleksandr-rodchenko-lenin-workers-club-in-paris-1925/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder