MUHAMMED
TAŞKESENLİGİL
ÖNSÖZ
Bu çalışmamızın konusu, 19. Yüzyıl şair ve romancılarından,
Rus edebiyatının kurucusu Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’ in sanatının önemi, Rus
edebiyatına kazandırdığı eserleri, dehası gibi konuları incelemektir.
Puşkin’i incelemekteki maksadımız, kendinden sonra gelen
Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi aydınları ve edebiyatçıları nasıl
etkilediğini özümsemek ve Rus edebiyatı için taşıdığı değeri irdelemektir.
Bu çalışmayı yaparken faydalandığımız kaynakları dipnot
göstererek ve kaynakçada da bunları belirterek çalışmamız için gereken olan
önemli kısımları alıntı yaptık. Çalışmamız boyunca uygulayacağımız yöntem şu
şekildedir: ilk olarak Puşkin’i nasıl anlatmalı konusuyla başlayacağız.
Akabinde Puşkin’in dehası, Puşkin ve Rus edebiyatı gibi konulara değineceğiz.
Puşkin öncesi Rusya’da yaşanan tarihi olayları da inceledikten sonra; sanatı,
eserleri ve Rus edebiyatındaki yeri şeklinde naklettiğimiz konuları
aydınlatmaya çalışacağız.
PUŞKİN’İ
NASIL ANLATMALI?
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin üzerine yazmak bana her zaman
güç gelmiştir. Rus edebiyatının herhangi bir başka yazarı üstüne, Gogol, Dostoyevski,
Turgenyev, Çehov, Tolstoy vb. konusunda sanki daha kolaylıkla yazılabilirmiş
duygusu var içimde. Onların yaşam süreçlerini ve yapıtlarındaki ana özellikleri
bir tanıtma yazısı içinde özetlemek sanki daha kolay. Nereden geliyor bu duygu?
Söz konusu yazarlar Puşkin’den daha az mı yazmışlar, ya da daha mı az yoğun
yaşamışlar? Böyle bir şey de söz konusu değil. Yukarda adını ettiğim yazarların
her birinin toplu yapıtları Puşkin’inkinden daha çok sayfa tutar ve her birinin
yaşamı, Puşkin’inkinden daha az yoğun ya da trajik değildir. Öyleyse Puşkin
üstüne konuşma zorluğu nereden kaynaklanıyor?
Pek çok yazarın, zamanında büyük ün kazanmış ve değeri
bugün de sürmekte olan pek çok yazarın, gerek anlatım biçimleri, gerekse
yapıtlarındaki konular ve tanıştıkları sorunlar, yaşadıkları dönemlerin
sınırları içinde kalmıştır. Turgenyev’in ”Babalar ve Oğulları”nı
düşünelim. Bu romanın sanatsal değerini,
tartıştığı konuların bugünün toplumlarında da geçerli olan önemini yadsıyabilir
miyiz? Fakat Bazarov tipi, her şeye karşın yaşamayan bir tiptir artık.
Canlılığı eksiktir. Yazıldığı dönemin tozları sinmiştir üstüne ve daha da ileri
giderek “Suç ve Ceza”nın Raskolnikovu ’nu ve “Savaş ve Barış”ın Natalya’sı için
aynı şeyleri söyleyeceğim. Söz konusu yapıtların ölümsüz sanat değerlerine,
yazarlarının tartışılmaz dehalarına karşın… ve bir an, Çehov’un öykü ve oyun
kahramanlarını düşünelim. Tüm canlılıklarına karşın, yer yer fazlaca romantik,
ağır bir hava sinmiştir onların üstüne de. ( Milliyet sanat”, 22.20.1979
)
Bu noktada, Puşkin’in yapıtlarını ve bu yapıtlarını
düşünüyorum. “Yüzbaşının Kızı”ndaki önemsiz bir tipi Şvabrin’i düşünüyorum
örneğin. Kıskançlık ve tutku yüzünden, kendi sınıfına ihanet eden, hiç
inanmadığı halde Pugaçev hareketine katılan bu döneğin kişiliğinde bugünün şu
ya da bu yönde döneklerinin, karyeristlerinin capcanlı çizgilerini görmemek
olası mı? Yine “Yüzbaşının Kızı”nda, belki önemsiz görülebilecek bir başka
tipin, Pugaçev’in kurmay başkanı olan yaşlı köylünün kişiliğinde, Sovyet
devrimindeki bir Çapayev’in, bizim Kurtuluş Savaşımızın herhangi bir halk
liderinin, Zapata hareketine katılmış bir Meksikalı köylünün ve bugünün
Türkiye’sinde ya da bir başka ülkesinde her an karşılaşabileceğimiz bilinçli
ama tam da bilinçli olmayan, bu yüzden öfkeli ve eline olanak geçerse acımasız
da olabilecek bir halk önderinin çizgileini görmemek olası mı?
Ayrıca Pugaçyev’in kendisinin abartmalardan alabildiğine
arıtılmış, ne olumlu ne de olumsuz yönde şişirilmiş, olabildiğince yalın
kişiliği; sanki günümüzün de bir halk kahramanı olabilecek kadar canlı
betimlenmiştir. “Menzil Bekçisi”ndeki yaşlı adam, tüm dünyada yaşlı ve ezik
halk insanlarının simgesi olacak kadar yalın ve gerçekçi çizgiler taşımaktadır.
“Yevgeni Onegin”in Tatyana’sı, sadece Rusya’da değil tüm dünyada ve sadece
yazıldığı yüzyılda değil bugünün dünyasında, sevgisine ihanet edilmiş onurlu
bir kadının, bir taşra kızının, gösterişsiz ama sapasağlam değerlerinin ölümsüz
simgesi olmuştur.
Puşkin’in yapıtları üzerinde tek tek durulabilir, bunların
erdemleri ve bugün eskimiş sayılabilecek yanları sayılıp dökülebilir. Fakat
asıl güçlük, onu gerçekçi Rus edebiyatının kurucusu yapan, sadece 19. Yüzyıl
Rus edebiyatının değil günümüzde de Rus dilinde yazılan edebiyatının en büyük
esinleyicilerinden, yol göstericilerinden biri kılan özelliklerini
tanımlayabilmektir. “Yüzbaşının Kızı” ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız
ve büyük hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık, öyle bir yüksekliğe
ulaşıyor ki bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi
görünüyor. Ortaya ilk olarak gerçekten de Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin
basit komutanı, karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın
karışıklığı, sıradan insanların o alçakgönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnız
gerçek değil, onu da aşan bir şey. Gogol’ün sözlerindeki “saflık”,
“yumuşaklık”, “alçakgönüllü büyüklük” kavramlarının altını çizmek istiyorum.
Bunlar tek başlarına Puşkin’i özetlemezler. Fakat “özlülük”, “yalınlık”
kavramlarıyla birlikte, Puşkin’in yaratıcılığını kavramamıza yardım edecek
anahtar sözcüklerdir.
Puşkin, hiç kuşkusuz, bir sanat dehasıdır. Çok sevdiği ve
etkilendiği Shakespeare ölçüsünde bir yazardır kanımca… Shakespeare’in
yapıtlarındaki halksal canlılık, zekâ, akıcılık, yalınlık, “alçakgönüllü
büyüklük”, Puşkin’in yapıtları için de tümüyle geçerli değerlerdir. 1820 yılında
yani yazarı henüz 21 yaşındayken yayınlanan “Ruslan ile Ludmila” destanından
başlayarak, şiirlerinin büyük çoğunluğunda, “Boris Godunov” tragedyasında, ünlü
şiir romanı “Yevgeni Onegin” de ve “Yüzbaşının Kızı” nda, kısaca tüm
yapıtlarında egemen olan; zekâ, duygu, alaycılık, yalınlık, özlülük, akıcılık
gibi kuru ve didaktiktir. Yaratıcılığının kaynağında, eski Yunan ve Latin
klasiklerindeki yalınlık, Shakespeare’in halksal canlılığı, Byron’un kıvrak ve
alaycı zekâsı, Fransız ve Rus aydınlanmacılığının ilerici ülküleri ve kimi
zaman köylü kılığına girerek panayırlarda konuşmalarına, türkülerine kulak
kabarttığı Rus halkının tüm halklar gibi binlerce yıl ötelere damıtılmış, yalın
bilgeliği vardır. Puşkin’in yapıtları, tüm bu özelliklerin olağanüstü bir
sentezi ve hiç abartmaksızın söyleyebiliriz ki, erişilmesi, yinelenmesi çok güç
bir plastik ve estetik düzeyin ölümsüz örnekleridir. Puşkin üzerine yazma
güçlüğü, onun bu özelliklerini tanımlama güçlüğünden doğuyor. “Alçakgönüllü
büyüklüğü”; gerçeğin ta kendisinden kaynaklandığı ve alabildiğine yalın olduğu
halde “gerçek değil, onu da aşan şey”i tanımlamak kolay değil çünkü. Bir de,
tutkuları, coşkuları, kederleri, uçarılıkları, başkaldırıları ve özlemleriyle;
kısaca, tek bir çizgiye indirgenemeyecek çok yönlü, bütünsel kişiliğiyle tüm
zamanların çağdaşı kalacağına inandığım bu büyük yazarı, şematik kalıplara
dökerek tanımlamaya çalışmak insanın içine sinmiyor.
PUŞKİN’İN
DEHASI
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin 1799’da Moskova’da doğdu.
1837’de Petersburg’da bir düelloda aldığı yara sonucunda iki gün sonra öldü.
Lirik şiirlerinin önemli bir bölümü 1823-1830 yılları arasında yazıldı. Anlatı
şiir türünde “Yevgeni Onegin” yapıtlarının başlıcaları da yine bu dönemin
ürünüdür. “Onegin” tamamlanmış durumuyla ilk kez 1833’te yayımlandı. 30’lu
yıllarda Puşkin, ilk gençlik döneminden itibaren karşılaşmaya başladığı siyasal
baskıların yoğunlaşmasının da etkisiyle, tarih araştırmalarına, roman ve öykü
türünde çalışmalara yöneldi. Gerçi tarihe özellikle de ulusal tarihe ilgisi
yine ilk gençlik dönemlerinde başlamış; konusunu ulusal tarihten alan “Boris
Godunov” 1825 yılında yayınlanmıştı. Bu kadar kısa bir zaman süresi içinde
lirik ve epik şiir türlerinde, tiyatro, roman ve öykü alanlarında bu kadar çok
ve çeşitli ürün verebilmek ve bu ürünlerle de çığır açabilmek, ulusal
edebiyatın sınırlarını da aşarak dünya edebiyatının devleri arasında yer
alabilmek ancak “deha” sözüyle nitelenebilir.
Aydın ve aristokrat bir ailede dünyaya gelen Aleksandr
Puşkin’in anne tarafında büyük dedesi Habeşistanlı bir prensin oğlu Abram
Hannibal’dir. Puşkin Afrika kökenli bu büyük dedeyi tamamlanmamış roman
denemesi “Büyük Petro’nun Arabı”nda (1828) anlatmıştır. İlk eğitimini yabancı
eğitmenlerden alarak başta Fransızca olmak üzere yabancı diller öğrenen
Aleksandr Puşkin’in bu yıllardaki eğitiminde bir Rus köylü kadınının, Arina
Rodionovna’nın etkileri kuşkusuzdur. Rus halk şiirine, masallara Rus konuşma
dilinin deneyimlerine ve anlatım özselliklerine ilgisini bu sıradan halk
kadınına ve anne tarafından ninesi Mariya Hannibal’a borçlu olan Puşkin, yine
çocukluk döneminde bir yandan Moliere, Baumarchais gibi Fransız klasiklerinin,
başta Voltaire olmak üzere XVIII. Y.y Fransız aydınlanmacılarının yapıtları
okuyor, öte yandan, o dönem Rus edebiyatı ürünlerini okumanın yanı sıra, bu
edebiyatın N.M. Karamzin, V.A.Jukovski gibi yaratıcılarını, Puşkin’lerin
salonunda düzenlenen toplantılara konuk geldiklerinde kişisel olarak da görüp
tanıyordu. Bu yoğun ve çok yönlü özel eğitime, o dönemin ayrıcalıklı aristokrat
çocukları için Petersburg’da açılan “Tsarskoye Selo”(çar köyü) lisesindeki
öğrenim eklenecektir. ( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü
Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 )
PUŞKİN
VE RUS EDEBİYATI
Ulusal
Rus Edebiyatının Yaratıcısı
Doğumunun 200.yılında ülkesi Rusya’da ve başka ülkelerde
çeşitli etkinliklerle ve yayınlarla anılmakta olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Rus edebiyatının ulusal-gerçekçi bir yönde gelişmesini ve bu anlamda
evrenselleşmesini sağlayan yazarlar zincirinin ilk ve birçok bakımdan en önemli
halkasıdır. Ulusal Rus edebiyatının bir başka büyük yaratıcısı Gogol’ün çağdaşı
olan Puşkin, şiirleri, nesir alanında yapıtları, yazıtları ve eylemleriyle
bütün bir 19.yüzyıl Rus edebiyatının esinleyicisi, yol göstericisi olmuştur.
Ana dil yaşadığı sürece ölümsüz kalacak dünya yazarları arasında Aleksandr
Puşkin hiç kuşkusuz en ön sıralarda yer almaktadır.
Puşkin
Öncesi Rus Toplum ve Edebiyatına Kısa Bir Bakış
10.yüzyıl ortalarında Hıristiyanlığı kabul eden Ruslar bunu
izleyen birkaç yüzyıl süresince eski Slavca dilinde dinsel bir edebiyatın
ürünlerini verdiler. Bu arada folklor gerçekten zengin ürünlerini oluşturmayı
sürdürmekteydi. 13. Yüzyıl ortalarında başlayan ve 250 yıl süren Moğol istilası
Ruslar’ın Balkanlar ve Batı’yla ilişkilerini kopardı. Batı ülkelerinde Rönesans
yaşanmaktayken Rus ortaçağı denilebilecek bir dönem 16. Yüzyıla kadar sürdü.
1547’de “bütün Rusya’nın çarı” olarak taç giyen IV.(müthiş) İvan yönetiminde
Rusya güçlü bir imparatorluk olma yönünde adımlar attı. İngiltere’yle ilişkiler
ve Rusya’da ilk basımevinin kurulması bu dönemde gerçekleşti. 1613’te ilk
Romanov’un tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı. İlk Rus
tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı zamanda Romanov’lar soyundan I.
Petro’nun tahta çıkışı Rusya tarihinde yeni bir sayfayı başlattı.
İlk Rus tiyatrosunun kurulduğu tarih olan 1672’nin aynı
zamanda Romanov’lar soyundan I. Petro’nun doğum tarihi oluşu anlamlı bir
rastlantıdır. 1682’de çar olan Büyük Petro’nun 1725’e kadar süren yönetiminde
Rusya sözcüğün tam anlamıyla çağ atladı. Batı ülkelerinden getirtilen yüzlerce
bilim-teknik insanının çalışmaları, sanayileşme yönünde atılan adımlar, kilise
reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden uzaklaştırılması,
alfabe ve takvim reformları yapılarak dinsel kurumların kamu yönetiminden
uzaklaştırılması, alfabe ve takvim reformları, 1703’te İlk Rus gazetesinin
yayınlanışı, bütün bu alanlarda sayısız reform ve devrim Rusya’yı bir Batı
ülkesine dönüştürdü. Toplumsal dönüşümlere kültür ve edebiyat alanındaki yeni
oluşumlar eşlik etti. Tredikovski, Kantemir, Lomonosov, Sumarokov, Fonfizin,
Derjavin, Karamzin, Jukovski, Batyuşkov, Krılov, Radişçey v.b şair ve yazarlar
Rus edebiyatının ulusal, laik, aydınlanmacı bir yönde gelişmesinde önemli
kilometre taşları oldular. Puşkin ve Gogol’le evrensel düzeyde ürünler vermeye
başlayacak olan 19. Yüzyıl Rus edebiyatının temel özellikleri böylece atılmış
oldu. ( Cumhuriyet kitap dergisi, 1999 )
SANATI,
ESERLERİ ve RUS EDEBİYATINDAKİ ÖNEMİ
Aleksandr Puşkin her şeyden önce ozandır. Rus ve dünya
yazınına, aralarında «Ruslan ile, Ludmila», «Çingeneler»; «Bahçesaray Çeşmesi»,
«Kafkas Tutsağı», «Yevgeni Onegin» gibi anlatı - şiirler de bulunan ölümsüz bir
şiir mirası bırakmıştır. Fakat onun «Byelkin'in Hikâyeleri», «Dubrovski»,
«Yüzbaşının Kızı» v.b. öykü ve romanları da, şiir türündeki yapıtlarından daha
az ünlü değildir. Hatta şiir çevirisinin özel güçlükleri nedeniyle, kendi
ülkesi dışında şiirlerinden çok, öykü ve romanlarıyla tanındığı söylenebilir.
1799'da, zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak Moskova'da doğdu. Zamanın
soylu aile çocuklarının tümü gibi, ilköğrenimini Fransızca gördü. Yine çocukluk
yıllarında Yunan Latin klasiklerini, Voltaire, Rousseau gibi özgürlükçü,
aydınlanmacı Fransız yazarlarını okuma olanağı buldu. Bir Rus köylü kadını olan
dadısından da, Rusçayı, Rus halk masallarını öğrendi. Puşkin öncesi Rus
yazınının ana yönelişleri, romantizm ve klasisizm akımlarıydı. Bunlar da daha
çok Batı yazınlarının etkisi altında doğmuşlar, ulusal- temele yeterince
oturmamışlardı. Puşkin, Batı kültürü ve özgürlükçü düşünceyle Rus halk
duyarlığını kaynaştırdığı yapıtlarında, Rus yazın dilini gerek sözcük dağarı
gerekse tümce yapısı ve anlatım özellikleri bakımından arındırmış ve
zenginleştirmiş, bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı kazandırmış, yapıtlarında
ilk kez Rus toplumunu halksal özelliklerini yansıtan tipler yaratmakla Rus
yazınında ulusal ve gerçekçi çığırın öncüsü olmuştur.
Puşkin sonrası 19. yüzyıl Rus yazınının bütün büyük
yazarları onun yapıtlarıyla beslenerek yetişmişlerdir. Puşkin'in anlatı türünde
ilk yapıtı, 1827 yılında yazmaya başladığı «Büyük Petro'nun Arabı'dır. Bu
özyaşamsal - tarihsel roman denemesi tamamlanmamış olmasına karşın, sağlam
kuruluşu, yalın anlatımı, kişilerin gerçekçi betimlenişleriyle göze çarpar.
Puşkin öncesi Rus yazınında anlatı dili şiir dilinden henüz tam olarak
ayrılmamıştı. «Büyük Petro'nun Arabı» bu ayrımın oluşmasında önemli bir adım
olmuştur.
1830 yılının ürünü olan «Byelkin'in Hikâyeleri», süssüz,
yalın bir üslupla yazılmış, gerçekçi, özlü sanat ürünleridir. Bu öykülerde
Puşkin, halk insanlarını büyük bir yalınlık, gerçekçilik ve ustalıkla
çizmiştir. «Menzil Bekçisi» öyküsünde bekçi ve kızı, «Tabutçu» da tabut
yapımcısı ve kızları, «Köylü Genç Bayan» da hizmetçi kızlar, uşaklar, sevecen
bir alaycılık ve duyguyla çizilmiş bütün bu tipler, gerçekçi Rus yazınına örnek
oluşturmuşlar; Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy, Çehov v.b. daha sonraki dönemlerin
birçok büyük yazarı için tükenmez esin kaynakları olmuşlardır. Bütün bu öyküler
ince bir alay, zekâ, yalın ve şen bir insan sevgisiyle örülüdür. Yine 1830 yılı
ürünü olan «Goryuhino Köyü Tarihi», toplumcu gülmecenin, parodinin gerçekçi
yazında güçlü bir örneğidir. 1832 – 33 yıllarının ürünü olan «Dubrovski» adlı
romanı, yukarda adı edilen yapıtlarının ortak özelliklerini taşır. Yalın, akıcı
anlatımıyla «Byelkin'in Hikâyeleri»ne yakındır. ( Şiirlerinden Seçmelere
Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi )
Bu anlamda, «Büyük Petro'nun Arabı»na göre, Puşkin'in
romancılığında ileriye doğru önemli bir adımdır. Kurgusu da çok daha işlek ve
sağlamdır. Haydut olmak zorunda kalan soylu kişi, romantik edebiyatın bilinen
bir kahramanıdır. Puşkin, «Dubrovski»de, bu romantik kahramanı ve çevresinde
gelişen olayları, yine romantik renkler taşımakla birlikte, halksal, ulusal,
gerçekçi bir temele oturtmayı başarmıştır.
Romanda dönemin Rus derebeylik düzeni ve ona uşaklık eden
bürokrasiyle acımasızca alay edilmekte, Kirila Petroviç tipinin çevresinde Rus
derebeylik düzeni, günlük yaşam özellikleriyle, sevecenlikten de yoksun olmayan
ince bir alaycılıkla sergilenmektedir. Bu bakımdan «Dubrovski», Gogol’un bazı
ilk dönem yapıtlarıyla da ortak özelikler taşır. Puşkin'in Rus halk tiplerine,
onların yaşamlarına, konuşmalarına, göreneklerine duyduğu (bu kez alaycılıktan
yoksun olmayan) ilgi ve sevgi, «Byelkin'in Hikâyeleri»nde ve daha sonraki
«Yüzbaşı'nın Kızı»nda olduğu gibi, «Dubrovski»de de büyük yazarın başlıca
özelliklerindendir. Yine «Dubrovşki»de, romantik aşk öyküsü çevresinde, Puşkin'i
çok ilgilendirmiş olan «halk ayaklanması» konusu ilk kez yansımaktadır.
Sonradan,
17. yüzyıl Rus köylü ayaklanması ve ayaklanmanın ünlü
önderi Pugaçev konusunda «Pugaçev Ayaklanması Tarihi» adlı bir inceleme de
yazacak olan Puşkin, «Boris Gudunov» adlı tragedyasında ve «Yüzbaşının Kızı»
romanında da bu konuyu işlemektedir. «Dubrovski»yi, konunun romantik örgüsüne
karşın, acımasız, baskıcı bir yönetime karşı bir halk ayaklanmacısını konu
alışıyla, yazıldığı dönem bakımından, oldukça gözü pek bir yapıt saymak
gerekir.
Yine aynı dönemin ürünlerinden «Maça Kızı»nda, hedef bu kez
Petersburg sosyetesidir. «Maça Kızı»nı bir fantezi, traji - komik bir öykü
olarak görmek olası. Fakat öykünün kahramanı Hermann konusunda Dostoyevski'nin
değerlendirmesi, bu anlatıyı biraz daha derinliğine irdelemede ışık tutucu
olabilir. Şöyle niteliyor Dostoyevski, «Maça Kızı»nın kahramanını: «... Muazzam
bir kişilik, Petersburg döneminin (Puşkin'in Petersburg dönemi ürünlerinin /
A.B.) alışılmadık bir tipi... Onda bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu
var...» Dostoyevski'nin bu değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı,
Raskolnikov'un (Dostoyevski'nin ünlü kahramanının) hazırlayıcısı, bir ön örneği
olarak da görebiliriz... Hermann tipinin Gonçarov'un «Oblomov» undaki Ştolts tipiyle
yakınlığı da, Puşkin'in «Maça~ Kızı»nda «Rusya'nın yeni, kapitalist döneme
girişini» incelikle yansıttığı konusundaki yargılara bir kanıt sayılabilir.
«Mısır Geceleri» yine yüksek sosyete çevrelerine yönelik acı bir alaydır.
( Şiirlerinden Seçmelere Önsöz,
“İnsanüstü Bir Anıt Diktim Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28)
Modern bir anlatım ve kurgu özellikleri taşıyan öyküsünde
Puşkin, dönemin resmi yazın çevrelerine ve baskıcı yönetime karşı, sanatın
özgürlüğü konusunda düşüncesini ustaca yansıtmaktadır : «Çünkü yasak tanımaz
rüzgâr, Zincir vurulmaz kartala, genç kız kalbine. Şair de öyledir işte İçinden
geldiği gibi yaşar... » «Mısır Geceleri» nde, Puşkin, romantik esinlenme
anlayışına karşı, sanatı bir ustalık, bir beceri olarak gören kendi gerçekçi
anlayışını da yine ustaca ortaya koymaktadır... «Roslavlev», Napolyon'un Rusya
seferi sırasındaki Rus yüksek sosyetesini incelikle eleştiren bir küçük
anlatıdır. Yine de, bu birkaç sayfalık anlatının, «Savaş ve Barış»ta Lev
Tolstoy'u etkilemiş olduğu söylenebilir... Anlatının kahramanı genç kız,
Puşkin'in pek çok yapıtının kahramanları gibi, o dönem ve daha sonraki
gerçekçi, ulusal Rus yazınının ilk örnek tiplerinden biridir.
Yurt dışına yolculuk, Puşkin'in büyük bir özlemiydi. Yazık
ki bu özlem gerçekleşemedi. Baskıcı çarlık yönetimi yurt dışına çıkış izni
vermedi ona. 1829 yılında, Osmanlı - Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla
birlikte yola çıkışı, bu yurt dışı yolculuğu özlemiyle ilgilidir. Bu yolculuğun
izlenimlerini yansıtan (1836' da yayınlanan) «Erzurum Yolculuğu»nda belirttiği
gibi, ayak bastığı yabancı topraklar Rus ordusunca ele geçirilmiş yerler olduğu
için, yine de yabancı bir ülkeye ayak basmış olmuyordu...
«Erzurum Yolculuğu» Puşkin’in çok, yönlü zekâsının,
kültürünün ışıltılarıyla parlayan bir yapıtıdır. Kafkas doğası
betimlemelerinin, yıllar sonra, bir başka büyük yazarı, Maksim Gorki'yi
etkilemiş olduğu rahatça söylenebilir. Savaş alanı betimlerinin ise,
«Sivastopal»da ve hatta «Savaş ve Barış»ta Lev Tolstoy'u derinliğine etkilemiş
olduğu açıklıkla görülebilmektedir. Savaş alanı betimlemerinde, dönemin siyasal
koşullarının çok ötesinde, insancıl bir yaklaşımı var Puşkin'in: «Yolda
yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında
bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini
yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun
yarası vardı...» Bu tümceler, bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin ve
elle tutulurcasına gözlerimizin önünde canlandırmaktadır bir savaş alanı
görüntüsünü. ( Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem
yayınevi,İstanbul, 1990.)
Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan «Yüzbaşının Kızı» nı
da 1836 yılında tamamlayıp yayınladı. Gogol bu romanla ilgili olarak şöyle
demektedir: «Yüzbaşının Kızı ile karşılaştırılınca bütün romanlarımız ve büyük
hikâyelerimiz yavan kalıyor. Saflık, yumuşaklık öyle bir yüksekliğe ulaşıyor ki
bu yapıtta, gerçek bile yapmacık ve karikatürize edilmiş gibi görünüyor. Ortaya
gerçekten de ilk olarak Rus karakterleri çıkıyor. Kalenin basit komutanı,
karısı, bayraktar, biricik topuyla kalenin kendisi, zamanın karışıklığı,
sıradan insanların o alçak gönüllü büyüklüğü. Bütün bunlar yalnızca gerçek
değil, onu da aşan bir şey. » «Yüzbaşının Kızı» yazılmasaydı, Tolstoy'un «Savaş
ve Barış»ının da yazılmamış olacağı görüşü ileri sürülmektedir. Gerçekten de,
savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde anlatılması, roman
kahramanlarının gerçek yaşamından kopuk, savaştan başka bir şey düşünmeyen
yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve aile
yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman arasında bir
yakınlık vardır. Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur
yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi
yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin komploya benzer
bir düello sonucu öldürüldüğünde henüz 38 yaşındaydı.
KAYNAKÇA
1- Cumhuriyet kitap dergisi, 1999
2-“Milliyet sanat”, 22.20.1979
3-Milliyet sanat, 22.20.1979
4-Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim
Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996
5- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim
Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s,18
6- Şiirlerinden Seçmelere Önsöz, “İnsanüstü Bir Anıt Diktim
Kendime”, Adam Yayınevi, İstanbul, 1996 s, 28
7-Tüm öykü ve romanların yeni basımına önsöz. Cem yayınevi,
İstanbul, 1990.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder