Ataol
Behramoğlu
Rus ve dünya yazınına, aralarında "Ruslan ve
Ludmila", "Çingeneler", "Bahçesaray Çeşmesi",
"Kafkas Tutsağı", "Yevgeni Onegin" gibi anlatı-şiirlerin de
bulunduğu ölümsüz bir şiir mirası bırakan Aleksandr Puşkin'in, "Byelkin'in
Öyküleri", "Dubrovski", "Yüzbaşının Kızı" vb. öykü ve
romanları da şiir türündeki yapıtlarından daha az ünlü değildir. Hatta, şiir
çevirisinin özel güçlükleri nedeniyle, kendi ülkesi dışında, şiirlerinden çok
öykü ve romanlarıyla tanındığı söylenebilir.
1799'da zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak
Moskova'da doğdu. Zamanın soylu aile çocuklarının tümü gibi, ilk öğrenimini
Fransızca gördü. Yine çocukluk yıllarında Yunan-Latin klasiklerini, Voltaire,
Rousseau gibi özgürlükçü, aydınlanmacı Fransız yazarlarım okuma olanağı buldu.
Bir Rus köylü kadını olan dadısından da, Rusçayı, Rus halk masallarım öğrendi.
Puşkin öncesi Rus yazınının ana yönelişleri, romantizm ve
klasisizm akımlarıydı. Bunlar da daha çok Batı yazınlarının etkisi altında
doğmuşlar, ulusal temele yeterince oturmamışlardı. Puşkin, Batı kültürü ve
özgürlükçü düşünceyle Rus halk duyarlılığını kaynaştırdığı yapıtlarında, Rus
yazın dilini gerek sözcük dağarı gerek tümce yapısı ve anlatım özellikleri
bakımından arındırmış, zenginleştirmiş, bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı
kazandırmış, ilk kez Rus toplumunun halksal özelliklerini yansıtan tipler
yaratmakla Rus yazınında ulusal ve gerçekçi çığırın (Gogol'le birlikte)
öncülerinden olmuştur.
Puşkin'in anlatı türündeki ilk yapıtı, 1827 yılında yazmaya
başladığı "Büyük Petro'nun Arabı"dır. Bu özyaşamsal-tarihsel roman
denemesi tamamlanmamış olmasına karşın, sağlam kuruluşu, yalın anlatımı,
kişilerin gerçekçi betirnlenişleriyle göze çarpar. Puşkin öncesi Rus yazınında
anlatı dili şiir dilinden henüz tam olarak ayrılmamıştı. "Büyük Petro'nun
Arabı" bu ayrımın oluşmasında önemli bir adım sayılır.
1830 yılının ürünü olan "Byelkin'in Öyküleri'',
süssüz, yalın bir üslupla yazılmış, gerçekçi, özlü sanat ürünleridir. Bu
öykülerde Puşkin, halk insanlarını büyük bir yalınlık, gerçekçilik ve ustalıkla
çizmiştir. "Menzil Bekçisi" öyküsünde bekçi ve kızı,
"Tabutçu" da tabut yapımcısı ve kızları, "Köylü Genç
Bayan"da hizmetçi kızlar, uşaklar, sevecen bir alaycılık ve duyguyla
çizilen bütün bu tipler, gerçekçi Rus yazınına örnek oluşturmuşlar;
Dostoyevski, Nekrasov, Tolstoy, Çehov vb. daha sonraki dönemlerin birçok büyük
yazarı için tükenmez esin kaynakları olmuşlardır. Bütün bu öyküler ince bir
alay, zeka, yalın ve şen bir insan sevgisiyle örülüdür. Yine 1830 yılı ürünü
olan "Goryuhino Köyü Tarihi'', toplumcu gülmecenin, parodinin gerçekçi
yazında güçlü bir örneğidir.
1832-1833 yıllarının ürünü olan "Dubrovski" adlı
romanı, yukarıda adı edilen yapıtlarının ortak özelliklerini taşır. Yalın,
akıcı anlatımıyla "Byelkin Hikayeleri"ne yakındır. Bu anlamda,
"Büyük Petro'nun Arabı"na göre Puşkin'in romancılığında ileriye doğru
önemli bir adımdır. Kurgusu da çok daha işlek ve sağlamdır. Haydut olmak
zorunda kalan soylu kişi, romantik edebiyatın bilinen bir kahramanıdır.
Puşkin "Dubrovski"de, bu romantik kahramanı ve
çevresinde gelişen olayları, yine romantik renkler taşımakla birlikte, halksal,
ulusal, gerçekçi bir temele oturtmayı başarmıştır. Romanda dönemin Rus
derebeylik düzeni ve ona uşaklık eden bürokrasiyle acımasızca alay edilmekte;
Kirila Petroviç tipinin çevresinde Rus derebeylik düzeni, günlük yaşam
özellikleriyle, sevecenlikten de yoksun olmayan ince bir alaycılıkla
sergilenmektedir. Bu bakımdan "Dubrovski", Gogol 'ün bazı ilk dönem
yapıtlarıyla da ortak özellikler taşır. Puşkin'in Rus halk tiplerine, onların
yaşamlarına, konuşmalarına, göreneklerine duyduğu (bu kez alaycılıktan yoksun
olmayan) ilgi ve sevgi "Byelkin'in Öyküleri"nde ve daha sonraki
"Yüzbaşının Kızı"nda olduğu gibi "Dubrovski"de de büyük
yazarın başlıca özelliklerindendir. Yine "Dubrovski"de, romantik aşk
öyküsü çevresinde, Puşkin'i çok ilgilendirmiş olan "halk ayaklanması"
konusu ilk kez işlenmektedir. Sonradan, 17. yüzyıl Rus köylü ayaklanması ve
ayaklanmanın ünlü önderi Pugaçev konusunda "Pugaçev Ayaklanması
Tarihi" adlı bir inceleme de yazacak olan Puşkin, "Boris
Godunov" adlı tragedyasında ve "Yüzbaşının Kızı" romanında da bu
konuyu işlemektedir. "Dubrovski"yi, konunun romantik örgüsüne karşın;
acımasız, baskıcı bir yönetime karşı halk ayaklanmasını anlatışıyla, yazıldığı
dönem bakımından oldukça gözü pek bir yapıt saymak gerekir.
Yine aynı dönemin ürünlerinden "Maça Kızı"nda
hedef bu kez Petersburg sosyetesidir. "Maça Kızı "nı bir fantezi,
trajikomik bir öykü olarak görmek olası. Fakat öykünün kahramanı Hermann
konusunda Dostoyevski'nin değerlendirmesi bu anlatıyı biraz daha derinliğine
irdelemede ışık tutucu olabilir. Şöyle niteliyor Dostoyevski "Maça
Kızı"nın kahramanını: " ... muazzam bir kişilik, Petersburg döneminin
[Puşkin'in Petersburg dönemi ürünlerinin/ A. B.] alışılmadık bir tipi... Onda
bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu var... " Dostoyevski'nin bu
değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı, Raskolnikov'un (Dostoyevski'nin
ünlü kahramanının) hazırlayıcısı, bir ön örneği olarak da görebiliriz...
Hermann tipinin Gonçarov'un "Oblomov"undaki Ştolts tipiyle yakınlığı
da, Puşkin'in "Maça Kızı"nda "Rusya'nın yeni, kapitalist döneme
girişini" incelikle yansıttığı konusundaki değerlendirmelere bir kanıt
sayılabilir.
"Mısır Geceleri" yine yüksek sosyete çevrelerine
yönelik acı bir alaydır. Modern bir anlatım ve kurgu özellikleri taşıyan
öyküsünde Puşkin, dönemin resmi yazın çevrelerine ve baskıcı yönetimine karşı
sanatın özgürlüğü konusunda düşüncesini ustaca yansıtmaktadır:
"Çünkü
yasak tanımaz rüzgar,
Zincir
vurulmaz kartala, genç kız kalbine.
Şair
de öyledir işte
İçinden
geldiği gibi yaşar... "
"Mısır Geceleri"nde Puşkin romantik esinlenme
anlayışına karşı sanatı bir ustalık, bir beceri olarak gören kendi gerçekçi
anlayışını da yine ustaca ortaya koymaktadır. ..
"Roslavlev", Napolyon'un Rusya seferi sırasındaki
Rus yüksek sosyetesini incelikle eleştiren bir küçük anlatıdır. Yine de, bu
birkaç sayfalık anlatının "Savaş ve Barış"ta Lev Tolstoy'u etkilemiş
olduğu söylenebilir... Anlatının kahramanı genç kız, Puşkin'in pek çok
yapıtının kahramanları gibi, o dönemin ve daha sonraki gerçekçi, ulusal Rus
yazınının ilk örnek tiplerinden biridir.
Yurtdışına yolculuk Puşkin'in büyük bir özlemiydi. Yazık ki
bu özlem gerçekleşemedi. Baskıcı çarlık yönetimi yurtdışına çıkış izni vermedi
ona. 1829 yılında, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte yola
çıkışı, bu yurtdışı yolculuğu özlemiyle ilgilidir. Bu yolculuğun izlenimlerini
yansıtan (1836'da yayınlanan) "Erzurum Yolculuğu"nda belirttiği gibi,
ayak bastığı yabancı topraklar Rus ordusunca ele geçirilmiş yerler olduğu için
yine de yabancı bir ülkeye ayak basmış olmuyordu...
"Erzurum Yolculuğu" Puşkin'in çok yönlü
zekasının, kültürünün ışıltılarıyla parlayan bir yapıttır. Kafkas doğası
betimlerinin, yıllar sonra bir başka büyük yazarı, Maksim Gorki'yi etkilemiş
olduğu rahatça söylenebilir. Savaş alanı betimlerinin ise, "Sivastopol"da
ve hatta "Savaş ve Barış"ta Lev Tolstoy'u derinliğine etkilemiş
olduğu açıklıkla görülebilmektedir. Savaş alanı betimlerinde dönemin siyasal
koşullarının çok ötesinde insancıl bir yaklaşım sergiliyor Puşkin: "Yolda
yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdum.18 yaşlarında
bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini
yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde, yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun
yarası vardı... " Bu tümceler, bütün tarih kitaplarından çok daha belirgin
ve elle tutulurcasına gözlerimizin önünde canlandırmaktadır bir savaş alanı
görüntüsünü...
Puşkin anlatı alanında başyapıtı olan "Yüzbaşının Kızı
"nı da 1836 yılında tamamlayıp yayınladı.
"Yüzbaşının Kızı" yazılmasaydı, Tolstoy'un
"Savaş ve Barışı "nın da yazılmamış olacağı görüşü ileri
sürülmektedir. Savaşın abartılmadan, bütün yalınlığı ve karmaşıklığı içinde
anlatılması, roman kahramanlarının gerçek yaşamdan kopuk, savaştan başka bir
şey düşünmeyen yapay kişiler olarak değil de, kendilerine özgü yaşamları ve
aile yaşantılarıyla birlikte verilmiş olmaları bakımından, bu iki roman
arasında gerçekten de yakınlıklar vardır.
Bağımsız, özgürlükçü kişiliği ve dönemin ilerici okur
yığınları arasında geniş yaygınlık kazanan yapıtları nedeniyle monarşi
yönetiminin sürekli baskıları altında yaşayan Aleksandr Puşkin, 1837 yılında
komploya çok benzeyen bir düello sonucunda yaşamını yitirdiğinde henüz 38
yaşındaydı. Fakat yapıtlarıyla çoktan ölümsüzlüğe ulaşmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder