M. Hakkı Yazıcı
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/nasrettin-hoca-sanal-alemin-de-bilgesi/
Serkan’ın dizüstü bilgisayarı
çökmüştü. Kıvranıp duruyordu.
İrina ile Yuliya’ya
eğlence çıkmıştı; kapı aralığında kıkırdaşıp, konuşuyorlardı.
“Yine gizliden bir
takım uygunsuz web sitelerine girmiş, virüse yakalanmıştır mutlaka,” diyorlar.
Rossiyskaya Gazeta'nın
haberine göre Moskova'da her 100 kişiden 57'si bilgisayar oyunu oynuyormuş.
Kadınlar daha çok bulmaca tipi oyunlara ilgi gösterirken, erkekler strateji ve
simülasyon oyunlarını tercih ediyormuş. 14-17 yaş grubunun favorisi ise macera
oyunlarıymış.
Belki de Serkan’cığın
bir kabahati yoktu. Bilgisayardaki teknik bir konudan kaynaklanmıştı sorun, ama
şaibe altında kalmıştı işte.
Yüzü kızarmış bir
köşeye sinmiş oturuyordu.
Bana bakıp, “Abi yemin
ederim ki” diye başlayıp kendisinden kaynaklanan bir arızanın olmadığını
anlatmaya çalışıyordu.
İgor, onun bu halini
gösterip göz kırpıyordu.
Neyse ki bu tür
konularda bize destek veren Levent ortağı Loşa ile birlikte gelip, imdadımıza
yetişti.
Yuliya’dan “wi-fi”
şifresini aldıktan sonra işe koyuldu.
Geçenlerde yine bir
Türk firmasına gitmişler. Şirketteki görevliye "Kablosuz şifresini söyler
misin?" diye sormuş. Görevli, "Söylemem" diye cevap verince
şaşırmış; ama şifre oymuş meğerse!
***
Levent ve Loşa, biraz
baktıktan sonra bilgisayarın işlemcisinde bir sorun olduğunu söylediler, yeni
bir işlemci gerekiyormuş falan. Pek fazla anladığım şeyler değil.
Biz konuşurken İgor,
aramızdaki Türkçe konuşmalardan bir şeyler anlamaya çalışıyordu, ama pek bir
şey anlamıyordu ki Rusça soruyordu.
Bilgisayar terimlerinin
Türkçe karşılıkları konusu İgor’un dikkatini çekmişti.
Konuşurken terimlerin
pek çoğunun İngilizcelerini değil Türkçelerini kullanmak konusunda
alışkanlığımız oluşmuştu. Bu, bizim kültürümüze yerleşmişti.
Ne güzel.
Örneğin Ruslar,
“kompüter” derken, biz “bilgisayar” diyoruz. “İşlemci” diyoruz, “veri tabanı”
diyoruz.
Söz konusu teknolojinin
İngilizce konuşan ülkeler tarafından geliştirilmesi, dünya dillerinin hemen
hepsinin bilgisayar terimleri hususunda İngilizcenin etkisi altında kalmasına
sebep olmuştu.
Bizde ise bilgisayar
terimlerinin Türkçeleştirilmesi için pek çok araştırmacı gayret göstermiş,
terimlerin Türkçe karşılıkları günlük dile yerleşmişti. Bu konuda Türk
elektronik, bilgisayar ve yazılım mühendisi ve dil bilimci, Türkiye
Bilişim Derneğinin onursal başkanı, Bilişim AŞ'nin kurucusu Prof. Dr.
Aydın Köksal ve arkadaşlarını özellikle anmak gerekiyor. Zira bilgisayar, bilgi
işlem, bellek, veri tabanı donanım, yazılım, sürüm, bilişim gibi pek çok Türkçe
kökenli bilişim terimi onların çalışmaları sonucunda dilimize kazandırılmıştı.
***
Levent, Serkan’ın bilgisayarındaki
sorunu halletmeye çalışıyorken Serkan sabırsız, ikide bir “N’oldu, ne zaman
bitecek?” diye çocuğun başına çökmüş, onu bunaltıyordu.
Sonunda Levent’in sabrı
taştı, “En iyisi biz bu bilgisayarı alıp gidelim, bizim orada bakımını yapalım.
Bir iki saatte yapılacak bir iş değil,” dedi.
Serkan’ın mutsuz,
beceremedin mi diye soran bakışlarını görünce araya bir fıkra sıkıştırdı:
“Bir gün bilgisayarına
virüs giren bir komşusu Nasrettin Hocanın kapısını çalar:
‘Aman Hocam, sen her
derde çare bulursun, beni bu virüsten kurtar,’ der.
Hoca bilgisayarın
başına geçer, orasını tıklar, burasına tıklar, ama nafile bir türlü virüsü
bulup temizleyemez.
Pes edip, ‘Komşu, kusura bakma bir türlü beceremedim,’ der.
Hocadan ümidi kesen
komşusu, ‘Ayıp Hocam, ayıp, başına koskoca sarığı geçirmişsin, ama bir virüsü
bulamadın,’ deyince Hoca, kızıp başından sarığı çıkarıp komşusunun başına
geçirmiş, ‘Keramet sarıktaysa buyur sen bul!’ der.
Güzel cevap değil mi?
Bu benim çok iyi
bildiğim eski bir Nasrettin Hoca fıkrasını çağrıştırıyor.
Levent’e soruyorum
onaylıyor.
Meğer bunun gibi pek
çok fıkra sanal aleme uyarlanmış.
Serkan, Levent’i
bunaltmaya hala devam ediyor.
“Yanınızda fazla bir
bilgisayarınız varsa benimki düzelene kadar kullanmam için bırakın bari,” dedi.
Levent, “Ne yazık ki
yok,” diye cevap verdi, ama olsa da vermezdi gibi bir havası vardı.
***
Levent’in gönülsüz
olmasının sebebini başına gelen Nasrettin Hoca’nın “Kazan doğurdu” fıkrasına
benzer olayı anlattığında öğrendik.
Bir arkadaşı bilgisayarını
ödünç istemiş.
“Hiç düşünmeden verdim,”
diye başladı. “Arkadaşım ne de olsa, nasıl vermeyeyim?”
İki gün sonra arkadaşı
bilgisayarı geri getirmiş, yanında bir mikrofon ve kulaklık varmış. Ne olduğunu
sorduğunda arkadaşından “senin bilgisayar doğurdu” cevabını almış.
Gülmüş. Şaka, ama ince
armağan diye düşünmüş. Teşekkür etmiş.
Bir hafta sonra aynı
arkadaşı kapısını çalıp bilgisayarını yine ödünç istemiş, üç gün sonra
bilgisayarı geri getirdiğinde bu defa yanında bir ‘mouse pad’ varmış.
“Benim bilgisayar yine
mi doğurdu?” diye sormuş, gülüşmüşler.
Aradan biraz zaman
geçmiş, arkadaşı bir akşam yine gelince hiç tereddüt etmeden bilgisayarını
vermiş.
Geri geldiğinde yanında
bu kez “web kamerası” varmış.
Bu ilişki hoşuna
bitmeye başlamış.
Tabii yani, kaz gelecek
yerden hiç tavuk esirgenir mi?
Zaten kullanmadığı eski
bir bilgisayarı olduğu için arkadaşı bir daha isteyince yine sevinerek vermiş.
Ancak aradan neredeyse
bir ay geçmiş bilgisayar ortada yok. Arkadaşı geri getirmemiş.
Meraklanmış. Bu defa o,
arkadaşının kapısına dayanıp sormuş.
Arkadaşı, “Senin
bilgisayar öldü,” demiş.
“Yahu, hiç bilgisayar
ölür mü?” diye çıkışınca “Be birader, doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye
inanmıyorsun?” cevabını almış.
Hikaye güzel, fıkrayı
bildiğimiz halde güldük.
“Sonra ne dedin, peki?”
diye soruyor Serkan.
"Ne diyeyim, Windows’un
çöksün, ICQ’un kopsun da ele güne muhtaç ol inşallah, ‘Chat’in ortasında
klavyen bozulsun, diye beddua ettim."
Neyse ki arkadaşı bu
şakayı tadında bırakıp bilgisayarını geri vermiş.
***
Levent iyice havaya girmişti,
yaşadığı bir başka olayı anlatmaya başladı:
Meğer Levent ve Loşa,
bize gelmeden önce alacaklı oldukları bir müşterilerine uğrayıp ne zaman borcu
kapatacaklarını sormuşlar. Müşterinin cevabı aynı Nasrettin Hoca fıkrasındaki
gibiymiş.
Müşterisi bir sürü hikaye
anlatmış. Bin türlü mazeret...
Bildiğimiz “Abi,
vallahi param yok, canımı mı alacaksın? En kısa zamanda ödeyeceğim” numaraları…
Kısmetimiz Nasrettin
Hoca fıkralarından açılmıştı.
Fıkrada Nasrettin Hocanın
bir ahbabından borç aldığından bahis vardı.
Hoca, gerçekten elde
olmayan nedenlerle zor duruma düşmüştü.
Alacaklısı daha vadesi
gelmeden Hoca’nın kapısını aşındırmaya başlamış.
Elde avuçta olsa hemen
ödeyecek, ama yoksulluğun iki gözü de kör olsun.
Bir böyle, iki şöyle
derken yine bir gün alacaklı borcunu istediğinde adamın ısrarından bunalan
Hoca, “Şu anda param yok, ama çok yakında ödeyeceğim,” demiş
Adam pek inanmamış. Alacaklının
böylesi düşman başına. Israrla:
“Söyle Hoca, ne zaman
vereceksin, kimden bulup vereceksin!” diye sormuş.
Hoca mazlum mazlum
bakarak:
“Evin önüne çalı ektim!”
diye cevap vermiş.”
“Niye?”
“Koyun sürüleri
geçerken yünleri çalıya takılacak.”
“Sonra?”
“Bizim hatun bu yünleri
toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp
satacağım.”
“Eee?”
“Ne eee’si be adam,
sordun ya, senin paranı o zaman öyle ödeyeceğim.”
Alacaklı kendini
tutamamış gülmeye başlamış.
Adam kasıklarını tuta
tuta gülünce Hoca:
“Gidinin hâlden bilmezi,”
demiş, “Peşin parayı gördün ya, gül bakalım!”
***
Levent, buna benzer bir
olayla karşılaşınca siniri tepesine çıkmıştı, ama gülmeden de edememişti.
Dışarı çıkmışlar
Metroya doğru giderken Nasrettin Hoca heykelinin önünden geçmişler, iyice
gülmeleri tutmuştu.
Biliyorsunuzdur belki, Nasrettin
Hoca'nın Moskova’da Maladejnaya Metrosu'nun hemen yanında, Yartsevskaya
Sokak, 25A adresinde bulunan binanın önünde bir heykeli var. Elinde bir kitap ve
her zaman yoldaşı olan bir eşekle birlikte Hoca’nın bu bronzdan anıtını
heykeltıraş Andrey Orlov yapmış.
Nasrettin Hoca sadece
akıllarda, kitaplarda, filmlerde kalmamış, onun adına anıtlar da dikilmiştir.
Moskova’daki heykel 1
nisan 2006’da açılmış.
1 Nisan’ın
Dünya Mizah Günü olarak Rusya’da da kutlandığını hatırladığımızda Nasrettin
Hoca anıtının açılış tarihinin bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz.
Ancak bu heykeldeki bizim
bildiğimiz Nasrettin Hoca değil.
Nasrettin Hoca, sadece
Türkiye'de değil, Türk kültür ekolojisinin hemen her yerinde yaşamış birden çok
bilge kişiyi ve ortak şahsiyeti temsil eden bir fıkra kahramanı.
Nasrettin Hoca
tiplemesi, Anadolu’da, Orta ve Yakın Asya’da ve hatta Balkanlarda halk
bilgeliğinin ortak simgesi.
Bizim Nasrettin Hocamızın
1208 yılında Sivrihisar’da doğmuş, 1285’te Akşehir’de öldüğü söylenir.
Ansiklopedilerdeki bilgiler böyle. Günümüz yaşamı için de ders çıkarılabilecek
pek çok fıkranın başkahramanı olan "gülerken düşündüren Hoca", pek
çok araştırmacı tarafından Türk mizah geleneğinin en önemli fıkra tipi olarak
gösterilmektedir.
Türkiye ile Rusya’nın,
daha doğrusu Avrasya’nın, eski Sovyet coğrafyasının en güçlü ortak paydalarından
birinin de Nasrettin Hoca olduğunu bilen bilir.
Özdemir İnce, “Kırk yıl önce Paris’te,
Globe Kitabevi’nden satın aldığım, Çin Halk Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı
tarafından yayınlanan Fransızca bir dergide, Nasreddin Hoca’nın Sinkiang’lı
(Doğu Türkistanlı Uygur) bir halk kahramanı olduğunu yazıyordu. ...Özetle şunu
söyleyeceğim: Nasreddin Hoca tipine bütün Türk ve Türkik toplumlarında
rastlanıyor. Fıkralar doğu-batı arasında hangi yöne doğru yolculuk etti, bunu
tarihçiler bilir,” diye yazmış.
***
Levent, parasını hala
alamamış olmasının etkisinden kurtulamamıştı.
Serkan’ın da biraz
sakinleştiğini görünce birer çay doldurup peşi peşine Hoca anlatılan
fıkralarıyla dolu muhabbetimize devam ettik.
Kızlar, hala Serkan’ın
durumunu hatırlayıp gülüşmeye devam ediyorlardı.
Levent, Serkan’ı
savunmak için yine bir fıkra sıkıştırdı araya:
“Nasrettin Hoca'nın
bilgisayarına ‘lamer’ girmiş. Arkadaşları konuşmaya, öğüt vermeye başlamışlar. ‘Hocam ‘firewall’
koysaydın,.. Hocam ‘update’lerini yapsaydın, Hocam antivirüs kursaydın, falan, filan.
Nasrettin Hoca sinirlenmiş: Yahu bana
öğüt veriyorsunuz, beni eleştiriyorsunuz da bu ‘lamer'ın hiç mi suçu yok?” demiş.
***
Levent’in anlattığı sanal kültür
ortamına uyarlanan, güncellenen fıkraların pek çoğunu Ferhat Aslan bir
makalesinde derlemiş meğer.
Bunlar, sözlü ve yazılı kültürde yüz
yıllardır varlığını devam ettiren, canlılığını koruyan o güzel Nasrettin Hoca
fıkralarının modern Türkiye’de, sanal kültür ortamında ne gibi değişikliklere
uğradığını anlamak açısından ilginç.
Hasılı Nasrettin Hoca’nın o ezbere
bildiğimiz fıkraları, teknolojik gelişme ve bilgisayarların günlük yaşamın
çeşitli alanlarında çok etkin olmasından dolayı, gençler arasındaki yaygın
ifadesiyle "update” edilmiş, yani "güncelleme" olmuş.
Yüz yıllar öncesindeki
yaşanmışlıkların sözlü kültür ortamında üretilen ve ancak daha sonraki
devirlerde yazıya geçirilebilmiş olan Nasrettin Hoca fıkraları, bilgisayar
terimlerini iyi bilen, internet ortamında sosyalleşen genç insanların
katkılarıyla sanki bir zaman makinesinin içinde günümüze aktarılmışlardı.
Levent, arkası arkasına anlatıyor.
Güzel uyarlamalar.
Bunlardan aklımda kalanların
bazılarını merak edenler okusun diye aşağıda aktarıyorum.
Fıkraların zaten ezbere bilinen
hallerini vaktinizi almamak için tekrardan yazmıyorum. Bilenler de Hoca’nın
dediği gibi bilmeyenlere anlatsın.
Başlamadan önce bir özür: Yukarıda
bahsettiğim terimlerdeki Türkçe hassasiyeti maalesef bazı fıkralarda yok.
Umarım bunların da dilimizdeki uygun karşılıkları bulunur ve yaygınlaşır.
***
Yolda karşılaştığı adamın biri Nasrettin
Hoca’ya sormuş:
“Hocam bir mizah sitesi ‘hack’lenmiş duydun mu?”
“Bana ne!” diye cevap vermiş.
“İyi ama Hocam, senin site ‘hack’lenmiş.”
“İyi de, o zaman sana
ne!”
***
Hocanın yüzsüz komşularından biri
kapısına dayanıp ‘5+1 home cinema’ ses sistemini istemiş.
Kendisinden sık sık bir şeyler isteyen
bu komşusundan bıkmış olan Hoca, savuşturmak için “Benim ‘home cinema’
arızalı,” der.
Ancak o sırada içeride pc’yi
karıştıran Hocanın karısı farkında olmadan ‘winamp’ı çalıştırınca dışarıya
gümbür gümbür bir müzik sesi gelir.
Bunu duyan yüzsüz komşu, “Hocam bari
yaşından utan. Yalan söylemeye
utanmıyor musun, bak içerden müzik sesi geliyor,” diye sitem etmiş.
Hoca kızmış, “Ne yani,
sen bana değil de, bir makine parçasına mı inanıyorsun?” diye çıkışmış.
***
Hoca bir foruma
"Timurleng2" nik’iyle üye olmuş, her gün saatlerce online olup
bildiği, bulduğu ne varsa paylaşıyormuş, ama ne bir teşekkür eden var, ne “rep”
veren, ne de sen kimsin diyen...
Buna çok içerleyen Hoca
bir başka e-posta adresi kullanıp, aynı foruma "Cilveli Naciye" “nik”iyle
üye olup giriş yapmış ki bir de ne görsün, tüm forum yönetimi ve bilcümle
üyeden “hoş geldin” mesajları yağmaya başlamış. Uygunsuz yerlere açtığı konular
için bile “admin” ve “mod”lardan “rep”ler gelmiş.
Hoca kendi kendine kıs
kıs gülüp, “Yaa Hoca demiş, sanal âlemde itibar bilgi ve paylaşıma değil, ‘nick’inin
cinsinedir,” demiş.
***
Bill Gates, Nasrettin
Hoca’nın köyüne bakmaları için bir sürü “Windows server” vermiş. Bu “server”ler
yazılım lisansları, “update”ler ve danışmanlık ücretleri nedeniyle köylülerin
altından kalkamadığı bir meblağa ulaşmış.
Canlarına tak diyen köylüler
Nasrettin Hoca’ya giderek, “Hocam sen bizim büyüğümüzsün, gel bize öncülük et,
birlikte şu Bill Gates’e gidelim bu “server”leri alsın ucuz “server”ler alıp Linux
kuralım, “cluster” yapalım,” demişler.
Hoca da, “Tabi olur
zaten ben de özgür yazılımın en büyük savunucusuyum,” demiş.
Önde Nasrettin Hoca,
arkada köylüler yola düşmüşler.
Billl Gates’in
hışmından korkan bazı köylüler yolda giderken Nasrettin Hoca’nın arkasından
kaçıp, eksilmişler.
Huzura çıktığında Hoca
arkasına dönüp, baktığında hiç kimsenin kalmadığını fark etmiş ve çok kızmış.
Köylülere unutamayacakları
bir ders vermek şart olmuş.
Bill Gates’in karşısında
tek başına kalan Nasrettin Hoca, “Ey Yüce, Haşmetlü Bill Gates! Bizim köylüler
“server”lerden çok mutlu oldular. Senin bu Windows 2003’ler bizi kesmedi, sen
bize Windows 2008 ver.”
***
Hocaya sormuşlar.
“Hocam dünyanın merkezi
neresi?”
Hoca, “Google’a girip
‘dünyanın merkezi’ diye aratın,” demiş.
***
İgor, bana soruyor, yazdığın yazılar kaç “like” alıyor, kaç
kez tıklanıp okunuyor diye.
“Bir kaç yüz,” diyorum.
Adamın biri de Hocaya
“Hocam siten kaç tekil hit alıyor?” diye sormuş.
Hoca da “Aylık 10.000,”
demiş.
Aradan birkaç yıl
geçmiş, aynı adam tekrar sormuş:
“Hocam siten kaç tekil
hit alıyor?”
O, yine “10.000” demiş.
“İyi de Hocam bunca
yıldır hiç değişmedi mi?”
Hoca, “Erkek adamın
ağzından laf bir kere çıkar,” diye cevap vermiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder