Moskova

Moskova

18 Aralık 2024 Çarşamba

Alayın kızı Ayşe

 


Alayın kızı Ayşe

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak:  https://medyagunlugu.com/alayin-kizi-ayse/


Merak etmiş Donizetti Paşa’nın Mahmudiye Marşı’nı dinliyordum.

Star Wars’un İmparatorluk Marşı’ndan bin kat daha iyi bir marş, inanın.

Kapı çaldı.

Üst kat komşum Vladimir İvanoviç.

“Seni yine memleket hasreti basmışken yakaladım,” diyor gülerek.

Boynumu büküyorum.

“Çok mu özledin?” diye sordu.

Dışarıda kar yağıyordu. Yine neredeyse adam boyunu bulmuştu yol kenarlarına kümelenen karın yüksekliği.

“Özlenmez mi?”

Marşın bestecisi Giuseppe Donizetti, Osmanlı Sarayı’nın İtalyan maestrosu sonradan Donizetti Paşası oluyor ve 1856 yılındaki vefatına kadar da İstanbul’da yaşıyor.

Donizetti Paşa, 2. Mahmut’un daveti ile 1828 yılında İstanbul’a gelişinin 4. Ayında Mahmudiye Marşı’nı bestelemişti.

Reformlarıyla ülkesine çağ atlatan, Rusların en sevilen çarlarından Büyük Petro (Pyotr Velikiy) dedikleri 1. Petro’yu Osmanlı tarihindeki en çok hangi padişaha benzetirsiniz diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden 2. Mahmut diyor bazı tarihçiler.

O da yaptığı reformlarla tanınan bir padişah.

Onun davet ettiği Donizetti, Türkiye'yi 19. yüzyılda batı müziği ile tanıştıran ve ilk Türk bandosu olan Mûsikâ-i Hümâyûn'un gelişmesinde en büyük katkıyı sağlamış olan kişiydi.

28 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışan ve kendisine "Paşa" unvanı verilen Donizetti, hükümdarın kurduğu modern ordunun bando teşkilatını hayatı boyunca yönetti ve ikinci vatanı olan İstanbul'da öldü.

“İtalyan maestro Osmanlı paşası olarak ölüyor,” diyorum.

“Niyetle kısmet arasındaki fark,” diye cevap veriyor Vladimir İvanoviç.

Bu ifade benim hiç hesapta yokken başlayıp devam eden Rusya’daki hayatımı da anlatıyor aslında.

Bunun benzeri binlerce yaşam örneği vardır mutlaka.

Biz konuşurken Youtube otomatik olarak bir başka Donizetti’nin, Donizetti Paşa’nın küçük kardeşi, tanınmış bir opera bestecisi olan Gaetano Donizetti’nin “La fille du régiment” (Rusça: Doç polka, Türkçe: Alayın Kızı) Operasından bir parçayı çalmaya başladı.

Operanın konusu Alay'ın maskotu veya kızı olan Marie isimli bir genç kızın hikayesi.

Alayın askerleri savaşta Marie'yi çok küçük yaşta bulmuş ve yetim kalan bu kızcağızı yetiştirmişlerdir.

Vladimir İvanoviç, “Ben sana bunun benzeri bir olayı, hem de daha etkileyici olanını; Marie gibi askerler tarafından bulunan Mariya’nın hikayesi anlatacağım,” diyor.

Askerler tarafından bulunan, himaye edilen, büyütülen, yine “Alayın Kızı” diye bilinen, benzer, hüzünlü hikayelere sahip iki farklı insan Marie ve Mariya.

Vladimir İvanoviç, asıl adı Ayşe olan “Alayın kızı Mariya”nın yine “niyetle kısmet arasındaki fark” ifadesine uyan hikayesini anlatıyor.

“Sanırım bizde az biliniyor. Örneğin ben daha önce duymadım,” diyorum.

***

93 Harbi sırasında başlayan “Alayın Kızı Ayşe”nin, sonraki ismiyle Mariya Keksgolmkaya'nın hikayesi gerçekten çok hüzünlü ve etkileyici.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir.

Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit ve Rus çarı 2. Alexander döneminde yapılmış olan önemli savaşlardan biri olan bu Osmanlı – Rus Savaşı'nda Balkanlar ve Anadolu'da Kars, Ardahan ve Bayezid bölgeleri Ruslar tarafından işgal edilmişti.

Savaşın sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşmasıyla Kars, Ardahan, Batum ve Bayezid sancakları Rusya'ya verilmişti.

Savaşın başlıca sebepleri; Osmanlı Devleti'nde yaşanan azınlık isyanları, Rusya'nın Balkanlardaki genişleme siyaseti, Romanya ve Bulgaristan'ın bağımsızlık istekleriydi.

Rusların 10 Aralık 1877’de Plevne’yi ele geçirmesinden sonra 40.000 civarındaki Osmanlı askeri Ruslara esir düşmüş, bu esirlerin yaklaşık 30.000’i ağır kış koşulları altında Rusya’ya götürülmüştü. 

600 yılı aşkın ömür sürmüş, küçük bir beylikten koca bir imparatorluk kurma başarısına ulaşmış olan bir devletin, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma sürecinde önemli etkisi olan, tarihinde yaşanmış en sarsıcı olaylardan biriydi bu savaş.

İlber Ortaylı, 19. yüzyıl için “Bütün Osmanlı camiasının en hareketli, en sancılı, yorucu, uzun bir asrıdır,” diyor.

***

Keksgolmskaya Alayı'nın kızının hikayesi zor bir dönemde başlamıştı.

93 Harbi’nde, doğu cephesinde, Tuna Nehri’nin hemen güney yakasında yer alan yerleşim birimleri olan Pirgovo, Kuruçeşme, Trastenik ve Maçka köyleri civarında meydana gelen Maçka Muharebesi sonrasıydı.

1878 yılı Ocak ayında, soğuk, rüzgarlı kış günlerinde, Rus Ordusu tarafından takip edilen Türkler, Edirne Yolu boyunca geri çekiliyordu.

12.1.1878 (25.1) tarihinde, Rus-Türk Savaşı sırasında küçük bir kız askerler tarafından kurtarılmıştı.

Sonradan “Keksgolm alayının kızı” olarak anılacak ve Mariya Konstantinovna Keksgolmskaya (Doğumu: 1874/1875‒Ölümü 20.8.1920) adını alacak olan bu küçük kız bir Rus askeri tarafından ölmekte olan annesinin yanında tesadüfen bulunmuştu ​​ve ardından Keksgolm Grenadier Alayı tarafından evlat edinilmişti.

***

Ortalık toz dumandı.

Her tarafta korkunç bir kargaşa vardı: Mülteci kalabalıkları kaçışıyordu, devrilmiş arabalar ortalığa saçılmıştı, ayrıca asker kaçakları olan 'başıbozuklar' tarafından soyulan ve öldürülen yerel halkın cesetleri de ortadaydı.

Her yer ölü ve yaralılarla doluydu.

Yaralı, aç, donmuş yaşlı insanlar, kadınlar ve çocuklar.

Ve askerler…

Kucağındaki çocuğuna sarılmış, ölmek üzere olan bir kadın inleyerek, yalvarır bir sesle askerlere seslendi. Kadın ağır yaralanmıştı, bunlar onun son saatleri, belki de dakikalarıydı.

Kadın yolun hemen kenarında, yıkıntıların arasında oturuyordu. Askerlere anlamadıkları bir dille bir şeyler söyledi ve onlara küçük çocuğunu gösterdi.

Hangi dille, ne söylendiği önemli değildi, durum her şeyi anlatıyordu. Kadının “Ben ölüyorum, Allah rızası için kızımı kurtarın!” diye yalvardığı belliydi.

Er Mikhail Saenko, saflarından çıkıp, koşarak kadının yanına gelerek küçük kızı elinden aldı ve paltosuna sardı. 

Keksgolm Alayı askerinin bu dokunuşu zavallı küçük kız için bir şans anıydı. Kim bilir kaç yavru bu şansı yakalayamadan canından olmuştu. 

Askerler, "Tanrı bize bir kız çocuğu bağışladı" dediler ve her biri sırayla onu kollarında taşımaya başladılar.

Savaşın kötü bir şey olduğunu en iyi onu kanıyla, canıyla yaşayan askerler bilir.

Tek bir can bile olsa kurtarmak onları mutlu etmişti.

Küçük kızın adı Ayşe idi.

Alayın askerleri ile birlikte Edirne'den İstanbul’un varoşlarına, Ayastefanos’a, yani Yeşilköy’e kadar uzun bir yol yürüdü.

***

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 31 Ocak 1878'de Edirne Mütarekesi ve barış antlaşmasına esas olacak sulh mazbatası imzalandı. Osmanlı Devleti, sulh mazbatası ile Karadağ'ın, Sırbistan'ın ve Romanya'nın bağımsızlığını tanıdı ve sulh mazbatası esas alınarak 3 Mart 1878'de Ayastefanos Antlaşması imzalandı.

Askerlerin Rusya'ya dönme zamanı geldiğinde, Alayın bir toplantısında Ayşe'yi yanlarına almaya, “Alayın kızı” olarak onu büyütmeye karar verdiler.

Ve öyle yaptılar.

1879'da Ayşe vaftiz edildi ve o zamanın çariçesi Mariya Aleksandrovna'nın onuruna Ortodoks adı Mariya'yı aldı. Vaftiz babası Teğmen Konstantin Konovalov'un onuruna baba adı (otçetsva) Konstantinovna'yı aldı ve soyadı Alayın adından dolayı Keksgolmskaya olarak kayda geçti.

Çar 2. Aleksandr Varşova'dayken bir alay toplantısına katıldığında oturma odasında bulunan küçük bir kızın fotoğrafıyla ilgilenmeye başladı. Çara, Alayın kızı Maşa'nın ilginç hikayesi anlatıldı ve o da Mariya Keksgolmskaya'nın Varşova Asil Bakireler Enstitüsü'ne kaydedilmesi için Çariçeye şahsen mektup yazacağına söz verdi.

Maşa, sonraki yıllarda Panyutin ailesinin himayesinde, manevi kızları olarak büyüdü ve on yaşındayken Noble Maidens Enstitüsü'nde öğrenci oldu.

Alayın kızı Mariya, ona sahip çıkan askerleri hiç mahcup etmedi.

Çalışmalarında gayretliydi. Aldığı notlar her hafta alay toplantısında ilan ediliyordu. Ayrıca Maşa, iyi davranışlarıyla da dikkat çekiyordu.

Arkadaşları onu bazı kötü şakalara ortak etmeye çalıştığında ciddi bir ifadeyle şöyle cevap veriyordu: "Umurumda değil, ama bütün alayın benim hatalarım nedeniyle yüzünün kızarmasını istemem!"

Mariya Keksgolmskaya sadece akıllı ve çalışkan değildi, aynı zamanda siyah, örgülü saçları, pürüzsüz kadife yumuşaklığında cildi ve keskin hatlı, büyüleyici bir güzelliğe sahip yüzüyle herkesin hayranlığını kazanmıştı.

Alay onunla çok gurur duyuyordu.

1890'da Alay, Maşa'yı enstitüden parlak bir öğrenim hayatının sonunda mezun olması nedeniyle kutladı ve ona zarif bir elmas bileklik hediye etti.

Aynı yıl, Çar ailesi - 3. Aleksandr ve Çariçe Mariya Feodorovna, ordunun büyük ölçekli Rivne manevralarının yapıldığı Volyn'e geldi. Mariya Keksgolmskaya Çariçe ile tanıştırıldı ve kendisine çarlık karargâhından geçit törenini izleme onuru verildi.

Yükseköğreniminden sonra Maşa, tüm Noel ve Maslenitsa balolarına ve eğlencelerine katılarak dünyaya açılmaya başladı.

Alayın eski subayları artık ona ilk ismiyle hitap ediyor ve "Maşa" diyorlardı, akranları olan genç kuşak ise yalnızca "Sen" veya "Mariya Konstantinovna" diyordu.

Büyükler için onların sevgili küçük kızları, yaşça küçükler içinse herkesin saygıyla baktığı bir ablalarıydı artık.

***

Ve iki yıl sonra Alay kızını evlendirdi.

33. İzyum Dragoon Alayı subayı Aleksandr Schlemmer, Keksgolm Alayı subaylarına Maşa'yla evlenme isteğini iletti ve onların onayını aldı.

Maşa'yı eski geleneklere göre, çeyizi olmayan bir yetim gibi değil, Alayın kızının düğününe verebileceği tüm güzelliklerle birlikte iyi bir şekilde evlendireceklerdi.

Düğün sırasında, subayların toplantısında basit bir asker somunu olan ekmek ve tuz ikram edildi. Maşa'ya Çariçe Mariya Feodorovna'dan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Hükümdarından, Alay Komutanından değerli bilezikler hediye edildi.

Ayrıca özel bir "baba" hediyesi de verildi: Bunu üzerinde Alay armaları olan hane halkına mahsus gümüş, diye anımsıyor o sırada Keksgolm alayında görev yapan B.V. Adamoviç.

Geline, Avusturya İmparatoru Franz Joseph ve Çariçe Mariya Feodorovna'nın tebrikleri sunuldu.

Ve onu kurtaran kişinin, er Mikhail Saenko'nun yürekten tebrikleri…

Kurtarıcısı Mikhail Saenko, düğüne katılamamıştı, ancak tebrik telgrafı göndererek mutluluğunu ifade etmişti.

Mariya Konstantinovna, kocasıyla birlikte önce Oryol vilayetine gittiler, ardından Schlemmer çifti Moskova'da yaşamaya başladı.

Ancak Alay ile bağlantısı hiçbir zaman kesilmedi.

Önce kocasıyla, ardından iki oğlu Pavel ve Georgi ile birlikte sık sık Alayı ziyarete gitti.

Oğulları büyüdüğünde her ikisi de Keksgolm Alayına katıldı.

Mariya Konstantinovna, Varşova ve Minsk'teki alay kiliselerinin inşası için cömertçe bağışlarda bulundu.

Kartvizitinde şunlar yazıyordu:

“Mariya Konstantinovna Schlemmer, Keksgolm Alayının kızı."

***

93 Harbi sonrasında yaşanan bu hikaye devrimler öncesi dönemini yaşayan Rusya’da bir peri masalı gibiydi.

Ölümün kenarından kurtulan, daha sonra mucize kabilinden yeni bir aile kuran yetim kızın yaşam serüveni güzel bir Noel hikayesini anımsatıyordu adeta.

Ancak dönem Rusya için zordu.

Her şey yolunda değildi, dolayısıyla hikayenin devamı da zorluklarla doluydu.

***

Peri masalının sonuna yaklaşılmıştı.

1914'te Büyük Savaş, 1. Dünya Savaşı başladı.  

Alay yeni bir sefere çıktı ve Mariya Konstantinovna hemen göreve koştu - merhametli bir kız kardeş olarak hizmet ettiği Mogilev'e gitti.

Birinci Dünya Savaşı sırasında hemşire olarak görev yaptı ve askerler ona şevkati ve ilgisi nedeniyle "azizlerin azizi" adını taktılar.

Orada Mariya tüberküloza yakalandı. 

Bolşevik Devrimi sırasında Vladikavkaz'daydı ve oradan Soçi'deki bir tüberküloz sanatoryumuna gitmişti.

Tedavi pek işe yaramamıştı.

Arkasından ülkede bir iç savaş başladı.

İç savaşta büyük oğlu Pavel öldü. Kocası ile irtibatı kayboldu, bir süre savaşta kayıp olarak kabul edildi.

Karı, koca birbirlerini ancak 1920'de bulabildiler.

Mariya’nın sağlığı iyice bozulmuştu.

Bu defa Yalta'da tedavi gördü, ancak 20 Ağustos 1920'de sessizce yaşamını yitirdi.

Mütevazı bir şekilde gömüldü.

Mariya, ağır bir tifüs tedavisi sonrasında ancak iyileşebilen kocası Aleksandr Schlemmer ve dört Keksgolm subayı tarafından son yolculuğuna uğurlandı.

Almanya'ya göç eden en küçük oğlu Georgi Aleksandroviç Schlemmer, 1974'teki ölümüne kadar orada yaşadı.

Mariya Konstantinovna Keksgolmkaya'nın anısı, daha önce Keksgolm adını taşıyan Priozersk şehrinde hala yaşıyor.

2001 yılından bu yana her yıl şehrin en başarılı mezunlarına Mariya Kekgolmkaya'nın adını taşıyan bir burs verilmekte.

***

Vladimir İvanoviç, hüzünlü başlayıp, peri masalına dönen, ancak yine hüzünlü biten bu hikayeyi anlattıktan sonra derin bir iç çekti.

Duygulanmıştık.

Aynı yıllarda, 1895 yılında, yakın coğrafyada, Ayşe’nin doğduğu köyden birkaç yüz kilometre ötede Selanik-Karaferye’de doğan babaannemi düşününce iyice hüzünleniyorum.

Bu kadarla da kalmıyor, benim sevgili muhacirciklerimin söylediği bir Rumeli türküsü dudaklarımdan dökülüyor.

“Dayler dayler, viran dayler
Yüzüm güler, kalbim ağlar
Yüreğimden kanlar damlar
Min olaydı, min olaydı
O senin pamuk ellerin”

Vladimir İvanoviç’in meraklı bakışlarına aldırmadan mırıldanıyorum.

“Edirne köprüsü taştan…”

Bu Rumeli türküsü, Selanik yöresine ait. Mustafa Kemal Atatürk'ün musiki meclislerinin değişmez icralarından, Safiye Ayla’ya defalarca söylettiği türküymüş.

Türk edebiyatının ustalarından Florina’lı Lozan muhaciri Necati Cumalı “Viran dağlar” romanının ismi için bu türküden ilham almış.

O senin pamuk ellerinden öperim, kalbi kan ağlayan, ama yüzü gülen babaanneciğim.

***

“Bundan da çok güzel bir roman konusu çıkar, ama değil mi?” diyor Vladimir İvanoviç.

“Veya Türk-Rus ortak yapımı bir filmin hikayesi.”

“Bu kadar sıra dışı bir hikayenin henüz sinemaya aktarılmamış olması aslında şaşırtıcı.”

Vladimir İvanoviç, bu hikayeyi anlattıktan sonra biraz daha araştırdım. Bizden gazeteci İsmail Güneş bir yazı yazmış, Rusçada daha çok yazı var, ama bu ilginç hikaye daha çok araştırmaya değer bir konu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder