M.
Hakkı Yazıcı
Osman, “Uygun bir zamanında seninle mühim bir konuyu
konuşmak istiyorum abi,” demişti.
“Uygun bir zamanda görüşmek istiyorum” dediği yer, uygun
bir yer değildi.
Ben Metroya binmek için yürüyen merdivenlerden inerken, o
da Metrodan inmiş, karşı istikametten yukarı doğru çıkıyordu.
Tesadüfen karşılaşmış, o bir kaç saniyelik zamanda göz göze
gelip, selamlaşmıştık. Aceleyle tam yanımdan geçerken bağırarak söylemişti
bunu.
“Uygun bir zamanında seninle mühim bir konu konuşmak
istiyorum, abi,”
Uzaklaşırken arkasından seslendim:
“Hangi konuda Osman’cım?”
Moskova Metrosunda birbirlerine Türkçe seslenen iki adamı
diğer yolcular şaşırarak izlerken o da arkasını dönüp, “Görüştüğümüzde söylerim
abi,” diye bağırdı.
İçime tecessüs virüsünü bırakıp, geçip gitmişti.
“Yahu, bir dakika bekle beni, ters taraftan yürüyen
merdivenden çıkıp yanına geleyim, konuşalım” deme fırsatını bulamamıştım.
Zaten bunu yapması da zordu.
Belki acelesi, mühim bir işi vardı. Zaten hep vardır ya,
ben karşı tarafa geçene kadar Osman beklemezdi muhtemelen.
Moskova Metrosunu bilirsiniz, bazı istasyonlar çok
derindedir. Mesela Park Pabedi 73 metre, Marina Roşa, 72 metre derinliktedir.
Yürüyen merdivenlerle inmek, çıkmak dakikalar alır.
Osman’ın birlikte yaptığımız eski bir projeden bir miktar
borcu kalmıştı. Epey bir zaman geçmişti üzerinden, ama hala ödememişti.
“Abi, şu sıra sıkışığım, biraz rahatlayınca ödeyeceğim,
yemin,” demişti.”
Çok sıkboğaz etmemiştim. Birlikte çok iş yapmış, ikimiz de
para kazanmıştık. İyi çocuktu, parası olsa öder diye düşünmüştüm.
Ama ben de şu sıralar biraz dara düşmüştüm. İhtiyacım
vardı. O parayı mı ödeyecekti acaba?
İlginç bir çocuktu bu Osman, durur durur çok ballı projeler
yakalardı. Yoksa yine birlikte yapabileceğimiz iyi bir iş mi kapmıştı?
Düşüne düşüne yürüyen merdivenden indim.
Metroya binmeden önce aramak için cebimden telefonumu
çıkardım. Hat yoktu.
Tam kapıların kapanma anonsu yapılıyorken fırladım.
“Astorojna dveri zakrıvayutsya, sledyuşiya stansiya…” (Dikkat
kapılar kapanıyor, bir sonraki istasyon…)
Kendimi vagondan içeri zor attım.
Metro hareket ettikten sonra bir kere daha denemek istedim.
Ayakta telefonla uğraşırken dengemi kaybedip, az daha yuvarlanıp
düşecektim.
Tam da o sırada “dilya vaşeyi bezapasnosti derjitis za
paruçni”, yani “güvenliğiniz için trabzanlara tutunun" anonsu yapıldı.
Geç… Ben, zaten dengemi kaybedip az kalsın kendimi yerde
bulacaktım.
İki adım öteye savrulup, zor bela demirlere tutundum.
Toparlanırken “Budtye vzaimna vejlivı, ustupayte mesta
passajiram s detmi, invalidam, pajilım lyudyam i beremennım jenşinam”, yani
“Karşılıklı olarak saygılı olun, çocuklu yolculara, engellilere, yaşlılara ve hamile
kadınlara yerinizi verin” anonsunu duydum.
Önümde oturan beni şaşkın gözlerle izleyen bir genç kız,
ayağa kalkıp bana yerini verdi.
Önce reddetmek istedim, ama uzatmamak için oturdum.
Anonstaki gibi çocuklu yolcu değildim, engelli değildim,
hamile kadın hiç değildim, geriye yaşlı yolcu olmak kalıyordu. Tamam,
saçlarımdaki akların sayısı iyice artmıştı, farkındaydım, ama o kadar da mı
kötü, düşkün gösteriyordum artık?!
Kabullenmek zordu.
Çıktıktan sonra Osman’ı bir daha aradım, bu sefer de onun
telefonu kapalıydı.
Birkaç gün sonra, başka bir aradığımda aceleyle “Şu anda
Türkiye’deyim abi, telefon roaming ücretleri yüksek malum; ben, seni dönünce
arayayım,” deyince kısa kesip kapatmıştık.
Aradan epey bir zaman geçmişti, haber çıkmamıştı.
Konuşamamıştık. Türkiye’den dönüp dönmediğini bile bilmiyordum.
İçimdeki merak duygusu bir türlü geçmemişti.
Bana ne söyleyecekti? Neydi o “mühim” konu?
Biraz para bulmuştu da borcunu mu ödeyecekti?
Yoksa başka bir şey mi?
Neydi?
Aklıma bir fıkra geldi.
Hani Salomon büyük bir ekonomik sıkıntı geçirmekteymiş.
Çareyi arkadaşı Mişon'dan borç istemekte bulmuş. Yakın arkadaş olan ikisinin
de evleri aynı sokakta ve karşı karşıyaymış. Evlerinin pencereleri birbirine
bakıyormuş. Mişon, Salomon'a borç vermiş, ama en geç 1 ay sonra parayı geri
vermesini şart koşmuş. O da çaresiz kabul etmiş. Günler çabucak geçmiş, ancak
Salomon'un işleri bir türlü umduğu gibi gitmemiş. Borcun vadesi yaklaştıkça geceleri
yatağında sıkıntıdan dönüp durmaya başlamış, uyku uyuyamaz hale gelmiş. Borcun
vadesine bir gün kala gece yine sıkıntıdan yatağında bir o tarafa, bir bu
tarafa dönüp duruyormuş, bu huzursuzluğunu fark eden eşi, Salomon'a sormuş:
“Bey, ne oldu, niye uyumuyorsun, neden bu kadar
sıkıntılısın?”
O zamana kadar aldığı borcu ve ödeyemeyeceğini karısına
bile söyleyemeyen Salomon durumu anlatmış.
“Hanım parayı en geç yarın ödemem lazım, ama beş kuruşum
bile yok. Ben ne yapacağım şimdi, yandım.”
Karısı:
"Bunun için mi uyumuyorsun be adam, düşündüğün şeye
bak," diyerek, gecenin geç saatinde pencereyi açmış, karşı binada oturan
Mişon'ların penceresine doğru bağırmış:
"Mişon, Mişşooooon!”
Mişon, pencereyi açıp, “Ne var be, gecenin bu saatinde?”
diye çıkışmış.
“Salomon senden borç almış ya,”
“Eeee?!”
“Yarın sana olan borcunu ödeyemeyecek!" demiş,
pencereyi kapatmış.
Kocasına, "Hadi yat, uyu Salomon, şimdi Mişon
düşünsün..." demiş.
Aman allahım, sakın böyle bir şey olmasın! Osman, bunu mu
söyleyecekti acaba?
Veya Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi, “zihni sinir” bir
ödeme planıyla mı gelecekti?
Hani Nasreddin Hoca bir ahbabından borç almış. Elinde
avucunda olsa borcunu hemen ödeyecek, ama işte yoksulluğun gözü kör olsun.
Gecikince adam alacağı için Hoca'nın kapısını aşındırmaya
başlamış. Bir böyle iki böyle derken yine bir gün adam borcunu istediğinde, “Şu
anda yok, ama iyi bir fikir geldi aklıma, onu uygulayıp çok yakında ödeyeceğim,”
demiş
“İyi de Hoca, ne zaman ödeyeceksin, kimden bulup
vereceksin?”
“Bak, benim tarlamın kenarına çit niyetine çalı ektim! Çalılar
boy vermeye başladı bile. Koyun sürüleri geçerken benim çitlere sürünecek, yünleri
çalılara takılacak. Benim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak,
eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp pazarda satacağım. O parayla sana borcumu ödeyeceğim,”
diye “zihni sinir” projesini anlatmış.
Bunu dinleyen adam kasıklarını tuta tuta gülmeye başlamış.
Hoca, “Gidi hâlden anlamaz paragöz herif, peşin parayı
gördün ya, bak nasıl keyiflenip, gülüyorsun,” demiş.
Osman da böyle bir planla mı çıkacaktı acaba karşısına?
Yoksa daha da kötüsü, “Abi, alacağının üzerine bir bardak
soğuk su iç” mi diyecekti?
Offf!..
***
Bir akşamüstü, yine tesadüfen, Eski Arbat’ta, Osman’ı karşı
yöne, Smolenskaya’ya doğru yürürken gördüm. Hızlı adımlarla yürüyordu.
Seslendim, duymadı.
Acele bir işim olduğuna bile aldırmadan arkasından yetişmek
için dönüp ben de hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Uzun boyluydu, uzun bacaklarıyla, hoplaya zıplaya, koca
adımlarla yürüyordu. Benden daha genç ve sportif olduğunu biliyordum, ama bu
kadarını ummamıştım.
Herif at gibiydi; tırıstan, rahvana geçti, ardından neredeyse
dörtnala koşmaya başlamıştı sanki.
Bir ara takip etmekten vazgeçecek gibi oldum, ama
başlamıştım artık, yetişmek için koşturmaya başladım.
Osman, yeni yakaladığı ballı bir projenin sözleşmesini
yapmaya böyle şevk ve heyecanla, koşturarak gidiyordu belki de.
Eski Arbat Caddesi’nin uzun bir sokak olduğunu bilirsiniz. Bu
yaya yolunda bir başından diğer başına sakin sakin, aheste beste yürürken bile
yorulursunuz.
Nefes nefese kalmıştım.
Etraftan gelip geçenler, tuhaf ve meraklı gözlerle bana
bakıyorlardı.
En nihayetinde Bulat Okudzhava’nın heykelinin bulunduğu
yere yakın bir yerde ancak yetişip, omuzuna dokundum.
Döndü, beni görünce sevinip, sarıldı; öpüştük.
Ben, yorgunluktan ter içinde yolun kenarındaki banklardan
birine çöküp, oturdum. O da yanıma oturdu. Cebinden bir kağıt mendil çıkarıp şevkatle
yüzümde biriken teri sildi.
“Ne o, hayrola, nefes nefesesin abi?” dedi.
“Sana yetişmek için...” dedim, zorlukla.
Gülümsedi.
Biraz sakinleşince; “Hatırlıyor musun, seninle Metro yürüyen
merdivenlerinde karşılaşmıştık. Bana uygun bir zamanında seninle mühim bir
konuyu konuşmak istiyorum demiştin.”
“Öyle mi, ne zamandı?”
“Yahu, sonra birkaç kez telefonla aradım konuşamadık.
Hatırlamıyor musun?”
“Tamam, biliyorum; bir kaç kez aradın. Hatırlıyorum, ama
şimdi konuyu hatırlamıyorum,” dedi.
Kalakalmıştım. Yüzüne baktım.
“Abi, şu anda gerçekten ne olduğunu hatırlamıyorum; demek
ki mühim bir şey değilmiş,” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder