Cenk
Başlamış
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
Bir devletin kendi vatandaşına nasıl eziyet edebileceğinin
en çarpıcı, en hazin, en acı örneklerinden biridir Nâzım Hikmet.
3 Haziran 1963 tarihinde hayatını kaybeden Nâzım'ın mezarının bulunduğu
Novodeviçi (Yeni Kızlar) Manastırı Moskova'nın en güzel yerlerinden birinde,
tam nehir kenarındadır. Ünlü politikacılar, üst düzey devlet görevlileri,
sanatçılar, askerler en prestijli yerlerden biri kabul edilen bu mezarlığa
gömülür. Girişten yaklaşık bir kaç yüz metre sonra Nâzım'ın yattığı mezarın çok
yakınına bundan beş yıl önce Rusya'nın ilk devlet başkanı olan Boris Yeltsin
gömülmüştü.
Mezarlık gezmek ilk bakışta garip bir fikir gelebilir ama Novodeviçi'de o kadar
çok ünlü yatıyor ki, yerli ve yabancı turistler için turlar düzenleniyor. Çünkü
aynı zamanda mezarlıkta ünlü sanatçıların elinden çıkmış heykeller bulunuyor
hatta bazı mezarlar Rusya'nın kültür mirasının parçası kabul ediliyor. 1514
yılında yapılan manastırın sınırları içindeki mezarlıkta aralarında Nikita
Kruşçev'le (Kruşçov) Sovyet Komünist Partisi ile KGB'nin önde gelenlerinin de
bulunduğu binlerce kişi yatıyor.
Turistler için düzenlenen turlarda "ünlü komünist Türk şair burada
gömülü" diye anlatılsa da, Nâzım'ı bugünkü Rus gençleri hemen hemen hiç
tanımıyor. 58 yıl önce bu dünyadan göç eden şairin yaşlı Rus dostlarının sayısı
da hızla azalıyor, bu yüzden yıldönümünde mezarı başına gelen Rusların sayısı
artık 3-4'ü zor buluyor.
Oysa, Nâzım 1950 yılında geldiği Sovyetler Birliği'nde devlet yöneticileriyle
doğrudan temas kurabilecek kadar ünlü ve saygın bir sanatçıydı. 1992
yılında yani Sovyetlerin dağılmasından hemen sonra Sovyet Komünist Partisi'nin
arşivlerinde Rus meslektaşım Vladimir Jarov'la araştırma yaparken Nâzım'la
ilgili bazı belgelere de ulaştık. Bunlardan biri o güne kadar bilinmeyen bir
vasiyetti. 23 Aralık 1992 tarihli Milliyet'te çıkan vasiyetinde Nâzım şunları
yazıyordu:
1) Bana herhangi bir şey olursa, Sovyetler Birliği, halk demokrasisi ülkeleri
ya da kapitalist ülkelerde ödenecek bütün telif ücretlerimin ikiye bölünerek bir
parçasının (yarısının) TKP'ye, ikinci parçasının ise oğlumla eşime
verilmesi
2) Bütün kitaplarımın Lenin Kütüphanesi'ne verilmesi
3)Bütün eşyalarımla binek arabamın Galina Grigoryevna Kolesnikova'ya
verilmesi
25 Ağustos 1956 tarihinde Nâzım'ın biraz da paniğe kapılarak bu vasiyeti
yazdırmasının nedeni ağır hasta olması ve her an ölebileceğini düşünmesiydi.
Vasiyette sözü geçen Kolesnikova, şairin eşi Vera Tulyakova'dan önce birlikte
olduğu kadındı. Sovyet Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne hitaben yazılan
ancak Nâzım'ın iyileşince göndermekten vazgeçtiği mektubu Vera Tulyakova şairin
ölümünden sonra iletti.
Bir diğer belge, Nâzım'ın dönemin Sovyet lideri Kruşçev'e
Sovyet vatandaşlığına alınması için 7 Aralık 1961 tarihinde yazdığı
mektuptu.
Bu mektuba rağmen Nâzım'ın 1950 yılında büyük bir mutluluk ve gururla geldiği,
zaman zaman düş kırıklıklarıyla da karşılaştığı Sovyetler Birliği'ndeki
yaşamını en iyi özetleyen kelime "hasret"tir, vatanına yani
Türkiye'ye duyduğu hasret.
O hasret duygusuyla ülkesini bir daha göremeden 3 Haziran 1963 sabahı bu
dünyadan ayrıldı. Belki o Türkiye'ye gidemedi ama Türkler akın akın ona geldi.
Üzerinde "Nâzım" yazan mezarı Moskova'ya gelen Türklerin uğrak yeri
oldu; kimi bir paket Samsun bıraktı, kimi Türkiye'den bir tutam toprak.
Mezarı başında ölüm yıldönümünde yapılan anma törenleri 1990'ların ortasından
itibaren daha düzenli bir hal aldı, giderek daha büyük kalabalıklar katılmaya
başladı. 3 Haziran artık daha çok ses getirir, yıldönümü Türk
televizyonlarından canlı yayınlanır hale geldi.
İlginç bir durum var: Nâzım'ı ölüm yıldönümünde anma etkinliklerini uzun
zamandır Rus Türk İşadamları Birliği (RTİB) düzenliyor yani onun yaşadığı
dönemin terminolojisiyle konuşmak gerekirse komünist şairi kapitalistler
anıyor.
Tabii, şimdi farklı bir dönem; Moskova'daki 3 Haziran anmalarının aslında
ideolojik bir yönü yok.
Ama çok önemli başka bir yönü var: Devletinin yok etmeye çalıştığı,
eziyet ettiği, ülkesinden uzakta yaşamak, hatta daha acısı ölmek zorunda
bıraktığı bir insana aradan yarım yüzyıl geçmesine karşın, üstelik vatanından
binlerce kilometre uzakta sahip çıkılıyor.
Ne yazık ki, Nâzım'a bunları çektirenlerin yanına kâr kaldı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder