Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Nazım Hikmet ömrünün en güzel yıllarını hapishanede
geçirmişti. Kendi deyimi ile doğrudan doğruya işlediği bir suçun karşılığı
olarak da değil. Neticede hapislik dönemi sağlığını olumsuz etkilemiş ve
özellikle kalbi ile ilgili sıkıntılar baş göstermişti. Onu hep engelleyen,
moralini bozan kalp ağrıları… “Ah şu mendebur yürek…” diyerek şikayet ediyordu
büyük şair.
Nazım Hikmet 1951 yılında Türkiye’den ayrılıp Moskova'ya
geldikten sonra zaman zaman kalbiyle ilgili sorunları ciddiyet kazanıyordu.
1952 yılı yazında Berlin’deyken yaşadığı sıkıntı sonrasında Moskova’ya dönünce
Sanatoryum hastanesine yatmıştı.
İşte hastanenin iç hastalıkları bölümü başkanı olan Dr.
Galina ile o dönem tanışmış ve arkadaş olmuşlardı. Tabi Galina Nazım’dan çok
etkilenmiş ve gönlünü kaptırmıştı. Nazım bir gün artık hastaneden ayrılmak
üzereyken elinde daktilosu ile odasına girdi. Konuşmanın sonunda şöyle dedi:
“Benimle geliyor musun şimdi, yoksa beni ölüme mi terk ediyorsun…”
Moskova’da beraber yaşamaya başladılar. Galina Onun
doktoru, arkadaşı, çevirmeni, sevgilisi oldu. Yedi yıl birlikte yaşadılar.
Galina yeri gelmiş Münevverin mektuplarını okumuş Nazım’la, yeri gelmiş onu bir
leğende yıkamış, beslenmesiyle, sağlığıyla ilgilenmişti.
Şair Dursun Özden'in Nazım Hikmet hakkındaki “Karanlığa
Karşı Yürüyen Adam” adlı kitabı içerdiği röportajlar ve belgeler açısından çok
değerli bir kitap. Röportajların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz Dr.
Galina ile yapılmış olanı.
Röportajda anlatıldığı üzere, Nazım bir keresinde 1957
yılında Bükreş’te iken şöyle demiş: “Galina sen beni ölümden
kurtardın. En az dört kere. Bu iyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum ama
yaşadığıma memnunum… Bu dünyadaki en büyük mutluluk… Sağ ol kızım…”
Malum Galina’ya hiç şiir yazmamış Nazım. Galina bunu şöyle
açıklıyor. “Ben ona yasaklamıştım. Çünkü bunlar bir şekilde Türkiye’ye ulaşıyor
ve Münevver üzülüyordu elbette.” Yine Galina’ya göre Nazım en olgun döneminde,
birikimlerinin yoğun olduğu dönemde en güzel şiirlerini Vera için yazmış. Hatta
bir röportajında “bülbül şakımaya başlamıştı” diye gülerek anlatıyor.
Vera’nın aşkı öylesine altüst ediyor ki Nazım’ı, öyle karşı
konulamaz hale geliyor ki, Galina’dan da çekiniyor olsa gerek, çevirmeni Ekber
Babayev ile bir kaçış planı yapıyorlar. Pijamasıyla, terlikleriyle çıkıyor
evden…
Galina ayrıldıktan sonra da Nazım’ı hiç unutmamış, hep
onunla, onun anıları ile yaşamış. “Onunla yaşadığım yedi yıl benim bütün ömrüme
bedel”, diyor. Mezarına ise hiç gitmemiş. Çünkü onu ölü olarak hatırlamak
istememiş, “O benim yüreğimde hep yaşıyordu”, diyor.
Dr. Galina Şubat 2014'te hayata veda ediyor. “Haydi bana
eyvallah, beni Nazım çağırıyor, gidiyorum ben” diyerek…
Nazım Hikmet hayatı dolu dolu yaşayan, yakışıklı, çapkın
bir erkekti belki. Hayatında altı kadın oldu (Nüzhet, Piraye, Münevver, Yelena,
Galina, Vera). Her birinin hayatında da derin izler bıraktı muhakkak. Şair,
yazar, Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi, “Ona çapkın denebilir belki ama biraz
daha derinliğine düşünüldüğünde bu temel nitelemenin fazlaca yüzeysel kaldığı
açıktır.”
Nazım Hikmet bir aşk ve duygu adamıydı deyim yerindeyse.
Vera’yla karşılaşınca da olan olmuştu tabi. Aşk elbette ki ne
planlanabilen ne de yönetilebilen bir şey. Kendi bildiğini okuyan yakıcı bir
süreç.
Nazım Vera aşkı hakkında çok şey söylenebilir elbette ama
şu açık ki hem kendi yanıp kavrulmuş hem de Vera’nın hayatında çok büyük bir
tesir bırakmıştı Nazım.
Vera eşsiz ayrıntılarla, duygu dolu, şiirsel bir anlatımla
yazdığı kitabında çok güzel anlatıyor o dönemi. Nazım sonrasında da hep onunla
yaşamış. Vera Tulyakova kanser hastalığına yakalandığında da düşünsel olarak
yanında olmuş Nazım. Vera son günlerinde Türkiye’den gelen o gümüş yüzüğü
takmış parmağına ve öyle veda etmiş hayata…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder