Moskova

Moskova

2 Kasım 2019 Cumartesi

Gorbaçov'un lahmacunları



Cenk Başlamış






Uzun süredir adı hiç gündemde olmasa da geçenlerde Mihail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği ile ilgili bir açıklaması, artık tarihe karışmış bu ülke hala radarında bulunanlar için önemliydi.

Gorbaçov, yeni çıkan kitabı “Bahiste Neler Var: Küresel Dünyanın Geleceği” kitabında bir anlamda itirafta bulunarak Sovyetleri yaşatmanın aslında mümkün olduğunu söylüyor ve “Ülkenin birliği için son ana dek mücadele ettim. Ama Boris Yeltsin liderliğindeki Rusya bölünme yoluna gitti" diyor.

Haklı mı?

Hayır.

Haksız mı?

Hayır. 

Haklı olduğu yönler bulunsa da, koca bir imparatorluğun dağılmasında suçlu aranacaksa Gorbaçov’u birinci sıraya yazmak gerekiyor.

Ama yaptıklarıyla ve yapmadıklarını tarihe geçtiğini de kabul etmek gerekiyor.

Çünkü yakın geçmişte, sadece kendi ülkesindeki değil, uluslararası dengeleri de onun kadar kökten değiştirebilmiş, hatta paramparça etmiş ikinci bir lider yok.

1985 yılında Gorbaçov, artık tarih kitaplarında kalan Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin (SBKP) genel sekreterliğine geldiğinde önünde olağanüstü zor bir görev vardı: Çağın gerisinde kalmış, bürokrasi imparatorluğu haline gelmiş bir ülkeyi dönüştürmek. Adları ne kadar "komünist" de olsa, Sovyetleri yönetenlerin aslında herhangi bir ideolojisi yoktu, daha doğrusu tek istedikleri sahip oldukları ayrıcalıkları sürdürebilmekti.

"Soğuk Savaş" yıllarında Beyaz Saray-Kremlin çekişmesi uluslararası dengeyi sağlıyordu ama Sovyetler asıl gücünü nükleer silahlardan alıyordu. Sovyet yönetimi önceliği ve kaynaklarını silahlanma ve uzaya ayırmış, kendini ABD ile rekabete kaptırmış, halkının mutluluğuna aldırmaz olmuştu. Evet, insanların barınma ve ısınma gibi temel ihtiyaçlar ücretsiz karşılanıyordu ama yaşam kalitesi o kadar düşüktü ki, uzaya insan gönderen ülke halkı için basit bir tavayı yapmaktan ya da deterjan üretmekten acizdi.

Tüketim malı sıkıntısının baş gösterdiği bir dönemde iktidara gelen Gorbaçov, ülkenin reforma ihtiyacı olduğunu görüyordu ama hem ne kadar ileri gitmesi gerektiğini kestiremiyor hem de ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen grubun direnişinden korkuyordu. Gorbaçov'ın iktidardaki yılları kararsızlıklarla, bir ileri iki adım geri atmalarla ve "nomenklatura" olarak adlandırılan hakim sınıfın direnişiyle geçti, sonuçta ise ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabildi.

Gorbaçov'un ekonominin yeniden yapılanmasını öngören "perestroyka" ve siyasi şeffaflık için ortaya attığı " glasnost" reformları kelimenin tek anlamıyla cini şişeden çıkardı. Olaylar, onun tahmin edebileceğinin çok ötesine, önüne çıkan her şeyi yok eden, kendisini bile sürükleyen bir tsunamiye dönüştü. O dev dalgalar sadece Sovyetleri değil bütün Doğu Bloku'nu, hatta "Utanç Duvarı"nı yıktı. Kendisi için işin en trajik yanı ise, yok etmeye çalıştığı siyasi rakibi Boris Yeltsin'in sonradan ona hayatı zindan etmesi oldu.

Bugün Rus halkının gözüyle bakıldığında, ülkenin 1991 yılı sonunda parçalanmasının tek sorumlusu Gorbaçov. Hem sorunları çözemeyen hem de Sovyetlerin dağılmasını engelleyemeyen Gorbaçov uluslararası alanda hala çok popüler ama halkı kendisinden nefret ediyor. Nefret, eşi Raisa Gorboçova'yı kaybettiğinde bir parça insani acımaya döndü, o kadar…

Malum, yabancı politikacıları "Türk dostu" ya da "Türk düşmanı" olarak etiketlemeyi çok severiz...Bu gözle bakıldığında Gorbaçov'un 1985-1991 arası, bırakın dost olmasını Türkiye'ye sempati duyduğunu söylemek bile olanaksız. "Soğuk Savaş"ın gözlükleriyle bakan Gorbaçov için Türkiye adını ağzına bile almaya değmeyecek bir düşmandı.

Ama Türkiye hakkındaki görüşleri 1990'ların başında bir Türk bankasının davetlisi olarak İstanbul'a geldiğinde değişti. Hatta, o kadar değişti ki, Kafkasya kökenli olan Gorbaçov kendisini davet eden bankanın Moskova temsilcisinden Türk lahmacunu ve kebabı göndermesini rica etmeye başladı. Düzenli olarak Moskova uçağına verilen dondurulmuş lahmacun ve kebablar havaalanından anında Gorbaçov'a ulaştırılırdı.

Kendisi de büyük bir değişim geçiren, hatta Pizza Hut ve Louis Vuitton reklamlarında oynayan Gorbaçov, tartışılacak ve eleştirilecek çok yönü olsa da yaşarken adını tarihe yazdırmayı başardı.


Not: Medya Günlüğü'nde daha önce çıkmış bu yazı güncellenerek yeniden yayınlanmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder