TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ
(1945-1950)
TURKEY-SOVIET UNION RELATIONSHIP
(1945-1950)
JÜLİDE TUNALI*
ÖZET
Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler çok eskilere
dayanmasına rağmen bu çalışmada ilgilendiğimiz zaman dilimi Türkiye
Cumhuriyeti’nin başlangıcından itibaren ortaya çıkan ilişkilerdir. İlk
ilişkiler İstiklal Harbi’nin ardından imzalanan Lozan Antlaşması sonrasında
1925 yılı Dostluk Antlaşması ile başlamıştır. Savaş sonrası ilişkiler ise
Dostluk Antlaşmasının 1945 yılında fesih edilmesiyle başlamıştır. İkinci Dünya
Savaşının başlarına kadar iyi giden ilişkiler, Sovyetler Birliğinin saldırgan
ve yayılmacı politikası yüzünden tek taraflı olarak bozulmuştur. Dostluk
Antlaşmasının yirmi yılsonunda fesih edilmesi bunun önemli bir sonucudur. Bu
tarihten itibaren ilişkiler sıcak olmasa bile çok kötü şekilde de
ilerlememiştir. Yirmi birinci yüzyılda ise ilişkiler Uçak krizi ile gerilmiş
fakat çok geçmeden olumlu yönde ilerlemeye devam etmiş ve günümüzde de bu
şekilde devam etmektedir.
Anahtar kelime: Türkiye, Sovyetler Birliği, Rusya, Ankara, Stalin,
İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş
ABSTRACK
Turkey and Russia between based on very old relations,
although in this study we are interested relations have emerged since the
beginning of time the Republic of Turkey. The first relations started with the
Friendship Treaty of 1925 after the Treaty of Lausanne signed after the War of
Independence. Post-war relations began with the annulment of the Friendship
Treaty in 1945. Relations which went well until the beginning of the World War
Two were unilaterally distorted by Soviet’s aggressive and expanding policy.
The annulment of the Treaty of Friendship at the end of twenty years is an
important consequence. Since this date, relations have not progressed in a very
bad way, even if it is not hot. In the twenty-first
century relations were strained by the Aircraft Crisis, but continued to
progress in the positive direction and it continues today.
Key words: Turkey, Soviet Union, Russia, Ankara, Stalin, World
War Two, Cold War
I. Giriş
Osmanlı İmparatorluğunun yerini Türkiye Cumhuriyetine
bırakması ile uluslar arası platformda yanına bir müttefik arayan Türkiye Sovyetler
Birliği ile yakınlaşmıştır. Zira aynı dönemlerde Rusya’da Çarlık rejimi
yıkılmış, Bolşevikler devrim yapmış ve ülke yeniden ayaklanmaya çalışmaktadır.
Her iki devlet de oluşum olarak yeni olduğundan, kendilerini dünya devletlerin
tanıtmak ve kabul ettirmek istemektedirler. Bu nedenle 17 Aralık 1925 tarihinde
imzalanan Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması Sovyetler ile Türkiye arasında
yakınlaşma sağlamıştır. İki devletinde batılı devletlere olan güvensizliği 1925
yılında başlayan bu dostane ilişkileri, Türkiye’nin İkinci Dünya savaşındaki
tavrı, Sovyetlerin saldırgan politikası olumsuz yönde etkileyecektir. Dostluk
Anlaşması 30lu yıllara kadar iki ülkeyi sadece siyasi yönden değil, ekonomik,
askeri, sanatsal, kültürel kalkınma anlamında da birbirlerine yardımcı
olmuşlardır. 1932 yılında Sovyetler İsmet İnönü’yü Moskova’ya davet
etmişlerdir. Bu davetin nedenleri arasında özellikle Moskova ve Leningrad’daki
kumaş, otomobil, silâh ve uçak fabrikaları ile güç gösterisi yaparak Türkiye’yi
etkilemek, Batılı devletlerle de yakınlaşmaya başlayan Türkiye’yi kendi
saflarına çekebilmektir. Bu amaçla, Moskova görüşmeleri sırasında Sovyetler
tarafından Türkiye’ye 8 milyon dolarlık faizsiz geri ödemeli kredi verilmiştir.
Kredi ile ilgili protokol 21 Ocak 1934 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır.
Türkiye’nin daha sonra uygulamaya koyduğu Beş Yıllık Kalkınma Programı Sovyetlerin
ekonomik gücünü gördükten sonra ve kredi yardımıyla Rusya’nın seviyesine
ulaşmak amacıyla yapılmıştır.[1]
Türkiye’nin 1932 yılında Birleşmiş Milletlere üye
olması SSCB ile olan ilişkileri olumsuz etkilememesine rağmen, 1934 yılında
Türkiye’nin önderliğinde oluşturulan Balkan Paktı ikili arasında ki ilk sorun
olmuştur. Zira SSCB, pakt üyelerinden olan Romanya ve Bulgaristan ile ilgili
güvenlik sorunları olduğu için Balkan paktına tepki göstermiştir. SSCB’nin Balkan Paktına tepkisi
üzerine Türkiye
Sovyetler Birliği’ne bir çekince mektubu göndererek Sovyetlerin endişeleri
giderilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen ilişkiler tamamen kopma
noktasına gelmemesine rağmen soğumaya başlamıştır.[2]
İkinci Dünya Savaşının ayak seslerinin geldiği sıralarda Türkiye, boğazlar
konusunda kendini güvene alabilmek için Montrö’de bir konferans düzenlemiştir.
İşte Montrö Boğazlar Konferansı ve sonrasında SSCB’nin asıl istekleri ortaya
çıkmış ve ilişkiler iyice soğumaya başlamıştır. Konferans sırasında SSCB’nin
Boğazlar ile ilgili kişisel istekleri Türkiye’yle olan ilişkileri tamamen
koparma noktasına getirmiştir. Bu süre zarfından sonra Türkiye İngiltere ve
Amerika saflarına yaklaşmaya başlamıştır. Zira Sovyetlerde bu süreçten sonra
saldırgan bir tavır takınıp yayılmacı politikasını uygulamaya koymuştur. Türkiye bu dönemde Atlantik ittifakına yakınlaşmaya
başlaması ve Kemalist fikirlerin yıkımı ile Sovyetler Birliği'nde de
Kruşçev-Brejnevlerin sosyalizmden geri dönüş sürecine geçilmiştir.[3] II. Dünya Savaşı’nın başlamasından
günler önce, 1939 yılında Sovyetler
Birliği ile Almanya arasında bir saldırmazlık paktının imzalandığının
duyurulmuştur. Fakat bu saldırmazlık paktından aylar önce Türkiye ile SSCB
arasında ittifak görüşmeleri yapılmış ancak Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile
görüşmelere yapmasına üzerine Sovyetler Birliği, Almanya ile saldırmazlık
paktını imzalamıştır. 24 Ağustos 1939’da imzalanan Sovyet-Alman Saldırmazlık
paktından sadece 6 gün sonra, yani 1 Eylül 1939 tarihinde, II. Dünya Savaşı
başlamıştır. Bu zaman zarfında Türkiye ile Sovyetler arasında ittifak
görüşmeleri yapılmaya devam edilmiş fakat Almanya ile oluşturulan SSCB ittifakı
nedeniyle Türkiye’ye kabul edemeyeceği ağır şartlı anlaşmalar sunulmuştur.
Böylece görüşmelerden bir sonuç alınamamış ve SSCB ile ilişkilerimiz savaş
sonuna kadar soğuk ve uzak bir şekilde devam etmiştir. Sovyetler her ne kadar
Almanlarla saldırmazlık paktı imzalamış olsalar bile, Hitler’in kendilerine
saldıracağını düşündükleri için Türkiye ile ilişkileri kesin olarak
koparmamışlardır. Savaşın başladığı ilk ay içinde Sovyetler Dışişleri
Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nu, ittifak görüşmesi yapmak için Moskova’ya davet
etmişler ve 25 Eylül 1939’da Saraçoğlu daveti kabul ederek Moskova’ya gitmiştir. Bu süre içinde
ise Türkiye İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak için hazırlanan anlaşmayı
henüz imzalamamıştır zaten Saraçoğlu’nun Moskova’ya gitme amacı, imzaya hazır olan
Türkiye-İngiltere ve Fransa arasındaki üçlü ittifak ile Türk-Rus dostluğu
arasında bağlantı bulmaktır. Sovyetlerin davetteki hedefi ise Montrö
Sözleşmesi’ni kendi çıkarlarına göre değiştirmenin yanında, üçlü ittifakın
içeriğini tam olarak öğrenmek ve Türkiye’nin savaşta tarafsızlığını
sağlamaktır. Stalin’in 1 Ekim’de bizzat katılımıyla devam eden görüşmelerde
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi, boğazların SSCB ile ortak
savunulması talep edilmiştir.[4]
Ayrıca İngiliz ve Fransızlarla imzalanacak olan ittifak anlaşmasının
şartlarının Rusya’nın istediği şekilde değiştirilmesi teklif edilmiştir. Bütün
bunlar göz önüne alındığında Rusya’nın sadece kendi çıkarlarını düşünerek
Türkiye’yi kabul edilemez şartlarla zorladığı görünmektedir. 17 Ekim 1939
tarihinde, Şükrü Saraçoğlu ve heyeti Ankara’ya geri dönerken, 19 Ekim 1939’da
Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması imzalandı. Bu tarihten sonra ise
Türkiye açısından, Sovyet tehlikesi fazlasıyla kendini belli etmiş, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin
güvensizliğine dayalı yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
II.
İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyet İlişkileri
1 Eylül 1939’da başlayan savaş, 1945
başlarında sona ermesine kadar ki süreçte Türkiye savaşın geldiğini anladığı
andan itibaren, savaş dışında kalmaya çalışmış; tarafsız ve dengeye dayalı bir
politika izlemeye çalışmıştır. 1943 yılından itibaren Müttefikler konferanslar
aracılığıyla Türkiye’yi savaşa sokmaya çabaladılar. 14 Ocak 1943’de ilk olarak
Casablanca’da bir araya gelen Müttefik devletler, Türkiye’nin nasıl savaşa girmeye
ikna edileceğini görüşmüştür. Konferansa Sovyetler birliği katılmamıştır, bu
sırada Stalin, Almanların ordusunu yok etme harekâtının dönüm noktasında
olduklarını belirtmiştir. General Marshall, Türkiye’nin savaşa katılıp yeni bir
cephe açılmasını, savaşın çok geniş bir alana yayılmasını doğru bulmamakla
birlikte, İngiltere açısından, Sovyetlerin konferansa katılmaması Roosevelt’e
Türkiye’yi savaşa sokma fikrini kabul ettirmeyi kolaylaştırmıştır.[5]
Konferansa katılmamasına rağmen, Stalin Türkiye’nin savaşa girmesini
istemektedir. Bu istek ise Türk-Sovyet ilişkilerinde gergin noktayı
oluşturmaktadır. Çarlık Rusya’sından bu yana Rusların, Türkiye üzerindeki
emellerinin değişmediğinin göstergesi olan bu istek iki ülke arasındaki
ilişkileri fazlasıyla etkilemiştir. Stalin, Sovyet ordusunun yükünü hafifletip,
yeni bir cephe açabilmek için Türkiye’nin bir an önce savaşa girmesini
istemekte ve bu isteklerini Casablanca Konferansı İngiltere vasıtasıyla öne
sürmektedir. Casablanca Konferansında alınan kararlar Türkiye’de hoş karşılanmamıştır.
İngiltere’nin, Türkiye adına söz sahibi olması, Türklerin hamiliğini üstlenmesi
Osmanlı Devleti’nin tek bir Avrupa Devleti’nin etkisi altında olduğu dönemleri
hatırlatmış bu nedenle bir süreliğine İngiltere ve Türkiye arasında ilişkiler
askıya alınmıştır.[6]
30–31 Ocak 1943 tarihindeki Adana Konferansında, Churchill ve İsmet İnönü
arasında gerçekleşen görüşmelerde; İngiltere, Türkiye’yi savaşa sokmak için
daha önceden belirttiği Rus kozunu tekrardan kullanmamış, aksine Türk tarafının
Rus korkusunu gidermek için uğraşmıştır. Adana görüşmelerinin önemli noktası; Türkiye ile İngiltere arasındaki SSCB’nin savaş sonrası
konumu üzerine görüş ayrılıkları açıkça
ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin askeri açıdan güçlendirilmesi gerektiği ve
Türkiye’nin savaşa katılmasa bile savaş dışı durumunun
Müttefiklerin yararına yorumlanması konusunda bir anlayış birliği oluştu. 11
Ağustos 1943’de başlayan Quebec Konferansında görüşmeler başta sadece
Roosevelt, Churchill arasında yapılırken, SSCB’nin 19 Ağustosta katılmasıyla
üçlü bir toplantı yapılmasına karar verilmiş ve bunun Moskova’da yapılması
kararlaştırılmıştır. Konferansta İngiltere ve Amerika; Türkiye’nin savaşa
katılma zamanının henüz gelmediğine, bununla birlikte Alman baskısına karşı
koyabilmesi için kendisine silah ve malzeme verilmesine devam edilmesine karar
verildi. Bu yardımlara karşılık olarak Türkiye’den Almanya’ya yapılan krom
sevkiyatını durdurması ve Alman gemilerini Boğazlardan geçirmemesi talep
edilmiştir. SSCB, konferans sırasında Türkiye’nin hemen savaşa girmesinde ısrarına
devam etmiştir. Türkiye, Sovyetlerin savaşa girmeleri konusunda ısrarlarında
şüpheci davranmış çünkü 1943’de zaten Almanya’yı durdurmuş olan Sovyetlerin,
Türkiye’nin savaşa girmesi konusundaki ısrarının, savaş sürecinden çok savaş
sonrası ile ilgili hesaplamalarından kaynaklanmakta olduğu açıktır. Quebec
görüşmelerinden yaklaşık iki ay sonra 19 Ekim 1943 tarihinde Anthony Eden,
Cordell Hull, Vyacheslav Molotov’un katılımıyla Moskova konferansı
gerçekleştirilmiştir. SSCB, Türkiye’nin savaşa girmesi yönündeki isteklerini
tekrar gündeme getirmiştir. Diğer iki ülkenin temsilcileri, SSCB’nin isteğine
karşı gelmemekle birlikte; Anthony Eden Türkiye’yi savaşa zorlamak yerine kendi
isteği ile savaşa girmesinin daha yararlı olacağını düşünmektedir. Molotov,
Moskova görüşmelerinde Türkiye’nin savaşa girmesinin teklif edilmemesi
gerektiğini bunun yerine emir verilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’nin
savaş konusunda ki tarafsızlığı ile ilgili görüşünü açıkça belirtmiştir. Sovyetlerin,
Türkiye’nin savaşa girmesini, savaşta faydalı olacağı için değil, savaş
sonrasında karşısında işgal edilmiş ya da ordusu güçsüz kalmış bir Türkiye
görmek istediği için talep etmiş olabileceği düşüncesine ulaşan Türk yönetimi,
Sovyetler ile ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Zira Sovyetlerin istekleri
gayet açık şekilde görülmekle birlikte, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye
için ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını tehdit eden görüşleri olan bir ülke
ile iyi ilişkiler içinde olması söz konusu olamazdı. Churchill, Stalin ve
Roosevelt, 28 Kasım-1 Aralık 1943 tarihlerinde Tahran’da tekrar bir araya geldiler.
Konferansın ilk oturumunda İngiltere, Türkiye’nin savaşa dâhil edilmesinde
ısrar etti. Churchill’e göre Türkiye’nin savaşa girmesinin Boğazlar üzerinden
SSCB’ye yardım olanağı doğuracağı yönündeki düşüncesini öne sürdü. Roosevelt
başından beri, Türkiye’nin savaşa girmek için diğer cephelerdeki harekâtları
olumsuz etkileyecek miktarda yardım isteyeceğini, bu istekler doğrultusunda
Fransa’ya yapılacak çıkartmanın gecikeceğini hatta olanaksız hale
gelebileceğini düşünüyordu. Konferansın ikinci oturumunda Churchill, Türkiye’yi
savaşa girmeye ikna etmek için izleyeceği stratejiyi açıklarken, gerekirse üç
büyük devletin çağrısı doğrultusunda, Türkiye’yi boğazlar konusunda tehdit
edebileceklerini açıkça ifade etmiştir.[7]
Konferansın son gününde tarafların imzaladığı bildiriye göre, Türkiye’nin
yılsonuna kadar Müttefikler tarafında savaşa girmesinin önemli olduğu
açıklandı. Tahran Konferansı’nda alınan kararlar doğrultusunda, Churchill ve
Roosevelt, 1 Aralık günü İsmet İnönü’yü Kahire’ye davet ettiler.
4
Aralık sabahı Adana’ya geçen İnönü, buradan Kahire’ye gitti. Kahire’deki konferans 4-6 Aralık 1943
tarihinde yapıldı ve SSCB bu konferansa katılmadı. Türkiye’nin savaşa katılması konusunda Müttefiklerin
baskısı çok ağırdı. İnönü “prensip olarak” savaşa katılmayı kabul etti. Fakat
Türkiye’nin savunma gücü için gerekli olan yardım tamamen verilmedikçe savaşa
girmeyecekti. Bu noktada Müttefikler arasında anlaşmazlık başlamıştır ve bu
anlaşmazlık SSCB’nin isteklerine uygun düşmüştür. Zira yalnız bir Türkiye,
SSCB’nin çıkarlarına daha uygundur. Bu süreçte Müttefik güçlerle ilgili ilk
olumsuz görüşler Kahire Konferansından sonra iyice ortaya çıkmıştır. Türk
idareciler, İngiltere’nin Türkiye’yi SSCB istediği için savaşa sokmak istediğini
düşünmeye başlamışlardır. Amerika ise Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda İngiltere
kadar ısrarcı değildi ve Türkiye’ye bu konuda daha anlayışlı davranıyordu.[8]
Türkiye’nin ABD’ye yakınlaşmasında II. Dünya Savaşı sırasında sergilediği bu
tavır örnek gösterilebilir. SSCB, artık Hitler’i tek başına yenebilecek güce
ulaştığını düşündüğünden, Balkanlar’da Müttefik askeri görmek istemiyordu.
SSCB, savaş sonrası Türkiye’yle yalnız kalmak ve taleplerini doğrudan iletmek istiyordu.
III.
1945 Yalta Ve Potsdam Konferansları ve Sonrası
1943 yılından
itibaren, Türkiye SSCB ile ilişkileri düzeltebilmek için harekete geçmiş,
savaşa katıldığını resmi olarak ilan etmemesine rağmen Alman gemilerinin
Boğazlardan geçişini yasaklamış, Krom satışını durdurmuştur. Fakat bütün bunlar
SSCB için artık yeterli değildi ve ilişkileri iyileştirme çabalarına olumlu
yanıt vermediler. Bu dönemde Türkiye, Kırım Türklerini dahi ülkeye kabul
etmeyerek SSCB ile arasını düzeltmeyi amaçlamış böylece kendi soydaşlarını
dışlamıştır. Şubat 1945 yılında Yalta Konferansında Boğazlar konusu gündeme
gelmiş ve Stalin; dünya koşullarının değiştiğini ifade ederek Montreux Boğazlar Sözleşmesinin
beklentileri karşılamadığını,
yenilenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yalta Konferansında asıl amaç
Almanya’nın savaş sonrası durumunu görüşmek iken, olay Boğazların yönetimine
kaymıştır. İngiltere ve ABD ise boğazlarla ilgili olarak Stalin’i
desteklemişlerdir. Bunun yanı sıra Yalta Konferansı, San Francisco Konferansı’na
katılabilmenin ön koşulu olarak 1 Mart 1945 gününe kadar Almanya ve Japonya’ya savaş ilan
etmiş olmak ve Birleşmiş Milletler Beyannamesini
imzalamış
olmayı koşul olarak öne sürülmesiyle sonlanmıştır.[9] SSCB
ise Birleşmiş Milletlerde Türkiye’yi istememekle birlikte, Türkiye’nin Müttefik
devletlerin yanında savaşı kazanmış olarak yer almasını da istememektedir.
Türkiye San Francisco’daki konferansa katılabilmek için 23 Şubat 1945 tarihinde
Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Bu süreçte SSCB ile ilişkilerin
iyileşeceğini düşünen Türkiye, SSCB dış işleri bakanı Molotov’un 19 Mart
1945’te verdiği nota ile karşılaşmıştır. Türkiye ile SSCB arasında 1925’te
imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması, Molotov’un notası ile 19 Mart 1945
yılında kaldırdığını belirtmiştir. Türkiye, antlaşmanın yeni koşullarda
yenilenmesi için çalışmalara başlamış ve 4 Nisan 1945’te yeni anlaşma için
koşulları öğrenmek adına SSCB notasına cevap vermiştir. Fakat Rusya antlaşma yapmamak için aylarca
cevap vermeyi ertelemiş ve ancak 7 Haziran 1945 tarihinde, Molotov, Türkiye
Büyükelçisi Selim Sarper’i makamına davet ederek Türkiye’den yerine getiremeyeceği
isteklerde bulunmuştur. SSCB; Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesini talep
etmiştir yeni anlaşmanın şartları arasında. Buna gerekçe olarak da iki şehri
Türkiye’ye teslim ederken ülkenin itiraz edemeyecek güçte olduğunu ve
istemeyerek Kars ile Ardahan’ı Türkiye’ye teslim ettiğini şu an ise iki şehrin
kendisine verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.[10] Boğazlarda
deniz ve ya toprak üssü talep etmişler, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve
bağımsızlığını etkileyen imkânsız isteklerde bulunmuşlardır. SSCB ayrıca,
Ermenileri kullanarak Türkiye’den Karadeniz kıyılarını Ermenilere vermesini de
talep etmiştir. Ardından Ermeniler isteklerini San Francisco Konferansında dile
getirmişler ve SSCB burada Ermenilerin hamiliğini üstlenmiş görünmektedir.[11] Bu
süreçten sonra ise SSCB tehdidi Türkiye üzerinde ciddi şekilde hissedilir
olmuştur. Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının fesih edilmesinden itibaren
Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı ciddi bir savaş propagandası yürütmüş ve
iki ülkenin sinirlerinin gerilmesine neden olmuştur. SSCB’nin bu tavrı ve
istekleri Türkiye’nin dış politikasına yeni bir yön vermenin yanında, yayılmacı
hali ABD ve İngiltere’yi korkutunca soğuk savaşın başlamasının öncüsü olmuştur.
Nisan-Haziran 1945 zaman dilimi içinde San Francisco konferansında Sovyetler;
boğazlar, sınır değişiklikleri, Karadeniz’den serbest geçiş hakkı, Türkiye’de
yaşayan Ermenilerin SSCB’ye göçü gibi konularında ısrar etmiştir. Türkiye’yi
tehdit eden isteklerine devam edip ikili bir politika izlemesi ise Türkiye’yi
bu süreçte ABD’ye yaklaştırmıştır. Konferansın asıl amacı Birleşmiş Milletlerin
amacını, yönetimini, işleyişini görüşmek iken ülkelerin çıkarları da işin içine
girmiştir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Sovyetler, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler dışında
tutmaya çalışmıştır. Konferans sırasında ABD ile SSCB arasında Polonya’nın
temsili konusunda anlaşmazlık çıkmış ve bu anlaşmazlık daha sonraki dönemlerde
SSCB’ye karşı ABD’nin Türkiye’nin yanında yer almasında ilk adımlardan biri
olmuştur. Zira konferans devam ederken Roosevelt'in 12 Nisan’da ölmesi üzerine yeni Başkan Harry Truman,
Stalin'e sert bir mesaj göndermiş ve Amerikan Dışişleri Bakanı da, San Francisco'da
Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Molotov'a, Amerika Birleşik Devletleri'nin Sovyetler
Birliği'ne karşı yeni tavrını şu şekilde açıklamıştır:
"Bundan böyle Sovyetlere
Amerikan yardımı, bütünüyle Amerikan milletinin düşüncesine ve duygusal
durumuna bağlı olacaktır. Bu konferans, Rusya'nın, bizim yardımımıza liyakatine
bir ölçü olacaktır. Roosevelt'in Rusya'yı yatıştırma politikası artık sona
ermiştir. Bundan böyle ilişkilerimiz (ver, al) esası üzerinde yürüyecektir.
Barış yararına hepimizin birlik halinde olmamız gerekiyor. Bu bakımdan (ver, fakat
alma) sistemini bundan böyle kabul etmeyeceğiz". [12] Bu süreçten sonra ABD, San Francisco
Konferansı sırasında, Sovyet Rusya'ya yapmakta olduğu yardımı, SSCB’nin
Konferanstaki tutumunu da temel alarak keseceğini ve en önemlisi SSCB’ye karşı
izlediği siyaseti değiştirdiğini açıkça belirtmiştir.[13]
Bu gelişmelerden sonra 26 Haziran 1945’te konferansa katılan 51 ülke[14]
Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalamışlardır. San Francisco Konferansı ve Birleşmiş
Milletlerin kurulması ile birlikte, işlevini yitiren Milletler Cemiyeti 19
Nisan 1946 tarihinde ortadan kalkmış ve yetkilerini Birleşmiş Milletler
Örgütüne devretmiştir. Birleşmiş Milletler Örgütü, II. Dünya Savaşının
getirdiği acı yankıları ve yıkıntıları ortadan kaldırmak, barışı sağlamak,
insan hayatını korumak amacıyla ortaya çıkmaktan ziyade daha önce var olan Milletler
Cemiyeti’nin yerine gelmiştir. San Francisco konferansı sırasında -7 Mayıs
1945- Almanya teslim olmuş ve savaş sona ermiştir.
Her
ne kadar Almanya’nın son durumunu kararlaştırmak için toplandığı düşünülse bile
17 Temmuz 1945 yılında toplanan Potsdam Konferansının ana gündemi SSCB’nin
ortaya attığı Boğazlar konudur. Potsdam konferansında ABD, İngiltere ve SSCB
arasında 22 Temmuz tarihine kadar Türkiye ya da Boğazlar ile ilgili bir görüşme
yapılmamış olmasına rağmen, Üç Büyüklerin Liderlerinin kendi içlerinde
görüşmeyi istedikleri tek konu Boğazlar olmuştur. SSCB, Montreux
Boğazlar Sözleşmesinin iptalini ve Boğazlarda üs konusunu Türkiye ile kendi
arasında çözmeyi teklif etmektedir. Bütün bunların yanında, Churchill’in
“Türkiye’yi tehdit etmemeli, sınır değişikliği taleplerinden vazgeçmelisiniz”
söylemlerine karşı olarak Molotov ve Stalin, bu isteklerin Türkiye’nin yeniden
yapılması düşünülen Dostluk ve Tarafsızlık antlaşmasının talebine ithafen
yapıldığını belirterek isteklerinden vazgeçmediklerini belirtmişlerdir.[15]
Konferans sırasında SSCB eğer Boğazlar ve Karadeniz konusunda Türkiye ile
anlaşma sağlanamazsa, Türklere karşı Karadeniz’i kullanan diğer ülkeler ile
başka bir rejim oluşturmayı düşünebileceklerini belirterek açıkça sıcak
denizlere inme isteklerini belirtmişlerdir. Karadeniz’i kullanan; Bulgaristan,
Ukrayna, Gürcistan ve Romanya bu zaman dilimi altında, SSCB kontrolünde olduklarından
Türkiye’ye karşı oluşturulacak bir anti rejim tamamen SSCB liderliğinde ve
diğer dört ülke için formalite olmaktan öte bir rejim olmayacağı açıktır. 23
Temmuz günü konferansın gündeminde Türkiye, Polonya ile Almanya arasındaki Koenisberg’in durumu; Suriye;
Lübnan ve İran bulunmaktaydı. Stalin, Türkiye üzerinde ki istekleri konusunda
ısrarını koruyor ve gerekçeler sıralıyordu. Stalin’e göre; Kars Ermenilere;
Ardahan Gürcülere aitti. Stalin ve Molotov, Ankara tarafından teklif edilen
dostluk antlaşması için Kars ile Ardahan’ın Sovyetlere bırakılmasını şart
koşuyordu ancak Boğazlar konusunda geri adım atılmayacaktı.[16]
Ruslar, Kars ve Ardahan üzerindeki haklarından ancak Türkler ittifak
antlaşmasından vazgeçerse vazgeçeceğini belirtmektedirler. Konferans sırasında ABD ve İngiltere olası
bir Montreux Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi, Ruslara üs verilmesi gibi
konularda Akdeniz’den Basra Körfezine kadar geniş bir alanı Sovyetleştirme
hatta komünistleştirme olacağını düşündüklerinden, Boğazlar konusunda
Türkiye’yi desteklemişler ve Rusların yayılmasını engellemeye çalışmışlardır.
ABD, Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesi gerektiğini konusunda Stalin’le hem
fikir olduğunu belirtmiş, Boğazların üç ülkenin garantörlüğünde korunması
gerektiğini dile getirmiştir. Böylece, ABD üstü kapalı olarak boğazlarda
Ruslara üs verilmesi fikrine karşı çıktığını ortaya koymuştur. Bu süreçten
sonra Amerika’nın Türkiye’ye destek vereceği, koruyacağı belli olmuştur.
Amerika Dış İşleri Bakanı John Grew, Truman’a sunduğu bir raporda eğer “Ruslara
Boğazlarda bir üs verilirse, Türkiye’nin Rus hâkimiyeti altına gireceği
olasılığı olduğundan” bahsedilmiş ve ne İngiltere ne de Amerika böyle bir üs
verilmesine sıcak bakmamışlardır. Zira İngiltere açısından bakıldığında Rusların
olası bir üs kazanmaları durumunda, İngiltere’nin sömürgelerine giden yol
üzerinde komünist bir ülkenin etkisi olacaktı ki İngiltere böyle bir şeyi kabul
edemezdi. Amerika, Rusların Türkiye üzerinde ki isteklerinden haberdar olmasına
rağmen, bunların gerçeklik taşımadığını sadece güç gösterisi olduğu
kanaatindeydi fakat Rusya 24 Eylül 1946 yılında Türkiye’ye Boğazlar ile ilgili nota
vermiştir. Bu nota ardından ABD, Rusların isteklerinde ciddi olduklarını ve
Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğinin farkına varmıştır.[17] Konferans boyunca, Stalin isteklerinden
vazgeçmemiş fakat bazı değişiklikler yaparak ABD ve İngiltere’ye kabul
ettirmeye çalışmıştır. ABD’nin teklif ettiği, üç devlet tarafından korunması
hususunu reddetmiştir, zira Stalin; ABD’nin boğazlara müdahale etmesini
istememekte, bu durum kendisinin geleceğe dönük planlarına engel olmaktadır.
Konferansın ilerleyen günlerinde, Stalin boğazların ortak olarak korunması
konusunda önce İngiltere’yi saf dışı bırakmaya çalışmıştır. Süveyş Kanalını kontrol
eden İngiltere’nin de kanaldan çekilmesini ve o bölgenin de ortak korunmasını
teklif etmiş fakat bu istek kabul edilmemiştir.[18]
Stalin sınırlarını zorlayarak, Boğazlar konusunda sonuna kadar direnmiş
isteklerini elde edebilmek için uğraşmıştır. 1 Ağustos 1945 tarihinde yapılan
son görüşmede, Stalin Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesini değil tamamen
iptal edilmesini ve Boğazların korunmasını Rusya ile Türkiye’ye bırakılması
gerektiğini belirterek son teklifini yaptı. [19] Fakat bütün bu ısrarlara rağmen konferans
bitiminde Türkiye ve Boğazlar meselesiyle ilgili herhangi bir karar alınmadı.
Potsdam Konferansında Türkiye’yi ilgilendiren tek karar. Montreux Sözleşmesinin
değiştirileceği ve bunun için İngiltere, SSCB ve ABD’nin ayrı ayrı Türkiye ile
görüşmeler yapacakları konusundadır. Türkiye açısından iyi karşılanan bu durum
aslında pek iç açıcı değildir. Zira bundan sonra Rusya istekleri konusunda daha
tehditkâr olmuş ve isteklerini elde edebilmek için Türkiye’ye baskı yapmak için
imkân bulmuştur.
Konferans
sonrasın üç ülke, Türkiye’ye boğazlar ile ilgili tekliflerde bulunmuşlardır. Sovyetlerin
yaptığı ise bir teklif olmaktan çok nota vermektir. 1946 yılında önce 7
Ağustos’ta ardından 24 Eylül tarihlerinde Türkiye’ye nota vermiştir. Rusların
son notasına Recep Peker, “Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün
her şeyin üstünde tutulacağını” belirterek notalara cevap vermiştir.[20] Rusların 7 Ağustos 1946’da verdikleri nota
temelde 5 noktadan oluşmuştur;
1.
Boğazlar bütün ülkelerin ticaret gemilerinin ticaret gemilerinin geçişine her
zaman açık olmalıdır.
2.
Boğazlar, Karadeniz devletlerinin savaş gemilerinin geçişine her zaman açık
olmalıdır.
3.
Karadeniz’de sahili bulunmayan devletlere ait harp gemilerinin Boğazlardan geçmesi
hususi surette derpiş edilen haller müstesna memnudur.
4.
Karadeniz’e girmek ve Karadeniz’den çıkmak için tabii suyolu olan Boğazlara
müteallik rejimin tesisi Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili bulunan diğer
devletlerin salâhiyeti dâhilinde olmalıdır.
5.
Boğazlarda ticari seyrüseferin serbestîsini ve Boğazların güvenliğini temin
hususunda en fazla alakadar ve bunu icraya en kadir olmaları sıfatıyla Türkiye
ve Sovyetler Birliği, iş bu Boğazların Karadeniz’de sahili bulunan devletler
aleyhine diğer devletler tarafından kullanılmasının önüne geçmek için bunların
müdafaasını müşterek vasıtalarıyla temin ederler.[21]
Bu
notaya, Türkiye 22 Ağustos’ta cevap vermiş, ilk üç maddeyi kabul etmiştir fakat
dördünce ve beşinci maddeleri Türkiye’nin bağımsızlığını etkilediğini
düşünülerek kabul edilemez bulunduğunu Sovyetlere iletmişlerdir. Ruslar 24
Eylül’de tekrar nota vermişlerdir bunun üzerine Recep Peker’in yukarıda sözünü
ettiğimiz şekilde cevap vererek istekleri reddetmiştir. Notalar savaşı bu
şekilde devam ederken, ABD’de dördüncü ve beşinci maddelere karşı çıkan
notasını Sovyetlere 15 Ağustos’ta bildirmiştir.[22]
Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikelerini gören ABD, Potsdam
konferansından sonra soğuk savaşın ilk adımını atmış, Ruslara karşı
politikasını değiştirmiştir. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a
yapmış olduğu maddi yardımları devam ettiremeyeceğini belirtince 12 Mart
1947’de açıklanan Truman Doktrini ile Türkiye aktif bir şekilde ABD tarafından desteklenmeye
başlandı.
IV. 1950’ye Kadar ki
Süreçte Türkiye Sovyetler Birliği İlişkileri
İkinci Dünya savaşı sürecinde
gerilen Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri, Yalta ve Potsdam konferansları
sırasında iyice kötüye gitmiştir. Gerilimli ilişki Sovyetler Birliğinin
Boğazlar ve Kars-Ardahan isteklerinde ısrarcı olmasıyla kurtarılamaz noktaya gelmiştir.
Bu süre zarfında Boğazlar konusunda notalar alan Türkiye yardım için ABD’ye
yönünü çevirmiştir. Zira 1947 yılında İngiltere artık Türkiye ve Yunanistan’a
yaptığı yardımları yapamayacak noktaya gelmiştir. Bunun üzerine Truman
yardımları devam ettirme amacıyla çalışmalara başlamıştır. 12 Mart 1947 yılında
yapılan bir kongre sırasında Truman, Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsızlıklarının
ülke içinden ve dışından tehdit altında olduğunu ve ABD’nin bu ülkelere
yardımcı olmaması durumunda Türkiye ve Yunanistan’da Komünist bir rejim
oluşacağını ve insanların hürriyetlerini kaybedeceklerini belirtmiştir.[23] Bu
kongre, Truman Doktrini ve Marshall yardımlarının ilk adımlarını oluşturmuştur.
"Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım
Kanunu" tasarısı, 22 Nisan'da Senato'da, 9 Mayıs'ta Temsilciler
Meclisi'nde kabul edildi. 22 Mayıs 1947'de de Başkan Truman tarafından
onaylanarak yürürlüğe giren 75 numaralı genel yasa ile Truman Doktrini
oluşturulmuştur. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan'a ve Türkiye'ye
toplam 400 milyon dolarlık yardım yapılmasını kabul etmiş oldu. Truman
Doktrini, bir yandan dünyanın iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan
mücadelesinin başladığını açıkça ortaya koymuş, diğer yandan “Soğuk Savaş”ın
ilk adımlarını atmıştır.[24] Sovyet basınında Truman Doktrinine karşı
kampanyalar başlatıldı, Marshall yardımlarına karşı tepki gösterildi. 12 Temmuz 1947 yılında Ankara’da ABD ve
Türkiye arasında yapılacak yardımla ilgili antlaşma imzalandı. Bu tarihten
sonra Sovyetler birliği ile olan ilişkiler askıya alınarak, Türkiye için yönünü
Batı Bloğuna çevirme devri başlamıştır.
1947-49
yılları Türkiye için dönüm noktası oluşturmuş diyebiliriz. Bu zamana kadar
Sovyetler ile daha yakın olabileceğini düşünen, Avrasya Paktı fikri oluşturmaya
çalışan Türkiye Marshall yardımı ve Truman Doktrini ile önce Birleşmiş
Milletlere üye olmuş, 1946’da çok partili
hayata geçiş yaparak modernleşme ve demokratikleşme alanında ciddi bir adım
atmış, 1949’da Avrupa Konseyi’ne katılmış
ve aynı yıl kurulan Kuzey Atlantik Paktı üyeliğine
doğru
girişimlere
başlamıştır.[25]Bütün
bunlar ile hem modernleşme hem de batılılaşma alanında adımlar atması
Sovyetlerin daha fazla rahatsız olmasına sebep olmuştur. Nitekim Sovyetler,
yenileşen, dışa açılan, uluslar arası arenada kendini gösteren bir Türkiye
yerine; daha çok içe kapanık, güçsüz, güvensiz bir Türkiye tercih ederlerdi. 1950
yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesi, ABD ile olan yakınlaşmayı
hızlandırmıştır. ABD yanlısı Türk siyasetçileri NATO’ya üye
olmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönemde Demokrat Partinin, Türk-Amerikan
ilişkilerini geliştirmeyi bir devlet politikası haline geldiği görülmüştür.
Aynı yıl Kore Savaşının başlaması ve Türkiye’nin Kore’ye birlik yollaması NATO
üyeliği açısından olumlu karşılanmıştır. Bu gelişmeler SSCB tarafından
tedirginlikle izlenmiş Marshall yardımlarına karşı Doğu Bloğuna yardımı ön
gören COMECON oluşturulmuştur. Bununla birlikte, SSCB Türkiye’nin NATO’ya
üyelik girişimlerini 1951 yılında bir notayla kınamıştır. [26]
18 Şubat 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulü ile ülke Sovyet tehdidi
karşısında rahatlamıştır. Türkiye, Norveç ile birlikte SSCB’ye sınırı olan
ikinci NATO üyesi olmuştur. Sovyetler açısından Türkiye’nin NATO’ya üye olması
Ortadoğu Komutanlığı projesinde batılı ülkelerin yanında yer alması, Ortadoğu
ve Akdeniz’deki güç dengelerinin SSCB’nin kontrolü dışında değişmesi demekti ve
bu yüzden SSCB bu proje nedeniyle Türkiye’ye 24 Kasım 1951 ve 28 Ocak 1952
tarihlerinde nota verdi. Sovyetler, yayılmacı politikaları ve Türkiye üzerinde
ki istekleriyle birlikte Türkiye’yi kendi elleriyle ABD’ye ve NATO’ya itmiş
bulunmaktadır. Stalin’in ölümüne kadar (1953), SSCB Türkiye üzerindeki
isteklerinden vazgeçmemiştir. Bu durum her iki ülkenin ilişkilerini 1946
yılından sonra sadece nota çerçevesinde gelişmesine neden olmuştur. Türkiye’nin
NATO üyeliği ile birlikte Batılı devletler de Ortadoğu ve Akdeniz üzerinde
önemli askeri ortak buldular. Türkiye
açısından NATO’ya üyelik “ülke bütünlüğüne ve egemenliğine aykırı talepler karşısında”
bir “güvence arayışı” biçiminde değerlendiriliyordu.[27] İkinci Dünya Savaşının bitmesinin ardından,
Stalin’in ölümüne kadar ki süreçte Türkiye ile Sovyetler Birliğinin
ilişkilerinin gergin hatta kopma noktasında olduğunu söylemek mümkündür. Demokrat
Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte, iç ve dış politikada tamamen komünizm
karşıtı bir yol izlenmiş, ABD ile ilişkiler hızlandırılmıştır. Adnan Menderes
dönemi özellikle Türkiye’nin batılılaşma, modernleşme sürecinde önemli rol
oynar, Marshall yardımı bu modernleşmenin önemli bir noktasıdır.
V.
Sonuç
Türkiye- Sovyetler Birliği ilişkilerini
İkinci Dünya savaşının başından itibaren burada açıklamaya çalışmış
bulunmaktayız. Fakat şunu belirtmek gerekir ki Türkiye ve SSCB ilişkileri tek
başına değerlendirilmesi pek mümkün olmayan şekilde gelişmiştir. Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluşundan ve Çarlık Rusya’sının yıkılışından itibaren SSCB
ile Türkiye arasında ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Dünya siyasetinin
getirileri nedeniyle ilişkiler iyi ya da kötü bir seyir içine girmiştir. Fakat
komünist rejimin ortaya çıkması, SSCB’nin kurulması ile birlikte Rusların,
Çarlık dönemi sınırlara ulaşma amacı ülkeler arası ilişkileri kopma noktasına
getirmiştir. 1945 yılına kadar ilişkiler çıkarlar doğrultusunda iyi gider iken,
savaşın patlak vermesi ve Türkiye’nin izlediği denge politikası SSCB ile
ilişkilerin durumunu tamamen değiştirmiştir. Bu değişim sadece Türkiye’nin
politikası nedeniyle değil Stalin’in yayılmacı düşüncelere, sıcak denizlere
inme amacıyla da olmuştur. İlişkiler ancak 1953 yılından sonra düzene girmeye başlamış
fakat o zamana kadar SSCB’nin Türkiye’den istekleri değişmemiştir. 1925 yılında
imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının 1945 yılında feshinin ardından
Türkiye, ilişkileri düzeltmek adına girişimlerde bulunmuş fakat SSCB’nin
olumsuz tavrı nedeniyle başarılı olunamamıştır. Yalta ve Potsdam Konferansları
ile SSCB’nin gerçek amacı ortaya çıkmış ve 1946 yılından sonra ilişkiler
tamamen gergin devam etmiştir. SSCB tehdidi Türkiye’yi ABD’ye yakınlaştırmış ve
böylece olası bir SSCB-Türkiye Avrasya Paktı o dönem içinde sonlanmıştır.
Günümüzde Rusya-Türkiye Avrasya Paktının mümkün olabileceğini söyleyen
araştırmacılar olsa da, iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyen ABD ve Avrupa
Birliği gibi faktörler bulunmaktadır. Daha önce belirttiğim gibi ülkeler arası
ilişkiler sadece iki ülke arasında gerçekleşmemekte, iç-dış dinamikler, dünya
politikası ve üçüncü ülkelerde bu ilişkileri etkilemektedir. Savaşın ardından
değişen dünya dengesi, güç düzeni SSCB ile ABD arasında kurulmaya başlamış, çok
kutuplu dünya düzenine karşı iki ülke tek lider olarak ortaya çıkmaya
çalışmışlardır. Bu düzenin gelişimi içinde, SSCB ve ABD başarılı olmak için her
yolu denemişlerdir. İşte bu süreçte SSCB’nin Çarlık Rusya’sı sınırlarına
erişebilmek için yönünü Türkiye’ye ve sıcak denizlere çevirmesi SSCB ile
Türkiye arasındaki ilişkileri fazlasıyla etkilemiştir. Savaşın ardından Batı’da
gelişen serbest seçimlere ve çok partili hayata geçiş ile birlikte Doğu ve Batı
bloğu arasında ki ayrım iyice ortaya çıkmıştır. Bu süre içinde SSCB ve
Türkiye’nin savaşmaya varan ilişkileri, Türkiye’nin Batı bloğuna yanaşmasında
etkili olmuştur. Türkiye’nin SSCB tehdidine karşı ABD’ye yanaşması ise, SSCB
ile ilişkileri düzeltilemez bir noktaya gelmiştir. Türkiye ve SSCB ilişkilerini
kısaca dönemlere ayıracak olursak eğer, 1919-1925 dönemi Yenileşme, Dostluk
Dönemi; 1925-1940 Gerilme Dönemi; 1945-1953 Nota Dönemi’dir. Suat Bilge’ye göre
“Türkiye’nin Batı’ya yakınlaşmasının temel sebebi SSCB’nin toprak
istekleridir.”[28]
Türkiye bu istek karşısında bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün tehdit
edildiğini düşündüğü için kendini Batı tarafında bulmuştur. Zira 1920’de
Türkiye Cumhuriyetinin kurulması, ardından gerçekleşen İstiklal Harbi ülkeyi
hem maddi hem de manevi açıdan çöküntüye uğratmıştır. İkinci Dünya Savaşı
sırasında İsmet İnönü’nün denge politikası yürütmesinde bu çöküşün etkisi
gözden çıkarılamaz. Nitekim yeni toparlanmaya başlayan bir ülkenin tekrar büyük
ve masraflı bir savaşa dâhil olması söz konusu olamazdı. Bu yüzden Türk
siyasetçiler 1940lı yıllarda yüzlerini batıya çevirmişlerdir. Geçmişten
çıkarılan ders, ülkenin bir savaşı daha kaldıramayacağını göstermektedir. Suat
Bilge’nin yorumuna benzer bir görüş de Kamuran Gürün’e aittir; kendisi “Eğer
Rusya 1925 Antlaşmasını feshederek Türkiye’den toprak ve boğazlarda üs
istemeseydi, Türkiye’nin NATO’ya bu kadar çabuk girmesi düşünülemezdi.”[29]
Özetlemek gerekir ise 1925 yılında Dostluk
Antlaşması ile başlayan ilişkiler, 1930ların sonlarında İkinci Dünya Savaşının
ayak sesleri ile birlikte yavaş yavaş gerilmeye başlamış, bazen ılımlı devam
ederken bazen kötüye gitmiştir. Fakat Sovyetlerin 1945 yılında Dostluk
antlaşmasını feshetmelerinin ardından ipler kopma noktasına gelmiştir. SSCB’nin
Stalin’in ölümüne kadar toprak ve boğazlarda üs isteklerinden vazgeçmemeleri
ilişkilerin en gergin geçtiği zamanları oluşturur. 1945 yılından 1953 yılına
kadar iki ülkenin ilişkileri sadece birbirlerine verdikleri notalar ile
olmuştur. Bu süreçte SSCB’nin uydu devletlerinde iyice güçlenmesi ve
Türkiye’nin ABD’ye yaklaşması ise ilişkilerin düzelemeyeceği şeklinde
yorumlanmış olsa dahi günümüzde ilişkiler gayet sıcak devam etmektedir.
KAYNAKÇA
“Türk-Rus İlişkileri”, TYB, Dil-Edebiyat Ve
Sosyal Bilimler Dergisi, (Bu Sayının Editörü Prof. Dr. Salih YILMAZ), Yıl: 6, Sayı: 17, Ankara,
2016.
AKBIYIK, Yaşar ,
“Türk-Sovyet İlişkileri”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi - II, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2016.
ARALOV, İ. Semyon, Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Hatıraları,
Burçak Yayınevi, İstanbul, 1995.
ARMAOĞLU, Fahir, 20'inci Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, Timaş Yayınları, İstanbul,
2017.
ASLAN, Yavuz, Mustafa Kemal - M. Frunze Görüşmeleri /
Türk Sovyet İlişkilerinde Zirve, Kaynak Yayınları,
İstanbul, 2002.
BAŞARAN, Ali, “Siyasi İlişkiler Kredi İlişkileri Etkileşimi: Sovyetler Birliği-Rusya
Federasyonu Türkiye Örneği (1930-2000)”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, XIV/54, 2017.
BAYUR, Y. Hikmet, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995.
BENHÜR, Çağatay, “1920’li Yıllarda
Türk-Sovyet İlişkileri: Kronolojik Bir Çalışma”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 24, Konya,
2008.
BENHÜR, Çağatay,
”Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, Sayı 15, Konya, 2004.
BİLGE, A. Suat, “An Analysıs Of Turkish-Russian Relations”, SAM, 1997.
BİLGE, A. Suat, Güç Komşuluk - Türkiye Sovyetler Birliği
İlişkileri 1920-1964, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992.
ÇOLAK, İhsan, “Moskova Antlaşmasına Giden Yol, Milli Mücadele Dönemi Tbmm Bolşevik
İlişkileri”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-49/moskova-antlasmasina-giden-yol-milli
mucadele-donemi-tbmm-bolsevik-iliskileri s.e.t:25.04.2018.
DAĞCI, T. Gül -
DİYARBAKIRLIOĞLU Kaan, “Turkish Foreign Policy During Adnan Menderes
Period”, Alternatıves Turkish
Journal Of International Relations, Vol. 12, No. 1, 2013.
DERİNGİ, Selim, Denge
Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.
DOKUYAN, Sabit,
“İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den İstekleri”, Düzce Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi
Araştırmaları Dergisi, Yıl.9, Sayı.18, 2013.
EDT. BIYIKLI, Mustafa, Türk Dış Politikası– Cumhuriyet Dönemi: 1, Bilimevi Basın
Yayın, İstanbul, 2015.
EDT. ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası Cilt 1: 1919-1980,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.
ERDEN, Ömer,
“Cumhuriyet Dönemi Türkiye-Sovyet Rusya İlişkileri Çerçevesinde Sovyet Hariciye
Komiseri Litvinov’un Türkiye’yi Ziyareti”, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Atatürk Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, Erzurum, 2007.
ERDEN, Ömer, “II. Dünya Savaşı Sonrası Sovyet Rusya’nın Boğazlarla İlgili Talepleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Cilt: 7,Sayı: 34, Samsun,
2014.
ERKİN, Cemal, Feridun, Dışişlerinde 34 Yıl
Anılar-Yorumlar, c.
I., Türk Tarih Kurumu
ERKİN, Cemal, Feridun, Türk-Sovyet İlişkileri Ve Boğazlar Meselesi,
Başnur Matbaası, Ankara, 1968.
ERTEM, Barış, “İkinci
Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri Ve Türkiye’nin
Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri”, Turkish Studies-International
Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, Vol.8/7, Ankara, 2013.
ERTEM, Barış, “Türkiye
Üzerindeki Sovyet Talepleri Ve Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1947)”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Vol.3/11, 2010.
GÖNLÜBOL, Mehmet - SAR,
Cem, 1919 - 1939 Yılları Arasında Türk Dış Politikası, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1969.
GÖNLÜBOL, Mehmet - SAR,
Cem, Atatürk Ve Türkiye'nin Dış
Politikası (1919-1938), Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1997.
GÜRÜN, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953),
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995.
HARRİS, George, “Cross Alliance Politics:
Turkey And The Soviet Union”, Ankara University, The Turkish Yearbook of International Relationship, Vol:12, Ankara,
1972.
HASANLI, Cemil, Tarafsızlıktan Soğuk Savaşa Doğru Türk-Sovyet
İlişkileri (1939-1953), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2011.
İLYAS, Ahmet-TURAN, Orhan, “İnönü Dönemi Türk Dış Politikası”, Atatürk
Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi,
2012.
İNÖNÜ, İsmet, İsmet İnönü'nün Hatıraları, Yeni Gün
Haber Ajansı Basın, İstanbul, 1998.
JAESCHKE, Gothard, “I.
Ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye'nin Dış Politikası”, Türkler, Cilt 16,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
KALYON, Levent, “Truman
Doktrini Üzerine Bir Analiz”, Güvenlik
Stratejileri Dergisi, cilt 6, sayı 11, İstanbul, 2010.
KARPAT, Kemal, Türk
Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 2008.
KAYAOĞLU, Barın, “Strategic
imperatives, Democratic rhetoric: The United States and Turkey, 1945–52”, Cold War History, 9:3, Virginia, 2009.
KAYGUSUZ, Cumhur - RIJOV, İgor, “Основные Причины
Процесса Трансформации Турецко-Советских Дипломатических Отношений 1936-1946
Гг./ (1936-1946 Donemi Türk-Sovyet Diplomatik İlişkilerindeki Transformasyon
Surecinin Temel Sebepleri)”, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Vol. 2,
Sayı/No. 2, 2017.
KOLESNİKOV,
Aleksandr, Atatürk Dönemi Türk Sovyet İlişkileri, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 2010.
KORKMAZ, Telli, “Türk Sovyet İlişkilerinde
G.V. Çiçerin Ve Ermeni Meselesi”, Belleten,
Cilt LXXX, Sayı 288, Ankara, 2016.
KÖNİ, Hasan,
“Türkiye'nin Batı İle İlişkileri, Atatürk'ün Dış Politikası Sempozyumu”, Türk Atlantik Antlaşması Derneği, Ankara, 1981.
KÖSE, İsmail, “Yalta ve Potsdam Konferansları: Sovyetler Birliği’nin
Türk Boğazlarında Egemenlik Paylaşım Talepleri”, Karadeniz İncelemeleri
Dergisi, 19, 2015.
KURBAN, Vefa, “1950-1960
Yıllarında Türkiye İle Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler”, Çağdaş
Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIV/28, 2014.
LIKA, Idlır, The Quest For Securıty: Sovıet Unıon’s Demands From Turkey, 1945-1946,
Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2015.
ÖZTOPRAK, Gizem, Stalin’in Ölümünün Türk Basınındaki
Yankıları, Ankara
Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2012.
PERİNÇEK, Mehmet, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri
Sovyet Arşiv Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.
PERİNÇEK, Mehmet, Türk-Rus
Diplomasisinden Gizli Sayfalar Siyaset-Askeriye-Ekonomi-Kültür-Bilim-Spor,
Kaynak Yayınları, İstanbul, 2016.
QASIMLI, Musa, Türkiye-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği İlişkileri (1960-1980), (Çev. Alpertunga Altaylı), Atatürk
Araştırma Merkezi, Ankara, 2013.
SEVER, Ayşegül, Soğuk
Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı Ve Orta Doğu( 1945-1958), Boyut
Matbaacılık, İstanbul, 1997.
SPECTOR, Ivar, The
Soviet Union And The Muslim World, University Of Washington Press,
Seattle, 1959.
ŞEKERKIRAN, Selami, Türk – Sovyet Sınırı (1919
– 1946), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora
Tezi, Ankara, 2008.
ŞEMSUTDİNOV,
M. Abdula, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler
Birliği İlişkileri, (Çev.
A. Hasanoğlu), Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Ağustos, 2000.
Tahran, Yalta ve
Potsdam Konferansları: Gizli Belgeler, (Çev. Fahri YAZICI),
Sinan Yayınları, İstanbul, 1972.
TELLAL, Erel,
“SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın
Oran), İletişim Yayınları, İstanbul,
2001.
TELLAL, Erel, Uluslararası
Ve Bölgesel Gelişmeler
Çerçevesinde SSCB-Türkiye İlişkileri (1953-1964), Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 2000.
TÜRKMAN,
Sayim, ABD, Orta Doğu ve Türkiye, Nobel
Yayınları, Ankara, 2007.
UÇAROL,
Rıfat, Siyasi Tarih 1789-1994, Filiz
Kitapevi, İstanbul, 1995.
ULUNIAN, A. Artiom, “Soviet Cold War
Perceptions of Turkey and Greece, 1945-58,” Cold War History, 3:2, 35-52, Published by Frank Cass, London, 2003.
UMAR, O. Ömer, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türk-Sovyet İlişkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, Cilt:
XX/Sayı: 59, Ankara, 2004.
ÜNLÜSOY,
Süleyman, İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Gerginleşen Türkiye-Sovyetler
Birliği İlişkilerinin Türk Kamuoyundaki Tepkileri (1945-1952), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve
İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2001.
WEISBAND, Edward, 2. Dünya Savası Ve Türkiye, Örgün Yay,
İstanbul, 2002.
YAKUT, Kemal, “II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Sovyetler Birliği’nin
Türkiye’ye Yönelik Talepleri Ve Türk Basınının Tutumu”, Kebikeç İnsan
Bilimleri İçin Araştırma Dergisi, s.35, Ankara, 2013.
Yayınları, Ankara, 1980.
YERASİMOS, Stefanos, Ekim Devrimi'nden Milli Mücadele'ye Türk-Sovyet
İlişkileri, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.
YILMAZ, Salih-BAHREVSKİY, Evgeniy, Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün Mü? SRT Yayınları, Ankara, 2017.
YILMAZ, Salih-BAYTAL, Yaşar,-TÜRKMAN,
Sayim, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi, Nobel Yayınları, Ankara, 2014.
YILMAZ,
Salih-YAKŞİ, Abdullah, “Osmanlı Devleti’nden Günümüze Türk-Rus
İlişkileri”, TYB
Dil-Edebiyat Ve Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:6, Sayı:17, Mayıs
2016.
*Ankara Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Tarih Bölümü, 1202041024,
tunalijulide@gmail.com
[1] Barış ERTEM, “İkinci Dünya Savaşı
Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri ve Türkiye’nin Amerika Birleşik
Devletleri ile Yakınlaşmasına Etkileri”, Turkish
Studies, Sayı 8/7, Ankara 2013, s. 160
[2] Çağatay BENHÜR, “Stalin Dönemi
Türk-Sovyet İlişkileri”, Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 15, Konya 2004, s. 328
[3] Mehmet PERİNÇEK, Türk-Rus Diplomasisinde Gizli Sayfalar,
İnkılâp Yayınları, İstanbul 2016, s. 19
[4] Barış ERTEM, a.g.m. s. 163
[6] Salih YILMAZ-Abdullah YAKŞİ, “Osmanlı
Devleti’nden Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, TYB,
Dil-Edebiyat Ve Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:6, Sayı:17, Mayıs 2016, s.25
[7]
Tahran, Yalta ve Potsdam
Konferansları: Gizli Belgeler, (Çev.
Fahri YAZICI), Sinan Yayınları, İstanbul, 1972, s. 35
[8] Barış ERTEM, “Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri ve
Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1947)”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 3/11 Bahar 2010, s.263
[9] Ahmet İLYAS –
Orhan TURAN, “İnönü Dönemi Türk Dış Politikası”, Atatürk Üniversitesi Atatürk
İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, 2012, s. 334
[10] George HARRİS, “Cross Alliance
Politics: Turkey And The Soviet Union”, Ankara University, The Turkish Yearbook of International Relationship, Vol:12, Ankara,
1972, s.6
[12] Feridun Cemal ERKİN, Dışişlerinde
34 Yıl, Anılar-Yorumlar. c. I., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1980,
s. 150.
[14] Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalayan devletler:
Amerika Birleşik Devletleri, Birleşmiş Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda
Krallığı, Sovyetler Birliği, Çin, Fransa, Arjantin, Avustralya, Belçika,
Bolivya, Brezilya, Beyaz Rus Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti, Ukrayna Sosyalist
Sovyet Cumhuriyeti, Kanada, Şili, Kolombiya, Kostarika. Küba, Çekoslovakya.
Danimarka, Haiti Serbest Devleti, Ekvador, Mısır, Salvador, Habeşistan,
Yunanistan, Guatemala, Honduras, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Liberya,
Lüksemburg, Meksika, Felemenk Krallığı. Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç,
Panama, Paraguay, Peru, Filipinler, Polonya. Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye,
Güney Afrika Birliği, Uruguay, Venezüella, Yugoslavya.
[15]
İsmail
KÖSE, “Yalta ve Potsdam Konferansları: Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazlarında
Egemenlik Paylaşım Talepleri”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 19, 2015,
s.264
[16] İsmail
KÖSE, a.g.e., s. 265
[17] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e.,
s. 336
[18] İsmail
KÖSE, a.g.e., s. 267
[19] İsmail
KÖSE, a.g.e., s. 268
[20] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e.,
s. 336
[21] A. Suat Bilge, Güç Komşuluk, Türkiye-Sovyetler Birliği
İlişkileri (1920-1964), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s. 313; Süleyman ÜNLÜSOY, “İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Gerginleşen
Türkiye-
Sovyetler Birliği İlişkilerinin Türk Kamuoyundaki
Tepkileri (1945-1952)”, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp
Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul, 2001, s. 96
[22] Kemal YAKUT, “II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Sovyetler
Birliği’nin Türkiye’ye Yönelik Talepleri ve Türk Basınının Tutumu”, Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Araştırma
Dergisi, sayı 35, Ankara, 2013, s. 184
[23] Levent KALYON, “Truman Doktrini
Üzerine Bir Analız”, Güvenlik
Stratejileri Dergisi, cilt 6, sayı 11, İstanbul, 2010, s. 10
[25] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e.,
s. 338
[26] Erel TELLAL, Uluslararası Ve Bölgesel Gelişmeler Çerçevesinde SSCB-Türkiye
İlişkileri (1953-1964), Mülkiyeliler
Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 2000,
s. 31
[27] Erel TELLAL, a.g.e, s. 35
[28] Erel TELLAL, a.g.e, s. 34
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder