Burak
Soyer
Kaynak:
https://oggito.com/
Rus gazeteci Solomon Volkov’un yazdığı Tanıklık
Tutanağı, 20. yüzyılın en büyük bestecilerinden Dmitri Dmitriyeviç
Şostakoviç’in, 70 yıllık ömründe, hayatından gelip geçen insanlarla, tanıklık
ettiği olaylarla ilgili anlattıklarından oluşan arşivlik bir kitap.
“Bunlar benim kendime ilişkin anılar değil. Başka insanlara
ilişkin anılar. Bize ilişkin olanları başkaları yazacak. Doğal olarak da,
utanmadan bir sürü yalan savuracaklar ama onların işi bu. Kişi, geçmişi
konusunda ya doğruyu anlatmalı ya da ağzını hiç açmamalı. Çok zor bir şeydir
anımsamak; bunu da ancak gerçek adına yapmaya değer. Ben, dönüp arkama
baktığımda, yıkıntılardan, dağ gibi yığılmış cesetlerden başka bir şey
görmüyorum. Ve bu yıkıntıların üzerine, bir de yeni yeni Potyomkin köyleri inşa
etmek istemiyorum. Yalnızca doğruyu söylemeye çaba gösterelim bakalım. Zordur bu.
Ben pek çok olayın görgü tanığı oldum; önemli olaylardı bunlar üstelik.
Kalburüstü pek çok insan tanıdım. Bu kişiler hakkında, ne biliyorsam olduğu
gibi söylemeye çaba göstereceğim. Hiçbir şeyi süslemeye, hiçbir şeyi
değiştirmeye kalkmayacağım; dört açacağım gözümü. Bir görgü tanığının tanıklığı
olacak bu.” 20. yüzyılın en büyük bestecileri arasında kabul edilen Dmitri
Dmitriyeviç Şostakoviç, bunları söylüyor açık yüreklilikle Rus gazeteci Solomon
Volkov’un yazdığı, Say Yayınları’ndan M. Halim Spatar çevirisiyle yayımlanan Tanıklık
Tutanağı kitabında. Ve söylediği gibi “başka insanlara ilişkin anılar”
anlatıyor Şostakoviç, “hiçbir şeyi değiştirmeye kalkmadan” ve “gözünü dört
açarak.” Kitap da, onun çocukluğundan başlayarak mutsuz bir ihtiyar olarak
öldüğü zamana dek hayatından gelip geçmiş önemli isimlerle ilgili anılarından
oluşuyor. Bunları tüm içtenliğiyle anlatan ve yorumlayan Şostakoviç, kendisiyle
ve içinde yaşadığı toplumla hesaplaşma riskini de göze alıyor.
25 Eylül 1906’da başlayan ve 9 Ağustos 1975’e dek süren
hayatında gördükleri var bu kitapta ünlü bestecinin. İnandığı değerler uğruna
ona tüm oklarıyla saldıranlar, yüzüne gülüp arkasından gammazlayanlar. Diğer
taraftan da kendisi gibi ömrünü kendi değerlerine adayıp açlıktan sürünen,
kıymeti bilinmeyi geçtim, adı sanı duyulmamış sanatçılar. Ama hiçbirini es
geçmiyor Şostakoviç. Üzerinde bir etki yaratan, eserlerini değerli bulduğu ya
da bulmayıp eleştirdiği, ilk başta kendine yalan söyleyen herkese hak ettiği
mesafede yaklaşıyor. Hayatına dokunan tüm bu insanların yarattıklarına bir
sanatçının gözüyle bakarken, onların yaşadığı hayata da bir insan ruhuyla
bakıyor. İçinde bulunduğu sanat ortamının parıltılı ışıklarının altındaki
sahteciliği açıkça gün yüzüne çıkarıyor. Perde ardında kalanların hakkını,
eserlerini dört bir yandan inceleyerek veriyor. Toplumunun geçirdiği sürecin
dönüşümlerini, onun tam içinden gelen bir sanatçı olarak ele alıyor ve bu
dönüşümü sadece anlatı olarak bırakmıyor. Kendi düşüncelerini de ekliyor.
İnsanı, insanın yarattığını, toplumu görmüş geçirmiş, yaşamış biri olarak
Şostakoviç’in anlattıklarını buraya sığdırmak imkânsız ve ağzından çıkan her
şey önemli olduğu için pek çok şeyi atlayıp göz ardı etme tehlikesi var. Bu
yüzden böyle bir genel değerlendirme yapıp kitabı toparlamaya geçmek, kalanını
okurun merakına bırakmak en iyisi.
“Belleksiz insan bir cesettir,” diyor Solomon Volkov
kitabın önsözünde ve ekliyor: “O canlı cesetlerini yalnızca resmen tasdik
edilmiş olayları –tasdik edildiği haliyle- anımsayan niceleri gözümün önünden
geçti.” Kendini yalnızca müziğiyle “çıplak” olarak ifade edebilen Şostakoviç,
belki onu karşılamak için ellerini sıvazlayan ölüme giderken arkada kapalı
kalmış bir şey bırakmamak, belki de içinde bulunduğu yavan ortamdan gerçekten
bıktığı için, içindeki “gerçekleri” anlatma gereği duymuştur, bilemeyiz.
Ancak anıklık Tutanağı'nın sanatçıyla insanın, insanla sanatçının nasıl
birbiri içine girdiğinin ve ikisi arasındaki çıkmazların kapışmasının somut bir
örneği olduğunu söyleyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder