Osman
Akdemir
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
“O günden sonra İvan İlyiç arada bir Gerasim’i çağırıyor,
ayaklarını onun omuzlarına koyarak konuşmaktan haz duyuyordu. Gerasim bunu
zahmet çekmeden, istekle, sade, içten bir tavırla ve İvan İlyiç’i duygulandıran
bir iyi kalplilikle yapıyordu. Başka insanların varlığı, gücü ve diriliği İvan
İlyiç’e dokunduğu halde Gerasim’de bunlar onu üzmüyor, tersine yatıştırıyordu.
İvan İlyiç’in başlıca ıstırabı, kendisine söylenen yalandı.
Nedense bu yalan herkes tarafından kabul edilmişti. Güya o, yalnız çok
hastaydı…
Sakinleşerek tedavi edilirse çok iyi sonuca varılacaktı.
Oysaki İvan İlyiç, ne yapılırsa yapılsın sonucun daha korkunç azaplar ve
ölümden başka şey olmadığını biliyordu. Bu yalan üzüyordu onu. Herkesin ve
kendisinin bildiği şeyi açıkça söylemek istemeyişlerine, feci halini yalanla
örtüp onu da bu yalana katmalarına üzülmemek elinden gelmiyordu.
Yalan, ölümün arifesinde çevresini kaplayan bu yalan;
korkunç, muhteşem ölüm olayını onların ziyaretleri, perdeleri, yenmeğe
hazırlanan mersin balıkları seviyesine indiren bu yalan, İvan İlyiç için son
derece azap vericiydi, işin tuhafı, çevresindekiler ona bu hokkabazlıkları
yaparken kaç defa: “Bırakın şu yalanları! Ölmekte olduğumu siz de
biliyorsunuz, ben de biliyorum. Yalan söylemekten vazgeçin bari!” diye
bağıracak oluyordu. Ne var ki hiç bir zaman kendinde bunu yapacak gücü
bulamıyordu.
Korkunç, feci ölüm olayına çevresindekilerin, tesadüfî,
tatsız bir olay, hatta bir münasebetsizlik şekli verdiklerini görüyordu. (Ona,
üstünden kötü kokular saçarak salona giren bir adam gibi davranıyorlardı.) İvan
İlyiç’i, hayatı boyunca yolundan ayrılmadığı terbiye ve kibarlık bu seviyeye
indirmişti. Kimse halini anlamak istemediği için acımıyordu da ona. Yalnız bir
Gerasim bu hali anlıyor, ona acıyordu. Bu yüzden İvan İlyiç kendini yalnız
Gerasim’le bulunduğu zamanlar iyi hissediyordu. Gerasim, bazen, bütün gece
sabaha kadar onun ayaklarını tuttuğu ve yatmaya gitmek istemediği zamanlar çok
iyi oluyordu.
“Hiç meraklanmayın İvan İlyiç; sonra uyurum.” derdi
Gerasim.
Arada bir, birdenbire senli benli konuşmaya başlayan Gerasim,
“Keşke sen hasta olmasaydın; yoksa ben hizmet etmekten
çekinmem!” diye hastanın gönlünü almaya çalışıyordu.
Yalan söylemeyen yalnız Gerasim’di. İşin aslını yalnız onun
anladığını, bunu gizlemeye lüzum görmediği ve erimiş bitmiş efendisine açıkça
acıdığı belliydi. Hatta bir sefer onu yatmaya gönderen İvan İlyiç’e olanca
saflığıyla, olduğu gibi,
“Hepimiz öleceğiz. Elimizden gelirken neden
çalışmayalım?” diye hastayı avuttu.
Gerasim bu sözlerle, özellikle, ölümlük birisine hizmet
ederken bu işe karşı bezginlik filân duymadığını anlatmak istiyordu. Kendi
sırası gelince, başka birisinin de onun için aynı hizmette bulunacağını
umuyordu.” (S:95-8)
Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı romanı
yayınlandığı 1886 yılından bu yana bireyin ölümle yüzleşmesinin destansı
anlatımlarından birisi olarak okuyucularını derinden etkilemiştir. Son
günlerini yaşamakta olan İvan İlyiç’in etrafındaki insanlar arasında ölümü
öncesinde ona güç veren yalnızca bir köylü çocuğu olan
hizmetçisi Gerasim’dir. Karısı, kızı, oğlu, ahbapları, diğer uşakları,
doktorları ona empati kuramazken İvan İlyiç’in son anlarında tek tesellisi
cahil bir hizmetçinin yakınlığı olmuştur.
Neden?
Gerasim’in ilgisini eşsiz kılan neydi?
Yalnız bir adamdı İvan İlyiç. Mevki sahibi bir hukukçu
olarak sürdürdüğü itibarlı hayatının ona kazandırdıkları mutsuz bir evlilikle
bir avuç yüzeysel arkadaşlıktan ibaretti. Sosyal muhitinde, kağıt oyunlarında
bulduğu keyif hastalığıyla birlikte yerini acıya bırakmıştı. Bir yandan
ölümüyle yüzleşirken diğer yandan ailesiyle kavga ediyor, Tanrı’yı kâh
gaddarlıkla suçluyor kâh inkar ediyordu:
“Aczine, korkunç yalnızlığına, insanların, Tanrı’nın
zalimliğine, Tanrı’nın yokluğuna ağlıyordu…
“Niçin bunu böyle yaptın? Niçin beni buraya getirdin?… Ne
yaptım ben, ne yaptım da bu azapları çektiriyorsun bana?”
Cevap beklemiyordu. Cevap olmadığına, olamayacağına
ağlıyordu. Ağrı gene depreşti. Ama İvan İlyiç kıpırdamıyor, kimseyi
çağırmıyordu. Kendi kendine “Hah… vur… daha vur!.. Ama ne için? Ne yaptım
sana ben?!.. Ne?…” (S:116-7)
İvan İlyiç’in Ölümü son anlarını yaşamakta olan
insanlara yönelik olumsuz duygularımızı anlamamıza konuyla ilgili belki de her
türlü metinden daha çok yardımcı olur. Öykü kasvetli olsa da ana fikri
harikadır. Gerasim’in aksine doktorları ve ailesinin İvan İlyiç’e yaklaşımları
tıbbi önerilerin sağlığına iyi geleceğine dair kibar yalanlarla doludur.
Zariftir, kullanışlıdır bu kibar yalanlar, bilhassa doktorlar için; ne var ki
hastanın kendi ölümünün ürkütücü gerçeğiyle yüzleşmesine engel olmaktadırlar.
Ölümün inkarı sınırlarımızı ve eninde sonunda ona yenik düşeceğimiz gerçeğini
kavrayışımızı önlemekten öteye geçmemektedir.
Gerasim’in kibar yalanlarla alıp veremediği yoktur. Ancak
onun yaklaşımı İvan İlyiç’in kendi kendisini farklı biçimde görmesine, suçluluk
duygusundan arınmasına yardımcı olmaktadır. Başarılı bir hukukçu olan İvan
İlyiç hastalığıyla geçmişinde imza attığı bol miktarda hükümler arasında
irtibatlar kurmaktadır. Öykünün anlatıcısı tanınmış bir hekimle olan görüşmeyi
“Doktor tek gözüyle gözlüğünün altından sert bir bakışla onu süzdü. Bu bakışla
sanki “soruların dışına çıktığınız takdirde sizi mahkeme salonundan
çıkarmak zorunda kalacağım”demek ister gibiydi.” (S:61-2) cümleleriyle
aktarmaktadır.
Gerek okuyucu gerekse İvan İlyiç hastalığın hastanın
kabahati olmadığının bilicindedirler. Ancak başlarda İvan’ın hastalığının
etrafındakilere çektirdiği güçlüğün farkında olan yalnızca okuyucudur. İvan
İlyiç ise ancak lazımlığı yardım almadan kullanamayacağını anladığında bu
gerçeği görmüştür.
“Gerasim, İvan İlyiç’e bakmadan ve besbelli hastayı
incitmemek için yüzünden akan hayat sevincini gizlemeye çalışarak lazımlığa
yaklaştı. İvan İlyiç ona halsiz bir sesle,
“Gerasim!” diye seslendi.
Gerasim birdenbire toplanıverdi. Bir yanlışlık yaptım diye
korkmuştu galiba. Sakalları yeni yeni çıkan körpe, saf, genç yüzünü hızlı bir
hareketle hastaya doğru çevirdi.
“Bir şey mi buyurdunuz beyim?
“Belki tiksiniyorsun, oğlum… Artık kusuruma bakma.
Yapamıyorum.”
Gerasim parlayan gözlerinin bakışını ona çevirdi, taptaze,
beyaz dişleriyle sırıtarak,
“Öyle şey mi olur beyim! Hastasınız…” dedi.” (S:92)
Gerasim’in tavrı affetmek değil, affedilmeyi gerektirecek
bir durum olmadığını hissettirmek olmuştur. İvan İlyiç’in karısına ve ailesine
merhametinin kapısı böylece açılmaktadır.
Gerasim efendisinin mensubu olduğu sosyal sınıfın
mensuplarının aksine ölümü tüm doğallığıyla kabulleniyordu. Diğerlerinden
farklı olarak zaman ayırma sıkıntısı bulunmuyordu. İvan İlyiç’in arkadaşları
veya eşi gibi sosyal programları, cebinde opera bileti, ya da doktorları gibi
başka hastalarla randevuları yoktu. Efendisine en iyi bakımı onun sağlamasının
altında, maalesef günümüzde bu görevi üstlenen kişiler için de söz konusu olan
sınırsızca vakit ayırmanın olanaksızlığı gibi bir sorununun olmayışı
yatmaktaydı.
İvan İlyiç’in Ölümü yayınlanışından bir asırdan fazla
süre sonra dahi tıp mesleğinin eğitimcileri için ilham kaynağı olmayı
sürdürüyor. Ne ölçüde bilgili birer profesyonel olursak olalım hastaların
yerine kendimizi koyabilmemiz Tolstoy’un çağının doktorları için olduğundan
daha kolay, daha mümkün değil. İvan İlyiç ile bakımını üstlenenler arasına
mesafe koymuş olan zorluklar bugün de hükümlerini yitirmiş değiller.
Üstelik “hastaya bir şeyler yapmak” “hastayla beraber
olmak” ile kıyaslandığında daha fazla ücret ödenmesi gereken bir hizmet haline
gelmiştir.
Bunu bizler yaptık.
Belki de yapmamız gereken, öğrencilerimize hastaya nasıl
empati kurmalarını öğretmeye çalışmaktan ziyade, kendimiz birer tıp
öğrencisiyken hayatımızda ilk kez hizmetlerine katıldığımız hastalara o günlerde
hissetmiş olduğumuz yakınlığı korumaktan başka bir şey değildi.
KAYNAKLAR
• Tolstoy. “İvan İlyiç’in Ölümü”. iBooks.
• Charlton B, Verghese A. Caring for Ivan
Ilyich. J Gen Intern Med. 2010;25:93-5
tolstoyun yaklaşık 1000 sayfalık biyografisini okuyorum. Bu kitabını da aldım okuyacağım, ama önce Tolstoyu iyice anlamak istiyorum ve anlıyorum. Detaylı bilgi için çok teşekkürler.
YanıtlaSil