Mustafa
Kemal Yılmaz
Kaynak:
https://turkrus.com/
Mustafa
Kemal Yılmaz, kendi kişisel tarihinin izdüşümünde, Ankara’dan Moskova’ya
uzanan, şimdilerde St. Petersburg’da soluklanan bir sinema tutkununun
yolculuğuna bizi de "yol arkadaşı” yapıyor.
***
Nevski’den Malaya Sadovaya’ya sapıyorum. Kuşatmanın kedileri
anısına dikilen heykelleri görmek var aklımda. Fakat öyle küçükler ki sokak
numarasını bilmeme rağmen bir süre aramak zorunda kalıyorum. İşte oradalar.
Meşhur mağazanın yan duvarında, dört metre yüksekte ağır başlı Yelisey ve tam
karşısında, sokağın diğer tarafında cilveli Vasilisa.
Kafamda belirli bir plan yok. Kedicikleri fotoğrafladıktan
sonra Malaya Sadovaya’da yürümeye devam ediyorum. Karşıma üçgen biçimli bir
meydan çıkıyor: Manej Meydanı. Solda karlar altındaki küçük bahçenin ortasında
ihtişamlı bir Turgenyev heykeli var, hemen yanındaki binada da Lenin’le ilgili
bir mermer tabela. Ama benim dikkatimi tam karşıda, sütun başları altınla
süslenmiş bir bina çekiyor. Önüne kadar gidiyorum: Sinema Evi, Rusçasıyla Dom
Kino.
Griffonlu merdivenler altın bir çelenk tutan çocuk kentaur heykeline
çıkıyor. Kapıda bir de tabela: Sovyetler Birliği’nde çekilen ilk film bu
sinemada gösterilmiştir.
Şehirle iç içe bir tarihe sahip olduğu her halinden belli
olan yapıya şaşkınlıkla bakıyorum. Ve derhal anlıyorum şaşkınlığımın sebebini.
Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala bir “sinemam” yok!
Halbuki hiç sinemasız kalmamıştım. Sokakta yürümeye devam
ediyorum ama aklım çoktan geçmişe gitmiş bile. 30-35 sene öncesine. İlkokula ya
başladım, ya başlamak üzereyim. Yazları köyde geçiriyoruz. Coşkun akan
bir dereciğin kenarındaki köy kahvesini hatırlıyorum. İyi, Kötü, Çirkin oynatıyorlar
videoda. Hem de her gün, döne döne. Öyle yer ediyor ki film belleğimde, unutup
tekrar izlemek için yirmi yıldan fazla süre geçmesi gerekiyor. (2014 yazında
Moskova’da öğreniyorum Eli Wallach’ın öldüğünü, aklım köy kahvesine gidiyor.
2020 yazında dört gözle sınırların açılmasını bekliyoruz. Bu kez de Ennio
Morricone göçüp gidiyor.)
İlk hakiki sinemaya kavuşmam ise 1997’de. ODTÜ Fizik Amfisi, namı diğer Üçlü Amfi. Vladimir Maşkovlu Hırsız’ı, burada izliyorum. Kampüsteki ilk yıl bitmeyen bir film festivali gibi geçiyor. Cadı Kazanı en çok iz bırakanlardan. Ama daha hafif filmleri de anımsıyorum. En İyi Arkadaşım Evleniyor, Beşinci Element, Big Lebowski.
Sonra kampüsten dışarı taşıyoruz. Bahçeli’de Büyülü Fener’i
öğreniyoruz. Costa-Gavras’ın Çılgın Şehir'ini burada izliyorum. Tübitak
binasının altında küçük bir salonu keşfediyoruz. Burada da Jim Jarmusch’la
tanışıyorum ve kısa filminde rol verdiği Roberto Benigni ile. Bir hınzırlık
edip Kavaklıdere’ye Tinto Brass izlemeye gidiyoruz. “Erotik sinema bu muymuş?”
diyerek Lola’yı yarım bırakıyoruz.
Şehre ikinci gelişim 2003’ten sonra. Ama bu kez belleğimde
hiç sinema yok. Rusça öğrenmeye başladığım yıllar. Muhtemelen öyle doluyum ki
Rusçayla sinemaya yer kalmıyor. Belki de hafızamdaki boşlukları romantik
açıklamalarla dolduruyorum.
Ankara’dan sonra Moskova. Şehri tanımakla geçen ilk yılın
sonuna doğru Arbat’ta Hudojestvennıy’ı keşfediyorum. Moskova’nın ilk sineması.
Tüm yerkürede yüz yaşını deviren birkaç sinemadan biri. Potemkin Zırhlısı’nın
prömiyerine ev sahipliği yapmış bir sinema mabedi. Öyle güzel, öyle rahat ki
burada film izlemek. Anında müptelası oluyorum.
Üniversitedeki Polonyalı arkadaşların davetiyle Polonya
Filmleri Festivali’nde çalışmaya geliyoruz. Gönüllüyüz güya ama yine de harçlık
veriyorlar: 100 ruble, o günün kuruyla 4 dolar. Şehirde kazandığım ilk para.
Festivalde yapımcılarından biri Polonyalı olduğu için Peter
ve Kurt’u da gösteriyorlar. 2008’in En İyi Kısa Animasyon Oscarının sahibi.
Yapımcılar heykelciği de getirmişler. Dünya gözüyle bir Oscar görüyoruz.
François Ozon’un kısalarıyla burada tanışıyorum. Ben
bayılıyorum, ama kız arkadaşım sevmiyor. Ortasında çıkıyor, ben kalıyorum. (On
iki sene sonra bile hala başıma kakıyor.) Daha sonra birlikte Usta ve
Margarita'ya gidiyoruz. Yarım bırakırken bu kez ikimiz de hemfikiriz. Taras
Bulba’yla hamasi Rus sinemasının notunu verirken de öyle: Ruslar edebiyat
uyarlamalarını kıvıramıyor.
Yıllar geçiyor. Bu kez Hobbit serisinin ikinci
filmini izlemek için Hudojestvennıy’deyiz. Artık kız arkadaşım değil, eşim.
Doktorun söylediğine göre doğuma en az on gün var. Ama sinemadan eve döner
dönmez işaretler beliriyor. Ertesi gün vakit öğleyi geçerken artık bir kız
babasıyım.
Bir ay sonra restorasyona alıyorlar sinemayı. Bir kere daha
sinemasız kalıyorum. Doktora, iş, çocuk derken eskisi gibi mecal de yok. Bir
yandan internetten film izleme kolaylığı. Yine de ara sıra keşif seferlerine
çıktığım oluyor. Kutuzovski’deki Piyoner’i öğreniyorum. Rusların altyazı
düşmanlığı gütmediği ender sinemalardan. Muhteşem bir mayıs günü Hamovniki’den
Kutuzovski’ye yürüyerek Çılgın Max: Öfkeli Yollar'ı izlemeye
gidiyorum. Hudojestvennıy’den sonra kendime yeni bir sinema mı buldum acaba
diye düşünürken kasım ayı gelip çatıyor. Uçağı düşürüyorlar. Artık ne
Hudojestvennıy var, ne Piyoner, ne Hamovniki, ne iş, ne de şehir. İki ay sonra
Türkiye’de, memleketteyiz. Pencerenin önünde koyunlar otluyor.
Belinski Köprüsü’nü geçip Liteyniy’e çıktığımda
hatıralardan sıyrılıp kendime geliyorum. Altı aydır Petersburg’dayım, ama hala
bir sinemam yok! Yerleşme, mobilya, beyaz eşya, evrak işleri, oturum stresi,
anaokulu kaydı, hastalık korkusu derken şehirle tanışmayı hep ertelediğimi fark
ediyorum. Ama artık yerleştik, alışveriş tamam, oturum cepte, anaokulu kaydını
yaptırdık, hastalığı ise hafif atlattık. Vakit geldi mi acaba?
Yürümeye devam ederken telefondan birkaç yazı
karıştırıyorum. Şostakoviç'in konservatuar yıllarında Dom Kino'da sessiz
filmlere doğaçlama müzik yaptığını öğreniyorum. İkinci Dünya Savaşı’na kadar
Alman işçi sınıfıyla dayanışmak adına sinemaya Rot Front adını vermişler, Kızıl
Cephe. Savaştan sonra ise Rodina, yani Vatan. Rusya’nın geçirdiği travmatik
dönüşümün tek başına sembolü adeta.
Evet, diyorum, burada bir film izleyeceğim. Kinotavr’ın
galibi Pugalo gösterime giriyor, yani Korkuluk. Hem de
altyazıyla. Yakutça ile Türkçe arasındaki mesafeyi de görmüş oluruz, diye
aklımdan geçiriyorum.
Bu şehirde de bir sinemam olup olmayacağını ise zaman
gösterecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder