Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Hatırlıyorum da lise yıllarında, kuru, renksiz, savaşların
uzun uzun anlatıldığı tarih kitapları berbattı. Bizde tarihe bakış biraz
problemli zaten. Gerçekten kopup, onu beğenmeyip, TV dizilerindeki tarih
sahnelerinden mutlu olma gibi huylarımız var. Geçmişi farklı göstermek, aşırı
sevmek ya da kendini geçmişten kurtarmaya çalışmak tarihçinin işi olmasa
gerek.
Neyse ki iyi tarihçiler oluyor ve olgular arasındaki bu
kesintisiz etkileşime nesnel ve daha geniş bir pencereden bakabiliyorlar.
Kültüre, ekonomiye de dikkat kesilip daha yetkin, daha akıcı dille yazılan
kitapların değeri bambaşka oluyor zaten.
Aslında insanın yaşadığı çağa, içinde olduğu topluma daha
bilinçli, daha dikkatli bakması önemli bir sorumluluk. Unutmayalım ki, dünya
tarihi milletlerin ve medeniyetlerin kendi tarihleri olduğu kadar birbirleriyle
mücadelelerinin de tarihi. Ayrıca, büyük güçler kendi vatandaşlarının refahını
esas alırken çıkarları için dünyanın başka yerlerindeki insanların hayatlarını
önemsemiyorlar. Gerçek bu. Yani kendi ülkenizi koruyup geliştiremezseniz,
güçlülerin niyetlerini saflık göstererek anlayamazsanız, çocuklarınızın özgür
geleceğini tehlikeye atarsınız.
Neticede tarih önemli bir alan. İnsanlık ve dünya tarihinin
nasıl ilerlediğine ilişkin bir takım genellemeler yapmak da oldukça değerli.
Örneğin Marks, Newton’un evrenin fizik yasalarını bulması gibi kendisinin de
bütün insanlık tarihinin hareket yasalarını bulduğunu düşünüyordu. Üretim
güçleri diye ifade ettiği teknik gelişmişlik kategorisine değişimi sürükleyen
önemli bir rol veriyordu. Haklılığı konusunda farklı görüşler olsa da yaptığı
analizin değeri çok büyüktü.
Tarihin nasıl ilerlediği konusunda önemli tespitler yapan
isimlerden biri de Yale Üniversitesi’nin ünlü profesörlerinden Paul Kennedy.
Strateji alanında dersler veren Paul Kennedy’nin çalışmalarını yoğunlaştırdığı
asıl alan ekonomik güç ve teknolojik ilerleme ile ayrılmaz şekilde iç içe geçmiş
askeri tarih.
Paul Kennedy’in 1500’den 2000’e ekonomik değişme ve askeri
çatışmaları incelediği “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabı dünya
genelinde takdir toplamış önemli bir çalışma.
Geçenlerde bu kitabın bazı bölümlerine yeniden göz attım ve
yazarın özellikle Osmanlı ve Çarlık Rusya’sının neden çöktüğüne ve Sovyetler
Birliği’ne ilişkin tespitlerine kısaca değinmeye karar verdim.
Paul Kennedy “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı kitabında genel olarak ekonomik güç ve askeri güç arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleriyle yakından ilişkili olduğunu savunuyor.
Kennedy’e göre dünya meselelerinde başı çeken ulusların
göreli gücü hiçbir zaman aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler
arasındaki eşitsiz büyüme hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar
sağlayan teknolojik atılımlar.
Kennedy’e göre askeri güce ulaşmak için zenginliğe,
zenginliği korumak ve geliştirmek için de askeri güce ihtiyaç var. Ancak
kaynakların büyük bölümü varlık yaratmak amacından uzaklaştırılıp askeri
amaçlara ayrıldığında uzun dönemde ulusal gücün zayıflama ihtimali ortaya
çıkıyor. Bu kitabın 1987’de yayımlanmasından iki yıl sonra çöken Sovyetler
Birliği de onun bu tezini doğrulamış oluyor bir bakıma.
Bu noktadan itibaren Paul Kennedy’nin Osmanlı, Çarlık
Rusya’sı ve Sovyetler Birliği’ne ilişkin görüşlerine kısaca değinmek istiyorum.
1-Osmanlı
İmparatorluğu: Kennedy Osmanlıları “fetihçi bir seçkinler
topluluğu” olarak niteliyor. Ona göre modern çağın başlarında Avrupa’ya en
büyük tehdit Osmanlı Türklerinden geliyordu. Bunun sebebi ise Osmanlıların
heybetli orduları ve çağın en ileri kuşatma kuvvetleri ve araçlarına sahip
olmalarıydı. Ama Osmanlıların düşmanları günden güne çoğalıyordu. Bu kadar çok
düşmana karşı da olağanüstü liderlere ihtiyaç vardı. Fakat 1566’dan itibaren
hükümdarlık eden 13 Sultan da yetersiz kalmıştı. Ayrıca Avrupa’da gelişen yeni
dinamikler söz konusuydu.
Kennedy’e göre, budala bir sultan, Osmanlı İmparatorluğunu
öylesine işlemez hale getiriyordu ki benzer bir şeyi Papa’nın ya da Roma
İmparatoru’nun yapması mümkün değildi. Yukarıdan açık seçik emirler gelmediği
için Osmanlı bürokrasisi sertleşmiş, tutuculuk üstün tutularak yenilik
boğulmuştu. Ticaret karşısında ise despotik ve merkeziyetçi bir tavır
alınıyordu. 1550’den sonra toprak genişlemesinin durması ganimete dayalı
gelirlere büyük sekte vurmuştu. Daha önce teşvik gören tüccarlar ve
girişimciler üzerine çok ağır vergiler konulmuştu. Buna ilave olarak
fiyatlardaki olağanüstü artışların büyük sonuçları olmuştu.
Genel olarak Avrupa kökenli düşünce ve uygulamalar çoğu
zaman küçük görülüp reddediliyordu. Ağır ve cüsseli topların daha hafifleriyle
değiştirilmesi mümkün olamamıştı örneğin.
Bütün bu ekonomik gelişmeler ve teknolojideki geri kalma
sonun başlangıcını hazırlıyordu aslında. Üstelik Avrupa yükselmeye başlamış,
özellikle denizcilikte büyük bir ivme yakalamıştı.
Kennedy şöyle bir soru soruyor: Nasıl oldu da önüne
geçilemez bir ekonomik gelişme ve yenilik süreci başlamıştı Avrupa’da? Kennedy
bu noktada Avrupa’nın politik çeşitliliğine ve coğrafyasına vurgu yapıyor.
Ticaretin, tüccarların, limanların ve pazarların merkeziyetçilikten ve
gözetimden uzak gelişmesinin önemli sonuçları olmuştu. Denizlerle çevrili
olmanın hem gemiciliğin gelişmesi hem de ucuz taşımacılık açısından önemi
büyüktü. Artan deniz ticareti zenginliği artıyor ve yenilen besinleri
çoğaltıyordu. Ayrıca önemli bir reform gündemi vardı.
2-Çarlık
Rusya’sı: Kennedy Çarlık Rusya’sı ile ilgili şu önemli tespitlerde
bulunuyor: Çarların askeri mutlakiyetçiliği, eğitimin Ortodoks kilisesinin
tekelinde olması, bürokrasinin rüşvet yemeye yakın ve güvenilmez oluşu, tarımı
durağanlaştıran ve feodal kılan serflik sistemi en önemli sorunlardı. Rusya
Batıdan aldığı bir takım şeylere rağmen ekonomik açıdan geri kalıyor ve
teknolojik olarak gelişemiyordu.
Kennedy’nin affına sığınarak bu noktada bir yorum belirtmek
istiyorum. Aslında Petro reformlarının önemli sonuçları olmuştu. Hem kültür hem
de eğitim hayatında önemli gelişmeler vardı. Ayrıca ticaret de canlanıyordu.
Üstelik Petro’nun denizcilik tutkusunun askeri alanda önemli sonuçları olmuştu.
19. yüzyılın ortalarında ise serflik kaldırılmış, eğitim
laikleştirilmeye başlanmış, idarede ve yargıda önemli reformlar yapılmıştı.
Ancak yeterince teknolojik atılım olmuyor, bürokrasi kendini istenildiği gibi
yenileyemiyor ve ekonomi yeterince gelişemiyordu. Serflik kaldırıldığı halde
tarımdaki sorunlar da çözülememişti.
Kanımca Çarlık Rusya’sının çökmesine neden olan şey tam da
Kennedy’nin söylediği şekilde İmparatorluğun aşırı savaş isteklerini
desteleyecek bir ekonomik gücün olmamasıydı. İsveç, Polonya, Japonya, Osmanlı
savaşları orduyu ve ekonomiyi yormuştu. Birinci Dünya Savaşında ise açık bir
çöküş baş gösterdi.
3-Sovyetler
Birliği: Kennedy’e göre Sovyetlerin askeri harcamaları azaltma
şansı olmadığından karşı karşıya kalınan çelişkilerden kurtulma şansı da yoktu.
Rus devletinin geleneğinde imparatorluk gücünün azalmasını kabullenebileceğine
işaret edebilecek hiçbir şey de yoktu.
Kennedy’e göre, Sovyetler Birliğinin tüm tarihi boyunca
ekonomideki en zayıf alan tarımdı. Yiyecek fiyatları devlet yardımlarıyla ucuz
tutuluyor, örneğin 4 dolara mal olan et 80 cente satılıyordu. Sadece tarımda
değil sanayi verimliliğinde de önemli sorunlar vardı. Örneğin 1913 yılında
Çarlık Rusya’sında bir saatlik çalışma ile Japonya’nın 3,5 katı hasıla elde
ediliyorken 1980’lere gelindiğinde bu oran Japonya’nın dörtte birine düşmüştü.
Genel olarak ekonomi askeri alanı desteklemekte yetersiz
kalıyor, artan askeri harcamalar ise bazı sektörlere daha fazla kaynak
ayrılmasını mümkün kılmıyordu.
Kennedy’nin Osmanlı ve Rusya ile ilgili görüşleri kısa özet
olarak bu şekilde. Tabi kitapta oldukça uzun değerlendirmeler söz konusu. Bu
değerlendirmelerin yüzde yüz doğru olduğu ya da başka görüşlerin olmadığı iddia
edilmez ama değerli oldukları da reddedilemez.
Çok ilginç olduğunu düşündüğüm kitabın başlarında atıf
yapılan bir merkantilistin görüşüne göre ise, bir ülkenin gücü, zenginliğinin
ve sağlamlığının büyüklüğüne bağlı değil zaten, esas olarak komşu ya da
rakiplerin aynı güce daha az veya daha çok sahip olması önemli. Dolayısıyla
mukayeseli bir analiz gerekiyor.
Başka bir husus ise büyük güçlerin aralarındaki rekabet ve
önemli ekonomik dönüşüm ve farklılıkların günün birinde çatışmaya dönüşme
potansiyeli. Bu açıdan bakınca da güç merkezlerindeki önemli değişikliklerden
söz edilen günümüz dünyasında askeri bir çatışmanın arifesinde olunup
olunmadığı önemli bir soru.
Neticede tarih derslerle ve kendi çelişkilerine
yenilenlerle dolu. Gelişmeleri doğru analiz edip tedbir alan başarılı oluyor.
Körlük, taassup ve kötü yönetim ise en büyük tehlike.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder