Moskova

Moskova

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Petroviç’de değişen şeyler!



Samih Güven






Çiztiy Prudi istasyonundan çıktığımda kar yeniden başlamıştı. Myasnistkaya Caddesi her zamanki gibi ışıl ışıldı. Kar taneleri sokak lambalarının altında belirginleşiyor, ışıklı bir cümbüşün nadide parçaları gibi dans ediyordu. Hava ılıktı. İnsanlar iyimser ve sevecen görünüyordu. Belli belirsiz hüzün dalgaları depreşiyordu yine de.

En son bir yıl önce geldiğim Petroviç’i neden merak etmiştim ki böyle? Moskova’daki yüzlerce bardan, restorandan ayıran neydi burayı? Kafamda belli belirsiz sorular dolaşıyordu: Petroviç değişmiş miydi? Moskova’yı bıraktığım gibi bulacak mıydım? Petroviç bunu mu söyleyecekti bana?

Taze kar ayaklarımın altında çatırdıyordu. 24 numaraya doğru ilerlerken Petroviç’i düşünüyordum evet. Bu mekanın bendeki izlerini. Ama değişmiş olmalıydı. En azından garsonlardan bazıları olmayabilirdi. Yoksa aynı mıydı? Aynı kalır mı hiçbir şey? Hem Heraklietos dememiş miydi “Değişmeyen tek şey değişimdir” diye. Ya da aynı nehirde iki kez yıkanılmazmış. Amma laflar. Ne anlama geliyor ki bunlar? Nehir aynı şekilde iki kez akmaz mı demek istiyorlar. Bana kalırsa öyle değil. İnsan aynı insan olarak giremez bir daha. Düşünceler işte…

Yürürken Petroviç’e ilk kez geldiğim akşamı hatırlıyorum. Arkadaşımla üye kartımız olmadığından halk günü olan Perşembe gününü seçmiştik. Moskova’da onlarca mekan gezip, o köpük köpük, genç arzu selinin kıyıya vurmuş parçaları gibi hissedince, hem orta yaşa uygun hem de eski Sovyet tarzı bir mekan bulmamız heyecan vermişti. Dokuzda başlayıp on ikiye kadar süren 80’lerden şarkılar, becerikli DJ’in marifetleri, güzel ve hesaplı yemekler, orta yaşlı insanların dans arzusu falan. İnsana ait şeyler işte. Hem her şey açıklanamaz ki. Hem herkesin karanlık bir yanı yok mu?

İlk geldiğimde çalınan İngilizce ve Rusça klasikleşmiş şarkılar yanında Tarkan’ın “Şıkıdım”ını duyunca nasıl da mutlu olmuştum. Tarkan Rusya’da, Atatürk, dizilerden bilinen Süleyman ve hemen hemen bütün romanları Rusça’ya çevrilen Orhan Pamuk’tan sonra dördüncü önemli Türk olmalıydı. Siyasileri saymıyorum tabi. Uçak Krizinden sonra tereddütle dışarı çıktığım gece Petroviç’de değişen bir şey var mı diye buraya geldiğimi ve artık Tarkan’ı çalmadıklarını anladığımda yaşadığım üzüntüyü hatırlıyorum yürürken. Ama şimdi her şey farklı tabi.

Sonunda kapıdan içeri giriyorum. Merdivenlerden aşağı inerken Perşembe olsa da kartımı hazırlıyorum her zamanki gibi. Tanıyor ve uzun süredir görmediklerinden olacak farklı bir tebessümle buyur ediyor görevliler. Paltomu verirken bahşiş vermeyi ihmal etmediğim yaşlı kadın da seviniyor gördüğüne. 

Mekan aynı; duvarlarda eski eşyalar duruyor, loş bir ışıkla aydınlanıyor her şey. Eski model masalar ve sandalyeler her yerde. Bardaki garsonlar da aynı neredeyse. Sahnenin olduğu bölümde yedi sekiz masa dolu. İçeri odalarda da olmalı birileri. Grup halinde gelip kendi coşkularıyla yetinenler onlar. Gençlik işte. Güzel bir şey.

İyilik olsun diye sahneye yakın bir masa öneriyorlar ama duvar dibinde bir yer tercih ediyorum. Masalarda orta yaşlarda insanlar var. Kimi masalarda da kadınlar sadece. 

DJ hazırlıklarını tamamlıyor ve başlıyor şarkılar işte. Hepsi aynı neredeyse. Dans meraklılarının sahneye atılması uzun sürmüyor. DJ’in tuzaklarını biliyorum. Şimdi hızlı olmalı her şey. İnsanlar kurtlarını dökmeli önce. Sonra olmadık zamanlarda romantik dans müzikleri çalacak ve orada, yakınında kim varsa dansa kaldıracaksın.

Votkanın etkisi başlıyor işte. Kafam zamanda dolaşmaya çıkıyor. Bu kırkındaki, ellisindeki insanların keyifli dansları sürerken beni hüzün ve düşünceler basıyor. Neden böyle sahi?

Moskova’ya tutunmaya çalışacağım. Becerebilecek miyim? Moskova eski Moskova olacak mı? Ben eski ben miyim? Yakın zaman önce kaybettiğim babamı düşünüyorum bir an. Gözlerim doluyor. Toparlıyorum kendimi.

Kırklı yaşlarda olsan da ortamın en genci yani mekanın çıtırı olmak böyle bir şey olmalı. Üç hanımdan dans teklifi alıyorum şimdiden. Kibarca hayır diyorum, çünkü hazır değilim. Onlar da “yeterince votka içmedin mi” der gibi bakıyorlar. İnsanın ne zaman dans edeceğini kim belirler sahi, biz mi votka mı? Derken “Şıkıdım” çalıyor işte. Gözlerim doluyor yeniden. Niye böyle sahi? 

Yetenekli amcalar döndürüp duruyor kadınları. Zaman döndürüp duruyor her şeyi. Biri bizimle kafa mı buluyor?

Herkes neşeli. Kafalar iyi. DJ coşkulu yine. Yaptığı işten emin. Hızlandırıyor müziği, en olmadık yerde kuruyor tuzağını. Sizi ne zaman birleştireceğime ben karar veririm der gibi muzip bu DJ. Bu sefer ben dansa kaldırıyorum birini. Dönelim bakalım…

Saat on iki suları. Myasnitskaya Caddesi ışıl ışıl. Kar durmuş artık. İnsanlar, hırslar, arzular, hayal kırıklıkları akıp gidiyor sokaklarda. Petroviç’de değişen ne sahi? Değişen bir şey yok belli ki. Yalnızca insan değişiyor. Goethe’nin dediği gibi seçiyor, ayırt ediyor, yargılıyor insan ve yalnızlaşıyor bence…Çocukken yaşayacağı güzel zamanları bekliyor, sonra zevkin, hırsın, acıların tezgahından geçiyor, yaşlanınca da yaşadıklarını yargılamakla geçiyor zaman. Ama insan aynı gözle bakamıyor bir daha.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder