Moskova

Moskova

22 Ağustos 2013 Perşembe

Türklerin izinde Altın Dağlar

Türklerin izinde Altın Dağlar
















Faruk Pekin / Hürriyet

Türkler tarih sahnesine, yaklaşık 2500 yıl önce, ilk kez bu topraklarda çıkmıştı. Rusya’nın Kazakistan - Moğolistan sınırındaki Altaylar 20 bin nehir, 7 bin gölle benzersiz bir coğrafya. Bu topraklarda ağacı, çiçeği, nehirleri kutsal kabul eden “Doğaya inanırım, korurum, o da beni korur” diyen bir halk yaşıyor.

Ön Türklerin ve Türklerin izlerini sürmek, Orta Asya’dan Akdeniz’e Türk ve İslam coğrafyasını tanımak için bu bölgeleri gezmek en büyük hayalimdi. Hayalimi gerçekleştirdim. Geçen ay Rusya Federasyonu içinde kendi özerk cumhuriyetleri olan, Türkçe konuşan dört halkın topraklarına bir gezi yaptık: Altay, Hakasya, Tuva ve Yakutistan (Saha Cumhuriyeti). Altay Cumhuriyeti’yle başlayıp, gelecek haftalarda bunları sırasıyla anlatmaya çalışacağım.
Altay, Hakasya ve Tuva Güney Sibirya olarak bilinir. Ama Sibirya kavramı çoğu kişide olumsuz çağrışımlar yaratır: Soğuk, karlar altında, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer, sürgün diyarı, Dostoyevskivari bir ‘Ölüler Evi’ olduğu düşünülür.

GÜMÜŞ MADENLERİNİN KIYISINA KURULDU

Kitabında Sibirya’dan bahseden ilk Türk, Birinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında bu bölgede esir tutulan 7 bin dolayındaki askerimizden biridir: Tahsin (İsmail) İybar. 1950’de Ankara’da basılan “Sibirya’dan Serendib’e” bir anı kitabıdır. Bir gezi kitabı ancak 1978’de yayımlanır: 1970 yılında dış politika yazıları yazdığım Yeni Gün gazetesinin sahibi Kemal Bayram’ın (Çukurkavaklı) Sibirya Şafağı. Bunu 1992’de Şükrü Haluk Akalın’ın ‘Anayurttan Atayurda -  Gezi Notları’ adlı kitabı izler.
Altaylar gezimiz 10 gün sürdü. İstanbul’dan doğrudan Novosibirsk’e uçtuk. Çoğumuzun daha önce gezdiği kentte oyalanmadan, karayoluyla yaklaşık 5 saat sürecek Barnaul yolculuğuna başladık. Altay Bölgesi’nin (Krai) başkenti, Obi Nehri kıyısında 700 bin nüfuslu modern bir yerleşim. Altay bölgesindeki gümüş madenlerine yakınlığı nedeniyle, 1730’da burada bir yerleşim oluşturulmuş. Kurucusu, Büyük Petro zamanında demir işleriyle zengin olan madenci Demidov Ailesi.
Kısa bir dinlenme ve öğle yemeğinin ardından Barnaul’u dolaşmaya başlıyoruz. İlk yerleşimlerin, anıt ve ahşap evlerin ardından Altay Bölgesel Araştırmalar Müzesi’nde bölgedeki madenciliğin gelişme izlerini, Altay Bölgesi’nde doğan Kalaşnikov’un silahlarını, muhteşem güzel şaman giysilerini görüyoruz. Ardından girdiğimiz Tarih, Kültür, Edebiyat ve Sanat Müzesi’nde harika tabloların yanı sıra çok ilginç bir şaman davuluyla karşılaşıyoruz. Obi kıyısından yürüyerek Lenin Parkı yanında kenti tepeden seyrediyoruz.
Ertesi gün yine Altay Bölgesi’ndeki “Altay Dağları’nın Kapısı” olarak bilinen Biysk’e gidiyoruz. Büyük Petro’nun emriyle Biya ve Katun (Hatun) nehirlerinin birleşip Obi Nehri’ni oluşturdukları yerde 1708’de yaptırılan ilk kale ile kuruluşu başlatılan 210 bin nüfuslu Biysk’te Zafer Anıtı’nı (Rusya’da her kentte Büyük Yurtseverlik Savaşı olarak adlandıran 1941-45 savaşına ait bir zafer meydanı ve anıtı bulunur), eski tüccar evlerini, ana meydanı ve Yerel Etnoğrafya Müzesi’ni geziyoruz. Müzede değişik yerlerden getirilmiş çok ilginç kaya resimleri, geyiktaşları, balballar ve şaman araçları sergileniyor. Müzenin en ilginç öğelerinden biri İkinci Dünya Savaşı sonunda Reichstag binasına bayrak diken Rus askerlerine ve binaya ait parçalar.

İSVİÇRE ALPLERİ’Nİ ANIMSATAN MANZARA

Biysk’ten sonra Altaylar’ın yaklaşık 600 kilometrelik ünlü Çuski Karayolu (M52) başlıyor. Bu yol başlangıçta Katun ve Çuski ırmaklarının çarpıcı manzaralarını sunuyor. Sibirya algımız birdenbire değişiveriyor. Cennet gibi bir yerdeyiz. Her yer yemyeşil, tayga ormanları, küçük, büyük şelaleler, ufak dereler, dağları, ağaçları yansıtan irili ufaklı göller, tepeleri hâlâ buzlu dağlar… Bunlar gerçekte İsviçre Alpleri’ni tanımlamada kullanılan sözcükler.
Katun Nehri, Altay halklarına göre dünyeviliğin ruhaniliğe yükseldiği mistik Şambala’nın kapısı. Altay Cumhuriyeti’nin en yüksek dağı olan Beluha’daki (Üç Sümer zirvesi 4506 metre) Gebler Buzulu’ndan doğar. 690 kilometrelik Katun, Altaylara göre kutsal bir nehir. Bu nedenle birçok yerinde ağaçlara çaputlar asılı. Ağaçlara bez (çaput) asma, yaşam ağacına (gök, yer, yeraltı simgesi) önem veren bir gelenek.
Akıl durdurucu manzaralar eşliğinde konaklama yerine giderken Kamişlinski Şelalesi’ni görmek için ormanda yürüyüş yapıyoruz. Şelale çok yüksek değil. Ancak çok etkileyici ve tabii ki etrafındaki ağaçlarda çaputlar dizili. Akşam Katun Nehri kıyısındaki çok güzel bir turistik tesiste kalıyoruz, nefis yerel yemeklerin eşliğinde. Ertesi gün çevreyi geziyoruz. Katun Nehri içindeki Patmos Adası’nda İncilci Yahya’ya adanan kiliseyi görmek için ufak bir asma köprüyü geçiyoruz. 2001’de 1849’daki orijinaline göre yeniden yapılmış. Ardından Katun’un Çemal ile birleştiği yere kadar nehir boyunca yürüyüş yapıyoruz. Buluşma noktası kutsal. Bu bölge hakkında inanılmaz öyküler var. Ardından 1935’te açılan Çemal Hidroelektrik Santralı’nı görüyoruz. Barajların Rusya’daki kısa adı GES. Bu arada değişik alkol derecelerine sahip bal şarabıyla tanışıyoruz…
/_np/0020/20730020.jpg

ENERJİ YAYAN ŞAMAN MAĞARASI

Öğle yemeği ardından şahsa ait Etnografya Müzesi’ne (Altayski Centr) gidiyoruz. Küratör Aleksandır Bardin’in eşi bizi üç ayrı yapı içinde gezdiriyor. Rus çevirmeni bırakıp onun Altaycasını anlamaya çalışıyoruz. Yavaş yavaş konuştuğunda da anlaşabiliyoruz. Bize Altay’daki farklı inançları, günlük kullanım eşyaları ile Altay geleneklerini ve Altay ressam Çoros Gorkin’in etnografya çalışmalarını anlatıyor. Kuyus Köyü civarındaki resimli taşları (petroglif) görmek için yola çıkıyoruz, ama yolun aşırı bozuk olmasından dolayı fazla ilerleyemiyoruz. Ancak bu arada yol üzerindeki Şaman Mağarası’nı ziyaret ediyoruz. Burası da halkın enerji yaydığına inandığı yerlerden.
İzleyen gün Manjerok Kayak Merkezi’ndeki teleferiklerle yeşil tepeye çıkıyor, Manjerok Gölü’ne bakıyoruz. Ardından doğuya yöneliyoruz. Hedefimiz Altayların Altun (Altın) Köl dedikleri Teletskoye. 232 kilometrekarelik göl deniz seviyesinden 434 metre yüksekte. Uzunluğu 78, genişliği 5 kilometre. En derin yeri 325 metre. Göle en büyükleri Çulişman olmak üzere 70 nehir ve 150 geçici dere akıyor, 40 kilometreküplük temiz su deposu oluşturuyor. Biya Nehri ise bu suları kuzeybatıya taşıyor. Göle doğru yol alınırken yine nefes kesen manzaralar arasında ilerliyoruz. Biya Nehri’nin gölü terk ettiği noktadaki Artibaş’ta sempatik bir otelde kalıyoruz.
Ertesi gün bavullarımızı da taşıyan tekneyle kuzeyden güneye 4 saatlik yolculukla gölü geçiyoruz. Önce biraz yağmur, sonra güneş. Göl çok geniş bir nehir gibi. Ortasında bir yerde inip Korbu Şelalesi’nin havada uçuşan serpintilerini tadıyoruz. Her yerden, yeşillikler arasından eriyen buzulların temiz suları akıyor. Burada doğaya tapmamak mümkün değil. Gölün en güney ucunda karaya çıkıyor ve yürüyerek ahşap evciklerimize gidiyoruz.
Bu akşam banya var. Yani, sauna benzeri yüksek sıcaklıkta buhar içeren Rus hamamı. Buhar yapacak taşlar aşırı ateşte kızdırılacağından yangın tehlikesine karşı banyalar hep ana binalar dışında, su kenarlarında kurulur. Ayrıca Ruslar banyayı kullandıktan sonra buzlu bile olsa çıplak olarak suya girerler ya da karda yuvarlanırlar.

PAZIRIK’TAN ÇIKANLAR ERMİTAJ MÜZESİ’NDE

Gezinin yedinci günü Çulişman Irmağı boyunca küçük araçlarla “off-road” yapıyoruz. Altay Cumhuriyeti’nin en güzel vadilerinden biri. Doğadaki özgür atlarla karşılaşıyoruz. Moğol atları ufak tefektir. Bunlar çok daha iri. Çulişman’ın yeşil vadileri ruhumuzu dinlendiriyor. Bir su kenarında kumanyalarımızı paylaşıyoruz. Fotoğraf durakları dahil 5 saat sonra Katu Yarık’a geliyoruz. Vadi birden daralıyor. Galiba, Türklerin mitolojide erittiği dağ önümüzde...
3.5 kilometrelik, 30-45 derece eğimli zikzaklı toprak bir yol çıkıyor karşımıza. Bu yol birden 600 metre yükseğe çıkarıyor. “Yürüyelim” diyoruz. Ama çoğumuz üçüncü virajda pes ediyor, gelen bir kamyona atlıyoruz. Ortalama 1.5 saat çeken bir yol. Tepeden geldiğimiz vadiyi seyretmek müthiş bir keyif.
Ardından gezinin en önemli yeri geliyor: Pazırık Kurganları. Bunlar yan yana dizilmiş beş büyük kurgan. Önce mezar soyguncularınca elden geçirilmiş, ardından Rus arkeologlarca gün ışığına çıkarılmış. Buluntular şu anda Petersburg’daki Ermitaj Müzesi’nde sergileniyor. 2300 yıl öncesinin ‘Pazırık Kültürü’nü yansıtan bulgular arasında savaş arabaları, 10 santimetrekaresi 36 bin düğüm içeren muhtemelen dünyanın en eski halısı yer alıyor.
O akşam Koçevnik Vadisi’nde ahşap evlerde kalıyoruz.

ŞAMAN RİTÜELİNDE AYI AVINA GİTTİK

Sekizinci gün yine heyecanlanıyoruz. Önce Kalbak-Taş kaya resimlerini görüyoruz. Kayalardaki sekiz bin yıllık resim ustalığı. Evrenle, doğa ile, karşı cinsle, hayvan dünyasıyla ilişki ne güzel betimlenmiş. Resimli kayalar arasında Türklerin ilk ve tek alfabesi olan Runik harfli yazıtlar da görüyoruz. Yalnızca Kalbak-Taş’ta 3 bin dolayında resimli taş var. Ama Altaylarda Kalbak-Taş gibi birkaç alan daha var. Ardından İnya stelleri diye bilinen üç taşın fotoğraflarını çekiyoruz.
Daha sonra bir yerel sürdürülebilir Altay projesi içinde korunan Üç Enmek Parkı’na gidiyor ve orada yerel yemekleri tadıyoruz. Yemekten sonra bize kayçı Ekemen Epişkin 4 ayrı yerel müzik aletiyle müthiş bir dinleti sunuyor. Yalnızca göğüsten, damaktan, gırtlaktan gelen seslerle sunduğu şarkılar değil, mimikleri de olağanüstü. Bizi büyüleyen bir şaman (kam) oluyor. Şarkılarında bizi ayı avına götürüyor, avlayıp geri geliyoruz.

CİNAYETİ, NEFRETİ UNUTTURACAKLAR

Türklerin atayurdu, anayurdu Altaylar temsil ettiği müthiş zengin tarihsel ve kültürel mirasın yanı sıra yürüyüş, tırmanış, dağ bisikleti, rafting, ata ya da deveye binme, off-road, kış sporları olanakları, ormanları, şifalı bitki ve suları, gölleri, şelaleleri, ırmak ve dereleri, mağaralarıyla turizmin yeni gözdesi olmaya aday. Bazı bilinçli Altaylar da bu gelişimin farkında. Karakol Doğa Parkı içinde Ekoturizm Merkezi kurmuşlar. Devlet, parkın kurucusu ‘Ruhun Ekolojisi Okulu’ girişimini destekliyor. Parkın girişinde şöyle yazıyor: “Dünyanın göbek bağı olan Altaylar’da geçmiş nesillerin yaptığı yanlışları düzeltmeyi amaçlıyoruz. Bu gerçekleşince insanlar öldürmeyi, nefreti bırakacaklar, birbirlerini ve doğayı anlamaya başlayacaklar.”

Bu geçitten çıkıp dünyaya yayıldılar

Altay kadın rehber bizi Üç Enmek Dağı eteğindeki Karakol Vadisi’ne götürdü. Bu vadi bizi belki de yaydığı enerjisiyle en çok etkileyen yerdi. Rehberimiz anlayabildiğimiz bir Türkçe ile bize kurganları, taş izleri gösterdi ve vadinin ucunu işaret ederek “işte siz oradan çıkıp gittiniz” dedi.
Nasıl heyecanlanmayalım?

Buz Bakiresi, topraklarına döndü

Gezimizin dokuzuncu gününde önce ünlü Seminski Geçidi’nden geçtik. Arjan-Su’da (Gümüşsu / Şifalı su) mola verdik. Şifalı sular doğa kültüründe son derece önemli. Yeniden başkent Gorno – Altaysk’a geldik ve ‘Altay Prensesi’ kalıntıları nedeniyle yenilenen ve 60 binin üzerinde eserin sergilendiği Anohin Ulusal Müzesi’ni gezdik: Tarih öncesi ve arkeolojik kalıntılar, Altay ressamları, etnoğrafik ögeler ve müzenin en alt katında özel ‘Altay Prensesi’ bölümü...
Bulunduğu yer nedeniyle ‘Ukok Prensesi’ ya da ‘Buz Bakiresi’ olarak da adlandırılan ve sınır tartışmaları nedeniyle Çin ve Rusya arasında yeni polemiklere konu olan 2500 yıllık kadın mumyası arkeolog Natalia Polosmak tarafından 1993’te bulundu. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Ukok Platosu’ndan çıkan vücudun değişik yerlerinde dövmeler vardı. Mumya Novosibirsk’te sergilenirken 2003 depreminden sonra Altaylar bilim insanlarını doğal afete neden olmakla suçladı, mumyanın Altay Dağları’na geri getirilmesini talep etti. Mumya için özel bir müze yapıldı, geri getirildi. Şu anda lahit içinde sabit ısıda korunuyor.
Kadından 200 yıl sonra üzerine bir erkek gömülmüş. Mezarı açanlar altta başka bir şey olabileceğini düşünmemişler ve mezarı terk etmişler. Genelde Altay halkı ‘atalar kültürü’ nedeniyle mezarlara müdahale etmediğinden donmuş toprak (permafrost) tarafından korunan mezar çağımıza kadar gizemini korumuş.
Altaylarda Şamanist inançlar hâlâ çok güçlü. Bu çerçevede atalar kültü dolayısıyla ölü kültü, dağ, nehir, su kültleri, eski animist inançlar da sürüyor. İnsanla doğa arasındaki dengeyi sürdürmek ana amaç.

Türkler bölgeye 2500 yıl önce gelmeye başlamıştı

Araştırmacılar Altayların tarihini 125-180 bin yıl öncesine kadar götürüyor. Altay Dağları’nda Barnaul’un yaklaşık 150 kilometre güneyindeki halkın Ayu (Ayı) Taş, Batılıların Denisova Mağarası olarak adlandırdıkları mağarada paleo-arkeoloji açısından 9-11’inci katlarda ele geçirilen bir insan benzerinin (Denisova hominin) yaklaşık 40 bin yıllık olduğu saptandı.
Tarihçiler Altaylar’da MÖ 4’üncü bin yılda paleometal olarak adlandırdıkları dönemin başladığını, önce bakır, ardından bronz araçların yapıldığını, MÖ 2500-1700 arasında Afanasiyevo kültürünün başladığını, bunu Anav, Andronovo, Karasuk, Tagar, Kelteminar kültürlerinin izlediğini, zaman içinde avcılık ve toplayıcılıktan üreticiliğe geçildiğini belirtir. MÖ 1000 yılından sonra demir araçlar yaygınlaşır, İskitler, Hunlar, Sarmatlar sahneye çıkar. Ardından Türk kültürü dönemi gelir. Runik alfabeli taşlar, taş babalar, taşlaşmış atalar birbirini izler. Türklerin Tarihi kitabını yazan Jean-Paul Roux, Türklerin MÖ 700-300 yılları arasında Altay bölgesine gelmeye başlamış olabileceğini yazar. Altayların tarihini yazan Rus tarihçiler genelde 6 ve 10’uncu yüzyılları ‘Türk Dönemi’ olarak adlandırır.

Altaylar hakkında bilmedikleriniz

Altay Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu’nun 21 özerk cumhuriyetinden biri. 92 bin kilometrekarelik topraklarda 210 bin kişi yaşıyor, bunun yaklaşık 60 bini başkent Gorno-Altaysk’ta. SSCB’nin yıkıldığı 1991’e oranla sayıları azalsa da nüfusun yüzde 55’i Rus. Kalanların yüzde 35’i Altay, yüzde 6’sı Kazak. Altay nüfusu Teleut, Telengit, Kumandin, Tuba, Çalkandu, Altay-Kiji ve Şor’lar gibi Türkçe konuşan küçük grupları da kapsıyor.
Altay dil ve lehçeleri Kiril Alfabesi ile yazılıyor. 1931-38 arasında Latin Alfabesi kullanılmış. Özerk cumhuriyetin parlamentosu El Kurultay 41 milletvekilinden oluşuyor.
Orta Asya’da Altay Dağları çevresindeki bölgelerde ortaya çıktığı sanıldığından Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz gibi üç dilin oluşturduğu dil ailesi Altay Dilleri olarak adlandırılır. Dünyada yaklaşık 50 Altay dili var, 140 milyon kişi tarafından konuşuluyor.
Altay Cumhuriyeti’nde farklı dinsel inançlar bir arada. 2012’de yapılan araştırmaya göre, nüfusunun yüzde 28’i Ortodoks Hıristiyan, yüzde 6’sı Müslüman (Kazaklar), yüzde 13’ü Burhanizm, Tengrizm inançlı. Nüfusun yüzde 14’ü ‘tanrısız’, yüzde 25’i ise herhangi bir dine bağlı değil. Gördüğümüz o ki hemen hemen tümüyle Ruslaştırılmış adlar taşıyan Altaylar şamanizme, animizme, doğaya inanıyor. Bize Üç Enmek Doğa Parkı’nda muhteşem bir gırtlak dinletisi sunan Altay şarkıcısı Erkemen Epişkin inancını anlatırken “Ben doğaya inanırım. Doğayı korurum, o da beni korur. Tanrı insanın içindedir” dedi. Türklerin geldiği yer Altay’da, Atalar Yurdu’nda doğa tapkısı, nehir, su, ağaç, çiçek sevgisi çok yüksek.
Altaylar Sibirya taygaları, Kazakistan bozkırları ve Moğolistan çölleri arasında bir doğal güzellik. Müthiş bir biyolojik çeşitlilik. Tertemiz suların kaynağı olan buzulların 60 kilometreküp olduğu düşünülüyor. 60 bin kilometre uzunluğunda 20 bin kadar nehir, ırmak, dere ve 700 kilometrekarelik alan kaplayan 7 bin göl var. Ülkenin dörtte biri ormanlarla kaplı. Altay, Beluha ve Katunski doğal parkları koruma altında. Yalnızca 865 bin hektarlık Altay Parkı’nda 1270 bitki, kar leoparı dahil 73 memeli, 300 kuş türü bulunuyor.
Uzmanlar Güney Sibirya dağlarında sekiz bitki kuşağının bulunduğunu yazıyor. İğne yapraklı orman diye çevrilebilecek otlar taygalar soğuk tundra kuşağı ile sıcak ya da ılıman kuşaklar arasında yer alıyor. Altay taygalarında en çok huş ağacı, ladin, köknar, aspen yani bir çeşit kavak ağacı ve Sibirya çamı (pinus sibirica) bulunuyor. Sibirya çamına Ruslar sibirskikedr, yani sibirya sediri dediklerinden tüm İngilizce çevirilerde bu ağaç yanlış olarak “sedir ağacı” biçiminde tanımlanıyor.

Dünya Mirası Listesi’ndeki kutsal platodan gaz hattı geçecek

Altaylar’da üç alan 1998’de  UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi. Altın Göl (Teletskoye) çevresiyle Altay Parkı, Beluha Dağı çevresiyle Katunski Parkı ve Ukok Platosu. Bu toplam 1 milyon 610 bin hektarlık bir alan. Alp Dağı bitki örtüsüne benzer ormanları, tundraları, stepleri, biyolojik çeşitliliği ve nesli tükenmekte olan kar leoparını yaşatan bölgeleri kapsıyor. UNESCO koruma alanı aynı zamanda Katun, Biya ve Çulişman nehirlerini içine alıyor. Bu bölge ayrıca İskitler, Türkler, Yenisey Kırgızları, Moğollar, Oyratların kültürel izlerini ve Altaylar için kutsal bölgeleri de içeriyor. Yaklaşık 2500 yaşındaki ünlü ‘Altay Prensesi’ ya da ‘Buz Bakiresi’ 1993’te Ukok Plato’sunda bulundu. Ne yazık ki Altayların kutsal bellediği 2200-2700 metre yüksekliğindeki bu platodan Gazprom firması Çin’e doğalgaz taşıyacak boru hattı geçirmeyi planlıyor. Altaylar tabii ki bu projeye karşı çıkıyor. Dünya çevrecileri de onları destekliyor
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder