Rusya’da fil var mı?
M.
Hakkı Yazıcı
Kaynak: https://medyagunlugu.com/author/m-hakki-yazici/
Serkan, dışarı çıkarken “Ben, Fili’ye gidiyorum,” demişti.
İşim başımdan aşkındı. Anlamamış, ama sormamış, sadece
elimi arkasından güle güle anlamında sallamıştım.
İgor, biraz sonra yanıma gelip Serkan’ı sordu.
“Az önce çıktı. File gidiyorum, demişti. Hayvanat bahçesine
mi gidiyor, ne?” diye cevap verdim.
“Ne işi varmış orada? Günün bu saatinde Hayvanat
Bahçesi’ne, öyle mi?”
Boş gözlerle baktım.
“Valla hepinize bir haller oldu. Allah sonumuzu hayretsin,”
dedi.
Dayanamadı, Serkan’ı aradı, konuştular. Telefonu
kapattıktan sonra:
“Yahu, adam Fili Metro İstasyonu’na yakın bir müşteri
ziyaretine gidiyormuş. O ne demiş, sen ne anlamışsın?”
Aptal aptal suratına bakmış olmalıyım ki bu sefer gülmeye
başladı.
“Rusya’da fil var mı?” diye sordu.
“Hayvanat Bahçesi’nde vardır, herhalde. Başka bir yerde var
mı, bilmiyorum.”
Öyle ya, Rusya Federasyonu o kadar büyük bir coğrafya ki,
Moskova’da değil, ama iklimin daha ılıman olduğu bölgelerde belki olabilir diye
düşünmüştüm.
Güldü, “Rusya fillerin vatanıdır,” deyip, “Hadi, birer
kahve koyup, içelim, kendimize gelelim,” dedi.
Haklı, hesabı kitabı zor bir işin üzerindeydim; biraz mola
vermez, kafamı toplamazsam vahim bir hata yapmam kaçınılmazdı.
Sonra konuya bağlayacağı bir soğuk savaş fıkrasını
anlatmaya başladı:
Birleşmiş Milletler, “Fil Yılı” ilan etmiş. Planlanan
etkinliklere göre farklı ülkeler “fil” konulu kitaplar yayınlayacaklarmış.
Almanlar, beş ciltlik “Fil Bilimine Kısa Bir Giriş”
kitabının 1. cildinin 1. bölümünü yayımlamışlar.
Amerikalılar, cep boyutunda bir kitabı, "Ortalama bir
Amerikalının filler hakkında bilmesi gerekenler" kitabını yayımlamışlar.
İngilizler, “İngiliz Hindistan'ındaki Filler” monografisini,
İsrailliler, “Filler ve Yahudi Sorunu” makalesini,
İtalyanlar, “Filler ve Müzik” makalesini,
Fransızlar, “Filler Arasında Aşk” kitapçığını yayımlamışlar.
Sovyetler Birliği'nde üç ciltlik bir dizi yayınlanmış: İlk
cilt “Rusya, fillerin anavatanıdır”, ikinci cilt “Filler hakkında
Marksizm-Leninizm Klasikleri”, üçüncü cilt “Filler ışığında Filler” idi. Ek, Sovyetler
Birliği Komünist Partisi Yirmi Altıncı Kongresi'nin kararları” ve “Ulusal kurtuluş hareketinde fillerin rolü”.
Sovyet Birliği’nde yapılan üç ciltlik kitap baskısının
ardından Bulgaristan'da dört ciltlik bir kitap yayımlanmış. İlk üç cilt Sovyet
baskısının yeniden basımı ve dördüncü cildin adı ise şuymuş: "Bulgar fili,
Sovyet filinin en iyi arkadaşıdır."
***
Ben de, uzun bir süre, Metro vagonlarının kapı camlarında
gördüğüm “Не прислоняться (Ni prislonyatsiya)” yazısının, yani “Kapılara
yaslanmayınız” ifadesinin ortasındaki “slon” bölümünden dolayı “fil” sözcüğünden
türetildiğini zannetmiştim.
Malum Ruslar fizik olarak genellikle iri yarı insanlar ya…
Saflık işte!
İlginç, şimdilerde kullanıma giren 860 serisi yeni tip
vagonların elektronik tabelalarında da fil figürleri var. Tam “Dikkat! Kapılar
kapanıyor” anonsu yapılırken tabelanın ekranında sevimli bir yavru fil figürü
beliriyor. Hortumu kapanan kapının arasında sıkışıyor. Çekiştiriyor,
çekiştiriyor; zor bela kurtarıyor.
Bir şeylere daldığım için mi; elimdeki yetiştirmek zorunda
olduğum işin telaşından mıdır, nedir; kafam karışık.
Zihnim bazen böyle dağılıyor; gidip geliyor, işte.
Şaşkınlığım biraz geçince dilim açıldı.
“Yahu, birkaç sene önce bir haber çıkmıştı,” diyorum, “Myanmar
hükümeti, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 70’inci yıl dönümünü
kutladıktan sonra Rusya’ya ilginç bir hediye göndermek istediklerini, Rusya’ya
fil hediye etme kararı aldıklarını açıklamıştı. Sonrasını takip edememiştim.
N'oldu?"
Birbirimizin yüzüne baktık, bilmiyorduk.
Yuliya, muhabbete daha doğru bilgilerle devam etmemize
katkıda bulunmak için hemen internette bir arama yapıp, bulduğu bilgileri anlatmaya
başladı:
Myanmar hükümeti fillerin 4 yaşında olduğunu ve eylül
ayında Moskova’ya gönderileceğini belirtmişti. Myanmar’lı yetkililer, fillerin
"Durova Babanın Köşesi” tiyatrosunda hayatlarına devam edeceğini ve orada
eğitileceğini açıklamışlardı.
***
Aslında Moskova Hayvanat Bahçesi’nde uzun süredir Asya
filleri yaşamaktaydı.
İlk fil 1898'de getirilmiş Moskova’ya. Şu anda bizimle
birlikte yaşayan filler ise 1985 yılında Moskova Hayvanat Bahçesi'ne
getirilmişler.
Hikaye Vietnam'ın Küba'ya yedi fil vermesiyle başlamış. İki
okyanusu güvenli bir şekilde geçmişler, ancak hayvanların bulunduğu gemi adaya yaklaştığında
fillerin şap hastalığına karşı aşılanmadığı ve bu hastalığın Küba'da hiçbir
zaman var olmadığı ortaya çıkmış.
Enfeksiyondan korkan yetkililer, hediyeyi kategorik olarak
reddetmişler.
Filler birkaç aydır denizdeydi ve onlara ne yapılacağına acilen
karar verilmesi gerekiyordu. Moskova Hayvanat Bahçesi hayvanları kabul etti ve
gemi Leningrad'a doğru yola çıktı.
Kış gelmiş. Dişilerden biri yolda ölmüş, ikincisi ayağa
kalkamamış ve erkek ile üçüncü dişi aşırı derecede bitkin düşmüştü.
Neyse ki nakliye gecikmeden tamamlandı, üç fil hayatta
kaldı ve kurtarıldı: Pamir, Pipita ve Prima.
1995 yılında Pipita, hayvanat bahçesinin tarihindeki üçüncü
fil yavrusunu doğurdu ve o, şu anda Erivan Hayvanat Bahçesi'nde yaşıyor.
Filler için, hayvanat bahçesinin yeniden inşası sırasında,
2004 yılında eski bölgede "Kuş Evi" yakınında bulunan yeni bir fil
ahırı inşa edildi.
22 Nisan 2009'da Pipita, bu defa annesinin, teyzesinin, tüm
ziyaretçilerin ve hayvanat bahçesi çalışanlarının gözdesi haline gelen bir kızı
(Kiprida) doğurdu.
Zaman amansız bir şekilde hızla geçiyor. Cypris büyüdü,
Prima vefat etti.
Mayıs 2017'de Pipita, Filimon adında başka bir oğul doğurdu
ve o da Eylül 2023'te yakın zamanda konforlu bir fil evinin inşa edildiği Kazan
Hayvanat Bahçesi'ne taşındı.
Hayvanlar yazları genellikle açık havadaki kapalı alanlarda
geçirirler, kışın ise köşkün içinde görülebilirler.
Her fil, günde, yaklaşık 150 kg.lık yiyecek tüketiyor. Ot
veya saman, patates, havuç, pancar, ekmek yerler. Muz ve elmayı severler.
Filler, kışın fil ahırında kendileri için düzenlenen duşta
ayakta durmanın, yazın ise sıcak havalarda havuzda yüzmenin keyfini çıkarırlar.
Bazen ziyaretçilere şaka yapmayı severler: Bir parça gübre atın veya
gövdelerine su püskürtün gerisi geliyor. Bu şakalaşma her defasında herkesi
mutlu eden tam seyirlik bir eğlenceye dönüşüyor.
Fillerin uzun ömürlü olduğu malum, daha uzun yıllar
Moskova’lıları memnun edecekleri umuluyor.
***
Fillerin beslenmesi bölümüne gelince hemen o çok bildik Nasrettin
Hoca fıkrası aklıma geliyor:
“Fillerin bakılması zor bir iş. Çok masraf gerektiriyor.
Anadolu’daki Moğol istilası sırasında Timur, ordusundaki
fillerden birini, Nasreddin Hoca'nın köyüne bakmaları için göndermiş.
Fil o kadar büyük, o kadar oburmuş ki, köyde ne kadar ot,
saman varsa hepsini silip süpürmüş.
Köylüler, zavallılar, çok yoksulmuş, bu duruma daha fazla
dayanamamışlar.
Nasreddin Hoca'yı ‘Derdimizi ancak sen anlatır, bizi bu
durumdan kurtarırsın’ diyerek, yalvar yakar ikna edip, onu önlerine katarak, Timur'a
şikayet için yola çıkmışlar.
Uzun bir yoldan sonra otağa varmışlar. Tam huzura
çıkacakları sırada Nasreddin Hoca'ya destek olacaklarına söz veren köylüler
arkadan birer ikişer sıvışmışlar.
Hoca, arkasına bakınca herkesin kaçtığını, onu tek başına bıraktıklarını
anlamış. Köylülerin bu yaptığına çok kızmış. Böyle yapanlara iyi bir ders
vermek lazım, diye düşünmüş.
Nasreddin Hoca’yı, Timur'un huzuruna almışlar.
Timur da çok sinirli bir günündeymiş. Hoca, şikâyeti bir
tarafa bırakıp:
“Hünkarım, köyümüze gönderdiğin filden bütün köylüler çok
memnun kaldılar. Onu çok sevdiler. Yalnız, zavallı hayvan tek başına yaşıyor.
Hayvancağız için bir de dişi fil gönderilmesini istiyoruz, işte bunu arz etmek
için huzurunuza gelip, rahatsız ettim” demiş.
Bu sözlere çok sevinen Timur, hemen yanındakilerine,
Nasreddin Hoca'nın köyüne bir de dişi fil gönderilmesi için emir vermiş.
Nasreddin Hoca, geç vakit tek başına köyüne dönmüş.
Köylüler, merakla onun yolunu gözlüyor, ondan sevinçli bir
haber bekliyormuş. Nasreddin Hoca'ya, Timur'un fili ne zaman geri alacağını
sormuşlar.
Nasreddin Hoca gülmüş:
“Ne geri alması yahu,” demiş, “Timur Han, hizmetinizden
öyle memnun olmuş ki, yakında sizlere bu filin bir de dişisini göndermeye karar
vermiş.”
***
Muhabbetin bu kadarı beni ta çocukluk yıllarıma götürmeye
yetmişti.
Ben de kendi çocukluğumdan bir şeyi, bende iz bırakan bir
anımı anlattım.
Çocukluğum Ankara’da geçmişti. Gazi Orman Çiftliği’nin bir
parçası olan Hayvanat Bahçesi’ne belki yüzlerce defa gitmişliğim vardı.
Sadece Moskova’dakini değil, Şanghay’dakini, daha başka
şehirlerdeki hayvanat bahçelerini de görmüşlüğüm var, ama çocukluğumda yeri
büyük olduğundan mıdır, nedir Ankara’dakinin bende daha büyük bir önemi var.
Muhteşemdi.
Çocukluğumda uykularıma, rüyalarıma giren bir isim vardı:
Mohini.
Bu Hayvanat Bahçesi’ndeki bir file konulan bir isimdi.
Komşu çocukları sorardı, “Sen Mohini’yi gördün mü?”
diye. Ben görmemiştim ve “öcü” gibi bir
şey zannederdim.
Sonra Mohini’yi defalarca gördüm; görmekle de kalmayıp çok
sevdim.
Babaannem pazarda alışveriş yaparken satıcıya “meyvelerin
güzelinden ver, gelinim hamile (bana),” demiş.
Pazarcı meyvelerin iyilerini seçmeye çalışan babaanneme
biraz kızmış olacak ki, “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,”
demiş.
Pazarcı babaanneme “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk
ona benzer,” lafını boşuna dememişti. Mohini’nin kocaman kulakları vardı. Benim
de çocukken onunki kadar olmasa da kepçe kulaklarım vardı.
Mohini, Hindistan’ın Türkiye’ye hediye ettiği bir fil
yavrusuydu.
Mohini gelmeden önce haberi Nehru’nun Türk çocuklarına
yazdığı mektubun içinde gelmişti:
“Aziz çocuklar; size bir Hindistan
fili gönderiyorum. Bu benim hediyem değildir; fakat daha çok
Hint çocuklarının sizlere gönderdiği bir hatıradır. Fil ile
beraber bütün Hindistan çocuklarının sevgi ve iyi temennileri de
beraber gelmektedir. Fil gayetle büyük ve kuvvetli bir hayvandır,
fakat cüssesi kadar da zeki ve iyi tabiatlıdır. Eğer iyi
muamele görürse çocuklarla oynamasını sever. Gönderdiğimiz
filin Türkiye’de dostlar kazanacağını ve orasını ev gibi
telakki edeceğini ümit ediyorum. Sevgilerimle. Jawaharlal Nehru.”
Mektubun üzerinden haftalar geçti, beş yaşındaki dişi
fili Mohini (Şirin)’yi getiren İtalyan gemisi 26 Aralık 1950 günü
Galata limanına yanaştı.
Sonrasında bu fil yavrusu Ankara’ya getirildi.
Timur’un savaşçı Mohini isimli filinden o yana 1950 yılında
ilk kez bir fil gelmişti Ankara’ya. Ve aynı ismi almıştı. O sıralarda
Türkiye’de Ankara’dan başka bir şehirde hayvanat bahçesi olmadığı için, orada
burada dolaştırıldıktan sonra Atatürk Orman Çiftliği’nde bir ömür geçireceği
Gazi Hayvanat Bahçesi’ndeki yuvasına konulmuştu.
Neden sonra ben de tanıştım Mohini ile ve hiç de öyle
korkulacak bir yaratık olmadığını, sevimli bir fil yavrusu olduğunu gördüm.
Daha sonra Mohini, hayatımızın bir parçası, sanki
ailemizden biri oldu. Hayvanat Bahçesi’ne her gittiğimizde mutlaka görürdüm.
Oğlum da gördü onu yaşlı bir fil iken.
Ankara’lılar 1999’da 50 yaşındayken kaybetti Mohini’yi.
“Üzülmüşsündür,” diyor İgor.
“Evet” diye cevap veriyorum. “Ben aslında biraz
tereddütteyim. Hayvanların kendi doğal ortamlarından koparılmasına karşıyım. Refik
Halid Karay, Ağaç ve Ahlâk kitabında ‘Hayvanat bahçesi diye adlandırdığımız yer
hayvan bakımından bir hayvanat cehennemi ve hayvanlar çilehanesidir,’ demiş.”
“Haklı.”
***
Asya filleri, Afrika fillerinden sonra yeryüzünde yaşayan
2’nci en büyük hayvan olarak biliniyor. Asya filleri ortalama 70-80 yıl boyunca
yaşarlarmış.
Bir hikayeye göre güya bir Avrupalı gezgin, Marko Polo veya
Evliya Çelebi değil, ama kim olduğunu da hatırlamıyorum, yolun kenarında yere
çökmüş, hüngür hüngür ağlayan bir adam görmüş. Merak edip, “Birader, niye
ağlıyorsun, derdin ne?” diye sormuş
Adam cevap vermiş:
“Fil öldü.”
“Senin hayvanın mı idi?”
“Hayır.”
“İyi de o zaman neden ağlıyorsun?”
“Onu ben gömeceğim.”
***
“Fillerin kaderi de öbür iş hayvanlarınınkine; atların,
eşeklerin, öküzlerin, kaderine benziyor,” diyor İgor, “Teknoloji geliştikçe
pabuçları dama atılmış. Halbuki geçmiş zamanın savaşlarında süvarilerin atları
gibi önemli rol oynamışlar. Fillere o zamanların tankları demek mümkün.”
Yuliya, hemen tamamlayıcı bilgileri internetten bulup
anlatıyor:
Fillerin askeri amaçlı kullanımı ilk olarak Hindistan’da
görülmekle birlikte buradan Batı’ya, Akdeniz’e kadar yayılmış.
Savaş fillerinin batıya olan yolculuğu, Büyük İskender ile
birlikte başlamış. Makedonyalı kral, MÖ 325 yılında Hydaspes Savaşı’nda Hint
Kralı Poros’un savaş fillerinden çok etkilenmiş; kendi fil birliklerini kurmak
için başkent Babil’e çok sayıda fil getirmiş.
Hellenistik krallıklar, antik kaynaklarda çok sık geçen
ifadeyle çağın “çirkin, korkutucu, tuhaf görünüşlü, bağıran” hayvanlarını
Akdeniz’e (Roma ve Kartaca İmparatorluklarına) tanıtmışlar.
Savaş fillerinin çok bilinen ve etkin kullanımlarından
biri de İkinci Pön Savaşı'nda ünlü general Hannibal tarafındandır.
MÖ 264-146 yılları arasındaki, Kartaca ile Roma
Cumhuriyeti arasında, Akdeniz deniz ticaretini ele geçirmek ve elde tutmak
için yapılan ve üç evre olarak gerçekleşen Pön Savaşları, Kartaca Savaşları
olarak da bilinir. Bu savaşta Hannibal fillerini İspanya'dan
başlayarak Alplerden geçirip İtalya'nın kuzeyine kadar götürmüş. Hannibal'ın
Romalılarla savaşında kullandığı filler Romalıları o kadar korkutmuştu ki
Romalılar savaşın sonunda filleri yenmeyi başarmalarına rağmen kendi
yönetimlerindeki tüm halklara savaş filleri yetiştirmesini yasaklamış.
Osmanlı Ordusu fillerle ilk kez Timur'un ordusunda
1402'de Ankara savaşında karşı karşıya gelmişti.
Bu dönemle, Timur’un filleriyle ilgili ünlü Nasrettin Hoca fıkrasını
anlattım zaten.
***
Biz, sonuna gelmişken kapı açıldı, günün muhabbetine vesile
olan Serkan Fili’deki müşteri ziyaretinden dönmüş, içeri girmişti.
“Fil” muhabbetini kaçırmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder