Kavel
Alpaslan
Kaynak:
https://www.gazeteduvar.com.tr/
Böyle
depresif, dejenere bir dünyada birinin ötekine benzemediği renkli, alt metni
derin Moskova Metrosu tasarımları; tek desturu kâr hırsı olan günümüzün,
monoton ve gri şehircilik anlayışına kılıç çekiyor. Gündelik hayatın nasıl tam
içine engin bir ufkun sığabileceğini hatırlatıyor.
Günümüzde güzel bir kenti tescillemenin ölçütü, baş
döndürücü bir fotoğraf karesidir. İstanbul, Paris ya da Venedik gibi
‘fotojenik’ kentler, pidecilerin duvarlarını süsler. Ya da bir şehrin ‘şahin
tepesine’ çıkıp çektiğimiz fotoğrafları arkadaşlarımıza gösteririz ve “Bak,”
deriz “ne de güzel bir şehir burası”. Oysa güzellik çoğu zaman kusursuz bir
kadrajın ötesindedir.
Moskova, kesinlikle bu şehirlerden biri. Bir meydan, bir
katedral, nehir kenarından çekilmiş bir saray panoraması şüphesiz bize
alışıldık bir ‘güzellik’ tablosu çizer. Fakat Moskova tablosunda tüylerimizi
diken diken eden güzellikler, en beklenmedik yerlerinde kendisini gösteriyor.
Kütüphaneler, metro istasyonları, mezarlıklar, yerin hep
metrelerce altında bulunan lokantalar… Bunlar, popüler tatil destinasyonları
lunaparkında ‘gezdiğini’ zanneden bir turist için pek de albenisi olan yerler
değil. Ancak alelade bir şehrin gezi rehberine asla girmeyecek yerler, burada
şehrin kalbini bize işaret ediyor: Güzelliğini gözlerden uzak muhafaza etmeyi
başaran Moskova’yı anlamak için, onu kendi ritmiyle gezmemiz gerekiyor.
Rotamızın ilk durağı, metro durakları. Moskova’ya
geldiğinizde bir gününüzü sadece metro duraklarını gezmeye ayırın desek yeridir.
Dünyanın en büyük metro hatlarından birine sahip olan Moskova’da toplam 300
durak bulunuyor. Fakat Moskova Metrosu’nu ilginç kılan, nicel büyüklüğü ya da
‘en’leri değil; ayrıntılı tasarımı. Sovyetler Birliği’nin 1930’larda kullanıma
açtığı metronun her bir durağı bambaşka bir kompozisyona sahip.
BİR
ANIT OLARAK METRO DURAĞI
Her şey metronun ‘dışında’ başlıyor. Özellikle eski metro
hatlarına, yer üzerindeki gösterişli yapılardan giriliyor. Kimisi neoklasik,
kimisi konstrüktivist, kimisi gotik, kimisi klasik izler taşıyan bu girişler,
Moskova Metrosunun bize sunacağı renkli maceranın sanki bir fragmanı gibi.
İçeri girer girmez alışılmışın dışında bir manzara ile
karşılaşıyorsunuz. Örneğin kentin biraz dışında kalan Partizanskaya Durağı’ndaki
merdivenlerin başında gösterişli bir Partizan anıtı ile burun buruna
geliyorsunuz. Durağın adından da anlaşıldığı üzere burası Nazilere karşı
savaşan partizanlar anısına inşa edilmiş. Kimi yolcular bu anıtın altına çiçek
bıraktıktan sonra peron katına iniyorlar.
Aşağıda bir tarafta 18 yaşındayken kurşuna dizilen genç
komünist Zoya Kosmodemyanskaya’nın heykeli bulunuyor. Diğer yakada ise Nazilere
mihmandarlık yaparken onları tuzağa sürükleyen ve böylece canından olan 83
yaşındaki köylü Matvey Kuzmin’in heykeli bizi karşılıyor.
Sütunların üzerinde ise, orak tutan bir kadın ile çekiç
tutan bir erkek figürünün arasında partizanlar selamlanıyor.
DEVRİMİN
DÜNDEN GELECEĞE SEYRİ
Sırada belki en ünlü metro durağı olarak
görebileceğimiz Ploshchad Revolyutsii yani Devrim Meydanı var.
Yine görkemli sütunların içerisinden girerek merdivenlere ulaştığınız durağın
girişinde önce Lenin’in mozaik portresiyle karşılaşıyoruz. Fakat asıl sürpriz
peron katında. Kırmızı mermerden kemerlerin altında toplam 76 bronz heykel
bulunuyor.
Merdiven inip peronun sonuna doğru yürüdüğünüzdeyse
kronolojik bir anlatının içerisine giriyorsunuz. Öyle ki ismini Ekim
Devrimi’nden alan bu istasyonda, devrim öncesi Rusya’sından o günün
Sovyetlerine doğru bir geçiş yapıyorsunuz. Finalde ‘geleceğin Sovyetlerine’ ait
figürlerle bu gotik yolculuğun sonuna geliyorsunuz. Her kemerde iki farklı
figür bulunuyor. Aynı figürler sütunun diğer köşelerinde tekrar ediyor.
Kronolojiyi daha açık bir şekilde anlatmak gerekirse
heykelleri sırasıyla tanıtabiliriz: İşçi ve asker devrimciler, çiftçiler ve
denizciler, kadın pilot, köpekli bir keşif askeri (ki en ünlü heykel budur) ve
kadın keskin nişancı, erkek ve kadın çiftçiler, erkek ve kadın öğrenciler,
erkek futbolcu ve kadın atlet, mayolarını giymiş anne ve baba, çocuklar.
METRO
‘ANKSİYETESİNE’ ALTERNATİF BULMA ÇABASI
Şehrin kalbinde yer alan bu metro, 1938 yılında kullanıma
açılır. Mimarı ise Moskova metrosunda büyük izler bırakan Alexey Duşkin’dir.
Duşkin’in mimarisindeki kilit nokta ise ‘metro anksiyetesiyle’ mücadeledir.
Çünkü 1930’larde, henüz metro toplum hayatında son derece yeni bir ulaşım
aracıdır. Trenlerin yer altından gidiyor oluşu da haliyle çoğu kişide insani
bir ‘kaygıya’ neden olur.
Şöyle bir düşünecek olursak, toprak üstünde yaşamaya
alışmış biz insanlar için yer altında olmanın ilk bakışta çekince uyandırması
kadar anlaşılabilir bir şey olamaz. Hatta bırakalım 1930’ları ve çağımızı ele
alalım. Örneğin, on yıllardır İstanbul’da metro olmasına karşın suyun altından
giden Marmaray ilk açıldığında kimileri denizin altından gitme fikrine
tedirginlikle yaklaşmıştı ve insanların alışması zaman almıştı. Başlı başına
metronun toplum hayatında yeni bir şey olduğu zaman uyanacak hisleri siz
düşünün!
İşte bu yüzden Duşkin’in mimariye kattığı bazı yeniliklere
rastlıyoruz. 1930’larda mimarlar kemerli kolonları daha ‘ince’ göstermenin
insanlardaki kaygıyı azaltacağını düşünür. Duşkin ise bu kemerli kolonların
köşelerine koyduğu heykellerle aynı algının sağlanabileceğini savunur, nitekim
Ploshchad Revolyutsii’de bunun örneğini verir.
YERALTINDAN
GÖKYÜZÜNE AÇILAN PENCERELER
Duşkin’in bir diğer ünlü metro durağı tasarımı olan Mayakovskaya Durağı’nda
da benzeri bir anksiyete azaltma kaygısına rastlıyoruz. Ancak bu sefer sadece
biçimsel olarak değil aynı zamanda ‘içerikte’ de bir ferahlık arzusunu
görüyoruz.
Öncelikle bu durak adını fütürizmin öncü isimlerinden şair
ve sanatçı Vladimir Mayakovski’den alıyor. Şairin şiirlerinden dizeleri metro
istasyonunun girişinde tavanda bulunuyor. Ancak Mayakovski’nin şiirlerinde
kullandığı ‘çelik’ gibi imgelere de dolaylı olarak rastlamak mümkün. Burada
kemerlerde paslanmaz çelik dikkatimizi çekiyor. Nitekim Moskova Metrosu’nun ‘neoklasik’
mimarisi burada yine Mayakovski’nin kendisiyle uyumlu şekilde avangart bir
dokunuş kazanıyor.
Peronların arasında 33 görünür kubbeler ise bize hem
Mayakovski’nin sanatını hem de ferahlık hissini düşündürüyor. Kubbenin tam orta
yerinde Sovyet ressam Alexander Deineka’nın ‘Sovyet Gökyüzünde Bir Gün’ isimli
mozaik eserleri yerleştirilmiş. Bu eserler Mayakovski’nin de işlediği
temalardan esinlenirken aynı zamanda insana kubbenin üzerinde toprak değil de
bir gökyüzü olduğu hissini veriyor.
Uçaklar, fabrikalar, paraşütler, ağaçlar, dalgıçlar,
biçerdöverler, çiçekler, elektrik telleri, top oynayan çocuklar… Tüm tablolar
bakanın kendini yere uzanmış hissettiği bir perspektifle işlenmiş. Dolayısıyla
kubbe adeta yeryüzüne açılan bir cammış gibi hissediyorsunuz.
İşin daha da ilginci Naziler Moskova’ya yaklaştığında bu
durağın en önemli sığınaklardan biri oluşudur. Şüphesiz o günlerde kubbelerin
pek çoğunda yer alan uçaklar, Moskovalıların içerisine daha farklı duygular
serpmiştir.
GELENEKSELİN
YENİLİKÇİLİĞİ
Böylece yine taşıdığı isimle kazandığı konsept ile bize
uyumlu oyunlar oynayan Mayakovskaya’dan ayrılıp başka duraklara durağa
geçiyoruz. Yeri gelmişken söylemeden geçmeyelim: Metrolar dakikada bir geldiği
için metro durağını treni beklerken incelemek her zaman mümkün olmuyor. O
nedenle birkaç seferi kaçırmayı göze alarak peronları geziyoruz.
Her ne kadar her metro durağı birbirinden farklı olsa da
Moskova Metrosu’nun estetiği dediğimizde herkesin aklına gelen bir ‘gelenek’
bulabiliriz. Bu da geleneksel Rus mimarisinin şiddetli bir şekilde hissedildiği
bazı duraklarda karşımıza çıkıyor. Bağlamları farklı olsa da devasa avizeler,
süslü kolonlar ya da parlak renkli tavanlar bize Moskova’nın toprak üzerindeki
merkezinde gördüğümüz geleneksel mimariyi hatırlatıyor. Novoslobodskaya
Kiyevskaya yada Komsomolskaya bu tarzdaki istasyonlara örnek olarak
sayılabilir.
Ancak ‘geleneksel’ diyorsak yanlış anlaşılmasın, buradaki
‘gelenek’ metrolara ait bir gelenek değil. Kültüre ait bir gelenekselden
bahsediyoruz. Kulağa paradoksal gelse de geleneğin böylesi bir şekilde metroya
aktarımı ‘yenilikçi’ bile sayılabilir. Zira dünyada eşine rastlamıyoruz.
GÜNDELİK
HAYATI SIRADIŞI KILMAK
Moskova’da gezilecek, hikayesini kazıdıkça bizi şaşırtacak
daha o kadar fazla metro istasyonu var ki bir yazıya sığdırmak imkansız.
Turumuzu burada sonlandıralım. Eğer yolunuz Moskova’ya düşerse, sadece rastgele
metro istasyonları gezerek bir gününüzü geçirin. İnanın bu gezinizde aklınıza
pek çok farklı soru gelecektir.
Örneğin neden bugün benzeri bir özgünlükten uzaktayız?
Büyükşehirlerde yaşayanların gün içerisinde kamusal alanda belki en fazla
içerisinde bulunduğu mekanlar metro istasyonları. Buna rağmen neden metro
istasyonları sermaye tarafından sömürülen monoton yaşamlarımızın, bir o kadar
kasvetli yansımaları olarak karşımıza çıkıyor? Bırakın ruhsuzluğu, hiçbir
hikayesi olmayan metro istasyonlarının isim hakkı bile satılığa
çıkartılabiliyor.
İşte aradığımız ve bulduğumuz güzellik burada, yerin
altında. Hem en çok bulunduğumuz hem de en umursamadığımız mekanda. Böyle bir
depresif, dejenere bir dünyada birinin ötekine benzemediği renkli, alt metni
derin Moskova Metrosu tasarımları; tek desturu kâr hırsı olan günümüzün,
monoton ve gri şehircilik anlayışına kılıç çekiyor. Gündelik hayatın nasıl tam
içine engin bir ufkun sığabileceğini hatırlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder