Kavel
Alpaslan
Kaynak:
https://www.gazeteduvar.com.tr/
Katedralin
temelinde yaşanan yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin
dönüşümüne ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç kısmı ise
aynı temeli biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin her zaman doğru bir
çizgide ilerlemediği. Dün yapılanın bugün yıkılabildiği, bugün yapılanınsa
yarın külünden yeniden yapılabildiği.
Moskova Nehri’nin kıyısındaki en dikkat çekici yapılardan
bir tanesi, Kurtarıcı İsa Katedrali'dir. Mimarisiyle ilk bakışta eski bir yapı
gibi görünse de aslında bu Katedral, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında yıkılan
bir katedralin 1990’larda yapılan replikasıdır. Napolyon Savaşlarından sonra inşa
edilen kilisenin evrimi hayli çarpıcı: Stalin döneminde ‘Sovyetler Sarayı’
inşası için çeşitli patlayıcılarla yerle bir edilir, ardından dev Sovyet Sarayı
projesi yarıda kalır. Böylece sarayın temeli Kruşçev döneminde elden
geçirilerek ‘dünyanın en büyük açık halk havuzuna’ dönüştürülür. Sovyetler
Birliği yıkılmadan hemen önceyse Kilise, katedrali yeniden inşa etmek üzere
Sovyet yönetiminden izin alabilir.
Gördüğünüz üzere Rusya ve Sovyetler’in tarihi bu binanın
yıkılan, düşlenen, ardından tekrar yapılan temelinde bariz izler taşıyor.
Dolayısıyla katedralin dönüşüm hikayesi de incelenmeyi hak ediyor.
YOKSULUN
CEBİYLE İNŞA EDİLEN ŞAN
Napolyon’nun 1812’deki meşhur Rusya seferi, ordusunun
dağılmasıyla sonuçlanır. Çar I. Aleksandr da bu zaferi taçlandırmak üzere
dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olacak Kurtarıcı İsa Katedrali’nin inşa
emrini verir.
Tabii burada ‘emrini verir’ kısmının altını çizmek lazım.
Tarihin ‘mega’ projeleri her zaman o yapının inşa ‘emrini’ verenlerle anılır.
Ansiklopediler ‘Kral, cumhurbaşkanı, emir, ağa, bey’ ya da ‘paşaların’ inşa
kararı verdiği görkemli yapılarla doludur. Hatta kimileri biraz daha ileri
gider ve fazla düşünmeden kral bilmem kimin bilmem kaçıncı yüzyılda dev bir
binayı ‘inşa ettiğini’ dile getirir. Elbette o kralın eline kazma kürek alarak
inşa etmediği herkesin malumu. O nedenle bu ifade masum görülebilir. Fakat
yapıların mali kaynakları da kralların ceplerinden çıkmaz. Buna rağmen dev
projeler tek bir kişinin eseri gibi görülür. Ne de olsa adına ‘devlet kasası’
dendiğinde, yüzbinlerce insanın emek sömürüsünün üzerine perde iner.
Kurtarıcı İsa Katedrali’nin inşası için toplanan kaynak
ise, halkın ödediği zorunlu bedeli doğrudan gözler önüne serer. Napolyon
güçlerinin geçilmesiyle birlikte tüm Rusya’da kutular gezdirilir ve herkesten
katedral inşaatı için para toplanır. Aleksandr ‘zaferinin şanına layık
büyüklükte ve gösterişte bir katedral tasarlama’ görevini önce Aleksandr
Vitberg’e verir ve inşaat 1826 yılında başlar. Bu sırada koltuğa oturan yeni
Çar I. Nikolay, Vitberg’in tasarımından memnun kalmaz ve Aya Sofya’nın model
alındığı, Bizans mimarisinde yeni bir plan yapılmasını kararlaştırır. Viteberg
ise ‘rüşvet’ suçlamasıyla Sibirya’ya gönderilir. Görevi devralan mimar
Konstantin Ton, geleneksel Rus mimarisine uygun bir tasarım ile inşaatı
sürdürür. Nihayet katedralin inşası 40 yıldan uzun bir sürenin ardından tamamlandığında
Çaykovski, ünlü 1812 Uvertürünü yazar.
SOVYETLER
SARAYI İÇİN YIKILIŞ
Ekim Devrimi ile birlikte yeniden başkent ilan edilen
Moskova’da büyük değişimler yaşanır. İlk yazımızda Moskova’nın güney
mahallelerinden söz ederek bu şehrin nasıl yeni bir dünya düzeninin başkenti
olarak şekillendiğinden bahsetmiştik. Ekim Devrimi’nin getirdiği yenilikçi
ruh, bir süre sonra avangarttan gerçekçi bir ‘inşa’ karakterine bürünür. Sovyet
modernizmi, neoklasik mimariden esinle kendini gösterirken başkentte gösterişli
yapılar yükselmeye başlar. Moskova’da Dışişleri Bakanlığı binası ya da Moskova
Devlet Üniversitesi -ki 1990’a kadar Avrupa’nın en yüksek yapısı olmuştur-
Stalin döneminde vücut bulan mimariye örnek olarak gösterilebilir.
Sosyalist bir ülkenin inşası 1930’larda türlü
fedakarlıklarla sürerken, toplumsal dönüşüm iddiası Sovyet modernizminin
çekirdeğini oluşturur. Sovyet yönetimi, Moskova’nın merkezine Sovyetler Sarayı
binası inşa etme kararı aldığı yıllarda esen rüzgar böyle olunca tasarımlarda
da çağın ötesinde dokunuşlar göze çarpar. Devrimci bir toplum inşasına paralel
bir şekilde 1931 yılında inşaatın Kurtarıcı İsa Katedrali’nin olduğu yerde
yapılması uygun bulunur. Yeniden tasarlanan kentin en stratejik noktalarından
biri, katedralin bulunduğu yerdir ancak hiç şüphe yok ki yıkım kararı sadece
şehir plancılığı ilkelerinden hareketle alınmamıştır. Bolşeviklerin nazarında
katedral çarlık düzeninin zorbalığını temsil etmektedir. Dolayısıyla Stalin
yönetiminin Katedrali havaya uçurma planı aynı zamanda karanlık geçmişle bir
hesaplaşma demektir. Böylece 1931 yazında Kurtarıcı İsa Katedrali, onu yapan
ellerce havaya uçurulur.
Sovyetler Sarayı tasarımı için yapılan yarışmaya dünya
çapında pek çok ünlü mimar katılır, ancak sonuç olarak galip gelen proje
Ukraynalı Boris Iofan’ınkidir. Genç mimar, katedralin dinamitlenmesini şu
sözlerle açıklayacaktır: “Devasa ve hantaldı. Eski Moskova lordlarının gücünü
ve zevkini sembolize eden bir keki ya da bir çay semaverini andırıyordu.”
İşçi ve Çiftçi Kadın Heykeli’nde (1937) de imzası bulunan
Iofan’ın projesi dev bir kubbe üzerinde yükselen toplam 147 katlı, silindirik
bir kuleyi merkeze alır. Kulenin en tepesinde ise eşi benzeri olmayan
büyüklükte bir Lenin heykeli planlanır. Bugün bakıldığında geçmişten çok
geleceğe aitmiş hissi veren yapının temeli 1937 yılında inşa edilmeye başlanır.
Nehir kenarında olunması dolayısıyla temel inşaatı türlü
zorluklarla devam eder. Her şeye rağmen 1939 yılında temel tamamlanır. Fakat
Sovyetler Sarayı’nın sonu Nazilerin elinden olur. Nazi Almanyası’nın 1941
yılında Barbarossa Harekatı ile Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla birlikte
inşaat sadece durdurulmaz, aynı zamanda yapının iskeletinde kullanılan demirler
tren yollarına ya da tank fabrikalarına gönderilir.
Moskova savaştan muzaffer ayrılsa da proje ‘dondurulur’.
Stalin yönetimi savaş sonrasında yazının başında bahsettiğimiz Devlet
Üniversitesi ya da Dışişleri Bakanlığı gibi binaların yapımına ağırlık verirken
Iofan’ın getirdiği ‘alternatif tasarımları’ da geri çevirir.
HAVUZ
VE YENİDEN İNŞA
Stalin’in ölümünden sonra proje yarım kalmış haliyle
Moskova’nın merkezinde sırıtmaya devam eder. Yerine gelen Nikita Kruşçev yönetimi,
Sovyetler Sarayı projesini tamamıyla rafa kaldırarak ilginç bir uygulamaya imza
atar: Kent merkezindeki bu çukur 1958 yılında açık bir havuza çevrilir. Moskova
Havuzu olarak bilinen bu havuz, 13 bin metrekareye yayılarak dünyadaki en büyük
açık havuz olarak tarihe geçer. Halkın kullanımı için açılan havuz kış
aylarında donmasın diye ısıtma sistemi kullanılır.
Böylece Moskovalılar yaz aylarında serinlemek ya da çeşitli
su sporlarıyla uğraşmak üzere yıkılan katedralin ‘kullanışlı’ hale getirilmiş
temeli içerisinde yüzer. Her gün ortalama 20 bin kişinin kullandığı bu dev
havuz, ilk on yıl boyunca 24 milyon kişi tarafından ziyaret edilir. Halkın
yoğun ilgisine karşın 1980’lerin sonlarına doğru kimi kesimlerce dillendirilen
‘havuzun kapatılması ve eski katedralin yeniden yapılması için izin’ talebi
Sovyet yönetimince karşılık bulur. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından
bir süre havuz kullanıma kapandıysa da 1993 yazında geçici olarak açılır ancak
1995’te kilisenin inşası için temel atılır ve Moskova Havuzu tarihe karışır.
Replika olarak inşa edilen katedral, bugün Rusya’nın en büyük kilisesidir.
Ancak daha da önemlisi Ekim Devrimi öncesi mirasın yeniden keşfini harika bir
şekilde yansıtır.
Daha bütünlüklü düşünecek olursak Katedralin temelinde
yaşanan yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin dönüşümüne
ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç kısmı ise aynı temeli
biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin her zaman doğru bir çizgide
ilerlemediği. Dün yapılanın bugün yıkılabildiği, bugün yapılanınsa yarın
külünden yeniden yapılabildiği.
Kurtarıcı İsa Katedrali özelinde bir de işin tartışma
boyutu var tabii. Kimileri yıkımı ve ardından yapılanları ‘kutsala hakaret’
olarak değerlendirebilir. Bu görüşün kendi açısından tutarlı tarafları
olabilir. Fakat devrimci bir ruh ile, garibanın cebinden çıkartılarak yapılan
bir binanın patlatılmasının da dayandığı bir toplumsal hissiyat vardır. Hele ki
o ‘geçmişin’ üzerine dikilecek bir abide, pek çokları için bambaşka anlamlar
ifade eder. Ha diyebilirsiniz ki “O zaman havuz ne alaka?” Sahiden havuz, bu
tartışmada en ‘anlamsız’ hatta ‘absürt’ yerde duruyor gibi. Ama tartışmada
alacağımız konumu belirlemeden önce bir kez daha düşünelim ve hatta farklı bir
gruba, Moskovalı çocuklara danışalım: Şüphesiz Moskovalı bir çocuğa sorsanız
tercihi ne dev bir Sovyetler Sarayı ne de bir katedral olacaktır. Yaz tatilinde
elleri buruşana kadar havuzda kalacak, defalarca suya atlayacak bir çocuk için
bir kilise ayini ya da idari bir binadan daha sıkıcısı var mıdır? İşte bu
yüzden kim bilir, belki de en mantıklı tasarım zıpır bir çocuğun aklından geçen
‘büyük hem de çok büyük bir havuz’ fikridir. İşler sarpa sardığında, hele ki
işin içinde eğlence varsa bacak kadar çocuğun fikrini almak en sağlıklısı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder