Mohini
M.
Hakkı Yazıcı
Üst kat komşum Vladimir İvanoviç’le mahallemizdeki parkta
beryoza ağaçlarının arasında geziniyoruz.
Karşıdan uzun boylu zarif bir kız geliyor. Hafif
bir tebessümle, selamlaşıp yolumuza devam ediyoruz.
“Ne kadar medeni bir davranış değil mi?” diyorum. “Rus
kızlarının bu komplekssiz hallerine bayılıyorum. Bizim de iyi insanlar
olduğumuzu düşünerek, önyargısızca bir selam verip, geçiyorlar.
Valodya, “evet” anlamında gülümsüyor.
Boş bir banka oturuyoruz.
Ellerimizdeki akıllı telefonlarımız ne yazık ki hemen bizi
kendilerine çekiyor. Yanımızdakini unutuveriyoruz. Güya birlikte gezip, vakit
geçiriyoruz.
Okuduğum bir haber ilgimi çekiyor. Daldığımı gören Vladimir
İvanoviç meraklanıp soruyor.
“Bir gazete haberi,” diyorum. “Tesadüfe bak, haberdeki gibi
geçen gece beni de bir aslan kovaladı rüyamda.”
Yine tesadüfe bakın ki tam da Nazım Hikmet’in Moskova’da
yaşadığı apartmanın çaprazındaki evden komşusu efsane Rus kalecisi Lev Yaşin’in
evinin önündeki bir bankta oturuyoruz. Lev, Rusça aslan anlamına gelen yaygın
bir erkek ismi. Aynı bizdeki aslan ismi veya soyadı gibi…
Haberi anlatıyorum.
Ankara Gölbaşı’ndaki, mahalle arasındaki hayvanat
bahçesinin, aslan ve kaplanlarının kükreme seslerinin çevrede yaşayanların
psikolojisini bozacak derecede olumsuz etkilediği gerekçesiyle mahkemece
kapatılmasına karar verilmiş.
Bir iş insanı, 2015 yılında, Ankara Gölbaşı'nda İncek
Mahallesi'nde kiraladığı arazide restoran ve kafe işletmeciliği yapmaya
başlamış, sonra geçen yıl Mayıs ayındaysa restoranı kapatıp, 3 aslan, 2 kaplan,
8 aslan yavrusu, 1 alageyik, 3 vervet maymun, 1 iguana, 1 boa yılanı, 1 Mısır
yılanı, Nil varanı, kuş çeşitleri ve tavşanlar ile tavus kuşlarının bulunduğu
bulunduğu büyük ilgi gören hayvanat bahçesine dönüştürmüş.
Ancak mahalleli şikayetçi olmuş. Haklılar tabii ki!
İşletmenin bitişiğinde yaşayan bir vatandaş, "Ben 80
yaşında bir insanım, 26 yıldır burada oturuyorum. Yaz geldi; idrar kokusu,
dışkı kokusu, hayvanların kokusu, dayanamıyoruz. Tam evimin sınırında… Gece
sabahlara kadar aslanlar kükrüyor, sesten uyuyamıyoruz. Buranın kapatılmasını
istiyoruz. Türlü türlü mahkemeler ile uğraşıyoruz, şimdi eylül başına kadar
müsaade edildi. Koku, hastalık had safhada… Yazık hayvanlara, hiç mi
acımıyorlar? Geçen yıl maymun kaçtı, zor yakaladılar; aslan kaçsa kim
yakalayacak. Lütfen burayla ilgilenin, bir an önce kapatın. 1100 metrekarede
hayvanat bahçesi olur mu?" diye konuşmuş.
Düşünsenize, memleket toz duman içinde, ekonomik sorunlar
herkesin tepesine kabus gibi çökmüş durumda; birazcık dinlenmek, uyuyabilmek
için yatağa girmişsiniz, rüyanızda bir aslan kükreyerek, sizi parçalamak üzere
kovalıyor; yorganı üzerinizden tekmeleyip atarak kan ter içinde uyanıyorsunuz,
meğer gerçekten komşunun aslanı kükremiş.
Felaket!
***
Haberin bu kadarı beni çocukluk yıllarıma götürmeye yetti...
Üst kat komşum Vladimir İvanoviç anlattıklarımı gülerek
dinliyor.
Bizim onunla birlikte Moskova’nın merkezindeki hayvanat
bahçesine çok gitmişliğimiz var.
Çocukluğum Ankara’da geçti. Gazi Orman Çiftliği’nin bir
parçası olan Hayvanat Bahçesi’ne belki yüzlerce defa gitmişliğim vardır. Günlük
yaşamda göremeyeceğim farklı türlerden hayvanları ilk defa orada gördüm. Fil
Mohini’yi de papağan Yakup’u da orada tanıdım.
Sadece Moskova’dakini değil, Şanghay’dakini de görmüşlüğüm
var.
Çocukluğumda yeri büyük olduğundan mıdır, geçmişe özlemden
midir bilemiyorum Ankara’daki benim için çok farklı ve önemli.
Muhteşemdi.
Ancak ne yazık ki bundan önceki Belediye yönetimi Hayvanat
Bahçe’sini ve etrafındaki büyük alanı tarımar etti.
Geleceği meçhul olan bu alan şimdilik mezberelik.
Güzel olanı bozup, yok etmekte çok mahiriz maalesef.
Paramıza mı yanalım, yoksa kaybolan değerlerimize mi?
Şimdi en azından eskisi kadar güzel bir hayvanat bahçesi
yapılamaz mı?
Yoksa yapılmamalı mı?
Tereddütteyim.
Refik Halid Karay’ın “Ağaç ve Ahlâk” kitabında “Hayvanat bahçesi diye adlandırdığımız yer hayvan bakımından bir hayvanat cehennemi ve hayvanlar çilehanesidir,” diye yazması aklıma geliyor.
Vladimir İvanoviç’e soruyorum.
Düşünüyor. “Doğru bir düşünce hayvanların kendi doğal ortamlarında yaşamaları gerekli,” diyor.
***
Çocukluğumda uykularımda rüyalarıma giren bir isim vardı: Mohini.
Yazının dengesini bozacak bir teferruat olacak, ama müsaadenizle Mohini’den biraz bahsetmek istiyorum.
Babaannem pazarda alışveriş yaparken satıcıya “meyvelerin güzelinden ver, gelinim hamile (bana),” demiş. Pazarcı da gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” demiş.
Bu aslında bir file konulan bir isimdi. Komşu çocukları sorardı, “Sen Mohini’yi gördün mü?” diye. Ben görmemiştim ve “öcü” gibi bir şey zannederdim.
Sonra Mohini’yi defalarca gördüm; görmekle de kalmayıp çok sevdim.
Pazarcı babaanneme “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” lafını boşuna dememişti. Mohini’nin kocaman kulaklarım vardı. Benim de çocukken onunki kadar olmasa da kepçe kulaklarım vardı.
Mohini, Hindistan’ın Türkiye’ye hediye ettiği bir fil yavrusuydu.
Mohini gelmeden önce haberi Nehru’nun Türk çocuklarına yazdığı mektubun içinde gelmişti:
“Aziz çocuklar; size bir Hindistan fili gönderiyorum. Bu benim hediyem değildir; fakat daha çok Hint çocuklarının sizlere gönderdiği bir hatıradır. Fil ile beraber bütün Hindistan çocuklarının sevgi ve iyi temennileri de beraber gelmektedir. Fil gayetle büyük ve kuvvetli bir hayvandır, fakat cüssesi kadar da zeki ve iyi tabiatlıdır. Eğer iyi muamele görürse çocuklarla oynamasını sever. Gönderdiğimiz filin Türkiye’de dostlar kazanacağını ve orasını ev gibi telakki edeceğini ümit ediyorum. Sevgilerimle. Jawaharlal Nehru.”
Mektubun üzerinden haftalar geçmiş, beş yaşındaki dişi fili Mohini’yi getiren İtalyan gemisi 26 Aralık 1950 günü Galata limanına yanaşmıştı.
Sonrasında bu fil yavrusu Ankara’ya getirildi.
Timur’un savaşçı Mohini isimli filinden bu yana 1950 yılında ilk kez bir fil gelmişti Ankara’ya. O sıralarda Türkiye’de Ankara’dan başka bir şehirde hayvanat bahçesi olmadığı için, orada burada dolaştırıldıktan sonra Atatürk Orman Çiftliği’nde bir ömür geçireceği Gazi Hayvanat Bahçesi’ndeki yuvasına konulmuştu.
Neden sonra ben de tanıştım Mohini ile ve hiç de öyle korkulacak bir yaratık olmadığını, sevimli bir fil yavrusu olduğunu gördüm.
Mohini, hayatımızın bir parçası, sanki ailemizden biri oldu.
Ankara’lılar 1999’da 50 yaşındayken kaybetti Mohini’yi.
“Derler
ki: filler öleceklerini hissettiklerinde uzaklara gider...
denmez
ki: bazı filler, öldükten sonra uzaklara gider...
derler
ki: filler asla unutmaz, kötüyü de - sevgiyi de...
denir
mi: bazı çocuklar asla unutmaz,
sevgiyi
de - bir Şeker Fil'i de...”
(Yalçın Ergir)
Vladimir
İvanoviç, “Yahu, böyle hüzünlü hikayeler anlatıp, şiirler okuyarak beni üzme,”
dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder