“Antalyacı”
M. Hakkı Yazıcı
Geçenlerde
Novıy Arbat Caddesi’ndeki Moskova’nın en büyük kitapçısında bir kitap
aramaya gitmiştim. Bir kitapçıya gittiğimde yabancı dil öğrenimi raflarındaki Türkçe
kitaplarını da hep merak eder bakarım.
Rafların önünde bir çift gördüm.
Ruslar, tanımadıkları veya yeni tanıştıkları
insanlarla hemen sıcak bir ilşkiye girip, konuşmayı sevmezler. Bunu bildiğim
halde dayanamayıp sordum:
“Ben Türküm, sormak istediğiniz bir şey olursa
yardım edebilirim.”
Memnun oldular.
Konuşmaya başladık.
Meğer Antalya’dan bir ev almışlar. Madem Antalya’da yaşayacağız bari Türkçeyi
de öğrenelim diye karar vermişler.
Rusçanın ne kadar zor
bir dil olduğunu bildiğim için Türkçenin nispeten kolay bir dil olduğunu,
öğrenmekten kesinlikle korkmamalarını söyledim. Ayrıca bizim sıcak insanlarımızın,
esnafımızın onlara yaklaşık altı ay içinde sokakta, çarşıda dertlerini
anlatmaya yetecek kadar konuşmayı öğreteceklerine de emindim.
“Antalya’da Rusça çok
yaygın olarak konuşuluyor, sıkıntı yaşamazsınız,” dedim.
İyi bir tercih yaptıklarını
söyleyince rahatlayıp, daha da mutlu oldular.
***
Malum Ruslar senelerdir
Türkiye’de tatil yapmaya alışmışlardı. Bu işi daha da ileri götürüp ev alıp
veya kiralayarak yaşamaya evrilttiler.
Özellikle Ukrayna
sorunu sonrasında bu olay daha hızlı bir ivme kazandı.
Haberlerden duyup,
öğreniyoruz; Rusların sayesinde emlak satış fiyatları, kiralar rekor
seviyelerdeymiş.
Güney illerimizde,
özellikle Antalya’da Rus nüfusu ciddi oranlara ulaşmış. Rusça neredeyse gayriresmi
olarak ikinci dil konumuna gelmiş.
***
Tarihçi Prof. Dr. İlber
Ortaylı, Antalya’da tarihi bir olayın kendini tekrarladığına dikkat çekerek, “Değişmeler,
göçler dolayısıyla ortaya çok enteresan bir nüfus portresi çıktı. Fakat daha
enteresanı, tarihi bir olay kendini tekrarladı. Bu Türk ırkı nasıl ki mazide
Güney Rusya’yı, oradaki Slavlarla karıştırarak acayip ve çok tatlı bir çevreye
döndürdüyse, Antalya’da da böyle bir şey cereyan ediyor. Türk yatırımcıların,
ekmeğini her yerde bıkmadan arayan Türklerin bir hediyesi var memlekete; Rus
anneler ve çocuklar. Bu öyle binlerle, on binlerle ifade edilmekten çıkıyor,
yukarı doğru gidiyor,” demiş.
Gerçekten öyle.
Şahsen ben de yarısı
Rus, yarısı Türk çok tatlı, akıllı bir torun sahibi olarak bu durumdan çok
hoşnutum.
Torunumun benim Rusça konuşma seviyemle dalga geçmesine de aldırdığım yok.
***
Yakın tarihimizde, 1960’lı
yıllarda Almanya’ya çalışmak için giden Türkler bu gönüllü göç sonrasında
bilerek veya bilmeyerek önemli bir toplumsal olaya neden olmuşlardı.
Hem orası, hem de
Türkiye için...
Artık neredeyse
dördüncü nesile ulaşacak göçmenler, “Bizler için Almanya artık ikinci bir vatan
hükmündedir,” diyorlar şimdilerde.
Biz, onlara biraz da
şakayla karışık “Alamancı” derdik.
Peki ya şimdi
Antalya’ya yerleşen Ruslara da “Antalyacı” mı denilecek?
***
O da benim gibi Antalya
Bugün yazarı olan sevgili arkadaşım Fuad Safarov, Medya Günlüğü’ndeki bir
yazısında, “Türk-Rus ilişkilerinin tarihinden bahsederken çoğunlukla herkesin
aklına iki ülke arasında yıllarca süren savaşlar geliyor.
Türk-Rus diplomatik ilişkilerinin resmi başlangıç tarihi 1497. Bu tarihten
sonra, 1677 - 1918 yılları arasında Osmanlı ve Rusya imparatorlukları 13 defa
savaştı. Türk-Rus savaşlarının kaba bir hesapla 50 yıllık bir süreci
kapsadığını varsaysak bile kalan 470 yılı aşan dönemde ilişkilerde çeşitli
olumlu gelişmelerin yaşandığını söylemek mümkün. “ diye yazmıştı.
Evet, öyle.
Tarihte çok savaşmışız,
ancak Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvel üzerimize çökmüşken yardımımıza Ruslar
koşmuş.
Geçen yüzyılın
20'-30'lu yılları Rus-Türk ilişkileri açısından benzersiz bir dönemi oluşturur.
Soğuk Savaş döneminde bile farklı
kutuplarda yer almalarına rağmen iki ülke arasındaki dostluk ilişkileri
kesintisiz devam ettirilmiştir.
Sputnik’te Amir Gadjiev’in yazdığına
göre; Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri
Enstitüsü’nden doğu bilimci Doçent Pavel Şlıkov, Rusya-Türkiye ilişkileri
bağlamında çok daha kurumsallaşmış bir jeopolitik ittifak oluşturma zamanının
geldiğini kaydetti,” demiş.
Ümit edilen bu.
***
Bizim ofiste iş
arkadaşım İgor’la muhabbet ediyoruz.
Oğlu Maksim anlatmış; derste öğretmen öğrencilere “en sevdiğiniz Rus
şehri hangisi?” diye sormuş.
Öğretmen haliyle
Moskova, Petersburg ya da başka şehir diye bir cevap bekliyormuş.
Maksim’in arkadaşlarından
biri ısrarla parmak kaldırıp ayağa kalkmış “Antalya” demiş.
Öğretmen gülümsemiş.
Parmak kaldıran bir
başka öğrenciye sormuş, o da “Antalya” diye cevap vermiş.
Öğretmen, “Ama
çocuklar, Antalya Rusya’da değil ki, Türkiye’de,” demiş.
Çocuklar şaşırıp, biraz
da hayal kırıklığı içinde bakmışlar öğretmene.
Bunu çocukların
bilgisizliklerine vermek doğru değil. O kadar birbirine karıştı ki
hayatlarımız, o kadar sarıp sarmalandık ki; oraymış, buraymış önemli olmaz hale
geldi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder