Selin
Uludağ
Kaynak:
https://tr.sputniknews.com/
1918
Rus İç Savaşı sonrasında Rus İmparatorluğu’ndan kaçan Beyaz Rusların Türkiye’ye
göçünün 100. yıldönümü için yapılan konferans, İstanbul Üniversitesi’nin ev
sahipliğinde gerçekleştirildi. Sputnik’e konuşan Prof. Dr. Türkan Olcay ve
Türk-Rus Platformu Genel Sekreteri Ender Arat, göçün Türkiye'ye etkisini
anlattı.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından biri olarak, 7
Kasım 1917 tarihinde Petrograd'ta (şimdiki St. Petersburg)
başlayan silahlı ayaklanmanın Ekim Devrimi’ne dönüşmesiyle, ‘Beyaz
göçmenler’ olarak da anılan, dönemin siyasi ortamına muhalif Rus zümreleri,
iç savaşın ardından 151 gemi ile birlikte İstanbul’a sığındı.
Yurtlarından kaçmak zorunda kalan Beyaz Ruslar, o
dönemde emperyalist güçler tarafından işgal altında olan Anadolu’yu
kendilerine yeni bir yurt olarak görerek, başta İstanbul olmak üzere Marmara
Bölgesi’nin çeşitli yerlerine yerleşti.
Türkiye'de kaldıkları dönemde cumhuriyetin kurulmasına da
tanıklık eden Rus göçmenler, Cumhuriyet tarihinde birçok alanda sosyal
hayata ve yaşama öncülük ederek yeni kurulan ülkenin entelektüel havuzuna
katkıda bulundu.
Göçmenlerin izlerini hala çevremizde görmeye devam
ederken, göçün 100. yılı için düzenlenen ve İstanbul
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İlyas Topsakal’ın da katıldığı
konferansta; profesörler, araştırma görevlileri, tarihçiler, Türkiye’de yaşayan
Rus göçmenlerin torunları, diaspora temsilcileri ve Türkiye’de okuyan Rus
üniversite öğrencileri bir araya geldi.
Açılış konuşmasını Rusya’nın İstanbul Başkonsolosu
Andrey Buravov’un üstlendiği etkinliğin konuşmacılarından, Rus Dili ve
Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Türkan Olcay ve Türk-Rus Platformu
Genel Sekreteri Ender Arat, Beyaz Rus göçmenlerin Türkiye’ye etkisini konunun
tüm perspektifleriyle birlikte Sputnik’e değerlendirdi.
‘İstanbul'un
nüfusu o dönemde 800 bindi, 200 bin de Rus göç ile geldi, şehrin nüfusu yüzde
30 arttı’
Bu göçün yapıldığında İstanbul’un işgal altında olduğuna
dikkat çeken Arat, dönemin İstanbul’unda durumun ne olduğunu anlatarak, “İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar
tarafından işgal edilmişti. Bu arada Balkanlardan harekete geçen 5 milyon insan
da göç etmişti. Bunların çoğu istanbul'daydı. Üstelik İstanbul’da iki tane de
yangın çıkmıştı; Fatih’te ve Balat'ta. İstanbul'un nüfusu o dönemde 800 bindi.
200 bin de Rus göç ile geldi. Bir gecede düşünün 115 tane gemi ile geldiler.
Fransızlar bu gemilere el koymak karşılığında göçmenleri taşıdılar.140 bin
asker, 60 bin sivil geldi. İlk gelenler asilzadelerdi ve onların paraları
vardı. Istanbul'da lüks otellerde kaldılar. Tabi onlar çabuk döndüler, Paris'e
Roma'ya gittiler. İkinci gelenler avamlar, sivil insanlar. En son gelen ise
askerlerdi” dedi.
Ruslar, İstanbul'a göç ettiklerinde şehrin nüfusunun
yüzde 30 arttığının altını çizen Olcay ise “Gelenler de çok hızlı bir şekilde Galata ve Beyoğlu civarında mesken
edinirler. Ama gelen 150 bin kişinin 60 bini 3 farklı kamplara yönlendirilir.
Bunlar da; Gelibolu, Çatalca ve Limni adasıdır. Daha hemen ilk günden 32 bin
kişi Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan gibi ülkelere gönderilmiş.
İstanbul'da geriye 70 bin civarında göçmen kalıyor. Onların büyük bir kısmı da
Selimiye'ye, Florya’ya, Tuzla'daki kampa gönderiliyor. Ayrıca Büyükada ve diğer
adalara da yerleştiriliyorlar” dedi.
Göçün
Türk toplumuna etkisi ne oldu?
Beyaz Rusların, Türkiye’de birçok kültür sanat faaliyetine
öncülük ettiğini ve pek çok öğrenci yetiştirerek sürdürülebilir bir anlayışın
oluşmasına da katkı sağladıklarını belirten Arat şu şekilde konuştu:
‘Türkiye’ye
baleyi getirdiler, Atatürk'e hizmet etmiş restoranlar açtılar’
“O
zamanlar İstanbul'da bale yoktu. Baleyi Lydia Arzumanova (Leyla Arzuman)
getirdi. Herkes Türkiye de zanneder ki baleyi Ankara’da 1938-40’larda Ninette
de Valois kurdu. Halbuki Arzumanova gelip burada belediyede bir şeyler yapıyor.
Bunun topluma bir etkisi var. Hali vakti iyi olan aileler çocuklarını
belediyeye bale yapmaya gönderdiler. Sabancı Müzesi’nin müdiresi Nazan Ölçer,
zamanında orada bale yapanlardan biriydi. Bu göçün topluma olan etkisinin
devamına bakarsak; Restoranlar açtılar. Tabii gastronomiye de bir etkisi var.
Bir pastane sabaha kadar açık. O dönemde istanbul'da sabaha kadar açık pastane
yok. Rejans restoran da Rus yemekleri servis eden bir yer olarak hala açık
kalanlardan biri. İstanbul’da Karpiç Lokantası, Süreyya Restoran; bunlar Atatürk'e
hizmet etmiş restoranlardır. Bugün eğer Moda Kulübü’ne giderseniz, Süreyya’nın
menüsünün olduğunu görürsünüz. Rus yemekleri bugün de hala servisteler. Bunun
da topluma etkisi var. Benim belgeselimde de Ruslar daha çok kendilerini
anlatıyorlar ama Tükleşmiş olan Ruslar var, burada kalmış olanlar var.”
Ayasofya’nın
mozaiklerini restore eden Rus ressamdan, Türk vatandaşı olan sanatkarlara
Göç ettikten çok kısa bir zaman sonra işyerlerini açıklarını
belirten Olcay, “Aklınıza
gelebilecek tüm mağazalar; kendi fırınları, kasapları, çamaşırhaneleri, avukat
büroları, dişçi, doktor muayenehaneleri gibi yüzlerce işletme açıyorlar.
Bununla birlikte restoranlar, kabareler, kafeteryalar açıldı.Tüm bunlar sosyal
hayatta izler bıraktı. Daha sonra da zaten kültürel hayata bir etki başladı.
Bunların ilki de 9 Ekim 1920’de açılan ilk sergidir. Akabinde de 1921 yılının
Ocak ayında Rus ressamlar kendi birliğini kurdu. Bursa Sokağı 40 numarada Mayak
adında bir kulüpte sergilerini düzenlediler. Orada 7 tane sergi yaptıktan sonra
bir atölye daha açtılar. Bu doğrudan güzel sanatlara olan etkileri. O
ressamlardan 4 kişi kalıyor burada, bunlar çok önemli ressamlar. Bir tanesi
Nikolas Kluge’dir. Belki de adını bizim ülkemizde kimse bilmiyordur ama o
burada kalmayı seçiyor, Türk vatandaşı oluyor ve 1932’den ölümüne kadar
Ayasofya’nın bütün mozaiklerini Thomas Whittemore ile birlikte restore ediyor.
Burada kalıp burada da ölüyor zaten. Başka bir ressam da Nikolay Kalmikoff.
Türk vatandaşı olarak ismini Naci Kalmukoğlu diye değiştirdi. İbrahim Safi de
aynı şekilde. 1930’lara geldiğimizde burada 1400 entelektüel kişi kaldı.
Sanatla birlikte başka mesleklere de katkıları oldu. Mesela mühendislik
alanında da bu insanların dokunuşlarını görüyoruz” dedi.
‘Mozart’ın
Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti’
Bütün restoranlarda ve eğlence yerlerinde Ruslardan
oluşan orkestraların sahne aldığını söyleyen Olcay, “3 dalga halinde göç ettiklerinde 19 Ocak, 20 Şubat ve en büyük
dalganın olduğu 1919 Kasım ayında ilk kaptıkları şeyler enstrümanlarıymış. Onun
için iş bulmak çok daha kolay oluyor. Oradaki entelektüel ailelerde herkes bir
enstrüman çalabiliyormuş ama onun dışında St. Petersburg, Tiflis, Moskova
konservatuarlarından mezun insanlarla, orkestra şefleri, profesörler geldi
buraya. Mozart’ın Requiem’ini İstanbul’da ilk kez Rus kardeşler dinletti. Rus
profesörler profesyonel müzisyenlerin yetiştirilmesine ve müziğin tanınmasına
da çok büyük katkı sağlamış oldular” açıklamasında bulundu.
‘Kısa
saç modasını ve plaj kültürünü Beyaz Ruslar başlattı’
O zamanlar Türk kadınlarında uzun saçın moda
olduğunu hatırlatan Arat, “Ama
Ruslar kısa saçla geliyorlar Türkiye'ye, temizlik problemleri de olduğu için
burada daha da kısaltıyorlar saçlarını. Ve bu İstanbul sosyetesinin de moda
oluyor. Ayrıca bir plaj kültürü geliyor. O dönemde kadınlar kapalı yerlerde
suya girerlermiş. Halbuki Ruslar Ataköy gibi açık yerlerde denize girmişler” ifadelerini
kullandı.
‘İşgalciler
Rusların ordularını Atatürk'e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul
etmiyor’
Arat “İşgal
sırasında olan Osmanlı’da İstanbul halkı, Ruslara kucak açıyor. Bunu Ruslar da
anlayışla karşılıyorlar ve Fransızlar, özellikle de İngilizler, Rusların
ordularını Atatürk'e karşı kullanmak istediklerinde Ruslar bunu kabul etmiyor.
Aslında burada enteresan bir durum var. Atatürk ‘Kızıllarla’ işbirliği yapıyor
ama Türkiye'de yaşayan Ruslar oldukları yere minnet duymaya devam etmişler” diye
konuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder