Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Tarih nasıl ilerliyor? Bireyler mi yoksa bireylerin
kararlarına etki eden süreçler, yapılar ve ideolojiler mi önemli? İnsan
özgürleşiyor mu yoksa her seferinde yeni bağımlılıklar ve farkında olmadığımız
yeni kölelik ilişkileri mi kuruluyor? Toplumlarda hangi özellik ve açmazlar
süregeliyor?
Örneğin büyük Rusya coğrafyası, tarihsel motivasyonlar ve insanlarının
özellikleri dikkate alındığında devletin iktidar ve güç devamlılığı açısından
neler değişti? Süregelen açmazlar var mı?
Aslında Osmanlı’nın ve Çarlık Rusya’sının çöküşleri aynı döneme denk geldi ama
Osmanlı’da birçok ulus bağımsızlığına kavuşup, topraklar ciddi ölçüde
küçülürken Rusya’da toprak ve güç konsolidasyonu farklı bir formatta devam
etti.
Sovyet deneyimi Avrupa’da devrimler olsa ve "soğuk savaş" yaşanmasa
farklı sonuçlar doğurabilirdi kuşkusuz. Ama bunların neye benzeyeceği konusunda
elimizde fazla veri bulunmuyor. Gördüğümüz Nazım Hikmet’in de işaret ettiği
1920’ler ve 50’ler arasındaki farklar sadece. Neticede hem Sovyet hem de Çin
deneyiminin neden parti ve lider tahakkümü yarattığının tartışılması
gerekiyor.
Öncelikle tarihin nasıl ilerlediğine ilişkin farklı bazı yaklaşımlara yer
vermek istiyorum.
Ünlü tarihçi Marc Bloch tarihi “zamanda insan” olarak tanımladı. Buna göre
tarih, insan eyleminin, yaratıcılığının, icatlarının ve çatışmalarının bir
sonucuydu. Ama bu bakış açısı yapıların, sistemlerin ve ideolojilerin önemini
azaltmıyor kuşkusuz. Dolayısıyla aktörler ve yapılar arasındaki etkileşim bir
hayli önemli.
Malum Karl Marks (Marx) tarihi ekonomi temelli sınıf çatışmalarının mücadelesi
olarak ele almış, materyalist tarih anlayışı çerçevesinde politik hayat ve
fikirlerin iktisadi hayatın karakteri ile belirlendiğini ileri sürmüştü.
Marks’a göre ilk tarihsel eylem üretimdi ve bu da tarihin olabilirliğini
belirleyen ilk koşuldu. Üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki devinim
belirleyici bir role sahipti. Antik tipi, Asya tipi, feodal tipi ve burjuva
tipi olmak üzere tarihte dört tip toplumsal şekillenme olmuştu. Bu biçimlerin
birinden diğerine geçiş ise devrimlerle meydana geliyordu. Gerçek özgürlük
sınıfsız topluma geçişle yani komünizmle sağlanacaktı.
Önemli bir tarih felsefesi ortaya koyan Hegel ise tarihi, insan özgürlüğünün
gerçekleşmesine doğru ilerleyen bir süreç olarak görmüştü. Hegel dünya
tarihini, eski Yunan’daki şehir devletinin kamusal özgürlüğünden ve Roma
Cumhuriyeti vatandaşlığından Protestan reformunun bireysel özgürlüğüne, modern
devletin yurttaşlık özgürlüğüne kadar, insan özgürlüğünün aşamalarının bir
anlatısı olarak ele almıştı.
Çabuk gözden düşen Francis Fukuyama’nın yaklaşımına göre ise insanlık tarihi
ideolojiler arasındaki bir mücadele olarak büyük ölçüde sona eriyor ve
"soğuk savaş"ın bitmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile liberal
demokrasi küresel zaferini ilan ediyordu.
Daha önce başka bir yazıda görüşlerine yer verdiğim Yale Üniversite’nin ünlü
tarihçisi Paul Kennedy ise genel olarak ekonomik güç ve askeri güç
arasındaki denge ve devinimin büyük ulusların yükseliş ve düşüşleri ve tarihin
ilerleyişi ile yakından ilişkili olduğunu savunuyor.
Kennedy’e göre dünya meselelerinde başat olan ulusların nispi gücü hiçbir zaman
aynı kalmıyor. Bunun başlıca sebebi de ülkeler arasındaki eşitsiz büyüme
hızları ve bir toplumdan diğerine daha fazla yarar sağlayan teknolojik
ilerlemeler.
Peki böyle bir girizgâh çerçevesinde Çarlık Rusya’sı, Sovyet Rusya ve bugünkü
Rusya arasında ne gibi devamlılık ve farklar var? Bugünkü Rusya’da geçmişte
yaşanan bazı çelişki ve açmazlar söz konusu mu yine? Ekonomik gelişme ve
teknoloji tarih boyunca ne gibi etkilerde bulundu?
Malum Paul Kennedy Çarlık Rusya’nın çöküşünü şu sebeplere dayandırmıştı: Çarların
askeri mutlakiyetçiliği, eğitimin Ortodoks kilisesinin tekelinde olması, tarımı
durağanlaştıran ve feodal kılan serflik sisteminin etkisi.
Rusya Petro döneminden itibaren modernleşme deneyimi ile kültür ve eğitimde
önemli değişimler yaşadı. Özellikle 19. yüzyılda dünya kültürüne dev katkılar
yapıldı. Ancak ekonomik açıdan ve teknoloji anlamında istenilen atılım
yapılamıyordu. Ayrıca tıpkı Osmanlı gibi savaşlar ve büyük askeri harcamalar
ülkenin enerjisini tüketmişti.
Sovyetler Birliğinde de yüksek savunma harcamaları zorunluluk haline gelmişti.
Sovyet Rusya onu yok etmeye çalışan kapitalist dünyaya karşı bir varlık yokluk
mücadelesi veriyordu. Buna ilaveten bir güç ve prestij mücadelesi olarak bilime
ve uzay teknolojisine de önemli kaynaklar ayrılıyordu. Bu açılardan kapitalist
dünya ile mücadele edilirken hem tarımda hem de sanayide Batı ülkeleri ile kıyaslandığında
çok önemli verimlilik sorunları ortaya çıkmıştı.
İlginç şekilde bugünkü Rusya açısından da büyük önem taşıyan ve yetkililerin de
üzerinde durduğu husus ekonomik kalkınma, teknolojik atılım ve verimlilik
konusu.
Geçenlerde Rusya’da Yüksek Ekonomi Okulu'nun bir araştırması açıklandı.
Araştırmaya göre, Rusya'nın gelecek vadeden teknolojiler pazarına katkısı yüzde
0,6 seviyesinde. Bu ise teknoloji yarışında Batı ile aradaki farkın kalıcı hale
gelebileceği yolunda uyarılar içeriyor kuşkusuz.
Araştırmaya göre Rusya'nın küresel teknoloji pazarına katkısının en yüksek
olduğu alan yüzde 16,7'lik oranla nükleer teknolojiler. Ülkenin silah
pazarındaki payı da yüzde 1,2 olarak hesaplanmış.
Aynı araştırmaya göre üretim teknolojileri alanında en çok patent alınan
ülkeler Güney Kore, Japonya, İsveç, İsrail ve Finlandiya iken teknolojik
atılımda geride kalan 35 ülke içinde Rusya, Brezilya, Hindistan, Avustralya,
Güney Afrika Cumhuriyeti, Arjantin ve Kazakistan gibi ülkeler bulunuyor.
Rusya’nın gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında iş gücü verimliği açısından bazı
dezavantajları olduğunu görüyoruz.
Örneğin çalışılan saat başına düşen milli gelir rakamına OECD veri sisteminden
bakıldığında İrlanda’nın 102 dolar, ABD’nin 72 dolar, Almanya’nın 66 dolar,
Japonya’nın 46 dolar, Kore’nin 41 dolar, Türkiye’nin 45 dolar, Yunanistan’ın 34
dolar, Rusya’nın ise 27 dolar olduğu görülüyor.
Yine de Rusya gözlemlerim bu göstergenin bir miktar yanıltıcı olabileceğine
işaret ediyor. Çünkü Rusya’da iş gücü piyasası ve iş kültürü geçiş sürecinin
kimi özelliklerini taşımaya devam etse de hızlı bir gelişim ve değişim de söz
konusu.
Bugün Rusya nominal olarak dünyanın 11 inci, satın alma gücü paritesine göre
ise 6'ncı büyük ekonomisi malum. Ordusu ise dünyanın en büyük ikinci ordusu
konumunda. Rusya jeopolitik konum ve politikası gereği askeri harcamalarını
yüksek tutmak ve savunmaya önemli ölçüde kaynak ayırmak durumunda.
Ancak ekonomi ve savunma dengesinin sağlanması uzun dönemde zorunluluk. Rusya
teknolojik kabiliyetleri genele yayıp, ekonomisini daha fazla geliştirmesi
gerektiğinin farkında. Bununla birlikte Rusya’nın nükleer, uzay, savunma,
telekomünikasyon, internet, dijital teknolojiler gibi özellikleri önemli
avantajlar sağlıyor.
Rusya, üniversitelerini daha fazla geliştirmek, eğitim sistemini daha iyi hale
getirmek ve büyümesini artırmak durumunda. Enerji ülkesi olunmasının
avantajları söz konusu ama bağımlılığın yarattığı riskler de yok değil. Nüfus
dinamikleri ise dikkate çeken başka bir husus.
Bir başka konu ise tarih boyunca teknoloji, bilim ve ekonomik atılım konusunun
genel olarak devlet eliyle yaratılması yönünde bir model söz konusu olmuş.
Aslında bugün de farklı bir şey yok. Yani büyük kamu şirketlerinin çabaları
olmasa özel sektörün bu dinamizmi besleyecek motivasyonu sınırlı. Dolayısıyla
Rusya model konusunda da bir tercih yapma durumunda kanımca.
Görünen o ki ülkelerin nispi konumlarını yine teknolojik farklar belirleyecek.
Bugün artık Asya ve Çin faktörü söz konusu. ABD ve Almanya gibi ülkeler halen
teknolojik üstünlüklerini sürdürüyor ama bir yandan da Çin gibi ülkelerden
ciddi endişe duyuyor.
Rusya ise bir şekilde ekonomisini güçlendirmek zorunda.
Zira Rus devletinin geleneğinde gücünün azalmasını kabullenebileceğine dair bir
işaret yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder