Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Eski Arbat’ın girişinde, yani Dışişleri Bakanlığı'nın
önünde otobüslerden arı gibi Uzakdoğulu turistler boşalıyor. Fotoğraf
saplantılarından mı tutkularından mı bilinmez ama bir kargaşanın içinde
buluyorum kendimi. Her şeyi böylesine kaydetmeye çalışmaktan ilginçlikleri mi
kaçırıyorlar yoksa?
Aralarından salimen geçip müdavim kemancının ezgileriyle
turuma başlıyorum. Moskova’daki Arbat caddelerini birbirinden ayıran eskilik
yenilik konusu değil elbet. Yapıları ve özellikleri farklı kılıyor onları. Yel
kaçkını ihtiyarlar gibi esmeyen Eski Arbat’ı tercih ediyorum. Karanlık
çoğalırken lambalarında patlayan sarı tonu ve ilginçlikleri bir de…
Gençlerin yüksekçe bir yere çıkıp şiir okuması, teatral
gösteriler, onlara kulak veren kalabalık takdiri hak ediyor. Coşkuyla şiir
okuyan o gençlere özeniyorum bazen.
Güzel tablolara bakarak ilerliyorum. Matruşkalar, hediyelik
eşya satan mağazalar ilginçlik katıyor. Farklı kültürlerden restoranlar
uzanıyor cadde boyunca. Müzik dinletileri, gösteriler, portre çizen ressamlar…
Arbat için sıradan bir gün işte. Fakat ilginçlikler
seziyorum çok geçmeden. İki genç sırtları dönük şekilde bana doğru ilerliyor.
Neden böyle yapıyorlar diye düşünüyorum bir an. Aralarındaki bir şaka olmalı
deyip geçiştiriyorum konuyu. Ama sonrasında gördüğüm şey kolayca
geçiştirilebilecek gibi durmuyor.
Elinde yazı tutan bir kadın var. Büyükçe bir kartonda
“Haydi değiştirelim!” yazıyor.
Evet gerçekten böyle yazıyor. Gelip geçenler kadına bakıp
gülümsüyor, sonra da yollarına devam ediyor. Ne demek şimdi bu?
Onu yavaşça geçiyorum önce. Sonra da merakıma
yenilip geri dönüyorum. Selam verip söze giriyorum.
“Ne anlama geliyor bu? Neyi değiştirmek istiyorsunuz?”
Kırklı yaşlarında zayıfça bir kadın sorulara hazırlanmış
gibi başlıyor konuşmasına.
“Merak etmeyin, gelip geçenlerin cepleri ile kendi boş
ceplerimi değiştirmek değil amacım. Ya da onların neşeli halleriyle kendi
dertlerimi takas etmek niyetinde değilim. Dört kişi ile paylaştığım kırk metre
kare evimi de değiştirmek istemez kimse. Ve düzeni değiştirmekten de söz
etmiyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın!”
Durakladığı anda “Evet bunlar değil belli ki, peki ya nedir
öyleyse? Yoksa bir hikayenin mi peşindesiniz?” diye soruyorum.
“Sonuçta bu dünyayı daha ilginç ve değiştirilebilir
kılmıyor mu hikâyeler” deyip gülümsüyor. Sonra da ciddileşiyor. “Sizinle neyi
değiştirebiliriz mesela?”, diye soruyor.
“Bilmem, ani oldu soru. Hem değişim dediğiniz şey kolay mı?
Onu hazırlayan koşullar lazım önce.”
“Evet doğru, değişim birden olmaz tabi. Bir yazarın dediği
gibi sıfırı görmeden başarılamaz. Ama ben daha basit şeylerden söz ediyorum.
Bakın, madem merakınıza yenildiniz ve yanıma geldiniz. Şimdi şunu yapacağız:
Yerimizi değiştireceğiz sizinle. Kartonu siz tutmaya başlayacaksınız. Ben bir
süre dolaşıp geri geleceğim.”
Yazının birden ellerime nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Ve O
ortalarda görünmüyor. Caddenin ortasında öylesine kalıyorum. Kalabalık o uysal
halinden tekinsiz bir topluluğa dönüşmüş gibi geliyor.
Tanıdık birine rastlayacağımdan endişe ediyorum önce. Sonra
hikayenin bir parçası olduğumdan mı bilinmez bir rahatlama geliyor. İnsanlar
bir anlam çıkarabilmek için dikkatle bakıyor geçerken. Gülümsüyor kimileri.
Arbat Caddesinde elimdeki tuhaf yazıyla dururken hep hayal
ettiğim o şeyi düşünüyorum bir an. Tıpkı o gençlerin yaptığı gibi yüksekçe bir
yer çıkıp şiir okumayı. Pasternak’tan mesela. “Öyledir, öyle başlar”, neden
olmasın?
Fakat korktuğum şey başıma geliyor ve tanıdık bir aileyi
fark ediyorum. Onlar beni görmeden kartonu yüzümün önüne getiriyorum. O sırada
çocuk annesini çekiştiriyor:
“Anne gördün mü, adam yüzünü değiştirmek istiyormuş!”
Arbat’taki ilginçliklere alışkın olduğu anlaşılan anne
gülümsüyor. Onun yerine baba giriyor söze:
“Evet oğlum kafayı değiştirmek istiyor demek ki.”
“Ben de öyle dedim ya işte!”
“Hayır, ikisi farklı şeyler, sonra anlatırım ben
sana.”
“Şimdi anlatsana!”
Aile uzaklaşınca yeniden önüme getiriyorum kartonu.
Düşünceler içinde, kalabalığın tepkisini tartarak dururken söz verdiği gibi
geri dönüyor. Beni soktuğu duruma sitem ediyorum.
“Bunu yapmak zorunda değildiniz!” diyor sakince.
“İyi de neydi bunun amacı?”
“Hiçbir amacı yoktu. Öylesine bir şey denedim işte.”
“Neden böyle bir ifade seçtiniz peki?”
“Aslında işin aslı şu: Evet ilginçlik olsun diye büyükçe
bir kartona “Haydi değiştirelim kendimizi” yazıp bir süre burada tutmak
istemiştim. Ama sonra daha da ilginç olsun diye son kelimeyi yazmamaya karar
verdim. Kim ne anlarsa işte. Yani herkes değiştirmek istediği şeyi kendi
düşünsün!”
Bu sırada kartonu elimden alıyor ve yuvarlıyor. “Hikayenin
sonuna yaklaşıyoruz” deyip kalabalıktan biri oluyor.
Caddede öylece kalıyorum bir süre. Sonra düşüncelerimi
düzene sokmak için yürümeye başlıyorum.
Haydi değiştirelim kendimiziymiş!, kolaydı sanki, deli mi
ne?
Şair Bulat Okudzhava heykeli önünden geçerken duraklıyorum.
Gençlerin üzerine çıkıp şiir okuduğu o taşı süzüyorum bir süre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder