M.
Hakkı Yazıcı
Vladimir İvanoviç’le birlikte çay içip sohbet ederken ona bazen
Türk müziğinden örnekler dinletiyorum. Beğeniyor ve keyifle dinliyor.
Ah, şu beni kanadı kırılmış kuşa çeviren gurbet sancısı.
Geçenlerde “Hatırla sevgili” isimli şarkıyı dinlettim.
Televizyonda gösterilen aynı adlı dizi sayesinde seneler
önce yeniden çok popüler olmuştu ya, işte o şarkı. 2006 yılında “Hatırla Sevgili” dizisine adını vermiş
ve bu dizinin jenerik müziği olmuştu.
Çok severim bu şarkıyı. Vladimir İvanoviç’e dinletirken
mırıldanıyorum şarkının sözlerini:
“Hatırla sevgilim, o mesut geceyi,
Çamların altında verdiğim buseyi.
Beni mecnun ettin, sen de olasın!..
Aşkımı inkar edersen, Allahtan bulasın!..”
Çamların altında verdiğim buseyi.
Beni mecnun ettin, sen de olasın!..
Aşkımı inkar edersen, Allahtan bulasın!..”
“Hatırla Sevgili” ya da “Hatırla Ey Peri”,
Abdülhamit'in başbakanı Fehmi Bey Bursa'ya vali olarak
atanmış, II.
Meşrutiyet gerçekleşince halk
tarafından linç edilerek öldürülmüş. Bu şarkı da onun Fransız sevgilisi
Margaretha adına yazılmış.
Vladimir İvanoviç, dikkatle dinlerken, “Yahu, buna benzer
bir şarkı bizde de var,” dedi.
Youtube’dan onun bahsettiği “Ah, za çem eta noç” isimli o
şarkıyı da bulup birlikte dinledik.
Gerçekten benziyordu ve hatta bütün melodi
aynıydı. Bir daha dinledik. Hızımızı alamayıp her ikisinin değişik yorumlarını
bulup dinledik.
Şaşkınlığımız daha da pekişti.
Belki merak edip siz de dinlersiniz diye her ikisinden
birer örnek yorumun linkini aşağıda paylaşıyorum. Ha, unutmadan bu iki dildeki
melodisi aynı olan şarkı arasında bir başka benzerlik daha var: İkisi de
popüler televizyon dizilerinde kullanılıyor.
Şarkının Türkçesi, bahsettiğim “Hatırla Sevgili” dizisinin
linkinde:
Bu da şarkının Rusçası; Şolohov’un o muhteşem romanından
uyarlanan “Tihi Don” televizyon dizisinden:
***
Merak edip internetten biraz daha araştırdım.
Türkçe şarkının bestecisi Muhlis Sabahattin, 1889 yılında
doğmuş. Rusça şarkının bestecisi Mihail Romanoviç Bakaleynikov ( "Mişa"-
Михаил Романович Бакалейников ) ise 1890 yılında. Aynı yıllarda doğmuşlar.
Aralarında sadece bir yaş fark var.
Muhlis Sabahattin Bey, 1947’de İstanbul’da, Mihayil
Romanoviç ise 1960’da ölüyor.
Mihayil Romanoviç,1926 yılında Amerika’ya gidiyor. 1931’de
Colombia Studios’da çalışıyor.
Muhlis Sabahattin, İkinci Meşrutiyet'in ateşli yıllarında
politik bir gazeteci kimliğine sahip. Gazeteciliğinin yanı sıra, üyesi olduğu,
İttihat ve Terakki Fırkası dışında kalan Jöntürk çevresinin kurduğu Osmanlı
Demokrat Fırkası'nın genel sekreterliğini de yürütüyor. Muhlis Sabahattin Bey,
hükümete karşı yazıları yüzünden kovuşturmaya uğrayınca Avrupa'ya kaçıp, yalnızca
ülke değil, meslek de değiştiriyor. Müzik bilgisi ve piyanodaki ustalığı,
yolunu Avrupa'ya kaçan diğer müzisyenlerle kesiştiriyor. Kurdukları grupla
çıktıkları Avrupa turnesinin ardından Amerika'ya göçerler. Onun da yolu tesadüfe
bakın ki Colombia Stüdyolarına düşer.
Muhlis Sabahattin, bu gurbet yıllarının ardından mütareke döneminde vatanına döner.
Muhlis Sabahattin, bu gurbet yıllarının ardından mütareke döneminde vatanına döner.
Rusça “Ah, zaç em eta noç” (Ах зачем эта ночь-Ah, neden o
gece) şarkısının sözleri de çok farklı olmakla birlikte birazcık “Hatırla Sevgili”nin
sözlerini andırıyor.
Benim bulduğum bilgilerde Muhlis Sabahattin Bey de, Mihayil
Romanoviç de bahsettiğim şarkıların bestecisi olarak belirtiliyor.
Birbirinden esinlenme, adaptasyon, aranje yapıldığı gibi
bilgiler yok.
Bazen oluyor böyle, insan bir yerlerde bir ezgiye, fikre
denk geliyor; aradan zaman geçiyor, sana yeniden ilham olarak dönüyor. Daha
önce bir yerlerde rastladığınızın farkında bile olmuyorsunuz.
Biz, Vladimir İvanoviç’le bu işin içinden çıkamadık. Eh, ne
de olsa ne araştırmacı, ne de müzisyeniz. Bilen birilerine sormak lazım, deyip
konuyu kapattık.
***
Bazı şarkıların garip bir kaderi var.
Benim hemen aklıma gelen bir başka örnek “Darogoyi Dlinnoyi”
isimli hepimizin bildiği, çok sevilen popüler bir şarkı.
Bazen birileri tarafından ünlendirilen şarkıların
adaptasyonunun ünü orijinalinin ününü geçiyor. Ve neredeyse şarkının gerçekte
kim tarafından bestelenip, sözlerinin kim tarafından yazıldığı bile unutulup,
ünlendiren şarkıcının ismiyle bile anılmaya başlanıyor.
Boris Fomin'in bestelediği geleneksel Rus folk şarkısı “Darogoyi Dlinnoyu” (Дорогой длинною -Uzun bir yolda) nun kaderi de biraz böyle.
Bu güzel müzik parçasının İngilizce versiyonu, 1968 yılında ilk plağını dolduran Galli şarkıcı Mary Hopkin tarafından “Those Were the Days” ismiyle seslendirilerek yaygın bir ün kazanmış ve sevilmiştir. Laf aramızda gençliğimde benim yüreğimi de havalandıran şarkılardandır.
Türkiye’de biz şimdilerde bu şarkıyı Galatasaraylıların Fenerbahçe aleyhindeki tezahüratlarından birinin melodisiyle hatırlıyoruz.
Şarkı o kadar ünlendi ki dünyanın dört bir yanındaki sanatçıların repertuarına girdi.
Boris Fomin'in bestelediği geleneksel Rus folk şarkısı “Darogoyi Dlinnoyu” (Дорогой длинною -Uzun bir yolda) nun kaderi de biraz böyle.
Bu güzel müzik parçasının İngilizce versiyonu, 1968 yılında ilk plağını dolduran Galli şarkıcı Mary Hopkin tarafından “Those Were the Days” ismiyle seslendirilerek yaygın bir ün kazanmış ve sevilmiştir. Laf aramızda gençliğimde benim yüreğimi de havalandıran şarkılardandır.
Türkiye’de biz şimdilerde bu şarkıyı Galatasaraylıların Fenerbahçe aleyhindeki tezahüratlarından birinin melodisiyle hatırlıyoruz.
Şarkı o kadar ünlendi ki dünyanın dört bir yanındaki sanatçıların repertuarına girdi.
Seslendirenler arasında Sandie Shaw, Dalida, Vicky Leandros Engelbert
Humperdinck, Rika Zarai, Patti Page, ABBA ve Paul Mauriat Orkestrası gibi pek çok
şarkıcı ve müzik grubu var.
Şarkının bu kadar çok tutulmasının arkasında tabii ki Mary Hopkin’in şarkıyı söylediği plağın yapımcılığını Paul McCartney'in yapmış olmasının, piyasaya da Beatles'a ait Apple plak şirketinden tarafından çıkarılmış olmasının payı vardı. Kısa sürede İngiltere listelerinde 1 numaraya, ABD listelerindeyse 2 numaraya yükseldi. Şarkı dünya çapında popüler olunca Paul McCartney Mary Hopkin'e şarkıyı 4 dilde daha söyletti.
Türkiye’de de şarkı, en çok aranjmanı yapılan parçalardan biri. Bu şarkıyı Ay-Feri “Yalan Dünya”, Fecri Ebcioğlu ve Semiramis “Bu Ne Biçim Hayat”, Erol Büyükburç “Bu Ne Yalan Dünya”, Ömür Göksel “Sen Kadehlerdesin”, Zümrüt “Bir Zamanlar”, Gönül Turgut “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak” adıyla ve farklı sözlerle seslendirdi.
Şarkının bu kadar çok tutulmasının arkasında tabii ki Mary Hopkin’in şarkıyı söylediği plağın yapımcılığını Paul McCartney'in yapmış olmasının, piyasaya da Beatles'a ait Apple plak şirketinden tarafından çıkarılmış olmasının payı vardı. Kısa sürede İngiltere listelerinde 1 numaraya, ABD listelerindeyse 2 numaraya yükseldi. Şarkı dünya çapında popüler olunca Paul McCartney Mary Hopkin'e şarkıyı 4 dilde daha söyletti.
Türkiye’de de şarkı, en çok aranjmanı yapılan parçalardan biri. Bu şarkıyı Ay-Feri “Yalan Dünya”, Fecri Ebcioğlu ve Semiramis “Bu Ne Biçim Hayat”, Erol Büyükburç “Bu Ne Yalan Dünya”, Ömür Göksel “Sen Kadehlerdesin”, Zümrüt “Bir Zamanlar”, Gönül Turgut “Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak” adıyla ve farklı sözlerle seslendirdi.
Bazıları şarkının bestesinin Gene Raskin'e ait olduğunu
ileri sürer. Oysa bahsettiğimiz gibi şarkı Boris Fomin'in (1900-1948)
bestelediği "Darogoyi Dlinnoyu" isimli geleneksel bir Rus folk
şarkısıdır ve Gene Raskin bu şarkıya yeni İngilizce sözler yazarak pop türüne
uyarlamıştır.
Zaten daha önce de 1960'ların başında The Limelighters grubu bu şarkıyı tanıtmıştı.
***
Zaten daha önce de 1960'ların başında The Limelighters grubu bu şarkıyı tanıtmıştı.
***
İşte böyle! Şarkıların dediğimiz gibi garip serüvenleri
oluyor bazen. Bizde bunun pek çok benzer örneği var.
Mesela askeri darbe dönemlerinin ve milliyetçi mitinglerin
sembolü olan "Bir Başkadır Benim Memleketim..." şarkısı. Orijinali Yiddiş
(Almanya ve Prusya'da konuşulan bir Musevi lehçesi) olan bir şarkıymış. Meğer
sarhoş bir hahamın maceralarını anlatıyormuş.
Ya “Dağ başını duman almış” marşı… Hepimizin ezbere
bildiği, huşu içinde söylediğimiz "gençlik marşı"nın üç neşeli,
işveli İsveçli genç kızın ormanda söylediği bir popüler bir halk şarkısı
olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bazılarımız için de tabii ki hayal
kırıklığı olmuştu.
İnsan ister istemez biraz ciddiye alınıp, daha özgün şeyler
yaratılamaz mı diye hayıflanıyor.
***
Bunları Vladimir İvanoviç’le konuşurken bizim Serkan’ın
dedikodusunu da yaptık:
Geçenlerde bir gün Serkan, ofise bir gözü patlamış, yüzü
yaralanmış, berelenmiş olarak geldi. Önce hık mık etti, “Kapıya çarptım,” falan
dedi, sonra sıkıştırınca anlatmaya başladı.
Meğer gece Türkiye’den misafir gelen arkadaşlarıyla Moskova’nın büyük diskoteklerinden birine gitmişler. Çocuklar haklı olarak bu kadar güzel ve çok Rus kızını bir arada görünce kendilerinden geçmişler. Biraz içince cesaretlenmişler, tanıştıkları kızları dansa kaldırmaya başlamışlar. İçlerinden biri dans ettiği kızı bırakıp tuvalete gitmiş, dönünce bir bakmış kız başkasıyla, bir Rus genciyle dans ediyor. Olacak iş değil. Delikanlılığa sığar mı? Hemen gidip kızla dans eden oğlanla itişmeye başlamış. İş itişmekle kalmamış, yumruklaşmaya başlamışlar. Olay büyümüş, Serkan’la diğer çocuklar arkadaşlarının yardımına koşmuşlar. Bu sefer Rus oğlanın arkadaşları da gelip kavgaya karışmışlar.
Anlatmayı kesip, Vladimir İvanoviç’e “Bizim aptal oğlanın
yaptığına bakar mısın? Tam politik durumlar düzelme sürecine girmişken böyle
şeyler yapılır mı?” diyorum.
Gülümsüyor:
“Sen gençliğinde hiç böyle şeyler yapmadın mı?” diyor.
“Yapmadım, ama gençliğimde başımda kavak yelleri eserken başka
şeyler yaptım?” deyip, anlatmaya devam
ediyorum:
Rus çocukların şakası yokmuş, küt küt vuruyorlarmış. Durum
hepten kötüye gidiyormuş.
Ruslarla tekme yumruk kavga ederken bizimkilerden birinin
aklına gelmiş, diskotekteki diğer Türklerin dikkatini çekmek, yardım almak için
“Dağ başını duman almış” marşını söylemeye başlamış.
Bir yandan kavga ediyorlar, bir yandan da marş söylüyorlarmış.
Meğer o sırada diskotekte bir maç için Moskova’ya gelmiş
İsveç erkek voleybol takımından eğlenmek için gelen bazı sporcular varmış. Marşı
duyunca bunlar bizden diye düşünüp bizimkilerin safında onlar da kavgaya
karışmışlar.
Sonra diskoteğin korumaları araya girmiş; polis, karakol
derken, iş mahkemelik olmadan, fazla uzamadan barışıp, öpüşüp tatlıya
bağlamışlar.
Vladimir İvanoviç, “Bunlar o tür mekanlarda sıradan şeyler,
herkes alışıktır,” diyor.
Gülüyoruz. Gülüyoruz, ama ben gülmek mi, ağlamak mı daha
doğru diye de düşünmeden edemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder