Moskova

Moskova

11 Nisan 2014 Cuma

“Kredi Sözleşmesi” engel


Kaynak: http://www.turkrus.com/

Geçenlerde çetrefilli bir banka işim vardı. Yönetici pozisyonunda çalışan bir Türk arkadaşıma danışmak için bankaya gittim. Sağolsun, her zaman çözemediğim işlerde elinden geleni yapar, halleder.

Bu defa da hemencecik çözüverdi işimi.

Teşekkür ettim, yine aynı mutad şakayı yaptı: “Öyle kuru bir teşekkürle kurtulacağını mı sanıyorsun?.. Spasiba f karman ni palojiş (Спасибо в карман не положешь),” dedi. Yani Türkçesi; teşekkür bir işe yaramaz, cebine koyamazsın falan gibi bir şey.

Öğlen olmuştu. “Hadi gel, uzun etme,” dedim, “Sana bir yemek ısmarlayayım.”

Hiç geri çevirdiğini görmedim şimdiye kadar. Hemen paltosunu kapıp, gidelim, dedi.

Bankanın hemen yakınında tanıdığım bir arkadaşım, Lena’nın yakın arkadaşlarından biri, Galya, küçük, sempatik bir kafe-restoran açmıştı. Mütevazi bir yerdi. Basit, sade bir menüsü vardı. Çok güzel bilini çeşitleri, borş çorbası ve diğer bazı Rus yemeklerini yapıyorlardı. Bütün ürünleri taze ve lezzetliydi.

O restoranı arkadaşım da biliyordu. Fazla uzaklaşmadan, keyifli, lezzetli bir öğlen yemeği iyi olacaktı.

İçerisi doluydu. Zor bela boş bir masa bulup oturduk. Galya, restoranın yükünü tuttuğu yoğun öğle saatinde kan ter içinde oradan oraya koşturuyordu. Uzaktan selamımızı aldı.

Ben de acıkmıştım.

“Ne yiyeceğiz,” diye sordum.

Neler olduğunu aşağı yukarı biliyorduk, ancak arkadaşım yine de bakmak için menüyü eline aldı.

“Ne hatırladım biliyor musun?” diye sordum.

O, menüye göz gezdirirken ben devam ettim.

İkimizin de Moskova’ya yeni geldiğimiz zamanlardaydı. Rusça öğrenmek için kursa gidiyorduk. Zaten tanışmamız da o vesileyle olmuştu.

Bir akşam, kurs çıkışında akşam yemeğini savuşturmak için bir kafeye gitmiştik. Garson kız siparişimizi almak için masamıza gelmişti. Sevimli, güzel bir kızdı. Bizse sipariş vermek için hazırlıklı değildik.

Kız tereddüt ettiğimizi görünce menü ister misiniz anlamında, “Vı hatiti menyu ( Вы хотите меню )?” diye sormuştu.

Arkadaşım, başını kaldırıp, gülümseyen kıza baktı.                                

Menyu (меню-menü) sözcüğü ile minya ( меня-beni) sözcüğünü karıştırıp, bunun vinitelniy padejin ( Внительный Падеж- Akuzatif Hal ) tezahürü olduğunu sanıp, garson kızın masum bir şaka yaptığını zannetti. - Doğrusu bu ya, ben de öyle zannetmiştim. 

Aynı, üç hostesin anılarını yazdıkları, bir zamanların en çok satan kitaplarından birinin Türkçedeki “Kahve mi, Çay mı, Yoksa Beni mi?” adında olduğu gibi…

Şakaya şakayla karşılık vermeğe kalktı.

Arkadaşım, “Kofi, bilini i tibyu toje haçu ( Кофе блины и тебю тоже хачу - Kahve, bilini ve seni),” dedi.

Eh yani, rezaletin böylesi ancak bu kadar olur. Padejleri yeni öğreniyoruz ya, arkadaşım, “Menü ister misiniz?” lafını “Beni ister misiniz?” diye anlamıştı.

Neyse ki garson kız olağandan daha anlayışlı ve kibardı. Önemli bir olay çıkmadı, ancak bize servisin devamını kafenin güvenlik elemanı yaptı.

“Hatırladın mı?” diye sordum arkadaşıma.

“Ya, ne demezsin? Çok şükür o günleri geride bıraktık; bir daha öyle dil kazaları yapmayız,” dedi.

***
Galya, bir ara yanımıza geldi. Bir ihtiyacımız olup olmadığını sordu.

O gidince arkadaşım:
“Çok çalışkan, gayretli bir kız,” dedi. “Restoranın açıldığı çok olmadı, ama kısa zamanda çevredeki işyerlerinde çalışanlara kendini tanıttı ve sevdirdi.”

“Evet, öyle. Ufacık tefecik, ama gayretli. Kaç kilodur dersin?”

“Kırk kilo ancak çeker.”

Gerçekten de Galya, kısacık boyu, zayıf bedeniyle küçük bir kız çocuğunu andırıyordu.

“Herhalde, ancak o kadardır,” dedim, “Geçenlerde apartmanda asansörün girişinde karşılaştık. Beni görünce çok sevindi. Yalnız başına bindiğinde asansör onu algılayamıyormuş ve hareket etmiyormuş.”

“Deme yahu? Küçük çocuklar için, tek başlarına binerlerse tehlikeli olmasın diye asansöre tedbiren öyle bir teknik ayar yapmışlar herhalde.”

“Sanırım.”

***
Biz yemeği yarılaşmıştık. İçeriye orta yaşlı bir adam girdi. Doğrudan Galya’nın yanına gitti. Sarılıp, öpüştüler. Galya’nın tanıdığı birisiydi besbelli.

Aralarında uzaktan duyup, anlayamadığımız kısa bir konuşma geçti. Galya’nın yüz ifadesinden konunun canını sıktığı anlaşılıyordu.

Yanımızdan geçerken bize:

“İşler iyi olmaya, elimiz para tutmaya başladı ya, bu zamana kadar hatırımızı sormayan, selamı sabahı kesen tanıdıklar, akrabalar tek tek ortaya çıkmaya başladılar,” diye yakındı.

Adamın borç para istediğini anlamıştık.

Galya’nın peşini bırakmıyordu. Nereye giderse peşinden gidip, aldığı parayı en kısa zamanda misliyle, faiziyle geriye ödeyeceğini söylüyordu. Galya, olmaz dedikçe de, ama niye diye ısrar ediyordu.

Adam, neredeyse yalvarıyordu; yolsuz kaldığından, cebinde beş kuruş olmadığından bahisle ikide bir  “Sabaki layut f karmane (Собаки лают в кармане.-Cebimde köpekler havlıyor),” diyordu.

Galya, yine bir ara masamıza gelip, yemekleri beğenip beğenmediğimizi sordu. Adam da peşinde...Adeta restoranın içinde kovalamaca oynuyorlardı.

Galya, cama iyice yaklaşarak, adamı da kolundan tutup yanına çekti, dışarıda görünen Bankayı gösterdi.

“Bak,” dedi, “Ben bu restoranı açarken şu gördüğün bankadan kredi aldım. Kredi sözleşmesine karşılıklı anlaşarak özel bir madde koyduk. Birbirimizin faaliyet alanına girmeyecektik. Onlar bilini ve diğer yemeklerden satmamayı taahhüt ettiler, ben de kimseye borç para ve kredi vermeyeceğime söz verdim. O yüzden istesem de sana para veremem.”

Adam kalakalmıştı. Pek inanmamıştı belki, ama ya doğruysa diye düşündüğü halinden belliydi.

Galya, arkadaşımı işaret edip, bize de çaktırmadan göz kırpıp:

“Bak, şu masada oturan da bankanın müdürü,” dedi.

Bahane uydurmanın kralı karşısında biz de kalakalmıştık. Bu hayal gücüne ve zekaya saygı duymamak mümkün değildi.

Bir süre ayakta suskun durduktan sonra, adam, hiçbir şey söylemeden, çaresiz, kös kös restorandan çıkıp, gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder