Kaynak: http://www.turkrus.com/
Geçenlerde çetrefilli bir banka işim vardı. Yönetici
pozisyonunda çalışan bir Türk arkadaşıma danışmak için bankaya gittim.
Sağolsun, her zaman çözemediğim işlerde elinden geleni yapar, halleder.
Bu defa da hemencecik
çözüverdi işimi.
Teşekkür ettim, yine
aynı mutad şakayı yaptı: “Öyle kuru bir teşekkürle kurtulacağını mı sanıyorsun?..
Spasiba f karman ni palojiş (Спасибо в карман не положешь),” dedi. Yani
Türkçesi; teşekkür bir işe yaramaz, cebine koyamazsın falan gibi bir şey.
Öğlen olmuştu. “Hadi
gel, uzun etme,” dedim, “Sana bir yemek ısmarlayayım.”
Hiç geri çevirdiğini
görmedim şimdiye kadar. Hemen paltosunu kapıp, gidelim, dedi.
Bankanın hemen yakınında
tanıdığım bir arkadaşım, Lena’nın yakın arkadaşlarından biri, Galya, küçük,
sempatik bir kafe-restoran açmıştı. Mütevazi bir yerdi. Basit, sade bir menüsü
vardı. Çok güzel bilini çeşitleri, borş çorbası ve diğer bazı Rus yemeklerini
yapıyorlardı. Bütün ürünleri taze ve lezzetliydi.
O restoranı arkadaşım da
biliyordu. Fazla uzaklaşmadan, keyifli, lezzetli bir öğlen yemeği iyi olacaktı.
İçerisi doluydu. Zor
bela boş bir masa bulup oturduk. Galya, restoranın yükünü tuttuğu yoğun öğle
saatinde kan ter içinde oradan oraya koşturuyordu. Uzaktan selamımızı aldı.
Ben de acıkmıştım.
“Ne yiyeceğiz,” diye
sordum.
Neler olduğunu aşağı
yukarı biliyorduk, ancak arkadaşım yine de bakmak için menüyü eline aldı.
“Ne hatırladım biliyor
musun?” diye sordum.
O, menüye göz
gezdirirken ben devam ettim.
İkimizin de Moskova’ya
yeni geldiğimiz zamanlardaydı. Rusça öğrenmek için kursa gidiyorduk. Zaten
tanışmamız da o vesileyle olmuştu.
Bir akşam, kurs
çıkışında akşam yemeğini savuşturmak için bir kafeye gitmiştik. Garson kız
siparişimizi almak için masamıza gelmişti. Sevimli, güzel bir kızdı. Bizse
sipariş vermek için hazırlıklı değildik.
Kız tereddüt ettiğimizi
görünce menü ister misiniz anlamında, “Vı hatiti menyu ( Вы хотите меню )?”
diye sormuştu.
Arkadaşım, başını kaldırıp, gülümseyen kıza baktı.
Menyu (меню-menü) sözcüğü
ile minya ( меня-beni) sözcüğünü karıştırıp, bunun vinitelniy padejin ( Внительный Падеж- Akuzatif Hal )
tezahürü olduğunu sanıp, garson kızın masum bir şaka yaptığını zannetti. -
Doğrusu bu ya, ben de öyle zannetmiştim.
Aynı, üç hostesin
anılarını yazdıkları, bir zamanların en çok satan kitaplarından birinin
Türkçedeki “Kahve mi, Çay mı, Yoksa Beni mi?” adında olduğu gibi…
Şakaya şakayla karşılık
vermeğe kalktı.
Arkadaşım, “Kofi, bilini
i tibyu toje haçu ( Кофе блины и тебю тоже хачу - Kahve, bilini ve seni),”
dedi.
Eh yani, rezaletin
böylesi ancak bu kadar olur. Padejleri yeni öğreniyoruz ya, arkadaşım, “Menü
ister misiniz?” lafını “Beni ister misiniz?” diye anlamıştı.
Neyse ki garson kız
olağandan daha anlayışlı ve kibardı. Önemli bir olay çıkmadı, ancak bize
servisin devamını kafenin güvenlik elemanı yaptı.
“Hatırladın mı?” diye
sordum arkadaşıma.
“Ya, ne demezsin? Çok
şükür o günleri geride bıraktık; bir daha öyle dil kazaları yapmayız,” dedi.
***
Galya, bir ara yanımıza
geldi. Bir ihtiyacımız olup olmadığını sordu.
O gidince arkadaşım:
“Çok çalışkan, gayretli
bir kız,” dedi. “Restoranın açıldığı çok olmadı, ama kısa zamanda çevredeki
işyerlerinde çalışanlara kendini tanıttı ve sevdirdi.”
“Evet, öyle. Ufacık
tefecik, ama gayretli. Kaç kilodur dersin?”
“Kırk kilo ancak çeker.”
Gerçekten de Galya,
kısacık boyu, zayıf bedeniyle küçük bir kız çocuğunu andırıyordu.
“Herhalde, ancak o
kadardır,” dedim, “Geçenlerde apartmanda asansörün girişinde karşılaştık. Beni
görünce çok sevindi. Yalnız başına bindiğinde asansör onu algılayamıyormuş ve
hareket etmiyormuş.”
“Deme yahu? Küçük
çocuklar için, tek başlarına binerlerse tehlikeli olmasın diye asansöre tedbiren
öyle bir teknik ayar yapmışlar herhalde.”
“Sanırım.”
***
Biz yemeği
yarılaşmıştık. İçeriye orta yaşlı bir adam girdi. Doğrudan Galya’nın yanına
gitti. Sarılıp, öpüştüler. Galya’nın tanıdığı birisiydi besbelli.
Aralarında uzaktan duyup,
anlayamadığımız kısa bir konuşma geçti. Galya’nın yüz ifadesinden konunun
canını sıktığı anlaşılıyordu.
Yanımızdan geçerken
bize:
“İşler iyi olmaya,
elimiz para tutmaya başladı ya, bu zamana kadar hatırımızı sormayan, selamı
sabahı kesen tanıdıklar, akrabalar tek tek ortaya çıkmaya başladılar,” diye
yakındı.
Adamın borç para
istediğini anlamıştık.
Galya’nın peşini
bırakmıyordu. Nereye giderse peşinden gidip, aldığı parayı en kısa zamanda
misliyle, faiziyle geriye ödeyeceğini söylüyordu. Galya, olmaz dedikçe de, ama
niye diye ısrar ediyordu.
Adam, neredeyse yalvarıyordu;
yolsuz kaldığından, cebinde beş kuruş olmadığından bahisle ikide bir “Sabaki layut f karmane (Собаки лают в
кармане.-Cebimde köpekler havlıyor),” diyordu.
Galya, yine bir ara
masamıza gelip, yemekleri beğenip beğenmediğimizi sordu. Adam da peşinde...Adeta
restoranın içinde kovalamaca oynuyorlardı.
Galya, cama iyice
yaklaşarak, adamı da kolundan tutup yanına çekti, dışarıda görünen Bankayı
gösterdi.
“Bak,” dedi, “Ben bu
restoranı açarken şu gördüğün bankadan kredi aldım. Kredi sözleşmesine karşılıklı
anlaşarak özel bir madde koyduk. Birbirimizin faaliyet alanına girmeyecektik.
Onlar bilini ve diğer yemeklerden satmamayı taahhüt ettiler, ben de kimseye
borç para ve kredi vermeyeceğime söz verdim. O yüzden istesem de sana para
veremem.”
Adam kalakalmıştı. Pek inanmamıştı
belki, ama ya doğruysa diye düşündüğü halinden belliydi.
Galya, arkadaşımı işaret
edip, bize de çaktırmadan göz kırpıp:
“Bak, şu masada oturan
da bankanın müdürü,” dedi.
Bahane uydurmanın kralı
karşısında biz de kalakalmıştık. Bu hayal gücüne ve zekaya saygı duymamak
mümkün değildi.
Bir süre ayakta suskun
durduktan sonra, adam, hiçbir şey söylemeden, çaresiz, kös kös restorandan
çıkıp, gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder