M. Hakkı Yazıcı
Saçma sapan bir şekilde
evde mutfakta ters düşüp, omurgamı incitince merdivenleri yavaş yavaş
iniyorum.
O kadar futbol oynayıp,
tekme, çelme yedim, düştüm, kalktım; böylesi hiç başıma gelmemişti.
Babam yaşındaki üst kat
komşum Vladimir İvanoviç, inerken kolumdan tutup yardım edince bayağı utandım.
Neyse ki düz yolda
yürümek daha kolay.
Birlikte markete
giderken mahallenin çocuklarının karları küreyip temizleyip top oynadıkları minyatür
sahanın kenarında oturup, biraz oyunu seyredip, nefeslenmeye niyetleniyoruz.
Yan padiyezddeki (
apartman girişi) komşularımızdan birinin büyük oğlu Lev, kalede oynuyor.
Lev, rakip oyunculardan
birinin sert şutunu uçarak köşeden çıkarınca Vladimir İvanoviç dayanamayıp
ayağa fırladı:
“Maladets Lyova,
bravo aslansın!”
Tam da uymuştu; Lev,
zaten Rusçada aslan demekti.
Vladimir İvanoviç,
benim hasta Galatasaray’lı olduğumu biliyor, Aslanın Galatasaray’ın sembolü
olduğunu da…
Böylece aramızda bol
aslanlı bir futbol muhabbeti başlıyor.
Sonra bana dönüp,
“Biliyor musun?” diyor, “Belki inanmayacaksın,
ama gençliğimde ben de iyi bir kaleciydim.”
Bakıyorum, gençliğini
hayal etmeye çalışıyorum. Yaşına
rağmen, boylu posluydu, atletik bir vücudu vardı.
Gerçekten de eskiden iyi
bir kaleci olabilirdi.
Vladimir İvanoviç, devam
ediyor:
“Kaleci Lev Yaşin’e
hayrandım o zamanlar. Kaleciliği seçmeme, Dinamo Moskova taraftarı olmama bu
hayranlık neden oldu.”
***
Lev İvanoviç Yaşin (Лев
Ивaнович Я́шин), Sovyetler Birliği Millî Futbol Takımı'nın çok ünlü kalecisi…
Belki onlarca maçını
anlatmış Halit Kıvanç'a sorsanız size iki saat ballandıra ballandıra anlatır.
Çok atletik bir vücuda ve müthiş reflekslere sahipti. Vücudunun bu avantajlarını kullanır çok güzel kurtarışlar yapardı. Onun koruduğu kaleler de kale gibiydi hani…Topun filelere değdiği pek olmazdı; sanki kale ağlarının arasında örümcek ağları da olurdu.
Çok atletik bir vücuda ve müthiş reflekslere sahipti. Vücudunun bu avantajlarını kullanır çok güzel kurtarışlar yapardı. Onun koruduğu kaleler de kale gibiydi hani…Topun filelere değdiği pek olmazdı; sanki kale ağlarının arasında örümcek ağları da olurdu.
Yaşin,1950'lerde
dünyadaki kalecilik anlayışını değiştirdi denilebilir. Yani kalecilik
anlayışında devrim yaptı. O güne kadar kale çizgisini terk etmeyen, ceza alanı
dışına pek çıkmayan bir kaleci tipi yaygındı.
“Biliyor musun Vladimir
İvanoviç,” diyorum. “Mahalle arasında top koşturan her çocuğun büyüyünce
benzemeyi hayal ettiği futbolcular vardır. Seninki neydi diye soracak olursan,
düşünmeden Brezilyalı Garrincha derim. Onun gibi rakiplerimi bir sağa, bir sola
yatırıp, zarif çalımlarla ekarte etmeyi hep hayallemişimdir. Böbürlenmek gibi
olmasın, ama deneyip de yapmamış değilimdir hani…Ancak her zaman ortada oynamak
nasip olmuyor. Kaleye geçmeye gönüllü bir başka arkadaşın yoksa, sırayla da
olsa kaleye geçmek gerekiyor. İşte,
o zaman da ben sizin efsane kaleciniz Yaşin gibi şahane kurtarışlar yapmak
isterdim.”
Gerçekten de Yaşin, Türkiye'de belli bir yaşın üstündeki bütün futbolseverlerin tanıdığı, sevdiği efsane bir kaleciydi.
Milli Takımın ve Aslan Cimbom'un büyük kaptanı, unutulmaz kaleci Turgay Şeren'in matrak bir anısı var Yaşin'le ilgili. Yakın dostluklarının hatırına Turgay'ın jubilesine gelir ve onun evinde kalır.
Şeren, “Yaşin, bizim evdeyken birden pantolununu indirdi. Altında maçtaki şortu duruyordu. Yokluktan dert yandı. Ona altı tane iç donu alarak hediye ettim” diye bu renkli anısını paylaşıyor.
Eee, futbolun o zamanlar şimdiki gibi bir ekonomisi yoktu; futbolcular milyonlarca dolar kazanmıyordu. Ama belki daha sportmenlerdi.
Gerçekten de Yaşin, Türkiye'de belli bir yaşın üstündeki bütün futbolseverlerin tanıdığı, sevdiği efsane bir kaleciydi.
Milli Takımın ve Aslan Cimbom'un büyük kaptanı, unutulmaz kaleci Turgay Şeren'in matrak bir anısı var Yaşin'le ilgili. Yakın dostluklarının hatırına Turgay'ın jubilesine gelir ve onun evinde kalır.
Şeren, “Yaşin, bizim evdeyken birden pantolununu indirdi. Altında maçtaki şortu duruyordu. Yokluktan dert yandı. Ona altı tane iç donu alarak hediye ettim” diye bu renkli anısını paylaşıyor.
Eee, futbolun o zamanlar şimdiki gibi bir ekonomisi yoktu; futbolcular milyonlarca dolar kazanmıyordu. Ama belki daha sportmenlerdi.
Bu hikayeyi Vladimir
İvanoviç’e anlatıyorum.
Gülüp, kafasını
sallıyor.
Biraz dalgınlaşıyor.
Muhtemelen o eski günleri, zor yaşam koşullarını hatırlıyor.
Hava soğuk. Vladimir İvanoviç’le kabanlarımızın içinde büzüşüyoruz.
Hava soğuk. Vladimir İvanoviç’le kabanlarımızın içinde büzüşüyoruz.
Futbol muhabbeti derinleşince Galatasaray'ın efsanevi futbolcusu Metin Kurt’un bir anısı aklıma geliyor, onu da anlatıyorum.
Metin Kurt, şöyle aktarıyor:
“Spartak Moskova maçını
oynuyoruz. Muzaffer (Sipahi) ile A Milli takım kadrosundan gelip Galatasaray
kafilesine katılmıştık.
Hava sıcaklığı Moskova’da eksi otuz ile otuz beş derece arasında.
Maça çıkacağız. Sağ olsun, rakip takım bize külotlu yün çorap gönderdi. Biz delikanlıyız ya! Reddettik. Biz hiç külotlu çorap giyer miyiz?
Sahaya çıktık. Aman Allahım. O ne soğuk? Soğuğu biliyoruz, ama bir şort bir fanilayla çıkmışsın o soğuğa. Bir bakıma seni o soğukta çıplak sokağa koymuşlar!
Doğru koştuk çoraplara. Öyle bir giyişimiz var ki, anlatamam. Hem gülüyor, hem de alelacele giyiyoruz. Neredeyse iki çorabı üst üste giyeceğiz. Anlamamız gerekirdi.
Soyunma odalarında sahayı gösteren ve sadece o stadyum için kurulu kapalı devre televizyon vardı. Yedek kulübesi yok. İçerden seyrediyorsun maçı. Dışarıda oturmanın imkanı yok… öyle bir havada sahada buzdan eser yok. Tabandan ısıtma sahaya ilk kez orada şahit oldum…
O şartların takımı Spartak Moskova’ya 3-0 gibi küçük bir skorla yenilerek bu macerayı kapamış olduk.
Küçük skor diyorum, zira skor daha kabarık olabilirdi, ama bizim Aydın (Güleş) sağ olsun, bizi farklı yenilgiden kurtardı!
Sahada ayakta duracak halimiz yok. Adamlar başladı golleri bir bir sıralamaya.
Aydın gitti, önünde oynayan açığa el kol hareketleri ile, “ siz sosyalist, biz sosyalist, yeter artık üzerimize gelmeyin” gibisinden uyuşmuş dudaklarıyla bir şeyler anlatmaya çabaladı.
Ardından aleni bir hareketle orta çizgiyi gösterip bizim sahayı işaret etti. 'Buradan, buraya geçmek yok. Bu taraf sizin, bu taraf bizim. Artık burdan geçmek yok!'
Aydın’ı anladı mı karşısındaki futbolcu, kimdi bilmiyorum; ama gerçekten Ruslar üzerimize gelmedi.
İlk üç sayıya kadar fırtına gibi esip dalga dalga üzerimize gelen takım rüzgarı kesilmiş denizin ortasında yelkeni sönmüş tekneye benzedi ve maç 3-0 skorla hezimet olmadan bitti."
Hava sıcaklığı Moskova’da eksi otuz ile otuz beş derece arasında.
Maça çıkacağız. Sağ olsun, rakip takım bize külotlu yün çorap gönderdi. Biz delikanlıyız ya! Reddettik. Biz hiç külotlu çorap giyer miyiz?
Sahaya çıktık. Aman Allahım. O ne soğuk? Soğuğu biliyoruz, ama bir şort bir fanilayla çıkmışsın o soğuğa. Bir bakıma seni o soğukta çıplak sokağa koymuşlar!
Doğru koştuk çoraplara. Öyle bir giyişimiz var ki, anlatamam. Hem gülüyor, hem de alelacele giyiyoruz. Neredeyse iki çorabı üst üste giyeceğiz. Anlamamız gerekirdi.
Soyunma odalarında sahayı gösteren ve sadece o stadyum için kurulu kapalı devre televizyon vardı. Yedek kulübesi yok. İçerden seyrediyorsun maçı. Dışarıda oturmanın imkanı yok… öyle bir havada sahada buzdan eser yok. Tabandan ısıtma sahaya ilk kez orada şahit oldum…
O şartların takımı Spartak Moskova’ya 3-0 gibi küçük bir skorla yenilerek bu macerayı kapamış olduk.
Küçük skor diyorum, zira skor daha kabarık olabilirdi, ama bizim Aydın (Güleş) sağ olsun, bizi farklı yenilgiden kurtardı!
Sahada ayakta duracak halimiz yok. Adamlar başladı golleri bir bir sıralamaya.
Aydın gitti, önünde oynayan açığa el kol hareketleri ile, “ siz sosyalist, biz sosyalist, yeter artık üzerimize gelmeyin” gibisinden uyuşmuş dudaklarıyla bir şeyler anlatmaya çabaladı.
Ardından aleni bir hareketle orta çizgiyi gösterip bizim sahayı işaret etti. 'Buradan, buraya geçmek yok. Bu taraf sizin, bu taraf bizim. Artık burdan geçmek yok!'
Aydın’ı anladı mı karşısındaki futbolcu, kimdi bilmiyorum; ama gerçekten Ruslar üzerimize gelmedi.
İlk üç sayıya kadar fırtına gibi esip dalga dalga üzerimize gelen takım rüzgarı kesilmiş denizin ortasında yelkeni sönmüş tekneye benzedi ve maç 3-0 skorla hezimet olmadan bitti."
Vladimir İvanoviç, bu
hikayeye de bayılıyor. Üşümeyi falan unutup kahkahalarını koyuverdi. Gülmekten
yere düşecekti neredeyse; belimin ağrısını falan unutup, onu tutmaya
çalışıyorum.
***
Vladimir İvanoviç’le
kanka olmamızın bir nedeni ikimizin de Dinamo Moskova’lı olmamız.
O da benden dolayı
Galatasaraylı oldu. Öyle kendi aramızda paslaşıp duruyoruz.
Ben de Moskova’ya ilk
geldiğim zamanlar çabuk sosyalleşebilmek için bir Rus takımını tutmaya karar
vermiştim.
Epey kafa yormuştum bu
işe.
Rusya Federasyonu
liginde yılların Moskova takımlarına kafa tutarak yıldızları parlayan,
şampiyonlukları olan Fatih Tekke’nin oynadığı Zenit veya Gökdeniz’in oynadığı
Rubin Kazan’ı seçebilirdim.
Fatih Tekke’nin takımı olarak
Türkiye’de ünlenen Zenit, St. Petersburg’daki Stalin Metal Fabrikası spor
topluluğu tarafından 1923 yılında kurulmuştu. Gazprom’un ana sponsorluğu
nedeniyle “Gazprom”un, Putin’in ve Medvedev’in St. Petersburg’lu olması
nedeniyle de “Kremlin’in takımı” olarak anılıyor.
Gökdeniz’in başarılı
futboluyla senelerdir güç verdiği Rubin Kazan da köklü Rus takımlarını alt ederek
şampiyon olan bir Tataristan takımıydı.
Ama ben, Moskova’da
yaşıyordum ve bir Moskova takımını tutmam daha doğru olurdu.
CSKA, Kayak Severler
Topluluğu tarafından 1911’de kurulmuştu. Ne alaka!?..Daha sonra Kızıl Ordunun
katkısıyla ve eski askerlerin katılımıyla kulüp, şampiyonalara katılmıştı.
Bugün de “ordunun takımı” olarak biliniyordu.
Bizim şirkette Alex,
hasta bir CSKA taraftarıydı. Ben de CSKA’lı olabilirdim mesela.
Ama keyifli olur muydu?
Belki başka bir takımı tutup, birbirimizle uğraşmak, kızdırmak daha eğlenceli
olabilirdi.
Alex, belki
şaşıracaksınız, ama aynı zamanda hasta Fenerbahçeli bir Rus.
Şansıma bakın ki Alex’in
dışında, İlker ve Ersin de Fenerliydi.
Her gün onlarla burun buruna olmak, laf yetiştirmek çok yorucuydu.
En iyisi başka bir
Moskova takımını tutmaktı.
Lokomotif Moskova, 1923 yılında “Ekim İhtilali Kulübü”
adıyla, Moskova-Kazan demir yolu çalışanları arasındaki en iyi futbolcular
tarafından kurulmuştu. Bugün de demiryolcuların takımı olarak biliniyor.
Spartak Moskova
takımının 1922 yılına kadar ismi “Pişeviki” (yani “gıdacılar”) idi, çünkü Gıda
İşçileri Sendikası himayesinde kurulmuştu ve ilk stadı bir et fabrikasının
yanında bulunuyordu. Bugün ismi daha çok polisle, güvenlik güçleriyle anılıyor.
Eskisi kadar başarılı değilse de taraftar kitlesi büyük ve coşkulu.
Dinamo Moskova, 1923
yılında SSCB’nin gizli polis örgütü Çekistler’in (daha sonra KGB olarak
tanınacak kurum) personelinden kurulmuştu. Dinamo’nun diğer Sovyet kulüpleri
için örnek olacağı bekleniyordu. Beria’nın takımı olarak ünlenmişti. Dinamo ilk
iki SSCB şampiyonluğunu kazanmıştı. Son dönemdeyse eski başarılarından oldukça
uzak. Hala “istihbaratçıların” takımı olarak biliniyor.
Aslında hangi takımın
kim tarafından kurulduğu, kimin takımı olduğu pek umurumda değildi.
Maksat spor ve muhabbet
olsundu.
Moskova’ya ayak bastığım
ilk günlerde kaldığım ev Dinamo Moskova’nın stadının tam karşısındaydı. Pencereden
baktığımda karşımda stadı görüyordum.
Yani bir bakıma Dinamo
Moskova ilk göz ağrımdı. Son yıllarda o eski yıllardaki başarısından çok uzak
olması önemli değildi. Bu neden ve Lev Yaşin’in oynadığı takım olması Dinamo’yu
tutmam için yeterliydi.
***
Mahalleli çocukların
maçı bitmişti. Komşumuzun oğlu Lev, ter içinde yanımıza geldi.
Vladimir İvanoviç,
sevgiyle sırtını sıvazladı, “Bravo Lyovuşka, bugün çok iyiydin. Ancak biraz daha güvenli ol. Lev Yaşin gibi ceza
alanına atılan topları tutmak için kaleni terk etmekten çekinme. Ayrıca iyi yer
tutma yeteneklerini daha da geliştirmen gerekir,” dedi.
Lev, Vladimir
İvanoviç’in bu işten anladığını biliyordu. Hiç seyretme imkanı olmasa bile o da
anlatılanlardan tanıdığı Yaşin’in hayranıydı.
Hiç itiraz etmeden,
“Tamam,” anlamında kafasını salladı.
Vladimir İvanoviç, “Bak,
işte o zaman sen de çok iyi bir kaleci olacaksın,” diye devam etti.
Lev’i ben de gerçekten
beğenmiştim. Azıcık seyretmiş olsam da tarzı Yaşin’i andırıyordu. Onun gibi,
ismi Lev’in Rusçadaki anlamındaki aslan çevikliğiyle toplara atlıyordu.
Hakkı Bey geçmiş olsun. Yazınız bir harika olmuş. 3-0'lık maçın hikayesine bayıldım.
YanıtlaSil