Hakan Aksay / Rusya Analiz
Sevgili Anna Petrovna,
Mektubunuz, sevinç ve hüznün aynı an’ı ne kadar şaşılacak bir yoğunlukla paylaşıp birbirleriyle rekabet etmeden var olabileceklerini bana bir kez daha gösterdi.
Koca bir yıl daha geçti demek! “Mayıs Bayramları” dönemi başladı…
Ruslar için ne kadar önemli olduğunu bıkıp usanmadan anlattığınız 1 Mayıs İşçi Bayramı ile 9 Mayıs Zafer Bayramı (İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın yenilgiye uğratılmasının yıldönümü) ve ikisinin arasında, 5 Mayıs, yani sizin doğum gününüz…
Ve bizim sizinle karşılıklı kutlama mesajlarımız, daha doğrusu mektuplaşmamız…
Ne kadar içten, ne kadar sevgi dolu bir gelenek yarattık sizinle, Anna Petrovna!
Gerçi ben hâlâ sizden Sovyet döneminde aldığım kartpostalların, sizin sımsıcak yüreğinizi daha iyi yansıttığını düşünürüm. Ama neylersin, aramıza büyük mesafeler, bilgiç teknolojiler ve acımasız hayat girdi.
Belki de siz vaktiyle, 80 yaşınızın arifesinde ilk kez interneti selamlama cesaretini gösterdiğinizde, uzak bugünlere yenik düşmeme telaşındaydınız.
Bana gönderdiğiniz ilk iletiyi hatırlar mısınız? “Duygu ve düşüncelerimin hızını nokta ve virgüllerle kesmek istemiyorum artık” deyip noktalama işaretleri, büyük harfler ve paragraflar kullanmadan, aşırı derecede iri puntolarla upuzun bir mektup yazmıştınız. Sonra benimle birlikte ekrandaki eserinize bakarken önce utanıp kızarmış, sonra da her zamanki gevrek kahkahanızı atarak “Bu mektup tuvalet kağıdına benzemiş biraz” demiştiniz.
Yıllar geçti. Bugün siz 90 yaşınızı dolduruyorsunuz. Bense sizin söylemek istediklerinizi hiçbir imla kuralının aracılığına gerek duymadan içimde hissediyorum.
Sizden mesaj almak ne güzel şey, Anna Petrovna!..
* * *
Bu sefer de bana 1 Mayıs’ın “dünyadaki en önemli bayramlardan biri” olduğunu yazmışsınız. Yine “İkinci Dünya Savaşı yıllarında, bomba sesleri altında bile” bu bayramı kutladığınızı hatırlatmışsınız. Ve on yıllar boyunca arkadaşlarınızla, çocuklarınızla, hatta torununuzla “elde balonlar ve bayraklar, dilde şarkılar ve marşlar” bayram şenliğine katıldığınızı – sanki bundan ilk kez bahseder gibi, inatçı bir tutkuyla – anlatmışsınız.
Sonra her yıl olduğu gibi – halka halka yayılarak bembeyaz saçlarınıza doğru uzanan o derin yüz kıvrımlarınızın ortasında iki deniz feneri gibi parıldayan masmavi gözlerinizi son derece dikkatli bir tavırla bana dikerek – “Sizde nasıl durumlar?” diye sorup merakla cevabımı beklemeye koyulmuşsunuz.
Yıllar önce size 1 Mayıs 1977′yi anlattığımda nasıl gözyaşı döktüğünüzü ve “Ama bu sadece bir bayram! Sadece bir kutlama!” diyerek tepki gösterdiğinizi hiç unutamıyorum. Bir de kaşlarınızı sevgiyle çatarak bana “Madem böyle bir devletiniz varmış, neden o yaşta mitinglere gittin be çocuk?” diye sorduğunuzu…
Size bunu söylemek bana ağır geliyor, Anna Petrovna. Ama bizim cephede fazla değişen bir şey yok. 1 Mayıs hâlâ bayramlaşma değil savaşma zamanı burada. Yine inatlaşma, yine kavga, yine kan… Balonlar ve şarkılarla kutlanamıyor bizde bu bayram…
“Yeni Rusya”da katıldığınız son bayramları yeterince coşkulu bulmamıştınız. “3-5 kuruş fazla kazanıp daha pahalı elbiseler, arabalar, evler alma derdindeki insanların maneviyatını ve ideallerini kaybetmesi ne acı!” diye yakınmıştınız.
Hastalık yıllarınızda mayıs ayı başlarında sizi görmeye her gelişimde ya da uzaktaysam sesinizi duymak için her telefon açışımda, “Mayıs Bayramları boyunca dünyanın en güçlü, en iyimser, en coşkulu insanı olma” amacınıza bağlı olarak moralinizin olağanüstü yüksek olmasına şaşar ve sevinirdim. Bazen de üzülür kahrolurdum; bilirdim ki gülümseyen mavi gözlerinizin ve kadife sesinizin arkasında derin bir acıyı gizlerdiniz. Ve kanser denilen illet, bayram günlerinde izne çıkmazdı.
* * *
Sevgili Anna Petrovna,
Sansürü sevmeseniz de bana iki kelimeyi yasakladığınızı hiç unutmuyorum: Yaşlılık ve ölüm…
Yıllar geçiyor. Biliyorum, Anna Petrovna, bu sizin için bir tehdit değil, siz zaten hiç yaşlanmazsınız ki… Ama ben… Bakın, son aylarda yakın gözlüğüm olmadan okumayı neredeyse beceremez oldum. Saç sakal mevzuuna hiç girmeyelim.
Ama sizinle ilgili bildiklerimi ve duygularımı asla unutmuyorum. Sizin çocuk denecek yaşta Komsomol’a, sonra da Komünist Partisi’ne girmenizle, “kariyerist ve şahsiyetsiz” parti liderlerine karşı verdiğiniz mücadelenizle, aylarca uykunuzun kaçmasına neden olan “uyarı cezası” almanızla ve devlet dağılmadan önce parti biletini son yöneticinizin yüzüne fırlatmanızla ilgili anlattığınız her şeyi hafızamda özenle saklıyorum.
Kasabanızın parti sekreterinin sizin güzelliğinize kapılarak uzun süre peşinizden koştuğunu, yüz bulamayınca türlü dolaplar çevirerek sizi ağına düşürdüğünü, mutsuz evliliğinizi, çok sevdiğiniz oğlunuzu (bir keresinde benim ona benzediğimi söylemiştiniz) trafik kazasında kaybettiğinizi, kızınızın bir alkol bağımlısıyla evlendiğini, torununuzun ise son yıllarda sizin ölümününüzü bekleyerek dairenize konmak istediğini anlatmıştınız bana.
En fazla hayranlık duyduğum özelliğiniz, hayatınızla, akrabalarınızla, sağlığınızla ilgili ne tür olumsuzluklar olursa olsun, hiç yakınmadan katlanmasını başarmanız ve her zaman sımsıcak, ışıl ışıl gülümseyebilmeniz olmuştur.
Bilmem hatırlar mısınız, yıllar önce ilk kez hastaneye yatmak zorunda kaldığınızda ve ben sizi ziyarete gittiğimde bana şöyle demiştiniz:
“Senden iki şey istiyorum. Biliyorum, senin işin gücün çok. Bana uğramaya, hatta telefon etmeye zaman bulamazsan hiç gücenmem. Ama lütfen ‘Mayıs Bayramları’nı unutma! Nerede olursan ol, mutlaka benden bayram tebriği alacaksın. Sen de bana iki satır yaz!
İkincisi, bir gün başıma bir şey gelir de birazcık yer değiştirirsem eğer… sen cenazeme katılma sakın! Sevmezsin kalabalıkları, bilirim. Sonra fırsat bulduğunda ayrıca gel. Başkaları olmadan dedikodu yapalım seninle. Rusya’yı ve Türkiye’yi kurtaralım yine birlikte. Ve beraber gülüp eğlenelim her zamanki gibi.”
* * *
Artık Türkiye’de yaşıyor olsam da, ara sıra Rusya’ya gittiğimde sizi ziyaret etmek ve “son oyuncağım” dediğiniz internetten size mektup göndermek benim için çok önemliydi. Ve sizden aldığım mektuplar… “Mayıs Bayramları kutlamaları”…
Geçen mayıs ayında bana yazmadınız. Benim mektubuma da cevap vermediniz.
Evinize telefon edemedim. Telefonu torununuzun açmasından korktum.
Haziran başında Rusya’ya giderken sizi görmeyi umut ediyor, başka bir ihtimali düşünmek bile istemiyordum.
Yarım saat kadar telefonun başında kıvrandıktan sonra aradım.
Telefonu torununuz açtı…
Karanfiller… Ne çok severdiniz kızıl karanfilleri… Kim bilir kaç kez size kızıl karanfiller hediye etmiştim. Rus geleneklerine göre, buketteki çiçek sayısının asla çift olmaması gerekiyordu. Aynı geleneklere göre ölülere verilmesi gereken çiçeklerin toplam sayısı mutlaka çift olmalıydı.
Mezarınız size yakışmamıştı. Çünkü çok sıradandı ve sıradan olan hiçbir şey size uymazdı.
Çok sıcaktı o gün. Kederli ve tuzlu sular içinde boğulacak gibi oldum önce. Sonra sakinleştim. Telefonlarımı kapattım ve birkaç saat sizinle söyleştim.
Siz bana zeki cevaplar verdiniz. Şakalar yaptınız. Birkaç kez güldürdünüz beni. (Allahtan mezarlıkta bizi gören kimse yoktu.)
Sonra… Sonra vedalaşmak güç oldu biraz. Hava ısındı, sular yine kederlendi ve tuzlandı.
Ardından sizin sözlerinizi hatırladım: Siz sadece “birazcık yer değiştirmiştiniz”. Gerisi çok da farklı değildi. Yine seviyorduk birbirimizi. Yine dertleşiyorduk. Yine gülüyorduk birlikte.
Mezar taşınıza koyduğum karanfillerden birini geri alarak oradan uzaklaştım.
O karanfil sizden bir mesaj iletti bana dört gün önce.
Dört gün önce 1 Mayıs’tı.
Dört gün sonra da 9 Mayıs.
Ve bugün 5 Mayıs. Yani sizin doğum gününüz.
Mayıs bayramlarınız kutlu olsun, Anna Petrovna!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder