Moskova

Moskova

12 Aralık 2025 Cuma

“Kürk mantolu” Rus mutfağı…

 


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rus mutfağı geniş bir coğrafyanın, sert iklim koşullarının ve tarih boyunca etkileşimde bulunduğu çok farklı kültürlerin izlerini taşır.

Slav geleneklerinin yanı sıra Türk, Kafkas, Baltık, Fin ve Orta Asya mutfaklarının etkileri Rus sofralarında açık biçimde görülür. Bu çeşitlilik, Rus mutfağını hem zengin hem de doyurucu bir gastronomik kültür haline getirir.

Rus yemeklerinin en belirgin özelliği, besleyici, sıcak ve tok tutucu olması.

Bunun temel nedeni ise, tahmin edilebileceği gibi, uzun kışların hâkim olduğu bir coğrafyada insanların enerji veren ve dayanıklılığı artıran yiyeceklere ihtiyaç duyması. Bu yüzden çorbalar, et yemekleri ve hamur işleri Rus mutfağının omurgasını oluşturuyor. Ayrıca ekşi tatlar, fermente ürünler, turşular ve süt ürünleri de önemli bir yer tutuyor. Diğer yandan, Rus yemeklerine yöneltilebilecek eleştiri, yağlı olması ve mayonezin fazla kullanılması.

Temel özellikler

1-Çorbalar

Rusya’da çorba yalnızca bir başlangıç değil, çoğu zaman ana yemek kadar doyurucudur. Et suları, lahana, patates ve kök sebzeler kullanılan temel malzemeler.

2-Fermente kültürü

Kvas (ekmeğin mayalanmasıyla yapılan popüler bir içecek-aşağıdaki fotoğraf), kefir, turşular ve ekşi lahana gibi fermente ürünler Rus sofralarının vazgeçilmezi.

3-Hamur işi ağırlığı

Pelmeni, pirojki ve blini gibi hamur işleri hem günlük yaşamın hem de bayramların bir parçası.

4- İklimin etkisi

Patates, pancar, lahana, havuç, sığır eti ve balık gibi dayanıklı malzemeler mutfakta öne çıkar.

Ünlü yemekler

Çorbalar

Borşç (Borş çorbası-Aslen Ukrayna kökenli): Pancarlı, et veya sebze tabanlı, ekşi tatlı bir çorba.

 

Şçi (Lahana çorbası): Beyaz lahana veya ekşi lahana ile yapılır.

Solyanka (Solyanka çorbası): Ekşi tatlı aromalı, etli, zeytinli ve salçalı bir çorba.

Okroşka (Soğuk yaz çorbası): Patates, sucuk, sebze ve kefir-kvas karışımıyla yapılan soğuk çorba.

Ana yemekler

Kotleta po-Kievski (Kiev usulü tavuk): Tavuk göğsü, sarımsak, tereyağı, otlar, yumurta ve galeta unu ile hazırlanan, Ukrayna’da da popüler bir yiyecek.

Pelmeni (Sibirya mantısı): Etli küçük mantılar, Rusya’nın en ikonik yemeklerinden biri.

Befstroganov (Beef Stroganoff): Mantarlı krema sosunda pişmiş yumuşak et.

Şaşlık (Şiş kebap): Orta Asya ve Kafkasya kökenli. Marine edilmiş kuzu, dana ya da domuzdan yapılıyor.

Golubtsı (Lahana sarması): Lahana yaprağına sarılmış kıymalı iç harç.

Kotleti (Köfte/panayla kotlet): Pane kaplanmış yumuşak köfte.

Kaşa (Karabuğday lapası): Özellikle greçka Rus sofralarında çok yaygın. Taze veya kuru meyve, reçel, peynir, tereyağı, sebze, kuruyemiş veya bal gibi birçok ek malzeme ile çeşitlendirilebilir.

Pirojki/Pirogi (Dolgulu poğaça-börek): Et, patates, lahana, mantar veya tatlı dolgulu hamur işleri.

Balık yemekleri

Ribniy Sup (Balık çorbası/Uha): Et suyunda pişmiş hafif bir balık çorbası.

Graavilohi/Gravlax: İskandinav kökenli somonla hazırlanan fermente bir yiyecek. Soğuk iklim nedeniyle tütsülenmiş ve tuzlanmış balık önemli yer tutuyor.

 

Ünlü salatalar

Rus mutfağı özellikle salatalarıyla dünya mutfaklarında iz bıraktı.

Olivye Salad (Rus salatası/Olivye): Patates, bezelye, havuç, yumurta ve mayonezli klasik karışım.

Vinegret (Pancar salatası): Pancar, lahana turşusu, patates ve havuçlu ekşi bir salata.

Selyodka pod şuboy (Kürk mantolu ringa/Şuba): Ringa balığı, pancar, patates, yumurta ve havuç katmanlarından oluşan meşhur salata. Katmanlar bir kürk manto gibi balığı sardığı için bu ilginç adı taşıdığı düşünülüyor. (Aşağıdaki fotoğraf)

 

Mimoza Salad (Mimoza salatası): Balık konserveleri ve rendelenmiş yumurtanın kat kat dizildiği hafif salata.

Tatlılar ve hamur işleri

Blini (Krep/ince pancake): Geleneksel olarak balık yumurtası, bal, peynir veya reçelle yenir.

Sırniki (Lorlu kızartma tatlısı): Tvorog denilen lor benzeri peynirle yapılıyor.

Pasha (Paskalya tatlısı): Lor, krema ve kuru meyvelerle yapılan kalıplı tatlı.

Medovik (Balkekli pasta): Kat kat bal aromalı yumuşak bir pasta.

 

Kürk mantolu ringa tarifi:

Malzemeler (6–8 kişilik)

2 adet tuzlu ringa balığı filetosu

3 adet orta boy patates

2 adet havuç

2 adet büyük pancar

1 adet kuru soğan

3–4 adet haşlanmış yumurta (isteğe bağlı)

300–400 g mayonez

Tuz-karabiber (isteğe bağlı)

Sebzeler mutlaka kabuklarıyla haşlanır; böylece lezzet ve renk kaybolmaz.

Patates, havuç ve pancarı kabuklu şekilde haşlanır.

Soğuduktan sonra kabuklarını soyulur.

Hepsini ayrı kaselere rendelenir.

Tuzlu ringalar küçük küpler halinde doğranır.

Soğan ince ince kıyılır

Ringa balığı

 Büyük bir servis tabağına kat kat şu sırayla dizilir:

1-Ringa balığı

2-Üzerine doğranmış soğan

3-Rendelenmiş patates + ince bir tabaka mayonez

4-Rendelenmiş havuç + ince bir tabaka mayonez

5-İsteğe bağlı: rendelenmiş yumurta

6-Rendelenmiş pancar (en üst kat)

7-Üzeri güzelce mayonezle kaplanır (bu, balığın “kürk mantosu” oluyor)

8-Salata buzdolabında en az 4–6 saat, ideal olarak bir gece dinlenmeli.

9-Katmanlar birbirine oturunca gerçek lezzet ortaya çıkar.

Servis

Soğuk servis edilir.

Genellikle üçgen dilimler halinde pastamsı şekilde kesilerek sunulur.

Üzerine dereotu veya yumurta rendesiyle hafif süsleme yapılabilir.


Riki tiki tambo

 


Riki tiki tambo

 

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/riki-tiki-tambo/


İrina’nın kızkardeşi doğum yapmıştı. Bebeğin annesininki gibi masmavi gözleri vardı.

Hepimiz sırayla kutladık.

Ben içimden yaşadığımız sorunları düşünerek bütün bu dertlerin son bulduğu huzur ve barış içinde bir dünyada büyümesini temenni ediyorum.

Dünyamızın bütün güzelliklerinin yanısıra ne yazık ki sorunlar da yeni doğan yavrularımızı bekliyor. Keşke elimizden gelebilse de onlara daha yaşanabilir bir dünya bırakabilsek.

Ne zaman bir yakınımın çocuğu doğsa hemen aklıma Nazım Hikmet’in güzel şiiri gelir:

“Hoş geldin bebek

yaşama sırası sende

senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma

ince hastalık yürek enfarktı kanser filan

işsizlik açlık filan

tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını

kuraklık falan,” diye başlar.

Biz de adettendir ya, “Analı, babalı büyüsün” diye temennide bulunuruz doğum kutlamalarında.

Ayrıca yavrumuzun barış içinde yaşanan sağlıklı, mutlu, uzun bir ömrünün olmasını diliyoruz.

***

Bizim Serkan’ı artık tanıyorsunuz. Tepkilerini ve garip sorularını da…İrina, kızkardeşinin hastaneye yatırıldığını söylediğinde, “Nesi var onun?” diye sormuştu.

İrina’nın cevabı da az ilginç değildi:

“Bilmiyorum.”

Ben, “Serkan’cım, insanlar her zaman olumsuz şeyler yüzünden hastaneye yatmıyor, bazen iyi şeyler için de hastaneye gidiliyor” diye uyarıyorum.

Gülüşmelerden sonra Serkan, “Haaa!” diye bağırıp, nihayet anladığını ilan etmişti.

Serkan, “İsmi belli oldu mu?” diye soruyor.

“Bir kaç isim düşünüyorlar, ama henüz karar vermediler.”

***

Ruslar genellikle geleneksel isimleri tercih ediyorlar.

Bir kaç yıldır Rusya’da bebeklere konulan en popüler isimler erkeklerde Aleksandr, kızlarda Sofiya imiş.

Moskova'da yeni doğan bebeklere verilen diğer popüler kadın isimleri Anna, Maria, Eva ve Vasilisa’ymış. Erkekler arasında en popüler diğer isimler ise Mikhail, Lev, Maksim ve Mark olmuş.

Moskova Evlendirme ve Nüfus Kayıt İdaresi (ZAGS) geçen sene yeni doğan çocuklara verilen en sıra dışı isimleri de açıklamış. 

Bazı ebeveynler kız çocuklarına Feya, Blagodariya, Rossiyana gibi isimler koymuşlar. 

Ellada, Malina, Vesna, Angela, Nektarina, Apreliya, Vselena, Severina da yılın en sıra dışı isimleri arasındaymış.

Moskova'da geçen sene erkek çocuklar için Spartak isminin de daha popüler hale geldiği, önceki seneye göre dört kat daha fazla tercih edildiği belirtilmiş. 

***

Gündelik hayatta Aleksandr'ı Saşa, Yelena'yı Lena, Mihail'i Mişa, Pavel'i Paşa diye kısaltan, özetle tüm isimlerin "kısa verisyonunu" tercih eden Ruslar, son dönemde "kağıt üzerinde" de olsa çocuklara ikili ve hatta üçlü isimler vermek gibi yeni bir moda başlatmışlar:

Moskova’da geçen yıl yeni doğan bebeklere sıklıkla çift, üçlü ve hatta dörtlü isimler verilmiş. 

ZAGS tarafından yapılan açıklamaya göre, çift isimli bebeklerin çoğunun isimleri arasına boşluk konulurken, bazı ebeveynler defis (-) ile ayrılmış isimleri tercih etmişler.

Erkek çocuklarına verilen bazı isimler: Aleksey-Nikolay, Yan-Roman, Mark-İosif, Egor-Luka, Grigoriy-Maksim, Yevgeniy-Yan, Avgustin-İvan, Lev-Aleksandr. 

Kız çocuklarına verilen bazı isimler: Luna Kristal, Avrora Mari Viktoriya, Eva-Gabriel, Taisiya-Antonina, Mariya-Viktoriya, Tatyana-Sofiya

Yetkililer, özellikle “Anna” ve “Eva” isimlerinin çift isim olarak sıkça tercih edildiğini belirtmişler.

Öne çıkan bazı Anna ile başlayan isimler: Anna-Mariya, Anna-Yelizaveta, Anna-Aleksandra.

Ayrıca, “Eva” ile başlayan çift isimler de yaygın olarak kullanılmış. Moskova’da doğan bebeklerden bazılarının ismi Eva-Mariya, Eva-Yeseniya, Eva-Diana olmuş.

Yetkililer, çift ve üçlü isim verme trendinin Moskova’da giderek yaygınlaştığını ve ebeveynlerin çocuklarına özgün ve farklı isimler koyma eğiliminde olduklarını vurgulamışlar. Medyaya yansıyan haberlere göre özellikle Moskova'daki ebeveynler, yeni doğan bebeklerine isim vermek için giderek daha fazla sayıda ismin "karmaşık tasarımlarını" buluyor.

Verilen örneklerden, kimilerinin "hikayesi olan isim", kimilerinin ise "aristokrat görünme" derdinde olduğu anlaşılıyor.

Moskova Nüfus Dairesi Başkanı Svetlana Ukhaneva, geçen yıl resmen kayda geçen bu kapsamdaki bazı isimleri örneklemiş:

Kızlarda Aleksandra Flor de Maria, Anastasia Aleksandra Annabella, Mia Nadejda Nancy, Aurora Frederica, Adelina Victoria.

Erkeklerde Adrien Jules Mişel, Aleksandr Mişel Boris, Saveliy-Svyatoslav.

Bu durumda nüfus kayıtlarına Ruslarda adet olan baba adı da eklenirse örneğin şöyle bir kimlik kaydıyla karşılaşmak mümkün: Anastasia Aleksandra Annabella Sergeyevna İvanova.

***

Biz bu muhabbeti sürdürürken İrina, ilginç bulduklarını kardeşine fikir vermek için not alıyordu.

İrina’nın kızkardeşinin bebeğine hangi isim konulacağını konuşurken konu dallanıp budaklanmıştı.

İgor, “Aslında bir insanın ömrü boyunca taşıyacağı isim meselesi önemli. Düşünmeden verilen isimler çocuklar için sonradan yaşamlarında zorluklar yaratıyor,” diyor.

“Farklı kültürlerde farklı gelenekler oluşmuş çocuklara isim vermek konusunda,” diyorum.

İspanyollar iki soyadı kullanır, isimlerinin bu kadar uzun olmasının sebebi de budur. İlk soyad annenin soyadı, ikinci soyad ise babanın soyadıdır. Yani bir kimse iki dedesinin de soyadını aynı anda taşır.

Bizim bir okul, mahalle, asker arkadaşımızdan bahseder gibi “Che” diye bildiğimiz Ernesto Che Guevera’nın adı ne kadar kısa görülüyor değil mi?

Ama meğer öyle değilmiş. Medya Günlüğü’nde daha önce de yazıldığı gibi, kısa, akılda kalıcı ve gösterişsiz bir isim olan “Che”, Arjantin’de dikkat çekmek için kullanılan, Türkçeye “hey sen!”, “dostum” ya da “hemşerim” olarak çevrilebilecek bir sözmüş.

Kübalı arkadaşları bu yabancı kelimeyi onunla özdeşleştirip ona bu lakabı takmışlar. Bu kelime genellikle arkadaşlar arasında, samimi ortamlarda kullanılıyormuş. Che Guevara’nın doğum belgesinde ise adı Ernesto Guevara olarak geçer, ancak bazen bazı belgelerde Ernesto Rafael Guevara de la Serna olarak da kaydedilmişti.

İspanyolca konuşulan ülkeler isimlerin uzun olmasıyla ünlü. İspanyol futbolcuların oynadığı maçlarda spikerler oyuncuların adını tam okumaya kalksa sonu gelene kadar maç biter veya sizin uykunuz gelir.

İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso dünyanın en uzun isimlerinden birine sahipmiş galiba.

20. yüzyılın en çok tanınan sanatçılarından Picasso'nun tam ismini yazmak yaklaşık iki satırınızı alıyor: Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso.

İgor, “İsim değil, destan mübarek!” diyor.

Serkan araya giriyor:

“Yeni Zelanda doğumlu emekli güvenlik görevlisi Laurence Watkins, 2 bin 253 isimden oluşan tam adıyla Guinness Dünya Rekorları’na girmiş. Adını 1990’da değiştiren Watkins, o günden beri 'dünyanın en uzun ismi' rekorunu elinde tutuyormuş. Tam adını okumak ise yaklaşık 20 dakika sürüyormuş.”

“Vay vay vay!”

“Watkins’in adı, altı sayfaya yayılan doğum belgesinde ve eski pasaportunda özel düzenlemeler gerektirirken, yeni yasalar sonrası Yeni Zelanda vatandaşları artık 70 karakteri aşan isim kullanamıyormuş.

Sosyal medyada tekrar gündeme gelen Watkins, günlük yaşamında adını Laurence Alon Aloy Watkins olarak kısaltıyormuş.”

***

Serkan, “Çinlilerin isimleri ne kadar kısa halbuki, d’il mi abi? Mesela Çin Devlet Başkanının ismi Şi Cinping,” diyor.

“Öyle miymiş acaba?” diye gülüyorum ve çocukluğumdan hatırladığım bir hikaye var, onu anlatmaya başlıyorum.

Ben küçükken akşamları radyoda yayınlanan ‘Uykudan Önce’ diye bir çocuk programı vardı, o programda dinlemiştim. Benim yaşımdaki pek çok kişi muhtemelen birkaç kere denk gelip, dinlemiştir.

Her şeyi kolayca hatırlamam, ama nasıl olduysa hikayedeki Çinli çocuğun tuhaf ismini seneler geçmesine rağmen unutmadım: “Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa”.

Söylemesi bile ne kadar zor değil mi?

Ancak ne tuhaf, seneler geçmesine rağmen bu isim ezberimden kaybolmadı.

Hikaye şöyle:

İki küçük Çinli kardeş evlerine yakın bir bahçede oynuyorlarmış.

Koşturmaca, kovalamaca sırasında Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa isimli daha küçük olanı bahçenin kuyusuna düşmüş.

Şükürler olsun bir yaralanma olmamış, ama zavallı çocuk derin kuyudan çıkamıyormuş. Abisi yardımına koşmuş, ancak elinden bir şey gelmemiş.

Zavallı küçük oğlan kuyunun dibinde çırpınıp yardım istiyormuş.

Abisi, yardım istemek için panik içinde sağa sola koşmuş, bir yandan da bağırarak olayı anlatıyormuş:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa kuyuya düştü. N’olur yardım edin.”

Komşularda da bir telaş. Koştururken onlar da rastladıklarına durumu anlatıp, yardım istiyorlarmış:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa kuyuya düşmüş, koşun.”

Bu uzun ismi tekrarlayarak olayı anlatırken zaman geçiyor, geç kalınıyormuş, panik de artıyormuş haliyle.

Neyse küçük çocuk sonunda kurtarılıyor. Çinliler bundan bir ders çıkarıp çocuklarına artık uzun isimler koymamaya karar veriyorlar.

Bu, eğlencelik, kurmaca bir masal tabii ki.

Serkan’ın hoşuna gidiyor. Sanki darbuka ritmiymiş gibi tekrarlamaya başlıyor:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa.”

***

Serkan, okuduğu bir haberi aktarıyor.

Sputnik’in haberine göre Dakar’dan Brüksel’e seyahat eden bir uçakta beklenmedik bir olay yaşanmıştı. Uçuş sırasında bir hamile yolcunun doğum sancıları başlamış, mürettebat ve yolcuların yardımıyla sağlıklı bir doğum gerçekleşmişti.

Anne, dünyaya gelen bebeğine "Fanta" ismini vermişti. Bu alışılmadık isim, kısa sürede sosyal medyada gündem olmuştu. Sosyal medya kullanıcıları dururlar mı, hemen bebeğin adıyla ilgili hem esprili hem de ilginç yorumlar yapmışlardı.

“Ne yani, bebeğin ismini sarı kola mı koymuşlar?” demiş biri.

“Niğde gazozu daha güzel olurdu,” demiş bir diğeri.

Bir sosyal medya kullanıcısı, "Hayatı fantastik olur umarım" yorumuyla dikkat çekerken, bir diğer kullanıcı, "Sprite ağlamaya gitmiş olabilir" diyerek olaya mizahi bir yaklaşım getirmiş.

Bizde de ilginç şeyler oluyor.

Aydın’da yaşayan bir çift dünyaya gelen erkek çocuklarına Japon iş adamı ve mühendis, ünlü otomobil markası Honda'nın kurucusu Soichiro Honda'nın ismini vermiş.

Baba, 7 yaşından beri motosiklet tamir ve bakımıyla uğraştığını belirterek, "Motosikletleri çok seviyorum. Bir gün çocuğum olursa ismini Honda koyacağım diye hep hayal ediyordum. Oğlumun ismini Honda koydum. Hayalim gerçek oldu. Çok mutluyum" demiş.

Karısı da eşini destekliyor, "Evlilik sürecinde eşimle sürekli bu isim konusunu konuşuyorduk. Söylediğinde hemen kabul ettim. Ben de motosiklet tutkunuyum. Aynı zamanda eşimle birlikte tamir işi yapıyoruz. Soichiro Honda'nın geçmişini de bildiğim için bunu kabul ettim. İnşallah vatanına, milletine hayırlı bir evlat olur" diye konuşmuş.

***

İgor, geleneksel isimleri tercih ediyor. Bu konuda da biraz muhafazakar.

Onun bu konudaki ısrarlı düşüncelerini bildiğimden biraz kızdırmak istiyorum.

“Rusya’da Z kuşağından gençler, isimlerinden ve özellikle de bunlardan türeyen baba adlarından (otçestvo) giderek daha fazla rahatsız olmaya başlamış,” diyorum.

Bildiğimden değil, gazetelerden okuduğum haberlerden.

Sosyal medyada ve internet forumlarında bu konu üzerine yoğun bir mizah akımı oluşmuş durumdaymış güya. Gençler, “İgoreviç” ya da “Denisovna” gibi baba adlarının kulağa komik geldiğini ve kendilerini ciddi bir şekilde temsil edemediği düşüncesindeymiş. Özellikle erkek isimlerinden türetilen baba adlarının alay konusu olması, bu tartışmayı daha da alevlendiriyormuş. Örneğin, İgor isminin “İgoreviç” olarak kullanılması, bazı gençler tarafından “trajik” bulunuyormuş, zira "İgoreviç" isminin içindeki "gore" dert, sıkıntı anlamına geliyor. Ayrıca bu isim için “adeta çocuk masalı kahramanı gibi” yorumları da mevcut. Rusçada gerçekten de sık sık Popoviç ve Nikitiç gibi isimler içeren masallar mevcut.

İgor’a oğlu Maksim’in böyle dertleri var mı?” diye soruyorum.

Aldırmaz bir tavırla gülüyor, “Saçma,” diyor.

***

Konuyu yine uzattık, gülmelik bir anektodla bitirelim.

Serkan, Moskova’da bir inşaat şirketinde çalışan Karadenizli arkadaşının anekdot tadında hikayesini anlatıyor.

Ahmet, yeni doğan kızına Nihamsi ismini koymak ister, nüfus memuru böyle isim olmaz diye itiraz eder.

Ahmet, hamsi balığının hastasıdır.

Tavasını, buğulamasını, pilavlısını, hepsini çok sever.

Ne var bunda, ağzının tadını bilen herkes sever diyeceksiniz; ama Ahmet’in sevgisi bir başka. Balıkçı olan ailesinin ekmek kapısı da hamsidir zira.

Ahmet, ısrar eder, kızının adını koymakta. Nüfus memuruna:

“Haçan memur bey, Nilüfer ismi olur da niye Nihamsi ismi olamıyormuş? Bi anlat bana daaa!”

Nüfus memuru, şaşırmış, susmuş, öyle bakıyormuş.

Ahmet, devam etmiş:

“Lüfer de balık, hamsi de... Öyle değul mi?”

7 Aralık 2025 Pazar

"Sinekten fil yaratmak" deyiminin anlamı nedir?



Kaynak: https://www.gw2ru.com/

 

Anna Popova yazmış.

"не делать из мухи слона" ("ne delat iz mukhi slona" veya "sinekten fil yaratma").

Rusçada bu deyim esas olarak sıradan olayların, fazla da önemli olmayan şeylerin büyütülmesi, sorun haline getirilmesi durumunda kullanılmaktadır.

Bu deyim, sıradan bir olaya gereğinden fazla önem verildiğinde kullanılır.

Deyimin kökeni çok eski zamanlara dayanır: MÖ 2. yüzyılda yazar Lucian, 'Bir Sineğin Övgüsü' adlı eserinde bu deyimi kullanmıştır.

Yunancadan gelen bu ifade daha sonra Avrupa dillerine geçmiştir; örneğin Fransızca bir ifadenin izini sürerek Rusçaya girmiştir.

İngilizce karşılığı ise şöyledir: "Köstebeği dağa dönüştürmek."

Türkçede de benzeri bir deyim vardır: “Pireyi deve yapmak.”

Yani bütün bu kültürlere ait dillerde anlatılmak istenen asıl mesele sonuçlara varmak için acele etmemek, olup biteni olduğundan fazla abartmamak gerektiği.

Rusya'da yılın kelimesi seçildi: Tревожность


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da "yılın kelimesi" projesinin halk oylaması sonuçlarına göre yılın kelimesi "тревожность" (trevojnost, kaygı) oldu.

İnternet kullanıcıları tarafından önerilen diğer adaylar arasında "вера" (vera, inanç), "договорнячок" (dogovornyaçok, gizli ayarlanmış anlaşma ima eden argo), "кринж" (krinj, cringe, utandırıcı durum) ve "мир" (mir, barış) yer aldı.

Oylama, Çitay Gorod kitap zincirinin sitesinde yapıldı ve sonuçlar RİA Novosti tarafından aktarıldı.

Kommersant'ın aktardi[i açıklamada, "тревожность" (trevojnost, kaygı) kelimesinin «Halkın Sözü» kategorisinde birinci olduğu belirtildi. Bu kategoride adaylar doğrudan internet kullanıcıları tarafından önerildi. Projenin organizatörleri arasında Lingva imprints, Mir i Obrazovaniye yayınevi ve Skvortsovskiye Okumaları filoloji projesi yer aldı.

Uzman gruplarının belirlediği diğer kategorilerde ise «Beşeri Alan» bölümünde "ИИ" (i-i, yapay zeka / YZ), «Teknosfer» bölümünde "Промпт" (prompt, komut / istem), «Argo» bölümünde ise "Окак" (okak, şaşkınlık veya sert tepki ifade eden argo) yılın kelimesi seçildi. Bu terimler, uzmanlara göre 2025 yılı dil kullanımındaki yeni eğilimleri yansıtıyor.

5 Aralık 2025 Cuma

Primakov ve Doktrini

 


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Vladimir İvanoviç, mutfak masasının üzerindeki Yevgeni Primakov’un “Rusların Gözüyle Ortadoğu” isimli kitabını gösterip okudun mu diye sordu.

Okumuştum. Ancak bugünlerde Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kahredici olaylar, peş peşe gelen üzücü haberler ve bazen de iyimser anıma denk gelip acaba kalıcı bir barış sağlanabilir mi diye ümitlendiren küçücük gelişmeler nedeniyle bir kez daha, dikkatle okumaya karar vermiştim.

Açık söylemek gerekirse karamsar halim daha ağır basıyor; mevcut durumda ne yazık ki iyimser olmak çok zor.

Ancak ümidimi kaybetmeyi de kendime yakıştıramıyorum.

Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler,” diye yazmış.

Vladimir İvanoviç, “Ne güzel ifade etmiş,” diyor.

Mutfakta kitap okuyup, çalışmayı seviyorum. Hem orası bizim aynı zamanda Vladimir İvanoviç’le muhabbet mekanımız. Kahvemiz ve çayımız da hemen yakınımızda.

Tesadüf bu ya, günlerden 29 Ekim idi ve milenyumun başında Rusya’nın en önde gelen devlet adamlarından ve siyasi figürlerinden olan kitabın yazarı Yevgeni Primakov’un doğum günüydü.

“Primakov, kitabın Türkçe baskısı için 14 Mayıs 2009’da yazdığı önsözde ‘Maalesef günümüz dünyasının meseleleri genelde hâlâ yeteri kadar karmaşıktır. Soğuk Savaş sona erdiğinde dünya çapında gelişmelere doğru buhransız bir hareket başlayacağı daha yakın zamanlara kadar düşünülmekteydi. Şimdilik bu umutlar gerçekleştirilememiştir,’ diye yazmış,” diyorum.

Vladimir İvanoviç, “Aradan geçen onca seneye rağmen maalesef değişen bir şey yok. Ve belki de durum daha da kötü,” diye cevap veriyor.

“Eski hamam, eski tas,” diyerek onaylıyorum.

***

Kitap, Primakov’un uzun, önemli görevleri sonrasında, emeklik dönemi diyebileceğimiz bir zamanda yazılmış.

Yaşam öyküsü çok etkileyici.

Önemli bir kısmı Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya Federasyonu’nun kurulduğu 90’lı yıllara denk gelen uzun bir kariyeri var.

Hayatını Ortadoğu sorununa adamış, sayısız makaleler yazmış, bölgenin en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde bulunmuş önemli bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov’un kitabı analizlerinin tümüne katılmayanlar için bile önemli bir referans kaynağı.

Bugün dünyanın en dramatik olaylarının yaşandığı bölgesinin sorunlarını kendi yaşamından edindiği bilgiler ve gözlemlerle açık ve samimi bir şekilde anlatıyor.

Önsözünde kitabı yazma gerekçesini şöyle yazıyor:

“Çoktan beri Ortadoğu ile ilgili bir kitap yazma düşüncem vardı. Pravda gazetesinde Muhabir, Genel Müdür Yardımcısı, SSCB Bilim Akademisi'ne bağlı Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Araştırma Enstitüsü ve Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde Genel Müdür, Dış İstihbarat Daire Başkanı, Dışişleri Bakanı, Rusya Federasyonu Başbakanı, Rusya Devlet Duma Meclisi'nde Milletvekili görevlerinde bir gazeteci, bilim adamı ve siyasetçi olarak Ortadoğu ile yarım asırdır uğraşıyordum.

Gözümün önünden Ortadoğu'nun, çoğu iftiralardan oluşan bir dolu olayı geçti. Bazısı hiç bilinmiyor ya da unutulmuş. Oy­saki olanlar, bölgenin bugünkü değişik, çok renkli, karmaşık, tehdit edici derecede dik başlı, kimi zaman saf ve defalarca mağdur edilmiş oluşumunda büyük bir rol oynamıştı…

Bu kitap Arap ülkelerinde olanların kronolojik bir anlatımı ve de 20. yüzyılın ikinci yarısının tarihinin özeti değildir. Kitabın amacı sömürge sonrası Arap dünyasının ana süreçlerinin nitelendirilmesidir ve bizzat kendimin de katılmış olduğum bazı tarihî olayların anlatımıdır.”

***

Primakov, Rus dış politikası tarihinde önemli bir yer edinmiş.

Bazıları onun için Rusya’nın Kissinger’i demişti.

Bilgisi, birikimi ve devlet adamlığı ile parlamıştı.

Primakov'un dış politikası, çok yönlüydü. Bugünkü Rusya'nın mevcut politikasının temelinde onun fikirlerinin izleri var.

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, onun düşüncelerini “Primakov Doktrini” diye kavramlaştırmış.

"Primakov doktrini" ve "Primakov politikası" terimleri diplomasi dünyasında çoktan günlük dile girmiş durumda.

Benim de 4 kez jüri üyeleri arasında yer aldığım Karlov Vakfı’nın geçen sene gerçekleştirilen yarışmalı etkinliklerinde de öğrencilerin yazdığı makalelerde işlenen konuların arasındaydı. Konuyla ilgili çalışmaları yapan genç öğrencilerin ilgisinden, bilgisinden çok etkilenmiş ve mutlu olmuştum.

***

Primakov'un biyografisindeki bilgiler onun ne kadar çalkantılı, ilginç ve olaylı bir dönemde yaşadığını gösteriyor.

Yaşamı ve kariyeri, kapsam ve etki alanıyla son derece etkileyici.

Yevgeni Maksimoviç Primakov’un kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişi hayatı hakkında yazılar yazdı ve kuşkusuz daha da yazılmaya devam edilecek.

Sovyetler Birliği'nin dış mahallelerinde doğmuş ve büyümüştü.

1929’da Kiev'de doğmuş (-kızının iddiasına göre belgelerde öyle olmakla birlikte Moskova’da doğmuştu), Tiflis'te yaşamış, Bakü'de eğitim görmüştü. Çocukluğundan itibaren Ruslar, Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler, Azeriler ve Yahudilerle çevrili bir ortamda yaşamıştı. Etnik gruplar arası meseleler ve Sovyet cumhuriyetlerinin gerçekleri hakkında birinci elden bilgiye sahip olmuştu.

Primakov, kariyerine Orta Doğu uzmanı olarak başladı ve 1953'te Moskova Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden mezun oldu. Arapça bilgisi sınırlı ve akademik olarak çok mükemmel olmasa da, üstün analitik becerileri bunu telafi ederek büyük beğeni toplamasını sağladı.

1960'larda Pravda'nın Orta Doğu muhabiri ve Arap ülkelerine yönelik dış yayınlarının genel yayın yönetmeni oldu.

Parlak kariyerinde iki ana damardan beslendi. Gazetecilik mesleği ona bazı kapılar, bilimsel akademik çalışmalarıysa başka kapılar açtı.

Gazetecilik ve bilimi dönüşümlü olarak, hatta çoğu zaman birleştirerek yürüttü.

Bilim, ona titiz düşünmeyi, teori üretme yeteneğini ve fikirleri açıkça ifade etmeyi öğretti.

Gazetecilik ise ayrıntılara dikkat etmeyi, akıcı bir üslup kullanmayı ve bilimin oluşturduğu teorik çerçeveyi test edip canlı içerikle doldurma yeteneğini geliştirdi.

Rusya’nın önde gelen stratejik araştırmalar merkezi olan ve artık kendi adını taşıyan Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün (IMEMO) direktörü oldu.

Gerçek bir Ortadoğu uzmanıydı.

Primakov, Kremlin'deki üst düzey yetkililerin dikkatini hızla çekti ve bölgedeki önemli isimlerle müzakerelerde bulunarak Moskova'nın Orta Doğu özel temsilcisi oldu.

Dönemin Ortadoğu liderleriyle, Nasır, Yaser Arafat, Kaddafi, Saddam Hüseyin, Mesud Barzani ve diğerleriyle yakın ilişkileri oldu.

Edindiği beceriler ileride Dışişleri Bakanlığı’nda da çok faydalı oldu.

Primakov, 1980'lerin sonlarında üst düzey siyasette aktif olarak yer aldı. 1991'de Rus Dış İstihbarat Servisi'nin başına geçti ve 1996'da Dışişleri Bakanı oldu.

1991'den 1996'ya kadar Rus dış politikasını yöneten dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Kozyrev, 9 Ocak 1996'da Devlet Başkanı Yeltsin'e istifasını sundu. Resmen, Devlet Duması milletvekili seçilmesi nedeniyle istifa etmişti. Aslında istifasının asıl sebebi, istifasının istenecek olmasıydı.

Kozyrev, olumsuz bir döneme imza atmıştı.

Yerine Primakov geçti.

Kelimenin tam anlamıyla yıkıntılardan yeni bir dış politika inşa etmek zorunda kaldı. Ve bunu oldukça zor koşullar altında yaptı.

Yeltsin ve çevresi, Primakov'un beceriksiz Kozyrev'in gelişmiş bir versiyonu olacağını umarak Batı'ya hala umutla bakıyordu.

Primakov, bunların hiçbirini yapmadı. Seçtiği yol başka olacaktı. Batı'nın gözüne girmeye ne devam etmek istiyordu ve ne de devam edebilirdi.

Bu yol, modern zamanlarda aşırı temkinli görünebilir, ancak onun doğru bulduğu uzlaşma ve çatışmalardan kaçınma yoluydu.

Sovyet sonrası alanda nüfuzunu güçlendirmek ve Rusya'nın öncü rol oynayacağı entegrasyon projelerini hayata geçirmek öncelikleri arasındaydı.

Bu yaklaşım, pragmatizm ve gerçekçiliğin Rus dış politikasının temel nitelikleri olması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, mevcut haliyle kilit bir küresel oyuncu haline gelemiyordu; bu da ekonomisini yavaş ve istikrarlı bir şekilde toparlaması, kaynak biriktirmesi ve nihayetinde kendisini bir güç merkezi olarak yeniden kurabilmesi için bağlantılar kurması gerektiği anlamına geliyordu.

Bir bakıma Rusya'nın hedeflerine diğer ülkelerle, özellikle de yeni Asya’nın devleri Çin ve Hindistan ile iş birliği içinde ulaşması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, uluslararası arenada çabaları koordine etmek ve çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerlemeyi desteklemek için Yeni Delhi ve Pekin ile iş birliği yapmalıydı.

Bu, gerçekte Batı ile sert bir çatışmaya dönüş anlamına gelmiyordu. Mevcut koşullar altında Rusya, NATO'nun genişlemesini durdurmak için diplomatik yol seçeneğini zorlamalıydı.

Primakov, iki buçuk yıl Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.

Daha sonra Smolenskaya Meydanı'ndaki görkemli Stalin tarzı yüksek binalarından birindeki Dışişleri Bakanlığı ofisinden Başbakanlık koltuğuna geçti ve ardından siyaset sahnesinden ayrıldı.

Ancak, ülkenin en yetkili ve saygın dış politika uzmanlarından biri olarak kaldı.

Zor zamanlardı.

Sosyal medya ortamlarında sıkça karşılaşılan bir anektod var. Vladimir İvanoviç anlatıyor:

Primakov bir gün Yeltsin'e gelir:
“Boris Nikolayeviç, sana iki haberim var! Hangisinden başlasam?”
“İyi olanından başlasan memnun olurum.”
“Hayır, ama ikisi de kötü.”

***

Primakov, 2000 yılındaki istifasının ardından da dahil olmak üzere Rus dış politikasının şekillenmesinde kilit rol oynadı. İstifasına rağmen etkili bir figür olarak kaldı.

Vladimir Putin'in ve 2004'te Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı'nın yeni bakanı olan Sergey Lavrov'un yakın arkadaşı oldu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek küresel güç merkezi olmadığı çok kutuplu bir dünya fikrini aktif olarak savundu. Görüşleri Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahipti ve fikirleri günümüz uluslararası ilişkilerinde hala geçerliliğini koruyor.

Primakov'un iktidardaki yılları incelendiğinde oldukça şaşırtıcı bir sonuç gözlemlenebilir. Primakov'un girişim ve fikirlerinin çoğu görevde olduğu zamanda hayata geçirilemedi. Rusya-Hindistan-Çin (RIC) üçgeninin inşası başarısız oldu; NATO, kurduğu tüm diyalog mekanizmalarına rağmen, Yugoslavya'yı bombalamaya devam etti, nezaket kurallarını hiçe saydı ve BM onayı almaya bile tenezzül etmedi.

Primakov'un hayalini kurduğu Sovyet sonrası alanda "küresel toplumda layık bir yer edinebilecek ekonomik ve politik olarak bütünleşmiş bir devletler birliği"nin kurulması da gerçekleştirilemedi:

Ancak Yevgeny Primakov'un öngördüğü şeylerin pek çoğu, başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra gerçekleşti.

Rusya, küresel sahnede yeniden kilit bir oyuncu haline gelmek konusuna artık yeterince yoğunlaşmıştı.

***

Peki,1990'ların ikinci yarısında geliştirilen, Rus dış politikasının uzun vadeli stratejik hedeflere odaklanarak kökten, yeniden düşünülmesini temsil eden bir siyasi doktrin olan Primakov Doktrini ne anlama geliyordu? .

Esas olarak Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu dünya düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştu.

Rusya'nın tek bir süper gücün egemenliğinde olmayan, çok kutuplu bir dünya yaratma arzusunu yansıtıyordu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin egemenliğindeki tek kutuplu bir dünyanın artık ne sürdürülebilir, ne de adil olduğunu ileri sürüyordu.

1815 Viyana Kongresi'nden sonra uluslararası sistemde ortaya konan ilkelere benzer şekilde, yeni bir güç dengesine ve Avrupalı ​​veya küresel bir diğer hegemon gücün ortaya çıkmasının önlenmesini sağlayacak yeni bir düzene ihtiyaç olunduğunu görmüştü.

Rusya'nın ulusal güvenliğinin süper güç statüsüne dayandığını ve bu nedenle Rusya'nın Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki tek kutuplu bir uluslararası düzenin oluşumuna izin veremeyeceğini varsayıyordu. 

Doktrin, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası arenada yaşanan değişimlere bir yanıt niteliğindeydi.

Primakov, Rusya'nın küresel meselelerde aktif rol alması ve Batı'ya yönelik münhasır bir yönelimi ima eden bir politikadan uzaklaşması gerektiğine de inanıyordu.

Rusya ve komşularının çıkarlarını gözetirken, bir ülke veya ülke grubunun iradesini dünyanın geri kalanına dayatmasını engellemenin gerekliliğini savundu. Bu, Rusya'nın küresel sorunların ve çatışmaların çözümüne aktif katılımını ve stratejik ortaklıklar ve ittifaklar geliştirmek de dahil olmak üzere uluslararası arenadaki etkisini güçlendirmesini gerektiriyordu.

Böylece Primakov Doktrini, Rus dış politikası için çok kutupluluk, stratejik denge ve devletlerin egemenliğine saygı ilkelerine dayanan yeni bir yol çizdi.

Bu doktrin, Rusya'nın sonraki on yıllarda uluslararası arenadaki eylemlerini anlamak için kilit öneme sahipti.

Genel olarak, yeni dönem, 2014'ten bu yana yeni bir dış politika stratejisi uygulayan mevcut Rus liderliğinin vizyonuyla tutarlıdır.

Yeniden özetlemek gerekirse; bu strateji, şu temel ilkelere dayanmakta:
-Rusya, bağımsız bir dış politika izleme çabasında olan, uluslararası anlaşmazlıklar karşısında dengeleyici güce sahip önemli bir ülkedir.

-NATO'nun genişleme teşebbüsleri dostane ve barışçı değildir, yıkıcıdır.
-Rusya, diğer büyük güçler arasındaki bir anlaşmayla yönetilen çok kutuplu bir dünyanın oluşturulmasının samimi destekçisidir.
-Rusya'nın dış politikasının temel vurgusu, Sovyetler Birliği sonrası ortaya çıkan gerçekler çerçevesinde Avrasya ülkelerinin siyasi-ekonomik bütünleşmesinin sağlanmasıdır.
-Çin ile ortaklık, Rusya'nın dış politikasının önemli bir fikridir.

 

Primakov Doktrini, formüle edildiğinden bu yana Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.

Bu doktrinin etkisi altında Rusya, küresel siyasette pasif bir gözlemci olmaktan çıkıp, uluslararası siyasette daha aktif bir rol üstlenmeye başlamıştır.

Böylece Primakov Doktrini, çağdaş Rus dış politikasının temelini oluşturmuş, Rusya'nın uluslararası alanda, özellikle çok kutuplu bir dünya hedefi ve tek bir süper gücün hegemonyasına karşı direniş bağlamında, etkin ve etkili bir rol oynama arzusunu ortaya koymuştur.

***

Primakov Doktrini, Rus dış politikasının yönünü ve uluslararası arenadaki etkisini belirleyen modern jeopolitikanın önemli bir unsuru olmaya devam ediyor. Çok kutupluluk, stratejik denge ve küresel meselelere aktif katılım ilkeleri bugün de geçerliliğini koruyor.

Yakınlarda Rusya'nın önemli düşünce kuruluşlarından Valday Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. oturumu, Devlet Başkanı Putin'in katılımıyla gerçekleştirildi.

Putin, 'Çok Merkezli Dünya: Kullanım Kılavuzu' başlıklı oturumda, 2 Ekim 2025’te katılımcılara yaklaşık dört saat süreyle seslendi. 

Tarihi önemdeki konuşmasının ana teması yine bu yazının içeriğindeki konulardı.

Putin, konuşmasının bir bölümünde "Çok kutuplu dünya düzeni, Batı’nın dünyada hegemonyasını kurma ve koruma girişimlerinin doğrudan bir sonucu oldu," dedi.

"Uluslararası ilişkiler köklü bir dönüşümden geçiyor" diyen Putin, "Çok kutuplu sistem çok daha demokratiktir. Bu sistem, daha fazla sayıda siyasi ve ekonomik aktöre kapı açıyor ve fırsatlar sunuyor" vurgusunu yaptı.

***

Bazıları Rusya küresel satranç tahtasında yeniden önemli bir oyuncu haline geldiğine göre, "Primakov Doktrini" artık geçerliliğini yitirmiş olabilir mi, diye sorabilir.

Vladimir İvanoviç, “Bence tam tersi,” diyor. “Primakov bugün yaşasaydı ve Ortadoğu’da yaşananları, dünyanın her köşesindeki yangın yerine dönmüş hali görseydi çok üzülürdü mutlaka. Ancak katedilmesi gereken uzun, zorlu bir yol var daha.”

Başta belirttiğimiz gibi, Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler. Ortadoğu hakkında iyi bilgilendirildiğimi düşünsem de bu tanıma girmek istemezdim,” diye yazmıştı.

Takip etmek, bilgilenmek, barış ve huzur içinde yaşanacak bir dünya için enseyi karartmadan umutlu ve duyarlı olmak, katkıda bulunmak gerekiyor.

Kızlar eskiden olgun erkeklerden hoşlanırdı.

 


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Pyötr Skopin Moskviç Dergisi’nde yeni nesil ilişkilerin, aşkların hikayesini anlatmış:

 

Akranlarımla aram pek iyi değil. Aralarından biriyle, birbiri ardına, çeşitli sebeplerden dolayı ilişkilerim bitiyor: müzik ve film zevklerimden, evde çorap ve tişört bırakma şeklimden veya örneğin, altı haftalık flörtün ardından henüz evlenmeye hazır olmamam gibi nedenlerle.

Bazıları için "saat" o kadar hızlı akıyor ki neredeyse kör veya sağır edici.

Ateşli bir kızıl saçlı, birkaç günlük flörtün ardından eve döndüğünde bana aynen şunu söyledi: "Pasaportunu ve SNILS'ini getir, evliliğimizi Gosuslugi'ye kaydettireceğiz."

Reddetmek kolay değildi...

Konuşma, bir erkeğin en savunmasız olduğu ve sözleşmeli cinayetler ve saray darbeleri de dahil olmak üzere her şeyi kabul edebileceği, sıcak bir kadın bedeniyle temas ettikten hemen sonra gerçekleşti. Ama sonunda kendimi toparladım, pasaportumun işverenimin kasasında olduğu yalanını söyledim ve sırf tedbir olsun diye onu bir daha asla eve davet etmedim.

Ama dürüst olmak gerekirse, onlardan sıkıldım.

Y kuşağı her şeyin düzenli olmasını sever, sadece tür filmleri izler, sanat filmleri izlemez, köftelerini orta ateşte tam 10 dakika ısıtır, sürekli işlerinden, Dubai'deki havadan ve Elon Musk'tan bahseder ve söyledikleri her şeyi döviz kuruyla karşılaştırırlar.

Çaresizlik içinde bir çingene kadına gittim.

Tarot, poker ve solitaire kartları açıp sandal ağacı yaktıktan sonra bana şu talimatı verdi: "Sekizinci evdeki Venüs sana hükmetmeye çalışıyor. Ondan olabildiğince uzaklaş. Taze, genç bir vücuda ihtiyacın var; daha genç bir kadın ara."

Her şey tahmin ettiğim gibiydi. Tarif yazılmıştı, harekete geçme zamanı.

Konuşacak bir şeyi olan, genç ve güzel ama hemen evlenmeyi istemeyen bir kız olacaktı.

Esnek, nazik ve anlayışlı.

Sadece modern cringe değil, alternatif rock ve hatta Rolling Stones'u da seven biri, diye iç çektim, hayallerime dalmış bir şekilde. Yaş farkı en az on yaş olmalı, on beş daha da iyi.

Büyük bir şehirde aşkı barda değilse nerede arayabilirim?

İlk durağım, hafta sonları her zaman çok eğlenceli olan Zinziver'di.

Ucuz alkol, vintage rap ve beşeri bilimler öğrencileri ve genç sanatçılardan oluşan bir kalabalık. Barın atmosferi rahat sohbetlere elverişli. Sırtı açıkta, dar bir üst giymiş, yirmi üç yaşlarında sevimli bir kız, barın arkasında oturmuş, Mikhail Elizarov'un "Earth" kitabını okuyor. Adı Daşa ve ona katılmak istiyorum.

Ne yazık ki, hemen kritik bir hata yapıyorum: Daşa ile sohbet etmeye çalışırken, yazar Elizarov hakkındaki fikrimi dile getiriyorum. Hararetli bir tartışma başlıyor. Meğer edebiyat konusunda tamamen aynı fikirde değilmişiz: Sevgili Rubina'ma ve İliçevski'me tahammül edemiyormuş.

"Böyle şeyleri kim okuyabilir ki! Bunlar saf sızlanma ve propaganda. Kutsal olanı kirletiyorlar," diye bağırıyor.

Tartışmamız dikkat çekiyor. Barmen ve felsefe bölümünden birkaç saka kuşu bize bakıyor. Barmen onaylamayan bakışlarla, saka kuşları ise ilgiyle bakıyor.

Daşa çağdaş sanata gübre yeme dediğinde, performans sanatçılarını savunuyorum ve Warhol'un film ve tasarıma önemli katkılarda bulunduğunu ve eserlerinde genel olarak ikonografiden ilham aldığını belirtiyorum.

Daşa benden açıkça uzaklaşarak, aynı saka kuşlarıyla Coen kardeşlerin çalışmaları hakkında konuşmaya devam ediyor. Olan biteni anlayan saka kuşları, Daşa'ya sadece onaylarcasına başlarını sallıyorlar. Belki bugün içlerinden biri bir şey alır.

Şeytan beni onunla tartışmaya zorladı.

Artık bitti, o an geçti ve ben onun "halk düşmanı" oldum.

Zıplayanlara karşı bu kadar açık sözlü olamazsın. Onları kendine daha nazik bir şekilde tanıtman gerek. Ancak, özellikle üzülecek bir şey yok. Çitin zıt taraflarındayız - bu kaçınılmaz olarak daha sonra ortaya çıkardı.

"İlk krep fazla pişmiş," diyorum kendimi sakinleştirerek, Pokrovsky Bulvarı'ndaki hemen yanı başındaki Club Club'a girerken.

Club Club, her zaman gürültülü, girişte yüksek sesli itiş kakışlar ve hatta kavgalar çıkan, görev başında polislerin olduğu bir Zoomer Mekke'si.

İçeride ise deri ceketler, derin yakalar, piercingler ve boyalı saçlarla dolu, ter ve küstahlık kokusu, ucuz parfümlerin bunaltıcı aroması, uğultu, gökkuşağı renklerinde bir disko topu, tutkulu öpücükler, her iki sırt çantasında da laboubou, halka dansları ve mosh pit'lerle dolu, kaotik bir 1990'lar tarzı rave var. Gaspar Noé, Club Club'ı Cuma gecesi izleseydi, kesinlikle yeni filminde kullanmak isterdi.

Bu koşuşturmacanın içinde sanırım aradığım kişiyle karşılaşıyorum: On dokuz yaşlarında, Polonya fantezilerinden fırlamış gibi ateş kırmızısı örgülü bir kız.

Adı Rita, oyuncu, çok canlı ve etkileyici ve dokuzuncu sınıftaki aşkıma çok benziyor.

Zinziver'deki durumu göz önünde bulundurarak Rita ile entelektüel sohbetlere girmekten kaçınıyorum.

Özellikle de Kulüp'te sohbet etmek zor olduğundan - müzik stratosferik desibellere ulaşıyor. Oldukça fazla içiyoruz, üçer kokteyl. Rita'nın seyahat etmeyi sevdiğini öğrenince, gelecek hafta sonu bir yere, hatta Plyos'a gitmeyi öneriyorum: Set boyunca yürüyüp akşamları sanat filmleri izleyelim.

Fikrimi çok beğeniyor, sigara içmeye çıkacağını ve sonra seyahatin detaylarını konuşabileceğimizi söylüyor.

Ben sigara içmeyen biri olarak barda kalıyorum.

En sevdiğim Prodigy'nin remiksi çalıyor ve gerçekten çok eğleniyorum.

Hayat güzelleşiyor!

Sahneye doğru giderken biri bana sertçe çarpıyor, ama ben coşkuluyum ve buna hiç aldırış etmiyorum.

Beş dakika geçti, sonra on, sonra on beş - Rita geri dönmedi.

Dışarı çıktım ve kulübe girmek için uzun bir kuyruk olduğunu gördüm: Fedailer, on sekiz yaşından küçüklerin içeri girebileceğinden korkarak herkesin kimliğini göstermesini istiyordu.

Onlara Rita'yı sordum. Hatırlıyorlardı. "Ah, şu kırmızı örgülü çılgın mı? Şu psikopat mı? On dakika önce ara sokaktan aşağı indi..."

 

Meğer Rita kulübe geri alınmamış: güvenlik görevlileri sarhoş olduğunu düşünmüş. Gerçekten de epey içmiştik, bu yüzden biraz çakırkeyif olmuş olmalı. Ayrılmadan önce de Rita, kuyrukta küçük bir olay çıkarmış.

Ne yazık ki Rita'nın telefon numarasını almaya vaktim olmamıştı. Khokhlovsky Sokağı'nda yürüyorum ve onu göremiyorum. İvanovskaya Tepesi'ne varıyorum, orada neşeli genç kalabalıklar dolaşıyor ve içlerinden hiçbiri Rita'ya benzemiyor...

O noktada, yüksek sesli müzikten, bağırış çağırıştan ve neon ışıklarından oldukça sıkılmıştım. "Umutsuzluk bir erkeğin çıkış yolu değil," dedim kendi kendime. "Kişisel hayatım için savaşmaya devam etmeliyim."

Açıkçası, o zaman durmalıydım. Oradan sonra işler daha da kötüleşti.

Ertesi gün, Cumartesi, Yauza'daki, ünlü "Kult" ve "Dich" kulüplerinin bulunduğu yerde ortaya çıkan "Nevrotik" adlı bara gittim.

"Klub"un aksine, "Nevrotik" indie'yi avangart ve punk ile harmanlıyor. Mekan, bardaklarda yanan mumların bulunduğu masalarla donatılmış ve müzik sohbeti bastırmıyor, normal sohbetlere olanak sağlıyor.

"Nevrotik", zor zamanlarımızdaki "Project O.G.I." veya "Propaganda"yı anımsatıyor. Arkadaşlarım, barın "güçlü bir yaşam paradigmasına" sahip, Wes Anderson ile Paul Thomas Anderson ve Krymov ile Grymov arasındaki farkı da bilen entelektüel "Nevrotik"leri cezbettiğini söyledi.

Kulağa cazip geliyor.

Nevrotik'e iniyorum ama orada hiç kadın yok.

Çaresizce, Malaya Semenovskaya Caddesi'ndeki Zoomer kümesine doğru yola koyulmak üzereyim; birkaç ikonik mekanın -3 Numaralı Depo ve Motri- eski bir boya fabrikasında toplandığı yer burası. Tam o sırada iki tatlı kız Nevrotik'e giriyor. İkisi de yirmi yaşlarında, tıp öğrencisi, bol ceketler giymiş, gözleri animelerden fırlamış gibi ve gözle görülür şekilde çakırkeyif. Son iki saatlerini yakınlardaki 1929 barda geçirmişler; özel bir kampanya varmış: 500 ruble karşılığında her kız sınırsız kokteyl alabiliyormuş. "Bu fırsattan yararlanmamak günah olur," diye düşünüp çok eğlenmişler.

Şık gümüş kakülleri ve kedi gözü eyeliner'ıyla Vera'yı ve arkadaşını birkaç poza götürdüm. Daha da neşeli görünüyorlardı ve hoşça sohbet ettik, giderek kaynaştık ve ortak ilgi alanlarımızı keşfettik. Vera soyut resme olan ilgisinden bahsetti, ben de onu ve arkadaşını Nemukhin sergisi için Yeni Tretyakov Galerisi'ne davet ettim.

"Sanırım bu kadar. Vera benim kaderim," diye düşündüm.

Ama beklenti ve gerçeklik bir kez daha dramatik bir şekilde birbirinden ayrıldı. Sahnede barok tekno müzik çalmaya başladığında, Vera ve arkadaşını dansa davet ettim. Yaklaşık iki dakika sonra, kapüşonlu paltolu ufak tefek genç bir adamın yoğun bakışlarını fark ettim. İlk başta arkadaşıyla duvara yaslanıp tereddüt ettiler, ama sonra cesaretlerini toplayıp yanımıza geldiler. Sivilceli, gözlüklü Maksim adında bir adam hemen Vera'ya asılmaya başladı ve çok genç bir randevu seçtiğim için beni azarladı: "Neden küçük çocuklara asılıyorsun, ihtiyar keçi?"

Anlaşılan Maksim, Vera'ya 1929'da kur yapmış. Barmen, Vera'nın adamı reddetmesine yardım etmiş ama sonra onu takip etmeye devam etmiş.

Yapacak hiçbir şey yoktu: Kızı korumak zorundaydım, özellikle de ona göz koyduğum için.

Ona ısrarla defolup gitmesini söyledim.

İçinde derin bir kin besleyen adam, köşede oturup Vera'ya ve bana kaşlarını çatarak bakmaya devam etti.

Tuvalete gittiğimde durum patlak verdi. Orada sadece Maksim'le değil, üç arkadaşıyla da karşılaştım. Beni boş bir bölmede köşeye sıkıştırıp bana zorbalık etmeye başladılar. "Tomurcuklanarak mı ürüyorsun?" diye sordum, kurtulmaya çalışarak ama çocuklar ısrarla Vera'yı unutup akranlarıma odaklanmam konusunda ısrar ettiler.

Zoom'culardan böyle bir çeviklik beklemiyordum; o akşam sanki onları yeniden düşündüm: Cihazlara takıntılı inekler hakkındaki klişeler anında yerle bir oldu.

Çocuklar beni tam bir "chuspan"a dönüştürdüler.

Sonunda bardan ayrılmak zorunda kaldım: sağlığım yenilmez değil ve sağlık hizmetleri günümüzde pahalı. Zoomer deyimiyle, tam bir fiyaskoydu (ya da bizim deyimimizle, bir "başarısızlık").

Ertesi gün Vera'ya yazdım ama cevap vermedi.

Belki Maksim istediğini elde etti ya da daha muhtemel olarak Vera beni unutmuştu. Ya da belki de korkak olduğumu düşündü.

Ama o akşamdan sonra Zoomer'a gitmek istemiyorum. Y kuşağının işi daha basit, daha rahat; kimse sizi bir kulübeye kilitlemez veya kapı pervazına çarpmaz. Aynı kızdan hoşlansanız bile. Nirvana'nın müziği konusunda aynı fikirde olmasanız bile (!).

Ayrıca, bu çılgınlıkların tamamen faydasız olduğumu fark ettim.

Evet, elbette olgun erkekleri tercih eden kızlar var, ama bizimle çıkmaya kayıtsız ve yüzeysel yaklaşıyorlar. Etraflarında onlar için kelimenin tam anlamıyla kavga etmeye hazır onlarca genç varken, neden yaşlanan sana odaklansınlar ki?

Seni sevmeleri pek olası değil; ironik bir şekilde, "yaşlı" bir erkeği şımartmak için seni seçme olasılıkları daha yüksek. Ya da Aziz Patrick Günü'ndeki meme kızlarının dediği gibi, "100.000 dolara ve Dubai'de bir eve hazır ol; onun şeker babası ol."

İşte bu yüzden akranlarımın ısrarla benimle evlenme teklif etmeleri artık eskisi kadar beni korkutmuyor. Eğer sana o kadar ihtiyacı varsa ve dağınık çoraplarına ve yaratıcılığına tahammül edebiliyorsa ne kadar harika.

Görünüşe göre çingene kadın yanılmış.