Moskova

Moskova

14 Aralık 2025 Pazar

Dekabristler'in 200. yılı: Toplumu dönüştüren başarısız isyan mı?



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya’nın 14 Aralık 1825 sabahına çöken soğuk sis, Petersburg'daki Senato Meydanı’ndaki o kısa isyanın izlerini iki yüzyıldır tam olarak silemedi. Aradan geçen 200 yıl, Dekabrist Ayaklanması’nı bir tarih tartışmasına, hafızada yer etmiş bir sembole ve devlet-toplum ilişkisinin şekillendiği anlardan birine dönüştürdü. Bu yıl Moskova’da yapılan değerlendirmeler, Dekabristlerin romantik bir efsaneden ibaret olmadığını, bugün bile yeniden okunması gereken bir miras bıraktığını gösteriyor.

Rus tarihinin dönüm noktalarından biri sayılan Dekabrist Ayaklanması, 14 Aralık 1825’te Çarlık Rusyası’nın kalbinde kopan kısa fakat etkisi yüzyıllara yayılan bir isyan olarak biliniyor. Adının da Aralık ayında yapılmasından alıyor.  Çar I. Aleksandr’ın ölümünün yarattığı siyasi boşluk sırasında bir grup genç subay, Senato Meydanı’nda anayasal düzen kurulması çağrısıyla harekete geçti. Hareket başarısız oldu, liderleri idam edildi, yüzlercesi Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Buna rağmen isyan, sonraki kuşaklar için bir vicdan ve adalet arayışı simgesine dönüştü. Sovyet döneminde bu hikâye iyice romantize edildi, Dekabristler de özgürlükçü kahramanlara dönüştürüldü.

Pek çok Rus tarihçiye göre Dekabristler ayaklanmada yenildiler ancak Sibirya sürgünü onların Rusya’yı toplumsal, kültürel ve siyasi açıdan dönüştürdüğü ikinci bir dönem hâline geldi. Rus tarihçileri bu etkiyi “başarısız bir isyanın başarılı bir modernleşme etkisi” olarak tanımlıyor.

Aristokrat kökenli, iyi eğitimli ve Avrupa görmüş subaylar ile entelektüellerden oluşan Dekabristler, sürgünde bölgenin ilk kütüphanelerini, tiyatro ve müzik topluluklarını, bilimsel dernekleri ve okuma salonlarını kurdu. Yerel idarede modern bürokratik uygulamaları hayata geçirerek Sibirya şehirlerinin kültürel gelişiminde kurucu bir etki yarattılar.

Sürgün dönemi, aristokrat kesimin halkla ilk kapsamlı teması oldu. Dekabristler köylülerin eğitimine katkı sundu, tıbbi ve sosyal yardım örgütledi ve eşitlikçi ilişkiler kurarak Rus liberalizminin 19. yüzyıldaki ahlaki temelini oluşturdu.

Dekabrist eşlerinin Sibirya’ya gitme kararı, Rus kültüründe kadın fedakârlığı ve kamusal görünürlük açısından bir dönüm noktası kabul edildi. Maria Volkonskaya, Ekaterina Trubetskaya ve Aleksandra Muravyova gibi isimler kadın hareketinin sembol figürlerine dönüştü.

Dekabristler Rus edebiyatının “altın çağı” üzerinde belirleyici bir etki bıraktı. Puşkin, Lermontov, Herzen, Turgenev ve Dostoyevski gibi isimler hem isyanı hem de sürgünün yarattığı ahlaki idealizmi eserlerine taşıdı. Bu kuşak, Rus kültüründe “ilk vicdanlı isyancılar” olarak yer edindi.

Ayaklanma başarısız olsa da anayasal düzen, hukukun üstünlüğü ve mutlakiyet karşıtı devlet tasarımı gibi fikirler Rus siyasi kültürüne onların aracılığıyla yerleşti. Reformist hareketler kendilerini Dekabrist geleneğinin devamı olarak gördü.

Sürgünde gösterdikleri tutum, onları toplum gözünde suçlu değil, adaletsizliğe karşı bedel ödeyen kahramanlar hâline getirdi. Bu imge 1905 ve 1917 devrimleri dâhil birçok siyasi hareket için moral ve sembolik bir referans oldu.

Özetle Dekabrist ayaklanmasının başarısızlığı onların etkisini azaltmadı; aksine sürgün, Rusya’nın kültürel, sosyal ve siyasi dönüşümünü hızlandıran bir kaynak hâline geldi. Rus liberalizminin ve devrimci düşüncenin ahlaki temeli büyük ölçüde bu mirasa dayanıyor.

Fakat günümüz Rusya’sında bu anlatı artık yeniden tartışılıyor. Bu hafta Moskova’da Adalet Bakanlığı’nda düzenlenen “Dekabrist Ayaklanmasının 200. Yılı” konulu konferans, hem tarihî olayın hem de bu olayın sonraki yüzyıllarda nasıl yorumlandığının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Katılımcılara göre mesele sadece bir isyan değil, modern Rusya’nın devlet-toplum ilişkileri açısından çıkarılacak derslerle dolu bir süreç.

Kommersant'ın haberine göre konferans, Adalet Bakanı Konstantin Çuyçenko’nun sunumuyla açıldı. Çuyçenko, 1825 isyanına ilişkin önceki eleştirel tutumunun son aylarda değiştiğini belirterek “bazı isyancıların zihinlerinde gerçek bir adalet arayışı bulunduğunu” kabul etti. Ancak hemen ardından, onların eylemlerinin “onur ve asalet kavramlarıyla bağdaştırılmasının zor olduğunu” vurguladı. Bakan, Sovyet dönemindeki destansı Dekabrist portresinin tarihle mesafesiz bir bağ kurduğunu, bunun bugün sağlıklı analizleri engellediğini söyledi.

Çuyçenko’nun sunumunda dikkat çeken noktalardan biri, Dekabristlerin kimliklerine ilişkin değerlendirmesiydi. Ona göre bu subayların çoğu Napolyon Savaşları sırasında Avrupa’yı görmüş, “Batı’nın devrimci havasını solumuş” kişilerdi. Rus aristokrasisinin Batılı eğitim alan, hatta Rusçayı düzgün konuşmayan kesimlerindendiler. Yine de Bakan, onları bugünün “yabancı ajan” söylemiyle karşılaştırmanın hatalı olduğunu, çünkü bu kişilerin dış etkilere maruz kalan değil, kendi siyasi öznesi olan aktörler olduklarını söyledi.

Bakanın konuşmasındaki bir diğer önemli mesaj, isyanın Rusya’nın reform sürecini geciktirdiği iddiasıydı. Çuyçenko’ya göre Aleksandr döneminde hazırlanan ancak tam uygulanamayan yenilikler, ayaklanma yüzünden uzun süre rafa kalktı. Bu nedenle “iyi niyetle başlayan ama hukuk dışı yöntemlere başvuran hareketlerin çoğu zaman geriye dönüş yarattığını” savundu. Konferans katılımcıları bu tezi, günümüz Rusya’sındaki devlet kapasitesi ve dönüşüm tartışmalarıyla ilişkilendirerek ele aldı.

Toplantıda söz alan Birinci Kanal Genel Müdürü Konstantin Ernst ise Rusya’nın “öngörülemeyen bir tarihe sahip ülke” olduğu yönündeki ironiye vurgu yaptı. Ernst’e göre Dekabrist imajı önce Aleksandr Herzen tarafından şekillendirildi, ardından Bolşevikler tarafından geniş kitlelere aktarıldı. Böylece Romanov Hanedanı’nın “reaksiyoner yapısı” ile Dekabristlerin “idealist kahramanlığı” arasındaki keskin karşıtlık kültürel hafızaya yerleşti. Hatta 2019’da çekilen “Kurtuluş Birliği” filmine yönelik saldırgan eleştirilerin bile bu yerleşik algının bugüne uzanan bir yansıması olduğunu hatırlattı.

MGIMO Gazetecilik Fakültesi Dekanı Yaroslav Skvortsov ise hikâyenin genç kuşaklar üzerindeki etkisine dikkat çekti. Rus öğrencilerin hâlâ “Dekabrist romantizmi” ile büyüdüğünü, hatta bazı gençlerin Dekabristleri Puşkin’in Lise geleneğiyle yan yana gördüğünü söyledi. Ona göre bu durum, tarihsel olay ile kolektif hafızadaki idealize edilmiş görüntü arasındaki derin uçurumu gösteriyor.

Kommersant'ın makalesine göre tüm bu değerlendirmeler, Rusya’da iki yüz yıl önceki bir isyanın bugün hâlâ canlı bir tartışma konusu olduğunu gösteriyor. Konferansın ortak mesajı, tarihin yalnızca bir dizi olaydan değil, bu olayların nasıl anlatıldığından da oluştuğu yönündeydi. Katılımcılar, Dekabrist Ayaklanması’nın ne bütünüyle kahramanlık destanı ne de tamamen sorumsuz bir kalkışma olarak görülmesi gerektiğini, gerçek tarihin bu iki uç arasında aranabileceğini vurguladı.

Bazı tarihçilere göre Dekabrist Ayaklanması, Türk tarihindeki 31 Mart Vakası veya II. Meşrutiyet sonrası yaşanan asker-sivil gerilimleri hatırlatan bir yön taşır. Her iki durumda da devleti dönüştürmek isteyen, farklı dünya görüşlerine sahip genç subaylar sahneye çıkmış, düzeni değiştirmek için mevcut iktidara meydan okumuştu. Osmanlı’da modernleşme tartışmaları nasıl ordunun içindeki yeni fikir akımlarını harekete geçirdiyse, Rusya’da da Avrupa’dan dönen subaylar anayasal bir düzen arayışıyla Senato Meydanı’na çıkmıştı. Her iki örnekte de değişim talebi, dönemin siyasal yapısıyla çatışmış ve sonuç kısa sürede bastırılan bir kalkışma olmuştu.


13 Aralık 2025 Cumartesi

Aptallığın Altın Çağı: İnternet ve Sinir Ağları İnsan Zekasının Gerilemesini Nasıl Hızlandırıyor?


Kaynak: https://moskvichmag.ru/

 

Moskviçmag Dergisi’nden Alek Akhundov bir araştırmayı aktarmış.

Rusya Bilimler Akademisi Psikoloji Enstitüsü tarafından Rusların bilime yönelik tutumları üzerine yapılan bir anket, Kasım ayında devlet medyasında yayınlanarak "dünyanın en bilgili ve eğitimli ülkesi" efsanesini çürütmüş. Rusların yaklaşık %20'si Güneş'in Dünya etrafında döndüğüne inanırken, %16'sı insanların ve dinozorların aynı dönemde yaşadığına şüphe duymuyormuş. Ankete katılanların yaklaşık %40'ı cadıların ve büyücülerin varlığına inanırken, yaklaşık %35'i medyumların geleceği tahmin edebileceğine inanıyormuş.

Rusya'daki "dünyanın düz olduğuna inananların" çoğunluğu 18-24 yaş aralığında, yani Z kuşağından. Bir Rus devlet yayını, diğer ülkelerde yapılan anketlerin de neredeyse aynı sonuçları gösterdiğini bildiriyor. Bu, Ruslar arasında dijital aptallık sorununun yarı resmi düzeyde kabul edildiği ilk örneklerden biri olabilir ve belki de bu, ulusal değil küresel boyutlarda bir felakettir.

Eksmo-AST yayınevinin sahibi Oleg Novikov'un yakın zamanda Moskvich Mag'e verdiği bir röportajda belirttiği gibi, Rusya ve ondan önce Sovyetler Birliği, niceliksel göstergeler açısından Avrupa ve Amerika'nın birkaç kat gerisinde kalarak, dünyanın en çok okuyan ülkeleri arasında hiçbir zaman gerçekten yer almamıştır. İyi kitaplar ve dolayısıyla kaliteli bilgi, Sovyet döneminde kıt kaynaklardı; spekülasyon konusu oluyor ve gizlice satılıyordu. Birçok Sovyet insanı, genel halkın erişemediği (lüks eşya olarak görülen) ev kütüphanelerindeki kitap sayısını, zenginlik düzeyleriyle bile ilişkilendiriyordu.

Bilgi ve birikim taşıyıcısı olarak kitaplar ve uzun metinler, en azından Z kuşağı için geçmişte kaldı. Onların başlıca bilgi kaynağı internet ve bilgi dünyasına (kelimenin tam anlamıyla) rehberleri yapay zekâ. İnternet ve sinir ağları gerçekten insanları aptal mı yaptı?

Guardian gazetesi yakın zamanda "Aptallığın Altın Çağında mı Yaşıyoruz?" başlıklı bir makale yayınladı. Makale, MIT araştırmacısı Natalia Kosmina'nın iki grup denek üzerinde yaptığı araştırmayı anlatıyor: bağımsız olarak makale yazanlar ve yazma süreçlerinde internet arama motorlarını ve ChatGPT'yi kullananlar. İkinci grupta, beyin dalga formları bilişsel işlevler, dikkat ve yaratıcılıkla ilişkili beyin aktivitesinin minimum düzeyde olduğunu gösterdi. Çalışmaya MIT ve diğer üniversitelerden öğrenciler katıldı. Makalelerini bitirdikten sonra, kendi metinlerinden bir alıntı yapmaları istendi ve Kosmina'ya göre, ChatGPT kullanıcılarından hiçbiri tek bir kelime bile hatırlayamadı.

"İnsan zekasının ve yaratıcılığının zirvesi, evriminin doruk noktası, insanlığın 60 yıl boyunca geri dönemeyeceği bir yer olan aya ayak bastığı 1960'lar ve 1970'lerde yaşandı. Makine öğrenimi ve yapay zeka alanındaki araştırmaların temelleri atıldı," diyor psikoloji doktorası sahibi ve Moskova Ulusal Araştırma Üniversitesi Enerji Mühendisliği Enstitüsü'nde doçent olan Alexander Beloborodov. "O zamandan beri insan zekası geriliyor. Bu, gelişmiş ülkelerdeki okul çocukları ve öğrenciler üzerinde yapılan kitlesel testlerin sonuçlarıyla gösteriliyor."

Uzmana göre, araştırmalarda elde edilen zeka göstergeleri, dijital öncesi çağda doğan "X kuşağı" ve "Y kuşağı"na kıyasla "Zoomer" ve "Alfa" kuşaklarında her yıl düşüş gösteriyor. Beloborodov, 2022 ve sonrasında doğan sinir ağları kuşağı olan geleceğin "Beta" kuşağının ise daha da kötü bir bilişsel gelişim göstereceğine inanıyor.

Beloborodov sözlerine şöyle devam ediyor: "Beynin gelişmesi için dinlenmeye, rahatlamaya ve meditasyona ihtiyacı vardır. Beyin genellikle insan vücudundaki en çok enerji tüketen organdır. Ancak modern insanlarda neredeyse hiç dinlenmez. Sabah uyandığımız andan gece geç saatlere kadar, çevrimiçi haberlerden oluşan sonsuz bir boş bilgi akışını pasif bir şekilde işlemekle meşgulüz. İnsanların işe gidip gelirken toplu taşıma araçlarında ve hatta iş yerinde ne yaptıklarına bir bakın? Sürekli olarak haber akışlarında, videolarda ve sosyal medyadaki hikayelerde gezinip, altlarına yorum yazıyorlar. Bu, modern bir insanın beyin aktivitesinin neredeyse tamamını tüketiyor. Sonuç olarak, beyin bu bilgi seline dayanamıyor ve aktivitesi hızla düşüyor."

Uzman, Moskvich Mag'in diğer röportaj yaptığı kişilerin de yakın zamanda dile getirdiği bir başka duruma dikkat çekiyor . Beloborodov'a göre, dijital bağımlılık toplumun en yoksul kesimlerinde daha yaygın ve muhtemelen en az iki sınıfa yeni bir bölünmeye yol açıyor: değerli analog bilgiye erişimi olanlar ve düşük kaliteli dijital alternatiflerin tüketicileri.

Beloborodov, ortaya çıkan ikinci sınıf hakkında şunları söylüyor: "İnternet ve dijital teknoloji, onlar için manevi bir boşluktan, gerçeklikten bir kaçış ve internet bağımlılığı dünyasına giriş yolu haline geldi. Varlıklı insanlar dijital sarhoşluğa daha az yatkındır çünkü hayatları internet olmadan bile canlı olaylarla doludur. Dopamin ve duyguları sanal değil, gerçek ortamda elde edebilirler."

St. Petersburg'daki IMISP işletme okulunda profesör ve dijital dönüşüm uzmanı olan Andrey Nesterov, bir kişi bir görevi makineye devrettiğinde beyinde neler olduğunu ayrıntılı olarak şöyle açıklıyor: "Harvard Tıp Fakültesi tarafından 2023 ve 2025 yılları arasında yapılan araştırmalar, analiz, şüphe ve karmaşık akıl yürütmeden sorumlu alan olan prefrontal korteksteki aktivitede bir azalma olduğunu gösteriyor. Buna bilişsel yük boşaltma deniyor; hafıza ve düşüncenin dışsallaştırılması. Beyin anlam üreticisi olmaktan çıkıp giderek bir düzenleme mekanizması olarak işlev görüyor; doğrulama, seçme ve düzenleme yapıyor."

Değerli analog ve ucuz dijital bilgiye ilişkin olarak Nesterov şunları söylüyor: "Kaynaklarla çalışma ve kişisel işlem ortadan kalktıkça bilgi değer kaybeder. Bugün herhangi bir okul çocuğu birkaç dakika içinde bir makaleye ulaşabiliyor. Bilginin gereksiz olduğu, bir soru formüle edebilmenin yeterli olduğu yanılgısı ortaya çıkıyor. Bu, ucuz dijital bilgi (hızlı cevaplar, şablonlar ve özetlemeler) ile pahalı analog bilgi (birincil kaynakları okuma, argüman oluşturma ve karmaşıklıkla başa çıkma yeteneği) arasında bir ayrım yaratıyor. Ve yeni bilişsel sermaye de ikincisi oluyor."

Rusya Federasyonu Hükümeti'ne bağlı Finans Üniversitesi İngiliz Dili ve Mesleki İletişim Bölümü'nde öğretim görevlisi olan Svetlana Zolotareva, yeni bir sosyal teşhisin ortaya çıkışını şöyle değerlendiriyor: "Bilişim teknolojisi gelişme düzeyi ile gençlerin, özellikle de mesleki eğitim gören öğrencilerin, dijital cihazları kontrolsüz kullanmalarından kaynaklanan olumsuz sonuçlar hakkındaki kamuoyu endişesi arasında giderek artan bir uçurum var. Eğitimciler, öğrenciler arasında görülen 'dijital bunama' sosyal sorununa çözüm bulmalı ve öğretimde önleyici tedbirler uygulamalıdır."

Uzmana göre, bilgi teknolojisinin kullanımının hem gerekli hem de kolay hale geldiği koronavirüs pandemisi, eğitimde "dijital bunama"nın ortaya çıkmasında kilit bir faktör olarak değerlendirilebilir. Zolotareva şöyle devam ediyor: "Tamamen yeni bir genç nesil ortaya çıktı: Z kuşağı veya dijital yerliler. Onlar için bilgi teknolojisi sosyal bir yenilik değil, örneğin cep telefonu veya hızlı internet erişiminin olmazsa olmaz olarak görüldüğü tanıdık bir ortam. Bu, toplumun dijitalleşmesinin dış ve iç faktörleri arasında bir uyum yanılsaması yaratıyor. Ve 'dijital yaşam tarzının', özellikle en aktif tüketicileri -üniversite öğrencilerini- etkileyen bir dizi psikolojik probleme ve bağımlılığa yol açtığı yadsınamaz."

Moskvich Mag'in görüştüğü ve dijital aptallığı geniş kapsamlı sonuçları olan bir felaket olarak gören uzmanların sayısı, durumu abartmamaya çağıran ve alışılagelmiş tarihsel benzetmeleri (ilk matbaa makinelerini yok eden Ludditler veya 1980'lerde cep hesap makinelerini eğitimin düşmanı olarak gören eğitimciler) kullananların sayısına neredeyse eşit. Ancak her iki grup da henüz küresel bir "dijital bunama" salgınını önlemek için etkili görünen önlemler bile önermeye hazır değil. Araştırmacılar zaten bunun açık belirtilerini rapor ediyor ve felaket sonuçları sürekli olarak kendini hissettiriyor.

12 Aralık 2025 Cuma

“Kürk mantolu” Rus mutfağı…

 


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Rus mutfağı geniş bir coğrafyanın, sert iklim koşullarının ve tarih boyunca etkileşimde bulunduğu çok farklı kültürlerin izlerini taşır.

Slav geleneklerinin yanı sıra Türk, Kafkas, Baltık, Fin ve Orta Asya mutfaklarının etkileri Rus sofralarında açık biçimde görülür. Bu çeşitlilik, Rus mutfağını hem zengin hem de doyurucu bir gastronomik kültür haline getirir.

Rus yemeklerinin en belirgin özelliği, besleyici, sıcak ve tok tutucu olması.

Bunun temel nedeni ise, tahmin edilebileceği gibi, uzun kışların hâkim olduğu bir coğrafyada insanların enerji veren ve dayanıklılığı artıran yiyeceklere ihtiyaç duyması. Bu yüzden çorbalar, et yemekleri ve hamur işleri Rus mutfağının omurgasını oluşturuyor. Ayrıca ekşi tatlar, fermente ürünler, turşular ve süt ürünleri de önemli bir yer tutuyor. Diğer yandan, Rus yemeklerine yöneltilebilecek eleştiri, yağlı olması ve mayonezin fazla kullanılması.

Temel özellikler

1-Çorbalar

Rusya’da çorba yalnızca bir başlangıç değil, çoğu zaman ana yemek kadar doyurucudur. Et suları, lahana, patates ve kök sebzeler kullanılan temel malzemeler.

2-Fermente kültürü

Kvas (ekmeğin mayalanmasıyla yapılan popüler bir içecek-aşağıdaki fotoğraf), kefir, turşular ve ekşi lahana gibi fermente ürünler Rus sofralarının vazgeçilmezi.

3-Hamur işi ağırlığı

Pelmeni, pirojki ve blini gibi hamur işleri hem günlük yaşamın hem de bayramların bir parçası.

4- İklimin etkisi

Patates, pancar, lahana, havuç, sığır eti ve balık gibi dayanıklı malzemeler mutfakta öne çıkar.

Ünlü yemekler

Çorbalar

Borşç (Borş çorbası-Aslen Ukrayna kökenli): Pancarlı, et veya sebze tabanlı, ekşi tatlı bir çorba.

 

Şçi (Lahana çorbası): Beyaz lahana veya ekşi lahana ile yapılır.

Solyanka (Solyanka çorbası): Ekşi tatlı aromalı, etli, zeytinli ve salçalı bir çorba.

Okroşka (Soğuk yaz çorbası): Patates, sucuk, sebze ve kefir-kvas karışımıyla yapılan soğuk çorba.

Ana yemekler

Kotleta po-Kievski (Kiev usulü tavuk): Tavuk göğsü, sarımsak, tereyağı, otlar, yumurta ve galeta unu ile hazırlanan, Ukrayna’da da popüler bir yiyecek.

Pelmeni (Sibirya mantısı): Etli küçük mantılar, Rusya’nın en ikonik yemeklerinden biri.

Befstroganov (Beef Stroganoff): Mantarlı krema sosunda pişmiş yumuşak et.

Şaşlık (Şiş kebap): Orta Asya ve Kafkasya kökenli. Marine edilmiş kuzu, dana ya da domuzdan yapılıyor.

Golubtsı (Lahana sarması): Lahana yaprağına sarılmış kıymalı iç harç.

Kotleti (Köfte/panayla kotlet): Pane kaplanmış yumuşak köfte.

Kaşa (Karabuğday lapası): Özellikle greçka Rus sofralarında çok yaygın. Taze veya kuru meyve, reçel, peynir, tereyağı, sebze, kuruyemiş veya bal gibi birçok ek malzeme ile çeşitlendirilebilir.

Pirojki/Pirogi (Dolgulu poğaça-börek): Et, patates, lahana, mantar veya tatlı dolgulu hamur işleri.

Balık yemekleri

Ribniy Sup (Balık çorbası/Uha): Et suyunda pişmiş hafif bir balık çorbası.

Graavilohi/Gravlax: İskandinav kökenli somonla hazırlanan fermente bir yiyecek. Soğuk iklim nedeniyle tütsülenmiş ve tuzlanmış balık önemli yer tutuyor.

 

Ünlü salatalar

Rus mutfağı özellikle salatalarıyla dünya mutfaklarında iz bıraktı.

Olivye Salad (Rus salatası/Olivye): Patates, bezelye, havuç, yumurta ve mayonezli klasik karışım.

Vinegret (Pancar salatası): Pancar, lahana turşusu, patates ve havuçlu ekşi bir salata.

Selyodka pod şuboy (Kürk mantolu ringa/Şuba): Ringa balığı, pancar, patates, yumurta ve havuç katmanlarından oluşan meşhur salata. Katmanlar bir kürk manto gibi balığı sardığı için bu ilginç adı taşıdığı düşünülüyor. (Aşağıdaki fotoğraf)

 

Mimoza Salad (Mimoza salatası): Balık konserveleri ve rendelenmiş yumurtanın kat kat dizildiği hafif salata.

Tatlılar ve hamur işleri

Blini (Krep/ince pancake): Geleneksel olarak balık yumurtası, bal, peynir veya reçelle yenir.

Sırniki (Lorlu kızartma tatlısı): Tvorog denilen lor benzeri peynirle yapılıyor.

Pasha (Paskalya tatlısı): Lor, krema ve kuru meyvelerle yapılan kalıplı tatlı.

Medovik (Balkekli pasta): Kat kat bal aromalı yumuşak bir pasta.

 

Kürk mantolu ringa tarifi:

Malzemeler (6–8 kişilik)

2 adet tuzlu ringa balığı filetosu

3 adet orta boy patates

2 adet havuç

2 adet büyük pancar

1 adet kuru soğan

3–4 adet haşlanmış yumurta (isteğe bağlı)

300–400 g mayonez

Tuz-karabiber (isteğe bağlı)

Sebzeler mutlaka kabuklarıyla haşlanır; böylece lezzet ve renk kaybolmaz.

Patates, havuç ve pancarı kabuklu şekilde haşlanır.

Soğuduktan sonra kabuklarını soyulur.

Hepsini ayrı kaselere rendelenir.

Tuzlu ringalar küçük küpler halinde doğranır.

Soğan ince ince kıyılır

Ringa balığı

 Büyük bir servis tabağına kat kat şu sırayla dizilir:

1-Ringa balığı

2-Üzerine doğranmış soğan

3-Rendelenmiş patates + ince bir tabaka mayonez

4-Rendelenmiş havuç + ince bir tabaka mayonez

5-İsteğe bağlı: rendelenmiş yumurta

6-Rendelenmiş pancar (en üst kat)

7-Üzeri güzelce mayonezle kaplanır (bu, balığın “kürk mantosu” oluyor)

8-Salata buzdolabında en az 4–6 saat, ideal olarak bir gece dinlenmeli.

9-Katmanlar birbirine oturunca gerçek lezzet ortaya çıkar.

Servis

Soğuk servis edilir.

Genellikle üçgen dilimler halinde pastamsı şekilde kesilerek sunulur.

Üzerine dereotu veya yumurta rendesiyle hafif süsleme yapılabilir.


Riki tiki tambo

 


Riki tiki tambo

 

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/riki-tiki-tambo/


İrina’nın kızkardeşi doğum yapmıştı. Bebeğin annesininki gibi masmavi gözleri vardı.

Hepimiz sırayla kutladık.

Ben içimden yaşadığımız sorunları düşünerek bütün bu dertlerin son bulduğu huzur ve barış içinde bir dünyada büyümesini temenni ediyorum.

Dünyamızın bütün güzelliklerinin yanısıra ne yazık ki sorunlar da yeni doğan yavrularımızı bekliyor. Keşke elimizden gelebilse de onlara daha yaşanabilir bir dünya bırakabilsek.

Ne zaman bir yakınımın çocuğu doğsa hemen aklıma Nazım Hikmet’in güzel şiiri gelir:

“Hoş geldin bebek

yaşama sırası sende

senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma

ince hastalık yürek enfarktı kanser filan

işsizlik açlık filan

tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını

kuraklık falan,” diye başlar.

Biz de adettendir ya, “Analı, babalı büyüsün” diye temennide bulunuruz doğum kutlamalarında.

Ayrıca yavrumuzun barış içinde yaşanan sağlıklı, mutlu, uzun bir ömrünün olmasını diliyoruz.

***

Bizim Serkan’ı artık tanıyorsunuz. Tepkilerini ve garip sorularını da…İrina, kızkardeşinin hastaneye yatırıldığını söylediğinde, “Nesi var onun?” diye sormuştu.

İrina’nın cevabı da az ilginç değildi:

“Bilmiyorum.”

Ben, “Serkan’cım, insanlar her zaman olumsuz şeyler yüzünden hastaneye yatmıyor, bazen iyi şeyler için de hastaneye gidiliyor” diye uyarıyorum.

Gülüşmelerden sonra Serkan, “Haaa!” diye bağırıp, nihayet anladığını ilan etmişti.

Serkan, “İsmi belli oldu mu?” diye soruyor.

“Bir kaç isim düşünüyorlar, ama henüz karar vermediler.”

***

Ruslar genellikle geleneksel isimleri tercih ediyorlar.

Bir kaç yıldır Rusya’da bebeklere konulan en popüler isimler erkeklerde Aleksandr, kızlarda Sofiya imiş.

Moskova'da yeni doğan bebeklere verilen diğer popüler kadın isimleri Anna, Maria, Eva ve Vasilisa’ymış. Erkekler arasında en popüler diğer isimler ise Mikhail, Lev, Maksim ve Mark olmuş.

Moskova Evlendirme ve Nüfus Kayıt İdaresi (ZAGS) geçen sene yeni doğan çocuklara verilen en sıra dışı isimleri de açıklamış. 

Bazı ebeveynler kız çocuklarına Feya, Blagodariya, Rossiyana gibi isimler koymuşlar. 

Ellada, Malina, Vesna, Angela, Nektarina, Apreliya, Vselena, Severina da yılın en sıra dışı isimleri arasındaymış.

Moskova'da geçen sene erkek çocuklar için Spartak isminin de daha popüler hale geldiği, önceki seneye göre dört kat daha fazla tercih edildiği belirtilmiş. 

***

Gündelik hayatta Aleksandr'ı Saşa, Yelena'yı Lena, Mihail'i Mişa, Pavel'i Paşa diye kısaltan, özetle tüm isimlerin "kısa verisyonunu" tercih eden Ruslar, son dönemde "kağıt üzerinde" de olsa çocuklara ikili ve hatta üçlü isimler vermek gibi yeni bir moda başlatmışlar:

Moskova’da geçen yıl yeni doğan bebeklere sıklıkla çift, üçlü ve hatta dörtlü isimler verilmiş. 

ZAGS tarafından yapılan açıklamaya göre, çift isimli bebeklerin çoğunun isimleri arasına boşluk konulurken, bazı ebeveynler defis (-) ile ayrılmış isimleri tercih etmişler.

Erkek çocuklarına verilen bazı isimler: Aleksey-Nikolay, Yan-Roman, Mark-İosif, Egor-Luka, Grigoriy-Maksim, Yevgeniy-Yan, Avgustin-İvan, Lev-Aleksandr. 

Kız çocuklarına verilen bazı isimler: Luna Kristal, Avrora Mari Viktoriya, Eva-Gabriel, Taisiya-Antonina, Mariya-Viktoriya, Tatyana-Sofiya

Yetkililer, özellikle “Anna” ve “Eva” isimlerinin çift isim olarak sıkça tercih edildiğini belirtmişler.

Öne çıkan bazı Anna ile başlayan isimler: Anna-Mariya, Anna-Yelizaveta, Anna-Aleksandra.

Ayrıca, “Eva” ile başlayan çift isimler de yaygın olarak kullanılmış. Moskova’da doğan bebeklerden bazılarının ismi Eva-Mariya, Eva-Yeseniya, Eva-Diana olmuş.

Yetkililer, çift ve üçlü isim verme trendinin Moskova’da giderek yaygınlaştığını ve ebeveynlerin çocuklarına özgün ve farklı isimler koyma eğiliminde olduklarını vurgulamışlar. Medyaya yansıyan haberlere göre özellikle Moskova'daki ebeveynler, yeni doğan bebeklerine isim vermek için giderek daha fazla sayıda ismin "karmaşık tasarımlarını" buluyor.

Verilen örneklerden, kimilerinin "hikayesi olan isim", kimilerinin ise "aristokrat görünme" derdinde olduğu anlaşılıyor.

Moskova Nüfus Dairesi Başkanı Svetlana Ukhaneva, geçen yıl resmen kayda geçen bu kapsamdaki bazı isimleri örneklemiş:

Kızlarda Aleksandra Flor de Maria, Anastasia Aleksandra Annabella, Mia Nadejda Nancy, Aurora Frederica, Adelina Victoria.

Erkeklerde Adrien Jules Mişel, Aleksandr Mişel Boris, Saveliy-Svyatoslav.

Bu durumda nüfus kayıtlarına Ruslarda adet olan baba adı da eklenirse örneğin şöyle bir kimlik kaydıyla karşılaşmak mümkün: Anastasia Aleksandra Annabella Sergeyevna İvanova.

***

Biz bu muhabbeti sürdürürken İrina, ilginç bulduklarını kardeşine fikir vermek için not alıyordu.

İrina’nın kızkardeşinin bebeğine hangi isim konulacağını konuşurken konu dallanıp budaklanmıştı.

İgor, “Aslında bir insanın ömrü boyunca taşıyacağı isim meselesi önemli. Düşünmeden verilen isimler çocuklar için sonradan yaşamlarında zorluklar yaratıyor,” diyor.

“Farklı kültürlerde farklı gelenekler oluşmuş çocuklara isim vermek konusunda,” diyorum.

İspanyollar iki soyadı kullanır, isimlerinin bu kadar uzun olmasının sebebi de budur. İlk soyad annenin soyadı, ikinci soyad ise babanın soyadıdır. Yani bir kimse iki dedesinin de soyadını aynı anda taşır.

Bizim bir okul, mahalle, asker arkadaşımızdan bahseder gibi “Che” diye bildiğimiz Ernesto Che Guevera’nın adı ne kadar kısa görülüyor değil mi?

Ama meğer öyle değilmiş. Medya Günlüğü’nde daha önce de yazıldığı gibi, kısa, akılda kalıcı ve gösterişsiz bir isim olan “Che”, Arjantin’de dikkat çekmek için kullanılan, Türkçeye “hey sen!”, “dostum” ya da “hemşerim” olarak çevrilebilecek bir sözmüş.

Kübalı arkadaşları bu yabancı kelimeyi onunla özdeşleştirip ona bu lakabı takmışlar. Bu kelime genellikle arkadaşlar arasında, samimi ortamlarda kullanılıyormuş. Che Guevara’nın doğum belgesinde ise adı Ernesto Guevara olarak geçer, ancak bazen bazı belgelerde Ernesto Rafael Guevara de la Serna olarak da kaydedilmişti.

İspanyolca konuşulan ülkeler isimlerin uzun olmasıyla ünlü. İspanyol futbolcuların oynadığı maçlarda spikerler oyuncuların adını tam okumaya kalksa sonu gelene kadar maç biter veya sizin uykunuz gelir.

İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Picasso dünyanın en uzun isimlerinden birine sahipmiş galiba.

20. yüzyılın en çok tanınan sanatçılarından Picasso'nun tam ismini yazmak yaklaşık iki satırınızı alıyor: Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso.

İgor, “İsim değil, destan mübarek!” diyor.

Serkan araya giriyor:

“Yeni Zelanda doğumlu emekli güvenlik görevlisi Laurence Watkins, 2 bin 253 isimden oluşan tam adıyla Guinness Dünya Rekorları’na girmiş. Adını 1990’da değiştiren Watkins, o günden beri 'dünyanın en uzun ismi' rekorunu elinde tutuyormuş. Tam adını okumak ise yaklaşık 20 dakika sürüyormuş.”

“Vay vay vay!”

“Watkins’in adı, altı sayfaya yayılan doğum belgesinde ve eski pasaportunda özel düzenlemeler gerektirirken, yeni yasalar sonrası Yeni Zelanda vatandaşları artık 70 karakteri aşan isim kullanamıyormuş.

Sosyal medyada tekrar gündeme gelen Watkins, günlük yaşamında adını Laurence Alon Aloy Watkins olarak kısaltıyormuş.”

***

Serkan, “Çinlilerin isimleri ne kadar kısa halbuki, d’il mi abi? Mesela Çin Devlet Başkanının ismi Şi Cinping,” diyor.

“Öyle miymiş acaba?” diye gülüyorum ve çocukluğumdan hatırladığım bir hikaye var, onu anlatmaya başlıyorum.

Ben küçükken akşamları radyoda yayınlanan ‘Uykudan Önce’ diye bir çocuk programı vardı, o programda dinlemiştim. Benim yaşımdaki pek çok kişi muhtemelen birkaç kere denk gelip, dinlemiştir.

Her şeyi kolayca hatırlamam, ama nasıl olduysa hikayedeki Çinli çocuğun tuhaf ismini seneler geçmesine rağmen unutmadım: “Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa”.

Söylemesi bile ne kadar zor değil mi?

Ancak ne tuhaf, seneler geçmesine rağmen bu isim ezberimden kaybolmadı.

Hikaye şöyle:

İki küçük Çinli kardeş evlerine yakın bir bahçede oynuyorlarmış.

Koşturmaca, kovalamaca sırasında Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa isimli daha küçük olanı bahçenin kuyusuna düşmüş.

Şükürler olsun bir yaralanma olmamış, ama zavallı çocuk derin kuyudan çıkamıyormuş. Abisi yardımına koşmuş, ancak elinden bir şey gelmemiş.

Zavallı küçük oğlan kuyunun dibinde çırpınıp yardım istiyormuş.

Abisi, yardım istemek için panik içinde sağa sola koşmuş, bir yandan da bağırarak olayı anlatıyormuş:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa kuyuya düştü. N’olur yardım edin.”

Komşularda da bir telaş. Koştururken onlar da rastladıklarına durumu anlatıp, yardım istiyorlarmış:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa kuyuya düşmüş, koşun.”

Bu uzun ismi tekrarlayarak olayı anlatırken zaman geçiyor, geç kalınıyormuş, panik de artıyormuş haliyle.

Neyse küçük çocuk sonunda kurtarılıyor. Çinliler bundan bir ders çıkarıp çocuklarına artık uzun isimler koymamaya karar veriyorlar.

Bu, eğlencelik, kurmaca bir masal tabii ki.

Serkan’ın hoşuna gidiyor. Sanki darbuka ritmiymiş gibi tekrarlamaya başlıyor:

“Riki tiki tambo nasirambo hariparipuşki paripumpa.”

***

Serkan, okuduğu bir haberi aktarıyor.

Sputnik’in haberine göre Dakar’dan Brüksel’e seyahat eden bir uçakta beklenmedik bir olay yaşanmıştı. Uçuş sırasında bir hamile yolcunun doğum sancıları başlamış, mürettebat ve yolcuların yardımıyla sağlıklı bir doğum gerçekleşmişti.

Anne, dünyaya gelen bebeğine "Fanta" ismini vermişti. Bu alışılmadık isim, kısa sürede sosyal medyada gündem olmuştu. Sosyal medya kullanıcıları dururlar mı, hemen bebeğin adıyla ilgili hem esprili hem de ilginç yorumlar yapmışlardı.

“Ne yani, bebeğin ismini sarı kola mı koymuşlar?” demiş biri.

“Niğde gazozu daha güzel olurdu,” demiş bir diğeri.

Bir sosyal medya kullanıcısı, "Hayatı fantastik olur umarım" yorumuyla dikkat çekerken, bir diğer kullanıcı, "Sprite ağlamaya gitmiş olabilir" diyerek olaya mizahi bir yaklaşım getirmiş.

Bizde de ilginç şeyler oluyor.

Aydın’da yaşayan bir çift dünyaya gelen erkek çocuklarına Japon iş adamı ve mühendis, ünlü otomobil markası Honda'nın kurucusu Soichiro Honda'nın ismini vermiş.

Baba, 7 yaşından beri motosiklet tamir ve bakımıyla uğraştığını belirterek, "Motosikletleri çok seviyorum. Bir gün çocuğum olursa ismini Honda koyacağım diye hep hayal ediyordum. Oğlumun ismini Honda koydum. Hayalim gerçek oldu. Çok mutluyum" demiş.

Karısı da eşini destekliyor, "Evlilik sürecinde eşimle sürekli bu isim konusunu konuşuyorduk. Söylediğinde hemen kabul ettim. Ben de motosiklet tutkunuyum. Aynı zamanda eşimle birlikte tamir işi yapıyoruz. Soichiro Honda'nın geçmişini de bildiğim için bunu kabul ettim. İnşallah vatanına, milletine hayırlı bir evlat olur" diye konuşmuş.

***

İgor, geleneksel isimleri tercih ediyor. Bu konuda da biraz muhafazakar.

Onun bu konudaki ısrarlı düşüncelerini bildiğimden biraz kızdırmak istiyorum.

“Rusya’da Z kuşağından gençler, isimlerinden ve özellikle de bunlardan türeyen baba adlarından (otçestvo) giderek daha fazla rahatsız olmaya başlamış,” diyorum.

Bildiğimden değil, gazetelerden okuduğum haberlerden.

Sosyal medyada ve internet forumlarında bu konu üzerine yoğun bir mizah akımı oluşmuş durumdaymış güya. Gençler, “İgoreviç” ya da “Denisovna” gibi baba adlarının kulağa komik geldiğini ve kendilerini ciddi bir şekilde temsil edemediği düşüncesindeymiş. Özellikle erkek isimlerinden türetilen baba adlarının alay konusu olması, bu tartışmayı daha da alevlendiriyormuş. Örneğin, İgor isminin “İgoreviç” olarak kullanılması, bazı gençler tarafından “trajik” bulunuyormuş, zira "İgoreviç" isminin içindeki "gore" dert, sıkıntı anlamına geliyor. Ayrıca bu isim için “adeta çocuk masalı kahramanı gibi” yorumları da mevcut. Rusçada gerçekten de sık sık Popoviç ve Nikitiç gibi isimler içeren masallar mevcut.

İgor’a oğlu Maksim’in böyle dertleri var mı?” diye soruyorum.

Aldırmaz bir tavırla gülüyor, “Saçma,” diyor.

***

Konuyu yine uzattık, gülmelik bir anektodla bitirelim.

Serkan, Moskova’da bir inşaat şirketinde çalışan Karadenizli arkadaşının anekdot tadında hikayesini anlatıyor.

Ahmet, yeni doğan kızına Nihamsi ismini koymak ister, nüfus memuru böyle isim olmaz diye itiraz eder.

Ahmet, hamsi balığının hastasıdır.

Tavasını, buğulamasını, pilavlısını, hepsini çok sever.

Ne var bunda, ağzının tadını bilen herkes sever diyeceksiniz; ama Ahmet’in sevgisi bir başka. Balıkçı olan ailesinin ekmek kapısı da hamsidir zira.

Ahmet, ısrar eder, kızının adını koymakta. Nüfus memuruna:

“Haçan memur bey, Nilüfer ismi olur da niye Nihamsi ismi olamıyormuş? Bi anlat bana daaa!”

Nüfus memuru, şaşırmış, susmuş, öyle bakıyormuş.

Ahmet, devam etmiş:

“Lüfer de balık, hamsi de... Öyle değul mi?”

7 Aralık 2025 Pazar

"Sinekten fil yaratmak" deyiminin anlamı nedir?



Kaynak: https://www.gw2ru.com/

 

Anna Popova yazmış.

"не делать из мухи слона" ("ne delat iz mukhi slona" veya "sinekten fil yaratma").

Rusçada bu deyim esas olarak sıradan olayların, fazla da önemli olmayan şeylerin büyütülmesi, sorun haline getirilmesi durumunda kullanılmaktadır.

Bu deyim, sıradan bir olaya gereğinden fazla önem verildiğinde kullanılır.

Deyimin kökeni çok eski zamanlara dayanır: MÖ 2. yüzyılda yazar Lucian, 'Bir Sineğin Övgüsü' adlı eserinde bu deyimi kullanmıştır.

Yunancadan gelen bu ifade daha sonra Avrupa dillerine geçmiştir; örneğin Fransızca bir ifadenin izini sürerek Rusçaya girmiştir.

İngilizce karşılığı ise şöyledir: "Köstebeği dağa dönüştürmek."

Türkçede de benzeri bir deyim vardır: “Pireyi deve yapmak.”

Yani bütün bu kültürlere ait dillerde anlatılmak istenen asıl mesele sonuçlara varmak için acele etmemek, olup biteni olduğundan fazla abartmamak gerektiği.

Rusya'da yılın kelimesi seçildi: Tревожность


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da "yılın kelimesi" projesinin halk oylaması sonuçlarına göre yılın kelimesi "тревожность" (trevojnost, kaygı) oldu.

İnternet kullanıcıları tarafından önerilen diğer adaylar arasında "вера" (vera, inanç), "договорнячок" (dogovornyaçok, gizli ayarlanmış anlaşma ima eden argo), "кринж" (krinj, cringe, utandırıcı durum) ve "мир" (mir, barış) yer aldı.

Oylama, Çitay Gorod kitap zincirinin sitesinde yapıldı ve sonuçlar RİA Novosti tarafından aktarıldı.

Kommersant'ın aktardi[i açıklamada, "тревожность" (trevojnost, kaygı) kelimesinin «Halkın Sözü» kategorisinde birinci olduğu belirtildi. Bu kategoride adaylar doğrudan internet kullanıcıları tarafından önerildi. Projenin organizatörleri arasında Lingva imprints, Mir i Obrazovaniye yayınevi ve Skvortsovskiye Okumaları filoloji projesi yer aldı.

Uzman gruplarının belirlediği diğer kategorilerde ise «Beşeri Alan» bölümünde "ИИ" (i-i, yapay zeka / YZ), «Teknosfer» bölümünde "Промпт" (prompt, komut / istem), «Argo» bölümünde ise "Окак" (okak, şaşkınlık veya sert tepki ifade eden argo) yılın kelimesi seçildi. Bu terimler, uzmanlara göre 2025 yılı dil kullanımındaki yeni eğilimleri yansıtıyor.

5 Aralık 2025 Cuma

Primakov ve Doktrini

 


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Vladimir İvanoviç, mutfak masasının üzerindeki Yevgeni Primakov’un “Rusların Gözüyle Ortadoğu” isimli kitabını gösterip okudun mu diye sordu.

Okumuştum. Ancak bugünlerde Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kahredici olaylar, peş peşe gelen üzücü haberler ve bazen de iyimser anıma denk gelip acaba kalıcı bir barış sağlanabilir mi diye ümitlendiren küçücük gelişmeler nedeniyle bir kez daha, dikkatle okumaya karar vermiştim.

Açık söylemek gerekirse karamsar halim daha ağır basıyor; mevcut durumda ne yazık ki iyimser olmak çok zor.

Ancak ümidimi kaybetmeyi de kendime yakıştıramıyorum.

Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler,” diye yazmış.

Vladimir İvanoviç, “Ne güzel ifade etmiş,” diyor.

Mutfakta kitap okuyup, çalışmayı seviyorum. Hem orası bizim aynı zamanda Vladimir İvanoviç’le muhabbet mekanımız. Kahvemiz ve çayımız da hemen yakınımızda.

Tesadüf bu ya, günlerden 29 Ekim idi ve milenyumun başında Rusya’nın en önde gelen devlet adamlarından ve siyasi figürlerinden olan kitabın yazarı Yevgeni Primakov’un doğum günüydü.

“Primakov, kitabın Türkçe baskısı için 14 Mayıs 2009’da yazdığı önsözde ‘Maalesef günümüz dünyasının meseleleri genelde hâlâ yeteri kadar karmaşıktır. Soğuk Savaş sona erdiğinde dünya çapında gelişmelere doğru buhransız bir hareket başlayacağı daha yakın zamanlara kadar düşünülmekteydi. Şimdilik bu umutlar gerçekleştirilememiştir,’ diye yazmış,” diyorum.

Vladimir İvanoviç, “Aradan geçen onca seneye rağmen maalesef değişen bir şey yok. Ve belki de durum daha da kötü,” diye cevap veriyor.

“Eski hamam, eski tas,” diyerek onaylıyorum.

***

Kitap, Primakov’un uzun, önemli görevleri sonrasında, emeklik dönemi diyebileceğimiz bir zamanda yazılmış.

Yaşam öyküsü çok etkileyici.

Önemli bir kısmı Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya Federasyonu’nun kurulduğu 90’lı yıllara denk gelen uzun bir kariyeri var.

Hayatını Ortadoğu sorununa adamış, sayısız makaleler yazmış, bölgenin en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde bulunmuş önemli bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov’un kitabı analizlerinin tümüne katılmayanlar için bile önemli bir referans kaynağı.

Bugün dünyanın en dramatik olaylarının yaşandığı bölgesinin sorunlarını kendi yaşamından edindiği bilgiler ve gözlemlerle açık ve samimi bir şekilde anlatıyor.

Önsözünde kitabı yazma gerekçesini şöyle yazıyor:

“Çoktan beri Ortadoğu ile ilgili bir kitap yazma düşüncem vardı. Pravda gazetesinde Muhabir, Genel Müdür Yardımcısı, SSCB Bilim Akademisi'ne bağlı Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Araştırma Enstitüsü ve Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde Genel Müdür, Dış İstihbarat Daire Başkanı, Dışişleri Bakanı, Rusya Federasyonu Başbakanı, Rusya Devlet Duma Meclisi'nde Milletvekili görevlerinde bir gazeteci, bilim adamı ve siyasetçi olarak Ortadoğu ile yarım asırdır uğraşıyordum.

Gözümün önünden Ortadoğu'nun, çoğu iftiralardan oluşan bir dolu olayı geçti. Bazısı hiç bilinmiyor ya da unutulmuş. Oy­saki olanlar, bölgenin bugünkü değişik, çok renkli, karmaşık, tehdit edici derecede dik başlı, kimi zaman saf ve defalarca mağdur edilmiş oluşumunda büyük bir rol oynamıştı…

Bu kitap Arap ülkelerinde olanların kronolojik bir anlatımı ve de 20. yüzyılın ikinci yarısının tarihinin özeti değildir. Kitabın amacı sömürge sonrası Arap dünyasının ana süreçlerinin nitelendirilmesidir ve bizzat kendimin de katılmış olduğum bazı tarihî olayların anlatımıdır.”

***

Primakov, Rus dış politikası tarihinde önemli bir yer edinmiş.

Bazıları onun için Rusya’nın Kissinger’i demişti.

Bilgisi, birikimi ve devlet adamlığı ile parlamıştı.

Primakov'un dış politikası, çok yönlüydü. Bugünkü Rusya'nın mevcut politikasının temelinde onun fikirlerinin izleri var.

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, onun düşüncelerini “Primakov Doktrini” diye kavramlaştırmış.

"Primakov doktrini" ve "Primakov politikası" terimleri diplomasi dünyasında çoktan günlük dile girmiş durumda.

Benim de 4 kez jüri üyeleri arasında yer aldığım Karlov Vakfı’nın geçen sene gerçekleştirilen yarışmalı etkinliklerinde de öğrencilerin yazdığı makalelerde işlenen konuların arasındaydı. Konuyla ilgili çalışmaları yapan genç öğrencilerin ilgisinden, bilgisinden çok etkilenmiş ve mutlu olmuştum.

***

Primakov'un biyografisindeki bilgiler onun ne kadar çalkantılı, ilginç ve olaylı bir dönemde yaşadığını gösteriyor.

Yaşamı ve kariyeri, kapsam ve etki alanıyla son derece etkileyici.

Yevgeni Maksimoviç Primakov’un kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişi hayatı hakkında yazılar yazdı ve kuşkusuz daha da yazılmaya devam edilecek.

Sovyetler Birliği'nin dış mahallelerinde doğmuş ve büyümüştü.

1929’da Kiev'de doğmuş (-kızının iddiasına göre belgelerde öyle olmakla birlikte Moskova’da doğmuştu), Tiflis'te yaşamış, Bakü'de eğitim görmüştü. Çocukluğundan itibaren Ruslar, Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler, Azeriler ve Yahudilerle çevrili bir ortamda yaşamıştı. Etnik gruplar arası meseleler ve Sovyet cumhuriyetlerinin gerçekleri hakkında birinci elden bilgiye sahip olmuştu.

Primakov, kariyerine Orta Doğu uzmanı olarak başladı ve 1953'te Moskova Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden mezun oldu. Arapça bilgisi sınırlı ve akademik olarak çok mükemmel olmasa da, üstün analitik becerileri bunu telafi ederek büyük beğeni toplamasını sağladı.

1960'larda Pravda'nın Orta Doğu muhabiri ve Arap ülkelerine yönelik dış yayınlarının genel yayın yönetmeni oldu.

Parlak kariyerinde iki ana damardan beslendi. Gazetecilik mesleği ona bazı kapılar, bilimsel akademik çalışmalarıysa başka kapılar açtı.

Gazetecilik ve bilimi dönüşümlü olarak, hatta çoğu zaman birleştirerek yürüttü.

Bilim, ona titiz düşünmeyi, teori üretme yeteneğini ve fikirleri açıkça ifade etmeyi öğretti.

Gazetecilik ise ayrıntılara dikkat etmeyi, akıcı bir üslup kullanmayı ve bilimin oluşturduğu teorik çerçeveyi test edip canlı içerikle doldurma yeteneğini geliştirdi.

Rusya’nın önde gelen stratejik araştırmalar merkezi olan ve artık kendi adını taşıyan Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün (IMEMO) direktörü oldu.

Gerçek bir Ortadoğu uzmanıydı.

Primakov, Kremlin'deki üst düzey yetkililerin dikkatini hızla çekti ve bölgedeki önemli isimlerle müzakerelerde bulunarak Moskova'nın Orta Doğu özel temsilcisi oldu.

Dönemin Ortadoğu liderleriyle, Nasır, Yaser Arafat, Kaddafi, Saddam Hüseyin, Mesud Barzani ve diğerleriyle yakın ilişkileri oldu.

Edindiği beceriler ileride Dışişleri Bakanlığı’nda da çok faydalı oldu.

Primakov, 1980'lerin sonlarında üst düzey siyasette aktif olarak yer aldı. 1991'de Rus Dış İstihbarat Servisi'nin başına geçti ve 1996'da Dışişleri Bakanı oldu.

1991'den 1996'ya kadar Rus dış politikasını yöneten dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Kozyrev, 9 Ocak 1996'da Devlet Başkanı Yeltsin'e istifasını sundu. Resmen, Devlet Duması milletvekili seçilmesi nedeniyle istifa etmişti. Aslında istifasının asıl sebebi, istifasının istenecek olmasıydı.

Kozyrev, olumsuz bir döneme imza atmıştı.

Yerine Primakov geçti.

Kelimenin tam anlamıyla yıkıntılardan yeni bir dış politika inşa etmek zorunda kaldı. Ve bunu oldukça zor koşullar altında yaptı.

Yeltsin ve çevresi, Primakov'un beceriksiz Kozyrev'in gelişmiş bir versiyonu olacağını umarak Batı'ya hala umutla bakıyordu.

Primakov, bunların hiçbirini yapmadı. Seçtiği yol başka olacaktı. Batı'nın gözüne girmeye ne devam etmek istiyordu ve ne de devam edebilirdi.

Bu yol, modern zamanlarda aşırı temkinli görünebilir, ancak onun doğru bulduğu uzlaşma ve çatışmalardan kaçınma yoluydu.

Sovyet sonrası alanda nüfuzunu güçlendirmek ve Rusya'nın öncü rol oynayacağı entegrasyon projelerini hayata geçirmek öncelikleri arasındaydı.

Bu yaklaşım, pragmatizm ve gerçekçiliğin Rus dış politikasının temel nitelikleri olması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, mevcut haliyle kilit bir küresel oyuncu haline gelemiyordu; bu da ekonomisini yavaş ve istikrarlı bir şekilde toparlaması, kaynak biriktirmesi ve nihayetinde kendisini bir güç merkezi olarak yeniden kurabilmesi için bağlantılar kurması gerektiği anlamına geliyordu.

Bir bakıma Rusya'nın hedeflerine diğer ülkelerle, özellikle de yeni Asya’nın devleri Çin ve Hindistan ile iş birliği içinde ulaşması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, uluslararası arenada çabaları koordine etmek ve çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerlemeyi desteklemek için Yeni Delhi ve Pekin ile iş birliği yapmalıydı.

Bu, gerçekte Batı ile sert bir çatışmaya dönüş anlamına gelmiyordu. Mevcut koşullar altında Rusya, NATO'nun genişlemesini durdurmak için diplomatik yol seçeneğini zorlamalıydı.

Primakov, iki buçuk yıl Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.

Daha sonra Smolenskaya Meydanı'ndaki görkemli Stalin tarzı yüksek binalarından birindeki Dışişleri Bakanlığı ofisinden Başbakanlık koltuğuna geçti ve ardından siyaset sahnesinden ayrıldı.

Ancak, ülkenin en yetkili ve saygın dış politika uzmanlarından biri olarak kaldı.

Zor zamanlardı.

Sosyal medya ortamlarında sıkça karşılaşılan bir anektod var. Vladimir İvanoviç anlatıyor:

Primakov bir gün Yeltsin'e gelir:
“Boris Nikolayeviç, sana iki haberim var! Hangisinden başlasam?”
“İyi olanından başlasan memnun olurum.”
“Hayır, ama ikisi de kötü.”

***

Primakov, 2000 yılındaki istifasının ardından da dahil olmak üzere Rus dış politikasının şekillenmesinde kilit rol oynadı. İstifasına rağmen etkili bir figür olarak kaldı.

Vladimir Putin'in ve 2004'te Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı'nın yeni bakanı olan Sergey Lavrov'un yakın arkadaşı oldu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek küresel güç merkezi olmadığı çok kutuplu bir dünya fikrini aktif olarak savundu. Görüşleri Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahipti ve fikirleri günümüz uluslararası ilişkilerinde hala geçerliliğini koruyor.

Primakov'un iktidardaki yılları incelendiğinde oldukça şaşırtıcı bir sonuç gözlemlenebilir. Primakov'un girişim ve fikirlerinin çoğu görevde olduğu zamanda hayata geçirilemedi. Rusya-Hindistan-Çin (RIC) üçgeninin inşası başarısız oldu; NATO, kurduğu tüm diyalog mekanizmalarına rağmen, Yugoslavya'yı bombalamaya devam etti, nezaket kurallarını hiçe saydı ve BM onayı almaya bile tenezzül etmedi.

Primakov'un hayalini kurduğu Sovyet sonrası alanda "küresel toplumda layık bir yer edinebilecek ekonomik ve politik olarak bütünleşmiş bir devletler birliği"nin kurulması da gerçekleştirilemedi:

Ancak Yevgeny Primakov'un öngördüğü şeylerin pek çoğu, başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra gerçekleşti.

Rusya, küresel sahnede yeniden kilit bir oyuncu haline gelmek konusuna artık yeterince yoğunlaşmıştı.

***

Peki,1990'ların ikinci yarısında geliştirilen, Rus dış politikasının uzun vadeli stratejik hedeflere odaklanarak kökten, yeniden düşünülmesini temsil eden bir siyasi doktrin olan Primakov Doktrini ne anlama geliyordu? .

Esas olarak Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu dünya düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştu.

Rusya'nın tek bir süper gücün egemenliğinde olmayan, çok kutuplu bir dünya yaratma arzusunu yansıtıyordu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin egemenliğindeki tek kutuplu bir dünyanın artık ne sürdürülebilir, ne de adil olduğunu ileri sürüyordu.

1815 Viyana Kongresi'nden sonra uluslararası sistemde ortaya konan ilkelere benzer şekilde, yeni bir güç dengesine ve Avrupalı ​​veya küresel bir diğer hegemon gücün ortaya çıkmasının önlenmesini sağlayacak yeni bir düzene ihtiyaç olunduğunu görmüştü.

Rusya'nın ulusal güvenliğinin süper güç statüsüne dayandığını ve bu nedenle Rusya'nın Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki tek kutuplu bir uluslararası düzenin oluşumuna izin veremeyeceğini varsayıyordu. 

Doktrin, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası arenada yaşanan değişimlere bir yanıt niteliğindeydi.

Primakov, Rusya'nın küresel meselelerde aktif rol alması ve Batı'ya yönelik münhasır bir yönelimi ima eden bir politikadan uzaklaşması gerektiğine de inanıyordu.

Rusya ve komşularının çıkarlarını gözetirken, bir ülke veya ülke grubunun iradesini dünyanın geri kalanına dayatmasını engellemenin gerekliliğini savundu. Bu, Rusya'nın küresel sorunların ve çatışmaların çözümüne aktif katılımını ve stratejik ortaklıklar ve ittifaklar geliştirmek de dahil olmak üzere uluslararası arenadaki etkisini güçlendirmesini gerektiriyordu.

Böylece Primakov Doktrini, Rus dış politikası için çok kutupluluk, stratejik denge ve devletlerin egemenliğine saygı ilkelerine dayanan yeni bir yol çizdi.

Bu doktrin, Rusya'nın sonraki on yıllarda uluslararası arenadaki eylemlerini anlamak için kilit öneme sahipti.

Genel olarak, yeni dönem, 2014'ten bu yana yeni bir dış politika stratejisi uygulayan mevcut Rus liderliğinin vizyonuyla tutarlıdır.

Yeniden özetlemek gerekirse; bu strateji, şu temel ilkelere dayanmakta:
-Rusya, bağımsız bir dış politika izleme çabasında olan, uluslararası anlaşmazlıklar karşısında dengeleyici güce sahip önemli bir ülkedir.

-NATO'nun genişleme teşebbüsleri dostane ve barışçı değildir, yıkıcıdır.
-Rusya, diğer büyük güçler arasındaki bir anlaşmayla yönetilen çok kutuplu bir dünyanın oluşturulmasının samimi destekçisidir.
-Rusya'nın dış politikasının temel vurgusu, Sovyetler Birliği sonrası ortaya çıkan gerçekler çerçevesinde Avrasya ülkelerinin siyasi-ekonomik bütünleşmesinin sağlanmasıdır.
-Çin ile ortaklık, Rusya'nın dış politikasının önemli bir fikridir.

 

Primakov Doktrini, formüle edildiğinden bu yana Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.

Bu doktrinin etkisi altında Rusya, küresel siyasette pasif bir gözlemci olmaktan çıkıp, uluslararası siyasette daha aktif bir rol üstlenmeye başlamıştır.

Böylece Primakov Doktrini, çağdaş Rus dış politikasının temelini oluşturmuş, Rusya'nın uluslararası alanda, özellikle çok kutuplu bir dünya hedefi ve tek bir süper gücün hegemonyasına karşı direniş bağlamında, etkin ve etkili bir rol oynama arzusunu ortaya koymuştur.

***

Primakov Doktrini, Rus dış politikasının yönünü ve uluslararası arenadaki etkisini belirleyen modern jeopolitikanın önemli bir unsuru olmaya devam ediyor. Çok kutupluluk, stratejik denge ve küresel meselelere aktif katılım ilkeleri bugün de geçerliliğini koruyor.

Yakınlarda Rusya'nın önemli düşünce kuruluşlarından Valday Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. oturumu, Devlet Başkanı Putin'in katılımıyla gerçekleştirildi.

Putin, 'Çok Merkezli Dünya: Kullanım Kılavuzu' başlıklı oturumda, 2 Ekim 2025’te katılımcılara yaklaşık dört saat süreyle seslendi. 

Tarihi önemdeki konuşmasının ana teması yine bu yazının içeriğindeki konulardı.

Putin, konuşmasının bir bölümünde "Çok kutuplu dünya düzeni, Batı’nın dünyada hegemonyasını kurma ve koruma girişimlerinin doğrudan bir sonucu oldu," dedi.

"Uluslararası ilişkiler köklü bir dönüşümden geçiyor" diyen Putin, "Çok kutuplu sistem çok daha demokratiktir. Bu sistem, daha fazla sayıda siyasi ve ekonomik aktöre kapı açıyor ve fırsatlar sunuyor" vurgusunu yaptı.

***

Bazıları Rusya küresel satranç tahtasında yeniden önemli bir oyuncu haline geldiğine göre, "Primakov Doktrini" artık geçerliliğini yitirmiş olabilir mi, diye sorabilir.

Vladimir İvanoviç, “Bence tam tersi,” diyor. “Primakov bugün yaşasaydı ve Ortadoğu’da yaşananları, dünyanın her köşesindeki yangın yerine dönmüş hali görseydi çok üzülürdü mutlaka. Ancak katedilmesi gereken uzun, zorlu bir yol var daha.”

Başta belirttiğimiz gibi, Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler. Ortadoğu hakkında iyi bilgilendirildiğimi düşünsem de bu tanıma girmek istemezdim,” diye yazmıştı.

Takip etmek, bilgilenmek, barış ve huzur içinde yaşanacak bir dünya için enseyi karartmadan umutlu ve duyarlı olmak, katkıda bulunmak gerekiyor.