Moskova

Moskova

26 Kasım 2025 Çarşamba

Ada’da Troçki-Lefter “dostluğu”


Kaynak: https://medyagunlugu.com/  


Sovyet Devrimi’nin liderlerinden Lev Troçki ile Türk futbolunun “Ordinaryüs” lakaplı yıldızı Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis’in ortak bir yönü olabilir mi?

İlk anda garip bir soru gibi görünse de, Troçki ile Lefter’in gerçekten de en az bir ortak yönü vardı: Büyükada. Üstelik, aralarındaki büyük yaş farkına rağmen tanışıyorlardı.

Troçki, devrimin liderlerinden biri olmasına rağmen, Vladimir Lenin’in 1924’te ölümünün ardından Josef Stalin’le giriştiği iktidar mücadelesini kaybedince görevlerinden alındı, Komünist Parti’den atıldı ve sürgüne gönderildi. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın aracı olmasıyla Türkiye’ye geldi ve 1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada’da yaşadı. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan Troçki, Türk gazetecilere yaptığı ilk açıklamada Mustafa Kemal Atatürk’ü övdü ve ondan “büyük bir devlet adamı” diye söz etti.

Troçki sürgün günlerini yaşayacağı Büyükada’ya adım attığında 50 yaşındaydı. Aynı adada doğan Lefter ise sadece beş; babasının onunla ilgili bambaşka hayalleri olmasına rağmen küçük yaşta futbol topunun peşine düşmüştü.

Netflix’te kısa süre önce yayına giren ve bir dönemin ünlü futbolcusunun hayatını, dönemin siyasi iklimi eşliğinde anlatan “Lefter: Bir Ordinaryüs Hikayesi” filmi son günlerde medyada geniş yer buldu.

İşte anecdote.press sitesi, bambaşka dünya görüşlerine sahip olan ama aynı zaman diliminde Büyükada’da buluşan Troçki ve Lefter konusunda ilginç bir iddia ortaya attı. Sitenin Instagram hesabında yapılan paylaşım şöyle:

“Düşünün… Lev Troçki Büyükada’da top oynuyor. Ve o topu ona geri veren küçük çocuk, yıllar sonra Türk futbolunun ordinaryüsü olarak anılacak olan Lefter Küçükandonyadis…

Bu hikâyeyi güçlendiren tanıklıklar da var. 1999’da Milliyet’e konuşan Troçki belgeselinin yapımcısı Turan Yavuz, ada sakinlerinin anlattıklarına dayanarak Troçki’nin küçük Lefter’le bahçede top oynadığını söyleyenler olduğunu aktarır. Üstelik köşkte görev yapan Rum kadın Despina, Lefter’in teyzesidir.”

“Büyükada Sürgünü”

Uzun süre Milliyet’in Washington muhabirliği görevinde bulunan Yavuz, Türkiye’ye döndükten sonra 2000 yılında Troçki ile ilgili İngilizce “Exile in Buyukada” (Büyükada Sürgünü) filminin yönetmenliğini üstlendi.

Yavuz’un filmin çekiminin başlamasından önce Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada gerçekten de Lefter ile ilgili bir bölüm var. “Troçki ünlü futbolcu Lefter’i kucağına alıp severdi” başlığı ile yayınlanan söyleşide Yavuz, Sovyet devrimcinin Büyükada’da yaşadığı dönemle ilgili tanıkların bulunup bulunmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Var. Mesela futbolcu Lefter’in bir akrabası Troçki’nin evinde aşçı olarak çalışıyormuş. Troçki kucağına alıp başını okşarmış Lefter’in.”

Milliyet’in internet sitesinde hâlâ yayında olan 4 Nisan 1999 tarihli söyleşide Yavuz’un Lefter’le ilgili söyledikleri bu kadar. (Basılı nüshada daha ayrıntılı bilgi olabilir.)

Peki, Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği dört buçuk yılın anlatıldığı belgeselde Lefter’le ilgili bir bölüm var mı?

Yavuz’un yönetmenliğini yaptığı filmde Troçki’yi Rus aktör Viktor Sergaçev canlandırıyor. Şu anda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü olan Tan Sağtürk belgeselde Troçki’nin oğlu rolünde. Belgeseli ünlü İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave seslendirmiş.

112 dakika uzunluğundaki belgeselde Troçki’nin Büyükada’ya gelişi, oradaki çalışmaları, ziyaretçileri, Türk gizli servisi tarafından izlenmesi ve balık tutma merakı anlatılıyor. Ancak “Büyükada Sürgünü” filminde Lefter’le ilgili bir bölüm bulunmuyor. Batı ülkeleri için hazırlanan ve Redgrave tarafından İngilizce seslendirilen filmi izleyecek kitlenin tanıma olasılığının az olması nedeniyle Lefter’den söz edilmemiş olabilir. Müziklerini Fahir Atakoğlu’nun bestelediği film hedef aldığı kitle açısından başarılı oldu ve Milano Uluslararası Film Festivali’nde belgesel dalında Türkiye’ye birincilik getirdi.

Vartan Halis Yıldırım imzasıyla Bianet’te 22 Kasım’da yayınlanan yazıda ise, Troçki’nin Büyükada günleri şöyle anlatılıyor:

“İlk olarak Nizam Caddesi’ndeki Arap İzzet Paşa Köşkü’nde oturdu, daha sonra da yine Nizam Caddesi üzerindeki Con Paşa Köşkü’nün Hamlacı Sokak’a açılan kâgir müştemilatına geçti. Bu evlerde kaldığı dönemde düzenli bir çalışma temposu sürdürdü. Gündelik hayatında dışarıya açık olduğu nadir anlardan biri tıraş için berbere gidişleriydi. Ahmet “Fıstık” Tanrıverdi’nin Hoşçakal Prinkipo kitabında aktardığına göre, Troçki tıraşa geldiğinde, yanında görevli polisler dükkânın çevresinde konuşlanır, sokak ve civar dikkatle gözetim altında tutulurdu. Ada çocuklarının (kim bilir, belki Lefter de bu çocuklar arasındaydı) bu sahneyi, kapı önünde toplanıp içeride tıraş olan “yabancıyı” sessizce izleyerek seyrettikleri aktarılır.”

Turan Yavuz’un belgeselle ilgili Milliyet gazetesine yaptığı açıklamalara dayanarak Troçki ile küçük Lefter’in tanıştığını kesin olarak söylemek mümkün. Birlikte top oynadıkları ise söylenti düzeyinde kalıyor.

Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile yakınlaşmaya çabalarından tedirgin olan Troçki, dört buçuk yıl yaşadığı Büyükada’dan ayrıldı, bir süre Avrupa ülkelerinde yaşadıktan sonra Meksika’ya sığındı. 1940 yılında İspanyol gazeteci gibi kendisiyle röportaj yapmak için gelen Sovyet gizli servisi ajanı Ramon Mercader tarafından öldürüldü. Son sözlerinden biri, “Burjuva basına iyi malzeme olduk!”tu.

Onun ölümünden çok sonra Büyükada yılları ile ilgili belgesel hazırlayan gazeteci Yavuz ise 2007 yılında hayatını kaybetti.


Troçki fotoğrafı: wsws.org/tr/

Puşkin'in tek yurtdışı yolculuğu: "Trabzon'u görebilseydim..."



Kaynak: https://turkrus.com/ 

 

Rus şiirinin simgesi Aleksandr Sergeyeviç Puşkin sadece 37 yıl yaşadı. Avrupa’nın kültür merkezleriyle ilişkilendirilen bu ölümsüz yazarın hayatı aslında şaşırtıcı derecede dar bir coğrafyada geçti. Paris’i, Roma’yı ya da Berlin’i hiç görmedi. Rusya sınırlarının dışına yalnızca bir kez çıktı; o da bir Avrupa başkentine değil, savaşın ortasındaki Osmanlı topraklarına oldu.

Bu yolculuk hem cesareti hem de dramatik anlarıyla hâlâ büyüleyici kabul edilir. Puşkin sınırı gizlice geçti, ilerleyen bir orduya katıldı, dağ fırtınalarına yakalandı, Osmanlı esirleriyle konuştu, ilk kez İslami ritüelleri izledi, pilav ve şiş kebap tattı ve karşısına çıkan her kâğıt parçasına notlar düşerek ilerledi. Sonunda tüm bu deneyimi “Arzrum Yolculuğu”na dönüştürdü.

Puşkin’in bu sıra dışı yolculuğunun hikâyesi Rus kaynaklarında şöyle özetleniyor: 

Sınırı gizlice geçen bir şair 

1829 baharında Puşkin, hayatını riske atacak bir karar verdi. Çar I. Nikolay’dan izin almadan Kafkasya’ya doğru gizlice yola çıktı. O sırada Osmanlı–Rus Savaşı sürüyordu ve savaş bölgesine izinsiz girmek ciddi bir suçtu. Eğer yakalansaydı onu para cezası değil, askeri mahkeme bekliyordu.

Kararını daha sonra şöyle açıklayacaktı:

“Ben savaşı görmek istiyordum. Gerçek savaşı, kitaplardaki değil.”

 Puşkin’in başarısız kamuflajı

Yola çıkarken Çerkes burkası ve fes giyerek yerli halk gibi görünmeye çalıştı. Ancak bu çabanın işe yaramadığı kısa sürede anlaşıldı: 

* Fransız aksanıyla konuşuyordu.

* Davranışları aristokrat bir şehirli olduğunu belli ediyordu.

* Sürekli not aldığı için dikkat çekiyordu.

Rus askerleri ona hemen bir lakap taktı: “Bizim Frenk şair.”

Yerel halk ise daha da çok yanılıyordu. Onu kimi zaman Ermeni, kimi zaman Gürcü, kimi zaman da “eğitimli bir Farslı” sandılar. Rusça konuşmaya başlayınca kim olduğu anlaşılırdı.

 Not defteri yerine kâğıt artıkları

Yol boyunca düzgün bir defter bulmak zordu. Puşkin notlarını:

* askerî raporların arka yüzlerine,

* tütün kutularının kâğıtlarına,

* pipetabanı sarılıklar üzerine,

* bulduğu her yırtık kâğıt parçasına yazdı. Araştırmacıların bu dağınık arşiv üzerinde yıllarca çalışması gerekti.

 Gümrü’de fırtına ve “cinli gece”

Kars yönünde ilerlerken bir dağ fırtınasına yakalandı. Rüzgârın gücü onu yere mıhlamıştı; ilk kez insanlardan değil, doğanın kudretinden korktuğunu yazdı.

Yerel halk ona şöyle dedi:

“Böyle gecelerde cinler ovaya iner.”

Bu cümleyi özel olarak kaydetti.

 Osmanlı topraklarında ilk adımlar

Sınırı geçtiğinde kendisini tamamen farklı bir dünyada buldu:

Şadırvan başında abdest alan insanlar, minarelerden yükselen ezan, dar ve gölgeli sokaklar, kahve ve tütün kokusu, çarşıların uğultusu…

Daha önce yalnızca Doğu masallarında okuduğu manzaraları ilk kez gerçek hâliyle izliyordu.

Dostlarına şöyle yazdı:

“Hayalî değil, gerçek Doğu’yu gördüm.”

 Osmanlı esirleri: düşmana saygılı bir bakış

Puşkin, Rus kampındaki Osmanlı esirlerini ilgiyle izledi. Şunları özellikle not etti:

* namazlarını düzenli kılmaları,

* bakır kazanlarda yemek hazırlamaları,

* esareti metanetle karşılamaları.

Onlarda öfke değil, derin bir yorgunluk gördüğünü yazar. Bu gözlem onda kalıcı bir insani iz bıraktı.

At sevgisi ve disiplin

Puşkin Osmanlı askerlerinin atlara gösterdiği özeni hayranlıkla anlatır:

“Türkler atlarını kardeşleri gibi sever. Bu hayvanlar onların ulusal gururudur.”

Rus ordusunda at sadece bir araçken Osmanlı birliklerinde neredeyse aile üyesi gibiydi.

 İlk “şişlik”, pilav ve taş fırın ekmeği

Yolculuk notlarında tattığı yemekler önemli bir yer tutar:

* “şişlik” (şiş kebabı),

* pilav,

* şekersiz sert kahve,

* kayalıkların üzerinde pişirilen sıcak ekmek.

Ekmek için “toprağın kokusunu taşıyan bir lezzet” demesi dikkat çekicidir.

Trabzon hayali ve ulaşılamayan kıyı 

Puşkin, Karadeniz’i Osmanlı tarafından görmek istiyordu; en büyük arzusu Trabzon’a ulaşmaktı. Ancak Rus komutanlığı izin vermedi:

* yol tehlikeliydi,

* savaş hattı karışıktı,

* ordu Erzurum’a doğru ilerleyecekti.

Bu, yolculuğun en büyük hayal kırıklığı oldu.

 Erzurum: Doğu’nun kalbi

Erzurum’a vardığında şehir ona Doğu’nun özeti gibi göründü:

* bakırcılar ve tütün satıcıları,

* hanlar ve kervansaraylar,

* rüzgâr alan taş sokaklar,

* harabeler arasında oynayan çocuklar.

Bu gözlemler hem savaş kroniği hem de edebî bir seyahatnâme üslubuyla “Arzrum Yolculuğu”na dönüştü.

 Doğu: Puşkin için kalıcı bir ilham

Dostları Puşkin’in hayatında en çok bu yolculuğa geri döndüğünü söyler:

Gürcü dağları, Ermeni köyleri, Türk askerleri, kahve kokulu sokaklar, Erzurum’un taş duvarları…

Rusya’dan yaptığı ilk ve tek yurtdışı yolculuktu, ama belki de kendini en özgür hissettiği yolculuktu.

Rusça konuşmak için kaç kelime bilmek gerekli?


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusça dilindeki sözlükler sayesinde kayıt altına alınan kelime sayısı en az 200 bin. Ancak kullanılan kelime sayısının bunun çok üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Gramota.ru portalının genel yayın yönetmeni filolog Ksenia Kiseleva, RIA Novosti’ye yaptığı açıklamada, bu sayının yalnızca "yazım şekli tespit edilmiş" kelimeleri kapsadığını belirtti.

Kiseleva, akademik orfografik kaynak Akademos'ta 200 binden fazla dil biriminin (kelimeler, kelime ön ekleri ve özel adlar) kayıtlı olduğunu söyledi.

Filolog, yeni anlamlar kazanan ya da henüz sözlüklere girmemiş birçok kelime bulunduğuna dikkat çekti. Örneğin, “toksiçnıy” (toksik) ve “vıgoraniye” (tükenmişlik) gibi sözcükler kullanımda yeni anlamlar kazanmış olsa da henüz sözlüklerde yer almıyor. Aynı şekilde “startap” sözcüğü sözlükte bulunurken, ondan türeyen “startaper” veya “dopereoformit” gibi üç ön ekli fiiller henüz kayıt altına alınmamış durumda.

Kiseleva’ya göre kelime sayısını kesin olarak belirlemek mümkün değil, çünkü Rusça’da pek çok kelimeden kolayca yeni türevler üretilebiliyor.

Günlük iletişim için ise çok daha az kelime bilgisi yeterli. Kiseleva, Rusça bilen bir yabancının bu dili temel düzeyde anlayıp kendini ifade edebilmesi için B1 seviyesinin yeterli olduğunu, bunun da yaklaşık 2–3 bin kelime bilgisine karşılık geldiğini söyledi. Filolog, bu kelime haznesiyle basit cümleler kurmanın ve günlük konuşmaları takip etmenin mümkün olduğunu  belirtiyor.

23 Kasım 2025 Pazar

Baykal Gölü fenomeni: Az bilinen 10 etkileyici gerçek


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Düşünün ki bir göl, Himalayalardan daha yaşlı, günümüz kıtalarının çoğundan önce ortaya çıkmış ve yeryüzünde 25–30 milyon yıldır varlığını sürdürüyor.

Düşünün ki bu gölde 2 bin 600’den fazla canlı türü yaşıyor ve bunların yarısı dünyada başka hiçbir yerde bulunmayan endemik türler.

Üstelik gölün inanılmaz berraklığını, bir filtreden daha iyi çalışan mikroskobik bir canlı, adlı minik bir kabuklu sağlıyor. 

Bilim kurgu gibi geliyor ama değil:

Bu yer Baykal Gölü. Dünyanın en gizemli ve en eşsiz gölü.

Şimdi, çoğu yabancının bilmediği, hatta birçok Rus’un bile duymadığı 10 ilginç Baykal gerçeğine geçelim.

 

1. Baykal genç bir okyanusun başlangıcıdır 

Gölün altında, yer kabuğunun her yıl yaklaşık 2 cm açıldığı aktif bir rift hattı bulunur. Milyonlarca yıl sonra burada tamamen yeni bir okyanus oluşabilir. 

2. Baykal suyu neredeyse doğal olarak damıtılmış su niteliğindedir, yani “distilat”tır

Berraklık sadece temizlikten değil: suda son derece az mineral ve çözünmüş madde bulunur. Bu nedenle bahar aylarında görüş mesafesi 40 metreye kadar ulaşır. 

3. Gölün dibinde dev gaz hidrat yatakları vardır

Su ve gazın buz benzeri kristaller oluşturduğu bu yapılar, gezegenin en gizemli enerji kaynaklarından biri sayılır. Baykal, doğal gaz hidratlarının incelendiği nadir alanlardan biridir.

4. Kışın Baykal’ın buzları olağanüstü doğa olayları yaratır 

Metan gazının birikmesiyle oluşan "buz kubbeleri", saniyeler içinde yarılan 30 km’lik buz çatlakları ve saydam buz mağaraları Baykal’a özgüdür.

5. Baykal’ın en sıra dışı canlısı: Golomyanka

Bu saydam, pulları olmayan, can doğuran ve vücudunun %35’i yağ olan balık, dünyanın en tuhaf türlerinden biridir. Derinliklerde yaşar ve neredeyse görünmezdir.

6. Baykal nerpası: Dünyadaki tek tatlı su foku 

Bu fok türünün okyanustan binlerce kilometre uzaktaki Baykal’a nasıl ulaştığı hâlâ tartışmalı bir sırdır. En güçlü teori: buzullar çağında eski nehir sistemleri üzerinden göle göç ettikleri. 

7. Baykal sahillerinde 4 bin yıllık kaya resimleri bulunur 

Sagan-Zaba bölgesindeki petrogliflerde şamanlar, geyikler ve kuşlar tasvir edilir. Bu bölge binlerce yıldır kutsal kabul edilmiştir. 

8. Baykal’ın kendi “Bermuda Üçgeni” vardır 

Rıtıy Burnu çevresi ani hava değişimleri, bozulmuş pusulalar ve güçlü girdap rüzgârlarıyla ünlüdür. Yerel halk bu bölgeden uzak durmayı tercih eder.

9. Baykal’ın berraklığı uzaydan bile görülebilir

Astronotlar, gölün olağanüstü net mavi rengini ve su altındaki sırtları yörüngeden açıkça seçebildiklerini söylüyor.

10. Baykal, gezegendeki donmamış tatlı suyun %20’sini barındırır 

Dünyadaki her beş bardak tatlı suyun biri bu göldedir. Bu nedenle Baykal, yalnızca bir göl değil; gezegenin su arşivi ve benzersiz bir evrim laboratuvarıdır.

Rusya halleri: Bitkinlik çağında kendine dost olmak


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Modern çalışma hayatında yorgunluk, artık yalnızca bedensel bir durum değil; duygusal bir arka planı, zihinsel bir yıpranma eşiği var. Sürekli koşuşturan, hedefleri kovalayan, aynı anda birkaç cephede savaş veren insanlar için “biraz dinlen” tavsiyesi çoğu zaman imkânsız bir lüks gibi. RBC’nin yayımladığı yazıda Rus yazar ve duygusal zekâ uzmanı Sergey Kaliniçev, bu durumdan çıkışın başkalarının şefkatinde değil, kişinin kendine göstereceği içsel dostlukta yattığını savunuyor.

Kaliniçev’e göre insan çoğu zaman “birinin onu anlamasını” bekleyerek yaşar, ama bu beklenti güçsüzleştirici olabilir. Oysa kişi, kendi kendine destek olmayı öğrenebilir: bir dakikalığına durup nefes almak, bedenin gerilimini fark etmek, son günlerde başardığı küçük şeyleri hatırlamak bile içsel enerjiyi yeniden harekete geçirir. Bu basit farkındalık, dışarıdan onay arayışının yerini özsaygıya bırakır.

Yazar, “bedensel dinlenme izni olmayan” anlarda da kendine özen göstermeyi öneriyor. İşlerin çok olduğu günlerde bile bedenin ritmini yavaşlatmak, kasları gevşetmek ve işi aceleye getirmemek bir tür içsel şefkattir. Çevreye “bugün enerjim düşük, ama her şey yolunda” diyebilmek de önemli; çünkü bu cümle, hem başkalarının gereksiz endişesini önler hem de kişinin kendi sınırlarını kabullenmesine yardım eder.

Kaliniçev, aynı zamanda başarısızlık, tükenmişlik ya da duygusal iniş-çıkışlarla baş etmenin yolunun “kendine çocukmuş gibi şefkat göstermekten” geçtiğini anlatıyor. “Hayat bana haksızlık ediyor” duygusuna kapıldığında, kişi içinden gelen dramatik sesi susturmak yerine, onunla dostça konuşmalı: “Evet, yoruldum ama bedenim hâlâ benimle, hâlâ çalışıyor.” Bu anlayış, irade değil, farkındalık gerektirir.

Sonuçta Kaliniçev’in önerisi, “kendine patron olma” çağında “kendine dost olmayı” hatırlatıyor: "Yorgunluk, başarısızlık ya da duygusal kararsızlık, bir zayıflık değil, bir sinyaldir. O sinyali duymayı öğrenen, hem işte hem hayatta daha sürdürülebilir bir ritim yakalar. Belki de modern çağın en büyük başarısı, yapılacaklar listesinden bir maddeyi silmek değil, kendine kısacık bir nefes aralığı tanımaktır."

22 Kasım 2025 Cumartesi

Moskova Merkez Yazarlar Evi



Kaynak: https://otzovik.com/


Şairler, yazarlar, edebiyatçılar ve yayıncılardan oluşan bir kulüp olarak bilinen Merkez Yazarlar Evi, 1934 yılında kurulmuş olup Bolshaya Nikitskaya Caddesi üzerinde yer almaktadır.

Birçok kişi Merkez Yazarlar Evi'nin Povarskaya Caddesi'ndeki konak olduğunu sansa da bu tamamen doğru değildir.

Merkez Yazarlar Evi restoranının girişi Povarskaya Caddesi üzerindedir.

Bu bina, bir zamanlar Prens B.V. Svyatopolk-Çetvertinsky'nin konağıydı ve 1880'lerde mimar Pyotr Boytsov'un tasarımlarına göre Fransız Rönesansı ve Barok tarzında inşa edilmiştir.

Aynı binada ayrıca 400.000'den fazla kitap, gazete ve dergi barındıran Merkez Yazarlar Evi Araştırma Kütüphanesi de bulunmaktadır. Kütüphane şu anda büyük çaplı yenileme çalışmaları nedeniyle kapalıdır.

Restoranın karşısında, Sergei Vladimirovich Mikhalkov ve küçük bir kız okuyucunun anıtının bulunduğu küçük bir park var.

Sanırım herkes Sergei Mikhalkov'un adını bilir; kendisi Styopa Amca'nın "babası" ve SSCB ve Rus marşlarının sözlerinin yazarıdır. Anıt orada çünkü Sergei Mikhalkov, 1950'lerden ölümüne kadar Povarskaya Caddesi'ndeki yan binada yaşamıştır.

Merkez Yazarlar Evi'nin ana girişi Bolshaya Nikitskaya Caddesi'ndedir; yeni bina 1950'lerde inşa edilmiştir. Resital veya konsere katılmak için bu girişten girmeniz gerekmektedir.

2000'lere kadar sadece yazar kartıyla girilebiliyordu, ama artık neredeyse herkes girebiliyor.

Dürüst olmak gerekirse, ziyaret etmeyi hiç düşünmedim; muhtemelen umursamadım ama son zamanlarda yazar Vasily Aksyonov'un romanlarına ve düzyazılarına hayran kaldım. Son romanlarından biri olan "Gizemli Tutku"da, Merkez Yazarlar Evi'ndeki "altmışlar kuşağı"nın sadece restoranda değil, aynı zamanda binanın kendisinde de bir araya gelişlerini defalarca anlatıyor.

İlgimi çekti ve oraya nasıl gidebileceğimi araştırmaya başladım. Aslında oldukça basit: Bir konsere, resitale, hatta bir tiyatro oyununa bilet almak, ama orada neler olup bittiğiyle pek ilgilenmiyorum. Tek yapabileceğim beklemek ve nasıl bekleyeceğimi biliyorum.

Aralık ayında Kırım'da yaşayan ve hayatından ve arkadaşlarının hayatlarından kısa mizahi (ve diğer) öyküleriyle tanınan yazar Vyacheslav Harchenko ile yaratıcı bir buluşma olacağını öğrendim. Giriş herkese ücretsizdi. Bu yüzden Merkez Yazarlar Evi'ni ziyaret etmeye ve aynı zamanda öykülerini internette okuduğum yazarla tanışmaya karar verdim - elbette hepsini değil, ama birkaçını.

Çok kaba bir vestiyer görevlisi tarafından karşılandım.

Küçük Salon'daki toplantılara gelenler paltolarını da oradaki askıya bırakıyorlarmış, yani vestiyer bize göre değilmiş))) Neyse, sorun değil.

Birinci kattaki fuaye loş ışıklandırılmış, çünkü tasarruf ediyorlar ve Küçük Salon için hiçbir istisna yapmıyorlar, sadece Ana Salon'da etkinlikler olduğunda. İkinci kat kapalı. Gerçekten mi?

Beni bir süredir okuyan herkes, meraklı bir insan olduğumu bilir ve meraklı küçük burnumu her şeye sokup her türlü açığı bulurum. Buraya bir kez geldikten sonra, her şeyi kontrol etmeden asla ayrılmam. Ana merdiven kapalı - sorun değil, başka yollar buluruz. Önemli olan bir hedef belirlemek!

Resmi kaynaklara göre, bu köşk Maksim Gorki'nin isteği üzerine Yazarlar Evi'ne devredilmiştir.

1950'lerde inşa edilmiş olsa bile, eski bir binada tek başınıza dolaşmanın ne kadar heyecan verici olduğunu hayal bile edemezsiniz - ki o hala eski değil mi? O kadar sessizdi ki, döşeme tahtalarının ayaklarınızın altında gıcırdadığını bile duyabiliyordunuz. Dikkat çekmemeye çalışarak bir fare kadar sessiz yürümeye çalıştım ama yine de her şeyi dikkatlice incelemeyi başardım.

Merkez Yazarlar Evi'nin 1955-1984 yılları arasındaki direktörü Boris Filippov, 1964-1979 yılları arasındaki başkanı Konstantin Simonov, 1979-1990 yılları arasındaki başkanı Robert Rozhdestvensky, 1986-2007 yılları arasındaki direktörü ise Vladimir Noskov'du.

Koltuklar pek rahat değil; 1,5 saat sonra sırtınız gerçekten uyuşmaya başlıyor ama koltuklar sadece Büyük Salon'da var.

Genel olarak, Yazarlar Evi hoş bir izlenim bıraktı, ancak "Sovyet geçmişi" havası var ki bu iyi bir şey olabilir.

Genel olarak, ziyaret ücretsiz, ancak bilgi için resmi web sitesini kontrol ettiğinizden emin olun. Konser veya performans izlemek isteyenlerin katılım ücreti ödemesi gerekecek, ancak belki de daha az bilinen bir yazar veya şairin resitaline katılmak isteyenler, eğer isterseniz burayı ücretsiz olarak ziyaret edebilir!

Central House of Writers restoranı hakkında bir şey söyleyemem; oraya gitmedim ama internette fiyatları gördüm. Kesinlikle "pahalı ve zengin" tarafta, ancak iç mekanı muhteşem bir antika. Central House of Writers'ın personeli yaşlı kadın ve erkeklerden oluşuyor, bu yüzden lütfen anlayışlı olun ve her şeye hazırlıklı olun.

Kesinlikle tavsiye ederim!

Moskova Merkez Yazarlar Evi


Merkez Yazarlar Evi (TsDL), 1934 yılında kurulan bir Moskova yazarlar kulübüdür.

Kulüp, edebiyat ve müzik akşamlarına, uluslararası festivallere ve film etkinliklerine ev sahipliği yapmaktadır.

Binanın eski kısmı Povarskaya Caddesi'ne (  Povarskaya caddesi, 50/53 ), yeni kısmı ise Bolshaya Nikitskaya Caddesi'ne bakmaktadır.

Komşu bina (Povarskaya Caddesi tarafında) , Rus Yazarlar Birliği yönetim kuruluna ev sahipliği yapan Rostov Evi'dir. Bölgesel öneme sahip, Rusya halklarının kültürel miras alanıdır.

1889'da Moskovalı mimar Pyotr Boytsov'un tasarımları doğrultusunda Prens Boris Vladimirovich Svyatopolk-Chetvertinsky için Romantik Art Nouveau tarzında inşa edilen Yazarlar Merkez Evi, tadilattan kısa bir süre sonra 1917'ye kadar orada yaşayan Kontes Alexandra Andreyevna Olsufyeva tarafından satın alındı. 

Ekim Sosyalist Devrimi'nden sonra ev kamulaştırıldı ve sakinlerine verildi. 1930'larda Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi Çocuk Kurumları Departmanına,

1932'de ise Yazarlar Evi'ne verildi.

1928'de ilk yazarlar kulübünün açılışından önce Vladimir Mayakovski şöyle yazmıştı: "Şarkı mı söylesem yoksa dans mı etsem bilemiyorum, ama gülümseme dudaklarımdan hiç düşmüyor. Sonunda yazarların kendi kulüpleri olacak" .

1934 yılında Yazarlar Evi, Sovyet yazarlarının ilk kongresinin ve SSCB Yazarlar Birliği'nin kurulduğu yıl olan Yazarlar Merkezi Evi (CHL) oldu. Alexander Tvardovsky, Konstantin Simonov , Mikhail Sholokhov , Alexander Fadeyev , Mikhail Zoshchenko ve diğerleri çeşitli zamanlarda burada sahne aldılar . 

Niels Bohr , Rockwell Kent , Gerard Philippe , Marlene Dietrich , Indira Gandhi , Gina Lollobrigida CHL'nin onur konuklarıydı .

1950'lerin sonlarında, A. E. Arkin tarafından tasarlanan konağa yeni bir bina eklendi. Yazarlar Merkezi Evi ikinci bir salon, yeni ofis alanları ve renkli bir kafe edindi. 2000 yılına kadar binaya erişim, geçerli bir üyelik kartına sahip yazarlarla sınırlıydı.

2017 yılında, Moskova Başkent Kulübü, Yazarlar Merkezi'nde açıldı ve Uluslararası Kulüpler Birliği'ne (IAC)  üye olan Rusya'daki ilk özel kulüp oldu. Kamuoyuna ve basına kapalı olan bu mekan, politikacıları, aydınları, iş liderlerini, sanatçıları ve üst düzey yöneticileri bir araya getirerek insanlarla tanışmalarını, dostluklar ve iş ilişkileri kurmalarını sağlıyor.

 

Yazarlar Evi'nin Faaliyetleri

Yazarlar Merkezi Evi, bir yazar kulübü ve çeşitli sosyal ve özel etkinliklere ev sahipliği yapan bir mekandır.

Binada ayrıca 2014 yılında yenilenen bir restoran, bir sanat kafe, bir bodrum kafe ve bir oditoryum bulunmaktadır.

Yazarlar Merkezi Evi'nin büyük oditoryumu 440 kişiliktir ve özel gösterimlere, film galalarına, festivallere ve edebiyat ödüllerine ev sahipliği yapmaktadır.

Küçük salon tarihi görünümünü korumuş olup 100 kişilik oturma kapasitesine sahiptir. Basın toplantılarına, sunumlara, edebiyat okumalarına ve yaratıcı toplantılara ev sahipliği yapmaktadır (örneğin 2017'de, Doğrudan Konuşma konferans salonu burada Leviathan filmi ve diğer eserleri hakkında konuşan film yönetmeni Andrei Zvyagintsev ile bir toplantı düzenlemiştir ).

Yazarlar, yönetmenler ve diğer yaratıcı figürler için sivil cenaze törenleri Yazarlar Merkezi Evi'nde düzenleniyor.