Moskova

Moskova

26 Kasım 2025 Çarşamba

Ada’da Troçki-Lefter “dostluğu”


Kaynak: https://medyagunlugu.com/  


Sovyet Devrimi’nin liderlerinden Lev Troçki ile Türk futbolunun “Ordinaryüs” lakaplı yıldızı Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis’in ortak bir yönü olabilir mi?

İlk anda garip bir soru gibi görünse de, Troçki ile Lefter’in gerçekten de en az bir ortak yönü vardı: Büyükada. Üstelik, aralarındaki büyük yaş farkına rağmen tanışıyorlardı.

Troçki, devrimin liderlerinden biri olmasına rağmen, Vladimir Lenin’in 1924’te ölümünün ardından Josef Stalin’le giriştiği iktidar mücadelesini kaybedince görevlerinden alındı, Komünist Parti’den atıldı ve sürgüne gönderildi. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ’ın aracı olmasıyla Türkiye’ye geldi ve 1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada’da yaşadı. Ülkesinden ayrılmak zorunda kalan Troçki, Türk gazetecilere yaptığı ilk açıklamada Mustafa Kemal Atatürk’ü övdü ve ondan “büyük bir devlet adamı” diye söz etti.

Troçki sürgün günlerini yaşayacağı Büyükada’ya adım attığında 50 yaşındaydı. Aynı adada doğan Lefter ise sadece beş; babasının onunla ilgili bambaşka hayalleri olmasına rağmen küçük yaşta futbol topunun peşine düşmüştü.

Netflix’te kısa süre önce yayına giren ve bir dönemin ünlü futbolcusunun hayatını, dönemin siyasi iklimi eşliğinde anlatan “Lefter: Bir Ordinaryüs Hikayesi” filmi son günlerde medyada geniş yer buldu.

İşte anecdote.press sitesi, bambaşka dünya görüşlerine sahip olan ama aynı zaman diliminde Büyükada’da buluşan Troçki ve Lefter konusunda ilginç bir iddia ortaya attı. Sitenin Instagram hesabında yapılan paylaşım şöyle:

“Düşünün… Lev Troçki Büyükada’da top oynuyor. Ve o topu ona geri veren küçük çocuk, yıllar sonra Türk futbolunun ordinaryüsü olarak anılacak olan Lefter Küçükandonyadis…

Bu hikâyeyi güçlendiren tanıklıklar da var. 1999’da Milliyet’e konuşan Troçki belgeselinin yapımcısı Turan Yavuz, ada sakinlerinin anlattıklarına dayanarak Troçki’nin küçük Lefter’le bahçede top oynadığını söyleyenler olduğunu aktarır. Üstelik köşkte görev yapan Rum kadın Despina, Lefter’in teyzesidir.”

“Büyükada Sürgünü”

Uzun süre Milliyet’in Washington muhabirliği görevinde bulunan Yavuz, Türkiye’ye döndükten sonra 2000 yılında Troçki ile ilgili İngilizce “Exile in Buyukada” (Büyükada Sürgünü) filminin yönetmenliğini üstlendi.

Yavuz’un filmin çekiminin başlamasından önce Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada gerçekten de Lefter ile ilgili bir bölüm var. “Troçki ünlü futbolcu Lefter’i kucağına alıp severdi” başlığı ile yayınlanan söyleşide Yavuz, Sovyet devrimcinin Büyükada’da yaşadığı dönemle ilgili tanıkların bulunup bulunmadığı sorusunu şöyle yanıtlıyor:

“Var. Mesela futbolcu Lefter’in bir akrabası Troçki’nin evinde aşçı olarak çalışıyormuş. Troçki kucağına alıp başını okşarmış Lefter’in.”

Milliyet’in internet sitesinde hâlâ yayında olan 4 Nisan 1999 tarihli söyleşide Yavuz’un Lefter’le ilgili söyledikleri bu kadar. (Basılı nüshada daha ayrıntılı bilgi olabilir.)

Peki, Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği dört buçuk yılın anlatıldığı belgeselde Lefter’le ilgili bir bölüm var mı?

Yavuz’un yönetmenliğini yaptığı filmde Troçki’yi Rus aktör Viktor Sergaçev canlandırıyor. Şu anda Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü olan Tan Sağtürk belgeselde Troçki’nin oğlu rolünde. Belgeseli ünlü İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave seslendirmiş.

112 dakika uzunluğundaki belgeselde Troçki’nin Büyükada’ya gelişi, oradaki çalışmaları, ziyaretçileri, Türk gizli servisi tarafından izlenmesi ve balık tutma merakı anlatılıyor. Ancak “Büyükada Sürgünü” filminde Lefter’le ilgili bir bölüm bulunmuyor. Batı ülkeleri için hazırlanan ve Redgrave tarafından İngilizce seslendirilen filmi izleyecek kitlenin tanıma olasılığının az olması nedeniyle Lefter’den söz edilmemiş olabilir. Müziklerini Fahir Atakoğlu’nun bestelediği film hedef aldığı kitle açısından başarılı oldu ve Milano Uluslararası Film Festivali’nde belgesel dalında Türkiye’ye birincilik getirdi.

Vartan Halis Yıldırım imzasıyla Bianet’te 22 Kasım’da yayınlanan yazıda ise, Troçki’nin Büyükada günleri şöyle anlatılıyor:

“İlk olarak Nizam Caddesi’ndeki Arap İzzet Paşa Köşkü’nde oturdu, daha sonra da yine Nizam Caddesi üzerindeki Con Paşa Köşkü’nün Hamlacı Sokak’a açılan kâgir müştemilatına geçti. Bu evlerde kaldığı dönemde düzenli bir çalışma temposu sürdürdü. Gündelik hayatında dışarıya açık olduğu nadir anlardan biri tıraş için berbere gidişleriydi. Ahmet “Fıstık” Tanrıverdi’nin Hoşçakal Prinkipo kitabında aktardığına göre, Troçki tıraşa geldiğinde, yanında görevli polisler dükkânın çevresinde konuşlanır, sokak ve civar dikkatle gözetim altında tutulurdu. Ada çocuklarının (kim bilir, belki Lefter de bu çocuklar arasındaydı) bu sahneyi, kapı önünde toplanıp içeride tıraş olan “yabancıyı” sessizce izleyerek seyrettikleri aktarılır.”

Turan Yavuz’un belgeselle ilgili Milliyet gazetesine yaptığı açıklamalara dayanarak Troçki ile küçük Lefter’in tanıştığını kesin olarak söylemek mümkün. Birlikte top oynadıkları ise söylenti düzeyinde kalıyor.

Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği’nin Türkiye ile yakınlaşmaya çabalarından tedirgin olan Troçki, dört buçuk yıl yaşadığı Büyükada’dan ayrıldı, bir süre Avrupa ülkelerinde yaşadıktan sonra Meksika’ya sığındı. 1940 yılında İspanyol gazeteci gibi kendisiyle röportaj yapmak için gelen Sovyet gizli servisi ajanı Ramon Mercader tarafından öldürüldü. Son sözlerinden biri, “Burjuva basına iyi malzeme olduk!”tu.

Onun ölümünden çok sonra Büyükada yılları ile ilgili belgesel hazırlayan gazeteci Yavuz ise 2007 yılında hayatını kaybetti.


Troçki fotoğrafı: wsws.org/tr/

Puşkin'in tek yurtdışı yolculuğu: "Trabzon'u görebilseydim..."



Kaynak: https://turkrus.com/ 

 

Rus şiirinin simgesi Aleksandr Sergeyeviç Puşkin sadece 37 yıl yaşadı. Avrupa’nın kültür merkezleriyle ilişkilendirilen bu ölümsüz yazarın hayatı aslında şaşırtıcı derecede dar bir coğrafyada geçti. Paris’i, Roma’yı ya da Berlin’i hiç görmedi. Rusya sınırlarının dışına yalnızca bir kez çıktı; o da bir Avrupa başkentine değil, savaşın ortasındaki Osmanlı topraklarına oldu.

Bu yolculuk hem cesareti hem de dramatik anlarıyla hâlâ büyüleyici kabul edilir. Puşkin sınırı gizlice geçti, ilerleyen bir orduya katıldı, dağ fırtınalarına yakalandı, Osmanlı esirleriyle konuştu, ilk kez İslami ritüelleri izledi, pilav ve şiş kebap tattı ve karşısına çıkan her kâğıt parçasına notlar düşerek ilerledi. Sonunda tüm bu deneyimi “Arzrum Yolculuğu”na dönüştürdü.

Puşkin’in bu sıra dışı yolculuğunun hikâyesi Rus kaynaklarında şöyle özetleniyor: 

Sınırı gizlice geçen bir şair 

1829 baharında Puşkin, hayatını riske atacak bir karar verdi. Çar I. Nikolay’dan izin almadan Kafkasya’ya doğru gizlice yola çıktı. O sırada Osmanlı–Rus Savaşı sürüyordu ve savaş bölgesine izinsiz girmek ciddi bir suçtu. Eğer yakalansaydı onu para cezası değil, askeri mahkeme bekliyordu.

Kararını daha sonra şöyle açıklayacaktı:

“Ben savaşı görmek istiyordum. Gerçek savaşı, kitaplardaki değil.”

 Puşkin’in başarısız kamuflajı

Yola çıkarken Çerkes burkası ve fes giyerek yerli halk gibi görünmeye çalıştı. Ancak bu çabanın işe yaramadığı kısa sürede anlaşıldı: 

* Fransız aksanıyla konuşuyordu.

* Davranışları aristokrat bir şehirli olduğunu belli ediyordu.

* Sürekli not aldığı için dikkat çekiyordu.

Rus askerleri ona hemen bir lakap taktı: “Bizim Frenk şair.”

Yerel halk ise daha da çok yanılıyordu. Onu kimi zaman Ermeni, kimi zaman Gürcü, kimi zaman da “eğitimli bir Farslı” sandılar. Rusça konuşmaya başlayınca kim olduğu anlaşılırdı.

 Not defteri yerine kâğıt artıkları

Yol boyunca düzgün bir defter bulmak zordu. Puşkin notlarını:

* askerî raporların arka yüzlerine,

* tütün kutularının kâğıtlarına,

* pipetabanı sarılıklar üzerine,

* bulduğu her yırtık kâğıt parçasına yazdı. Araştırmacıların bu dağınık arşiv üzerinde yıllarca çalışması gerekti.

 Gümrü’de fırtına ve “cinli gece”

Kars yönünde ilerlerken bir dağ fırtınasına yakalandı. Rüzgârın gücü onu yere mıhlamıştı; ilk kez insanlardan değil, doğanın kudretinden korktuğunu yazdı.

Yerel halk ona şöyle dedi:

“Böyle gecelerde cinler ovaya iner.”

Bu cümleyi özel olarak kaydetti.

 Osmanlı topraklarında ilk adımlar

Sınırı geçtiğinde kendisini tamamen farklı bir dünyada buldu:

Şadırvan başında abdest alan insanlar, minarelerden yükselen ezan, dar ve gölgeli sokaklar, kahve ve tütün kokusu, çarşıların uğultusu…

Daha önce yalnızca Doğu masallarında okuduğu manzaraları ilk kez gerçek hâliyle izliyordu.

Dostlarına şöyle yazdı:

“Hayalî değil, gerçek Doğu’yu gördüm.”

 Osmanlı esirleri: düşmana saygılı bir bakış

Puşkin, Rus kampındaki Osmanlı esirlerini ilgiyle izledi. Şunları özellikle not etti:

* namazlarını düzenli kılmaları,

* bakır kazanlarda yemek hazırlamaları,

* esareti metanetle karşılamaları.

Onlarda öfke değil, derin bir yorgunluk gördüğünü yazar. Bu gözlem onda kalıcı bir insani iz bıraktı.

At sevgisi ve disiplin

Puşkin Osmanlı askerlerinin atlara gösterdiği özeni hayranlıkla anlatır:

“Türkler atlarını kardeşleri gibi sever. Bu hayvanlar onların ulusal gururudur.”

Rus ordusunda at sadece bir araçken Osmanlı birliklerinde neredeyse aile üyesi gibiydi.

 İlk “şişlik”, pilav ve taş fırın ekmeği

Yolculuk notlarında tattığı yemekler önemli bir yer tutar:

* “şişlik” (şiş kebabı),

* pilav,

* şekersiz sert kahve,

* kayalıkların üzerinde pişirilen sıcak ekmek.

Ekmek için “toprağın kokusunu taşıyan bir lezzet” demesi dikkat çekicidir.

Trabzon hayali ve ulaşılamayan kıyı 

Puşkin, Karadeniz’i Osmanlı tarafından görmek istiyordu; en büyük arzusu Trabzon’a ulaşmaktı. Ancak Rus komutanlığı izin vermedi:

* yol tehlikeliydi,

* savaş hattı karışıktı,

* ordu Erzurum’a doğru ilerleyecekti.

Bu, yolculuğun en büyük hayal kırıklığı oldu.

 Erzurum: Doğu’nun kalbi

Erzurum’a vardığında şehir ona Doğu’nun özeti gibi göründü:

* bakırcılar ve tütün satıcıları,

* hanlar ve kervansaraylar,

* rüzgâr alan taş sokaklar,

* harabeler arasında oynayan çocuklar.

Bu gözlemler hem savaş kroniği hem de edebî bir seyahatnâme üslubuyla “Arzrum Yolculuğu”na dönüştü.

 Doğu: Puşkin için kalıcı bir ilham

Dostları Puşkin’in hayatında en çok bu yolculuğa geri döndüğünü söyler:

Gürcü dağları, Ermeni köyleri, Türk askerleri, kahve kokulu sokaklar, Erzurum’un taş duvarları…

Rusya’dan yaptığı ilk ve tek yurtdışı yolculuktu, ama belki de kendini en özgür hissettiği yolculuktu.

Rusça konuşmak için kaç kelime bilmek gerekli?


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusça dilindeki sözlükler sayesinde kayıt altına alınan kelime sayısı en az 200 bin. Ancak kullanılan kelime sayısının bunun çok üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Gramota.ru portalının genel yayın yönetmeni filolog Ksenia Kiseleva, RIA Novosti’ye yaptığı açıklamada, bu sayının yalnızca "yazım şekli tespit edilmiş" kelimeleri kapsadığını belirtti.

Kiseleva, akademik orfografik kaynak Akademos'ta 200 binden fazla dil biriminin (kelimeler, kelime ön ekleri ve özel adlar) kayıtlı olduğunu söyledi.

Filolog, yeni anlamlar kazanan ya da henüz sözlüklere girmemiş birçok kelime bulunduğuna dikkat çekti. Örneğin, “toksiçnıy” (toksik) ve “vıgoraniye” (tükenmişlik) gibi sözcükler kullanımda yeni anlamlar kazanmış olsa da henüz sözlüklerde yer almıyor. Aynı şekilde “startap” sözcüğü sözlükte bulunurken, ondan türeyen “startaper” veya “dopereoformit” gibi üç ön ekli fiiller henüz kayıt altına alınmamış durumda.

Kiseleva’ya göre kelime sayısını kesin olarak belirlemek mümkün değil, çünkü Rusça’da pek çok kelimeden kolayca yeni türevler üretilebiliyor.

Günlük iletişim için ise çok daha az kelime bilgisi yeterli. Kiseleva, Rusça bilen bir yabancının bu dili temel düzeyde anlayıp kendini ifade edebilmesi için B1 seviyesinin yeterli olduğunu, bunun da yaklaşık 2–3 bin kelime bilgisine karşılık geldiğini söyledi. Filolog, bu kelime haznesiyle basit cümleler kurmanın ve günlük konuşmaları takip etmenin mümkün olduğunu  belirtiyor.

23 Kasım 2025 Pazar

Baykal Gölü fenomeni: Az bilinen 10 etkileyici gerçek


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Düşünün ki bir göl, Himalayalardan daha yaşlı, günümüz kıtalarının çoğundan önce ortaya çıkmış ve yeryüzünde 25–30 milyon yıldır varlığını sürdürüyor.

Düşünün ki bu gölde 2 bin 600’den fazla canlı türü yaşıyor ve bunların yarısı dünyada başka hiçbir yerde bulunmayan endemik türler.

Üstelik gölün inanılmaz berraklığını, bir filtreden daha iyi çalışan mikroskobik bir canlı, adlı minik bir kabuklu sağlıyor. 

Bilim kurgu gibi geliyor ama değil:

Bu yer Baykal Gölü. Dünyanın en gizemli ve en eşsiz gölü.

Şimdi, çoğu yabancının bilmediği, hatta birçok Rus’un bile duymadığı 10 ilginç Baykal gerçeğine geçelim.

 

1. Baykal genç bir okyanusun başlangıcıdır 

Gölün altında, yer kabuğunun her yıl yaklaşık 2 cm açıldığı aktif bir rift hattı bulunur. Milyonlarca yıl sonra burada tamamen yeni bir okyanus oluşabilir. 

2. Baykal suyu neredeyse doğal olarak damıtılmış su niteliğindedir, yani “distilat”tır

Berraklık sadece temizlikten değil: suda son derece az mineral ve çözünmüş madde bulunur. Bu nedenle bahar aylarında görüş mesafesi 40 metreye kadar ulaşır. 

3. Gölün dibinde dev gaz hidrat yatakları vardır

Su ve gazın buz benzeri kristaller oluşturduğu bu yapılar, gezegenin en gizemli enerji kaynaklarından biri sayılır. Baykal, doğal gaz hidratlarının incelendiği nadir alanlardan biridir.

4. Kışın Baykal’ın buzları olağanüstü doğa olayları yaratır 

Metan gazının birikmesiyle oluşan "buz kubbeleri", saniyeler içinde yarılan 30 km’lik buz çatlakları ve saydam buz mağaraları Baykal’a özgüdür.

5. Baykal’ın en sıra dışı canlısı: Golomyanka

Bu saydam, pulları olmayan, can doğuran ve vücudunun %35’i yağ olan balık, dünyanın en tuhaf türlerinden biridir. Derinliklerde yaşar ve neredeyse görünmezdir.

6. Baykal nerpası: Dünyadaki tek tatlı su foku 

Bu fok türünün okyanustan binlerce kilometre uzaktaki Baykal’a nasıl ulaştığı hâlâ tartışmalı bir sırdır. En güçlü teori: buzullar çağında eski nehir sistemleri üzerinden göle göç ettikleri. 

7. Baykal sahillerinde 4 bin yıllık kaya resimleri bulunur 

Sagan-Zaba bölgesindeki petrogliflerde şamanlar, geyikler ve kuşlar tasvir edilir. Bu bölge binlerce yıldır kutsal kabul edilmiştir. 

8. Baykal’ın kendi “Bermuda Üçgeni” vardır 

Rıtıy Burnu çevresi ani hava değişimleri, bozulmuş pusulalar ve güçlü girdap rüzgârlarıyla ünlüdür. Yerel halk bu bölgeden uzak durmayı tercih eder.

9. Baykal’ın berraklığı uzaydan bile görülebilir

Astronotlar, gölün olağanüstü net mavi rengini ve su altındaki sırtları yörüngeden açıkça seçebildiklerini söylüyor.

10. Baykal, gezegendeki donmamış tatlı suyun %20’sini barındırır 

Dünyadaki her beş bardak tatlı suyun biri bu göldedir. Bu nedenle Baykal, yalnızca bir göl değil; gezegenin su arşivi ve benzersiz bir evrim laboratuvarıdır.

Rusya halleri: Bitkinlik çağında kendine dost olmak


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Modern çalışma hayatında yorgunluk, artık yalnızca bedensel bir durum değil; duygusal bir arka planı, zihinsel bir yıpranma eşiği var. Sürekli koşuşturan, hedefleri kovalayan, aynı anda birkaç cephede savaş veren insanlar için “biraz dinlen” tavsiyesi çoğu zaman imkânsız bir lüks gibi. RBC’nin yayımladığı yazıda Rus yazar ve duygusal zekâ uzmanı Sergey Kaliniçev, bu durumdan çıkışın başkalarının şefkatinde değil, kişinin kendine göstereceği içsel dostlukta yattığını savunuyor.

Kaliniçev’e göre insan çoğu zaman “birinin onu anlamasını” bekleyerek yaşar, ama bu beklenti güçsüzleştirici olabilir. Oysa kişi, kendi kendine destek olmayı öğrenebilir: bir dakikalığına durup nefes almak, bedenin gerilimini fark etmek, son günlerde başardığı küçük şeyleri hatırlamak bile içsel enerjiyi yeniden harekete geçirir. Bu basit farkındalık, dışarıdan onay arayışının yerini özsaygıya bırakır.

Yazar, “bedensel dinlenme izni olmayan” anlarda da kendine özen göstermeyi öneriyor. İşlerin çok olduğu günlerde bile bedenin ritmini yavaşlatmak, kasları gevşetmek ve işi aceleye getirmemek bir tür içsel şefkattir. Çevreye “bugün enerjim düşük, ama her şey yolunda” diyebilmek de önemli; çünkü bu cümle, hem başkalarının gereksiz endişesini önler hem de kişinin kendi sınırlarını kabullenmesine yardım eder.

Kaliniçev, aynı zamanda başarısızlık, tükenmişlik ya da duygusal iniş-çıkışlarla baş etmenin yolunun “kendine çocukmuş gibi şefkat göstermekten” geçtiğini anlatıyor. “Hayat bana haksızlık ediyor” duygusuna kapıldığında, kişi içinden gelen dramatik sesi susturmak yerine, onunla dostça konuşmalı: “Evet, yoruldum ama bedenim hâlâ benimle, hâlâ çalışıyor.” Bu anlayış, irade değil, farkındalık gerektirir.

Sonuçta Kaliniçev’in önerisi, “kendine patron olma” çağında “kendine dost olmayı” hatırlatıyor: "Yorgunluk, başarısızlık ya da duygusal kararsızlık, bir zayıflık değil, bir sinyaldir. O sinyali duymayı öğrenen, hem işte hem hayatta daha sürdürülebilir bir ritim yakalar. Belki de modern çağın en büyük başarısı, yapılacaklar listesinden bir maddeyi silmek değil, kendine kısacık bir nefes aralığı tanımaktır."

22 Kasım 2025 Cumartesi

Moskova Merkez Yazarlar Evi



Kaynak: https://otzovik.com/


Şairler, yazarlar, edebiyatçılar ve yayıncılardan oluşan bir kulüp olarak bilinen Merkez Yazarlar Evi, 1934 yılında kurulmuş olup Bolshaya Nikitskaya Caddesi üzerinde yer almaktadır.

Birçok kişi Merkez Yazarlar Evi'nin Povarskaya Caddesi'ndeki konak olduğunu sansa da bu tamamen doğru değildir.

Merkez Yazarlar Evi restoranının girişi Povarskaya Caddesi üzerindedir.

Bu bina, bir zamanlar Prens B.V. Svyatopolk-Çetvertinsky'nin konağıydı ve 1880'lerde mimar Pyotr Boytsov'un tasarımlarına göre Fransız Rönesansı ve Barok tarzında inşa edilmiştir.

Aynı binada ayrıca 400.000'den fazla kitap, gazete ve dergi barındıran Merkez Yazarlar Evi Araştırma Kütüphanesi de bulunmaktadır. Kütüphane şu anda büyük çaplı yenileme çalışmaları nedeniyle kapalıdır.

Restoranın karşısında, Sergei Vladimirovich Mikhalkov ve küçük bir kız okuyucunun anıtının bulunduğu küçük bir park var.

Sanırım herkes Sergei Mikhalkov'un adını bilir; kendisi Styopa Amca'nın "babası" ve SSCB ve Rus marşlarının sözlerinin yazarıdır. Anıt orada çünkü Sergei Mikhalkov, 1950'lerden ölümüne kadar Povarskaya Caddesi'ndeki yan binada yaşamıştır.

Merkez Yazarlar Evi'nin ana girişi Bolshaya Nikitskaya Caddesi'ndedir; yeni bina 1950'lerde inşa edilmiştir. Resital veya konsere katılmak için bu girişten girmeniz gerekmektedir.

2000'lere kadar sadece yazar kartıyla girilebiliyordu, ama artık neredeyse herkes girebiliyor.

Dürüst olmak gerekirse, ziyaret etmeyi hiç düşünmedim; muhtemelen umursamadım ama son zamanlarda yazar Vasily Aksyonov'un romanlarına ve düzyazılarına hayran kaldım. Son romanlarından biri olan "Gizemli Tutku"da, Merkez Yazarlar Evi'ndeki "altmışlar kuşağı"nın sadece restoranda değil, aynı zamanda binanın kendisinde de bir araya gelişlerini defalarca anlatıyor.

İlgimi çekti ve oraya nasıl gidebileceğimi araştırmaya başladım. Aslında oldukça basit: Bir konsere, resitale, hatta bir tiyatro oyununa bilet almak, ama orada neler olup bittiğiyle pek ilgilenmiyorum. Tek yapabileceğim beklemek ve nasıl bekleyeceğimi biliyorum.

Aralık ayında Kırım'da yaşayan ve hayatından ve arkadaşlarının hayatlarından kısa mizahi (ve diğer) öyküleriyle tanınan yazar Vyacheslav Harchenko ile yaratıcı bir buluşma olacağını öğrendim. Giriş herkese ücretsizdi. Bu yüzden Merkez Yazarlar Evi'ni ziyaret etmeye ve aynı zamanda öykülerini internette okuduğum yazarla tanışmaya karar verdim - elbette hepsini değil, ama birkaçını.

Çok kaba bir vestiyer görevlisi tarafından karşılandım.

Küçük Salon'daki toplantılara gelenler paltolarını da oradaki askıya bırakıyorlarmış, yani vestiyer bize göre değilmiş))) Neyse, sorun değil.

Birinci kattaki fuaye loş ışıklandırılmış, çünkü tasarruf ediyorlar ve Küçük Salon için hiçbir istisna yapmıyorlar, sadece Ana Salon'da etkinlikler olduğunda. İkinci kat kapalı. Gerçekten mi?

Beni bir süredir okuyan herkes, meraklı bir insan olduğumu bilir ve meraklı küçük burnumu her şeye sokup her türlü açığı bulurum. Buraya bir kez geldikten sonra, her şeyi kontrol etmeden asla ayrılmam. Ana merdiven kapalı - sorun değil, başka yollar buluruz. Önemli olan bir hedef belirlemek!

Resmi kaynaklara göre, bu köşk Maksim Gorki'nin isteği üzerine Yazarlar Evi'ne devredilmiştir.

1950'lerde inşa edilmiş olsa bile, eski bir binada tek başınıza dolaşmanın ne kadar heyecan verici olduğunu hayal bile edemezsiniz - ki o hala eski değil mi? O kadar sessizdi ki, döşeme tahtalarının ayaklarınızın altında gıcırdadığını bile duyabiliyordunuz. Dikkat çekmemeye çalışarak bir fare kadar sessiz yürümeye çalıştım ama yine de her şeyi dikkatlice incelemeyi başardım.

Merkez Yazarlar Evi'nin 1955-1984 yılları arasındaki direktörü Boris Filippov, 1964-1979 yılları arasındaki başkanı Konstantin Simonov, 1979-1990 yılları arasındaki başkanı Robert Rozhdestvensky, 1986-2007 yılları arasındaki direktörü ise Vladimir Noskov'du.

Koltuklar pek rahat değil; 1,5 saat sonra sırtınız gerçekten uyuşmaya başlıyor ama koltuklar sadece Büyük Salon'da var.

Genel olarak, Yazarlar Evi hoş bir izlenim bıraktı, ancak "Sovyet geçmişi" havası var ki bu iyi bir şey olabilir.

Genel olarak, ziyaret ücretsiz, ancak bilgi için resmi web sitesini kontrol ettiğinizden emin olun. Konser veya performans izlemek isteyenlerin katılım ücreti ödemesi gerekecek, ancak belki de daha az bilinen bir yazar veya şairin resitaline katılmak isteyenler, eğer isterseniz burayı ücretsiz olarak ziyaret edebilir!

Central House of Writers restoranı hakkında bir şey söyleyemem; oraya gitmedim ama internette fiyatları gördüm. Kesinlikle "pahalı ve zengin" tarafta, ancak iç mekanı muhteşem bir antika. Central House of Writers'ın personeli yaşlı kadın ve erkeklerden oluşuyor, bu yüzden lütfen anlayışlı olun ve her şeye hazırlıklı olun.

Kesinlikle tavsiye ederim!

Moskova Merkez Yazarlar Evi


Merkez Yazarlar Evi (TsDL), 1934 yılında kurulan bir Moskova yazarlar kulübüdür.

Kulüp, edebiyat ve müzik akşamlarına, uluslararası festivallere ve film etkinliklerine ev sahipliği yapmaktadır.

Binanın eski kısmı Povarskaya Caddesi'ne (  Povarskaya caddesi, 50/53 ), yeni kısmı ise Bolshaya Nikitskaya Caddesi'ne bakmaktadır.

Komşu bina (Povarskaya Caddesi tarafında) , Rus Yazarlar Birliği yönetim kuruluna ev sahipliği yapan Rostov Evi'dir. Bölgesel öneme sahip, Rusya halklarının kültürel miras alanıdır.

1889'da Moskovalı mimar Pyotr Boytsov'un tasarımları doğrultusunda Prens Boris Vladimirovich Svyatopolk-Chetvertinsky için Romantik Art Nouveau tarzında inşa edilen Yazarlar Merkez Evi, tadilattan kısa bir süre sonra 1917'ye kadar orada yaşayan Kontes Alexandra Andreyevna Olsufyeva tarafından satın alındı. 

Ekim Sosyalist Devrimi'nden sonra ev kamulaştırıldı ve sakinlerine verildi. 1930'larda Tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi Çocuk Kurumları Departmanına,

1932'de ise Yazarlar Evi'ne verildi.

1928'de ilk yazarlar kulübünün açılışından önce Vladimir Mayakovski şöyle yazmıştı: "Şarkı mı söylesem yoksa dans mı etsem bilemiyorum, ama gülümseme dudaklarımdan hiç düşmüyor. Sonunda yazarların kendi kulüpleri olacak" .

1934 yılında Yazarlar Evi, Sovyet yazarlarının ilk kongresinin ve SSCB Yazarlar Birliği'nin kurulduğu yıl olan Yazarlar Merkezi Evi (CHL) oldu. Alexander Tvardovsky, Konstantin Simonov , Mikhail Sholokhov , Alexander Fadeyev , Mikhail Zoshchenko ve diğerleri çeşitli zamanlarda burada sahne aldılar . 

Niels Bohr , Rockwell Kent , Gerard Philippe , Marlene Dietrich , Indira Gandhi , Gina Lollobrigida CHL'nin onur konuklarıydı .

1950'lerin sonlarında, A. E. Arkin tarafından tasarlanan konağa yeni bir bina eklendi. Yazarlar Merkezi Evi ikinci bir salon, yeni ofis alanları ve renkli bir kafe edindi. 2000 yılına kadar binaya erişim, geçerli bir üyelik kartına sahip yazarlarla sınırlıydı.

2017 yılında, Moskova Başkent Kulübü, Yazarlar Merkezi'nde açıldı ve Uluslararası Kulüpler Birliği'ne (IAC)  üye olan Rusya'daki ilk özel kulüp oldu. Kamuoyuna ve basına kapalı olan bu mekan, politikacıları, aydınları, iş liderlerini, sanatçıları ve üst düzey yöneticileri bir araya getirerek insanlarla tanışmalarını, dostluklar ve iş ilişkileri kurmalarını sağlıyor.

 

Yazarlar Evi'nin Faaliyetleri

Yazarlar Merkezi Evi, bir yazar kulübü ve çeşitli sosyal ve özel etkinliklere ev sahipliği yapan bir mekandır.

Binada ayrıca 2014 yılında yenilenen bir restoran, bir sanat kafe, bir bodrum kafe ve bir oditoryum bulunmaktadır.

Yazarlar Merkezi Evi'nin büyük oditoryumu 440 kişiliktir ve özel gösterimlere, film galalarına, festivallere ve edebiyat ödüllerine ev sahipliği yapmaktadır.

Küçük salon tarihi görünümünü korumuş olup 100 kişilik oturma kapasitesine sahiptir. Basın toplantılarına, sunumlara, edebiyat okumalarına ve yaratıcı toplantılara ev sahipliği yapmaktadır (örneğin 2017'de, Doğrudan Konuşma konferans salonu burada Leviathan filmi ve diğer eserleri hakkında konuşan film yönetmeni Andrei Zvyagintsev ile bir toplantı düzenlemiştir ).

Yazarlar, yönetmenler ve diğer yaratıcı figürler için sivil cenaze törenleri Yazarlar Merkezi Evi'nde düzenleniyor.

21 Kasım 2025 Cuma

SSCB'de İnsanlar Komünal Apartmanlarda Nasıl Yaşıyordu: Nefretten Nostaljiye


Kaynak: https://dzen.ru/

 

 

Savaş sonrası komünal daireler

Rusya’da komünal apartmanların tarihi Devrim'den sonra başladı. "Yoğunlaşma" eğilimi o dönemde benimsendi.

Mihail Afanasyeviç Bulgakov, "Köpeğin Kalbi" adlı eserinde bu konuyu detaylıca ele aldı. Profesör Preobrajenski "yoğunlaştırmak" istendi. Ancak bu işe yaramadı çünkü doktor görünüşe göre çok üst düzey bir uzmandı. Ve "üst düzey" biri ona açıkça yardım etti. Ancak, Bulgakov bundan bahsetmese de, Preobrajenski'nin daha sonra yine de "yoğunlaştığı" anlaşılıyor.

Mihail Afanasyevich'in kendisi de bir komünal dairede yaşıyordu. Bu nedenle diğer büyük eseri "Usta ve Margarita" da komünal daireleri ve genel olarak, bildiğimiz gibi Moskovalıları yozlaştıran konut sorununu ele alıyor.

Halk Sağlık Komiserliği, 1919'da insan konutu için hijyen standardını 18 metrekare olarak belirledi. Bu, 9 metrekarenin biraz üzerinde. Prensip olarak fena değil. Bu yaşam alanı, konforlu olmasa da oldukça konforlu bir konaklama için yeterliydi. Diyelim ki üç kişilik bir aile 18 metrekarelik bir alana hak kazanıyordu. Oldukça standart bir oda.

Ancak bu normal değildi. Şair İrina Odoevtseva, Moskova'daki Basmannaya Caddesi'nde altı odalı bir dairede, her yaştan ve cinsiyetten 21 kişinin "sıkışık bir alanda ve sefalet içinde" yaşadığını yazmıştı. Yazar bunu 1921'de yazmıştı.

Daha ileri - daha fazla. Yani daha az.

"Sıkışma" devam etti. Sıhhi standartlar düşürüldü.

1930'da Moskova'da 5,5 metrekareydi, diğer şehirlerde ise daha da azdı.

Örneğin, Donbas'ta bir kişiye sadece 2,2 metrekare tahsis ediliyordu. Bu hayal bile edilemeyecek bir şey.

O alana ne sığabilir ki?

Belki sadece standart bir çift kişilik yatak.

Hepsi bu.

Ama insanlar direndi, bir araya geldi ve bir şekilde komşularıyla, yani hiç tanımadıkları insanlarla ilişkilerini sürdürmeye çalıştı. Bu nadiren işe yarıyordu.

"Voroni Slobodki"

Bu, Ilf ve Petrov'un "On İki Sandalye" adlı eserinden. Petrov, Kropotkinsky Sokağı'nda ortak bir dairede yaşıyordu. Yazar, eserinde bu daireyi Lokhankin'e "vermişti".

Zoşçenko da ortak apartmanlar hakkında yazmıştı. Mihail Mihayloviç, banyoda yaşayan karakterler yaratmıştı. Ve genel olarak, insanlar şikayetçi değildi. Ancak diğer kiracılar duş almak istediğinde zorlanıyorlardı; koridora çıkmak zorunda kalıyorlardı.

Ortak dairelerdeki koridorlar, banyo ve mutfak gibi alanlar ortaktı. Her ailenin "kalesi" sadece tek bir odadan oluşuyordu: Kendilerine ait, neredeyse hiç kimsenin girmesine izin verilmeyen bir oda.

Savaş öncesi komünal daireler, sürekli çekişmelerin, tartışmaların ve hesaplaşmaların yaşandığı bir yerdi. Yabancılar, farklı aileler, bilinmeyen bir süre boyunca bir arada yaşamak zorunda kalacakları gerçeğiyle yüzleşmeye çalışıyorlardı.

Sonuçta, komünal daireler genel olarak ilerleyen komünizmin parlak bir örneğiydi. İnsanlar birlikte yaşıyor, birçok ortak noktayı paylaşıyorlardı. Ancak nedense huzurlu ve mutlu bir hayat hiçbir zaman yürümedi. Bu tür dairelerdeki baskın duygu genellikle nefretti.

Savaş sonrası komünal daireler

Sovyet matematikçi Elena Sergeevna Ventzel, ortak bir dairede yaşayan insanların birbirlerine yabancı kalamayacağını yazmıştı. Aralarında bir "aile bağı" gelişir. Sevgi dolu bir bağ değil, daha çok kavgacı bir bağ, ama yine de ailevi bir bağ.

Savaştan sonra, komün apartmanlarındaki olumsuzluk azaldı. Ülke çok şey atlatmıştı! Üstelik o zamana kadar birçok aile uzun süredir birlikte yaşıyordu. Çocuklar doğup büyüyordu. Komün apartman sakinlerinin ikinci nesli, yabancılar olmadan geniş ve ayrı bir dairede yaşamanın mümkün olduğunu bilmiyordu. Bu çocuklar birbirlerinin odalarını ziyaret ediyor ve dışarıda birlikte vakit geçiriyorlardı. Tutkuların yoğunluğu yavaş yavaş azaldı.

İnsanlar bireysel dairelere taşınmaya başladığında, çoğu kişi ortak yaşama nostaljiyle bakmaya başladı. Her ne kadar kötü yanları iyi yanlarından daha ağır bassa da. Yine de...

Tarihçi Yu. L. Bessmertny, ortak dairelerde yaşanan tüm gerginliğe rağmen, komşuların zor zamanlarda birbirlerine yardım etmeye çalıştıklarını yazmıştır. Örneğin, biri hastalandığında, ona su ısıtıcısı yapar, ilaç verir ve hatta lezzetli ikramlar paylaşırlardı. Sonuçta yabancı değillerdi!

Ve baskı yılları boyunca birbirlerine kenetlendiler. Ama işler ters gidebilirdi. Örneğin, bazı komşular yaşam koşullarını iyileştirmek için başkalarına ihbar mektupları yazdılar. Ortak dairelerdeki odalar bu şekilde boşaltıldı. Korkutucuydu.

Ortak apartmanlara duyulan nostaljiyi en iyi anlatan film belki de "Pokrovskie Vorota" filmidir.

Son olarak, oyuncu Galina Polskikh'in başına gelen komik bir olayı anlatacağım. O da bir zamanlar ortak bir dairede yaşıyordu. O zamanlar ona daha iyi koşullar vaat edilmişti.

Fransa'da yaşayan Polskie'ye dairesinin büyüklüğü soruldu. Oyuncu, eşi, annesi ve kızıyla birlikte 12 metrekarelik bir dairede yaşıyordu. 20 metrekarelik bir daire sözü verdiler.

Polskikh bu ifadeyi yanlış yorumladı ve "25 metrekare" dedi. Tercüman ne demek istediğini anlamadı ve Fransızca olarak "25 oda" diye okudu.

Yabancılar yanlış çeviri yüzünden ayaklandı. Fransızlar ise oldukça şaşırdı. Ne de olsa Avrupalı ​​ünlülerin böyle bir mekanı yoktu - 25 oda.

Kruşçovkalar Nasıl Toplu Konut Haline Geldi? Rusya'nın En Popüler Binalarının Tarihi


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Rusya'nın diğer tüm şehirlerinde, sıvaları dökülmüş, minik mutfakları olan birbirinin aynısı beş katlı binalara neden rastladığınızı hiç merak ettiniz mi?

Bu binalara " Kruşçovka " deniyor ve bunlar sadece Sovyet mimarisinden çok daha fazla bir anlam içeriyor.

 

İyi bir hayat ihtiyacından değil

Basitten başlayalım.

Savaştan sonra SSCB kelimenin tam anlamıyla harabeye dönmüştü. İnsanların, tercihen hızlı ve uygun fiyatlı bir şekilde yaşayabilecekleri bir yere ihtiyaçları vardı. 1954'te hükümet büyük bir konut programı başlattı.

Bu programın öncüsü Nikita Kruşçev'di; dolayısıyla binalara bu isim verildi.

Ama… bu kadar basit değil.

Kruşçev, mimari aşırılıklara karşı kararlı bir düşmandı. Stalin'in sütunlu ve sıvalı saraylarından rahatsızdı; bunların inşası 10 yıl sürüyordu ve maliyeti bir uçak kanadı kadardı. Kruşçev verimlilik istiyordu ve kaybedecek zaman yoktu.

Hızlı inşa et, sıkışık yaşa

Panel evler böyle ortaya çıktı: Bantlı turtalar gibi seri üretime geçtiler.

1-447 veya 1-335 gibi standart tasarımlar kullanılarak inşa edildiler.

Beton paneller hazır olarak teslim edildi ve ev birkaç ay içinde monte edildi.

Gerçekten de, Kruşçev döneminden kalma bir binanın inşası genellikle taşınmak için gereken evrak işlerinden daha az zaman alıyordu.

Ama bir sorun var. Odalar çok küçük. Tavanlar alçak. Mutfak 5,5 metrekare (büyük bir depo odası büyüklüğünde). Banyo ve tuvalet mi? Tabii ki birlikte. Neden? Çünkü fikir basitti: "Yaşanabilir ve bu da sorun değil." Asıl mesele, ülkeyi ortak apartmanlardan, komünalkalardan, kışlalardan kurtarmaktı.

Fransa'dan selamlar

İşte ilginç bir nokta. Birçok kişi Kruşçev dönemi apartmanlarının tamamen Sovyet icadı olduğunu düşünüyor. Ama yanılıyorlar. Örneğin Fransızlar, 1940'larda prefabrik panellerden yapılmış devasa konut kompleksleri olan grands ensemble'lar inşa ediyorlardı. Hatta Almanya'da (savaştan bile önce!) seri üretim konut fikri bile havadaydı.

Sovyet mimarlar baktılar, uyarladılar ve yola çıktılar.

Peki neden bu kadar çoklar?

Cevap son derece mantıklı. Talep.

1960'ların ortalarına gelindiğinde, SSCB'de 54 milyondan fazla insan yeni apartmanlara taşınmıştı. Bu sadece bir istatistik değil, ülke tarihindeki en büyük barış zamanı yer değiştirmesiydi. Kruşçev dönemi apartmanları can simidi gibiydi; kullanışsız ama bir can simidi.

Kaliningrad'dan Vladivostok'a kadar her yere yayılmışmışlardı . Çünkü işe yarıyordu.

Onlarca yıldır "geçici"

Ve şimdi biraz ironi. 

Resmi olarak, Kruşçev dönemi binaları geçici konut olarak inşa edilmişti - yaklaşık 25 yıl boyunca. Ancak çoğu hala ayakta ve insanlar hala içlerinde yaşıyor.

Evet, dökülüyorlar, ince duvarları ve soğuk zeminleri var. Ama bir ruhları var. Bazıları için burası ilk daireleri. Bazıları içinse çocukluk evleri. Bazıları burada büyüdü, bazıları da buraya aşık oldu.

Yıkayım mı, yoksa bırakayım mı?

Moskova uzun süredir yenileme programlarından geçiyor. Kruşçev dönemi binaları yıkılıyor ve yerlerine modern gökdelenler yükseliyor. 

Görüşler farklı: Bazıları, "Çok şükür o ahırlar kaldırıldı" diyor. Bazıları ise üzgün. Çünkü binanın bir tarihi var. Sanki bir kitaptan koparılmış gibi.

Peki şimdi ne olacak?

Kruşçovkalar sadece mimari değil.

Bir dönemin simgesi.

Pragmatizmin, uzlaşmanın ve umudun sembolü.

Gıcırdayan zeminler ve karton duvarlardan geçen bir komşunun matkap sesiyle de olsa, "uygun fiyatlı konut"un simgesi haline geldiler.

Leo Tolstoy'un sanki bugünkü ilişkilerimiz hakkında yazmış gibi de anlaşılabilecek 10 Sözü


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Lev Tolstoy, dünyanın en ünlü Rus yazarı. İlişkilere dair tavsiyeleri bugün de geçerliliğini koruyor.

Lev Tolstoy, dünyanın ilk pasifistlerinden biriydi. Yazarın kendisi ve takipçileri şiddeti reddedip, sevgi ve barış dolu mütevazı bir Hristiyan hayatı yaşadılar. Bu nedenle, Tolstoy'un aşk hakkındaki sözleri hem 1915'te hem de 2025'te yankı buluyor. Life.ru bu alıntıları sunmuş:

Lev Tolstoy, harika bir destansı roman yaratmakla kalmadı, aynı zamanda Sovyet sinemasına Oscar da kazandırdı. Savaş ve Barış'ın film uyarlaması 1967'de ödülü kazandı. Ayrıca sweatshirt'ü de tasarlandı. Bu sweatshirt daha sonra Batı ülkelerine ulaştı, ancak yerel halk "sweatshirt" kelimesini telaffuz etmekte zorlandığı için kapüşonlu tişörte "hoodie" adı takıldı. Bunlar büyük yazar hakkında sadece birkaç ilginç bilgi, ancak ona sadece bunlar için değil, daha fazlası için de saygı duyuyoruz. Lev Tolstoy, aşk, savaş ve barış kültürümüzü şekillendirdi.

Bu nedenle, bu yazıda yazarın 2025'teki ilişkiler için önemli olabilecek 10 alıntısını paylaşacağız.

 

"Her zaman öldüğümüz gibi evlenmeliyiz, yani ancak başka türlü yapmanın mümkün olmadığı zaman."

Bu alıntı, Lev Tolstoy'un 24 Ağustos 1893'te Mihail Sopotsko'ya yazdığı bir mektuptan alınmıştır. O dönemde Tolstoy çoktan yaşlılığa yaklaşıyordu; 64 yaşındaydı. Tolstoy, yaşının verdiği bakış açısıyla evlilik hakkındaki görüşlerini dile getirir. Sofya Tolstaya ile evliliği o zamanlar 30 yaşındaydı; tam bir inci düğünü! Yaşam, aşk ve ölümün karmaşık iç içe geçişi, klasik yazarın temel yaratıcı ilgi alanıydı.

 

"Sevmek, sevdiğin kişinin hayatını yaşamaktır."

Bu, Leo Tolstoy'un çığır açan dini ve felsefi eserinden bir alıntı. "Okuma Çemberi"ni 1886'da yazmış ve 20 yıl sonra, 1906'da yayınlamıştır. Bu sözlerde büyük bir bilgelik var. Birini sevdiğimizde, koleksiyonumuza bir "Ken" daha katmak için can atmayız. Hem hüznü hem de sevinci paylaşmaya, iki hayat arasında ayrılması imkânsız, sıkı bir bağ kurmaya hazırızdır.

 

"Aşk ölümü yok eder ve onu boş bir hayalete dönüştürür."

"Aşk ölümü yok eder ve onu boş bir hayalete dönüştürür; hayatı anlamsızlıktan anlamlı bir şeye, sefaleti de mutluluğa dönüştürür" – ve yine, "Okuma Çemberi"! Aşık olduğumuzda, iki farklı hayattan, hiçbir aşınmaya dayanıklı, harikulade bir alaşım yaratırız. İşte bu yüzden aşk ölümden daha güçlüdür. Birini sevdiğinizde, ölüm arka plana çekilir. Aşkla bir savaşı kazanamayacağınızı anlar. Aşkla geçen bir hayat, berrak, bilinçli ve anlamlı bir hayattır. Ve aynı zamanda ölümsüzlük şansı da sunar.

 

"Eğer kafa sayısı kadar zihin varsa, kalp sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır."

Bu alıntı, Leo Tolstoy'un en önemli romanlarından birinden. "Anna Karenina", karşılıksız bir aşkın dokunaklı öyküsüdür ve çok kötü biter. Bu cümle, romanın kahramanı tarafından söylenmiştir. Karenina, her insanın benzersiz olduğunu ve bu nedenle her insanın aşkının benzersiz ve tekrarlanamaz olduğunu yansıtır. Ve gerçekten de birçok aşk türü vardır.

 

"Bir erkekle bir kadının gerçek ve kalıcı birliği yalnızca ruhsal iletişimdedir..."

"Bir erkek ve bir kadının gerçek ve kalıcı birliği yalnızca manevi birlik içindedir. Manevi birlik olmadan cinsel ilişki, her iki eş için de acı kaynağıdır." - bu bilgece alıntı, "Okuma Çemberi" adlı felsefi incelemeden alınmıştır. Günümüzde en güncel alıntılardan biridir. 19. yüzyılda, ebeveynler tarafından düzenlenen görücü usulü evliliklerin yaşandığı bir dönemde, açık ve dürüst bir şekilde şöyle diyen bir adam ortaya çıkar: Eşler arasında sevgi olmalıdır. Evlilik, mirasçı yetiştirmek için bir fabrika değildir. İki yakın kalbin gönüllü birleşmesidir. Aksi takdirde, eşler ve çocukları acı çekecektir. Anna Karenina bunun güzel bir örneğini sunar.

 

"Ölümden başka, evlilik kadar önemli, ani, her şeyi değiştiren ve geri alınamaz başka bir eylem yoktur."

Aşk, ölüm ve robotlar... Ah, affedersiniz. Aşk, ölüm ve evlilik. Lev Tolstoy, kızı Maria Lvovna'ya (evlilik öncesi soyadı Obolenskaya) yazdığı bir mektupta bu ifadeyi kullanmıştı. 18 Aralık 1896'da yazılmıştı. Bu, klasiğin görüşlerinin tutarlılığını gösteriyor. Evlilik çok önemli bir olaydır ve insan ancak gerçek aşk için, yani hayatta bir kez karşılaşacağı bir aşk için evlenmelidir.

 

"Her zaman iyi olduğumuz için sevildiğimizi düşünürüz. Ama bizi sevenlerin iyi olması nedeniyle sevildiğimizi fark etmeyiz."

Bu alıntı, "Aşksız Hayat Daha Kolay" adlı eserden. Leo Tolstoy, bu cümleyle sevenleri onurlandırıyor. Genellikle iyi işlerimiz, hoş karakterimiz, maneviyatımız veya başka bir şey için sevildiğimizi düşünürüz. Ancak Tolstoy, bir insan ne kadar özverili severse, içindeki iyiliklerin de o kadar fazla olduğunu savunarak konuyu romantik partnerine kaydırıyor.

"Eğer seversen, o zaman bütün insanı seversin, olduğu gibi seversin, benim olmasını istediğim kişiyi değil."

Bu, Anna Karenina'dan bir alıntı daha. Leo Tolstoy, kahramanın ağzından birçok bilgece düşünceyi aktarmış. Gerçek aşk, birini kendi ihtiyaçlarınıza uyacak şekilde yeniden yaratmaya çalışmak değil. Kabullenmektir. Sevdiğiniz kişiyi tüm erdemleriyle, ama aynı zamanda tüm kusurlarıyla kabul edersiniz. Leo Tolstoy, karısı Sophia gibi aşkı da anlamıştı.

 

"Aşksız yaşamak daha kolaydır. Ama aşksız yaşamanın bir anlamı yoktur."

"Aşksız yaşamak daha kolaydır. Ama aşksız, hiçbir anlam yoktur." — Leo Tolstoy'un tam alıntısı bu ve ilk bölümü, önde gelen Rus romancının içgörülerinden oluşan bir derlemenin başlığı oldu. Bu ifade bir paradoksu ele alıyor. Büyük yazar, aşk olmadan hayatın hiçbir anlamı olmadığını, ancak anlamsız bir hayat yaşamanın daha kolay olduğunu söylüyor. Ancak anlamsız bir dünyada var olmanın keyifli olup olmadığı başka bir soru. Postmodernistler bu soruyu daha önce ele aldılar.

 

"Ne garip şey: Kendimi seviyorum ama kimse beni sevmiyor."

Bu, klasik yazarın 1910 tarihli günlüklerinden bir alıntıdır. Yazar bu satırları yazdığı sırada 82 yaşındaydı. Modern Rusya'da emeklilik maaşı alırdı. Ancak Rus İmparatorluğu'nda emeklilik maaşı diye bir şey yoktu. Paradoksal olarak, Lev Tolstoy gibi dahiler bile bazen kendilerini yalnız hissederler. Ancak yazar bu cümlede, yüzyılımızın en acil meselesi olan öz sevgiye değiniyor. Kendini sevmek, başkalarını sevmek kadar önemlidir.

 

"Ama kimi seversem onu ​​o kadar çok severim ki, canımı veririm, karşıma çıkan herkesi de ezerim."

"Kötü bir adam olduğumu düşünüyorlar, biliyorum - öyle olsun! Sevdiklerim dışında kimseyi tanımak istemiyorum; ama sevdiklerimi o kadar çok seviyorum ki canımı veririm, karşıma çıkarlarsa geri kalanları da ezerim." Bu dize, Savaş ve Barış romanının kahramanı Muhafız Subayı Fyodor Dolokhov tarafından söylenmiştir. Ahlaki açıdan pek de "temiz" bir karakter değildir - kumarbaz ve kavgacı. Kavgacılar, sürekli düellolar ayarlayan kişilerdi. Düelloya bağımlı olduklarını bile söyleyebiliriz. Yine de, aşık olduğunda Dolokhov, sevdiklerini ne pahasına olursa olsun savunmaya hazır, dürüst bir adam gibi davranır.

 

Lev Tolstoy'un muhteşem sözleri, ilk ortaya çıktıkları gün olduğu kadar bugün de güncelliğini koruyor. Zaman geçti, klasik eskidi ve kalem tutuşu zayıfladı. Sofia Tolstaya (evlilik öncesi soyadı Bers) yardımına koştu. Lev Tolstoy'un aklına gelen zekice düşünceleri özenle yazdı. 

 

Metrogorodok'tan Üniversiteye artık tramvayla


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Bu önemli olay, Moskova'nın kentsel ulaşımının işleyişinde bir başka atılım olarak görülebilir.

12 Kasım 2025'te Moskova Belediye Başkanı Sergey Sobyanin'in internet sitesinde Moskova Tramvay Çapı'nın (MTD) ilk güzergahının açılışına ilişkin bir mesaj yayınlandı.

Moskova'da ulaşım son onbeş yılda büyük bir gelişme kaydetti.

 

Ne yapıldı?

2016 sonbaharında 31 istasyonlu Moskova Merkez Çemberi açıldı.

Üç yıl sonra ilk iki MCD faaliyete geçti ve 2023'te iki tane daha faaliyete geçti. Şehrin şu anda dört merkez çapı var.

Ve tabii ki metro. 1969'da yapımına başlanan Büyük Çember Hattı'nın (BCL) tamamlanmasını en büyük başarısı olarak görüyorum.

15 yılda toplam 100'e yakın yeni metro istasyonu açıldı.

Elektrikli otobüslerin ortaya çıkışını da unutmayalım!

 

Tramvay

Birçok Moskovalının sevincine, Moskova tramvayının şehirde yeniden canlanmasının başlaması da eklendi.

İlk olarak Belorussky İstasyonu yakınlarına bir tramvay hattı inşa edildi. Ardından, Sergiya Radonezhskogo Caddesi boyunca raylar döşendi ve 3. Vladimirskaya Caddesi'nden Kursky İstasyonu'na kadar 2 numaralı tramvay hattı hizmete girdi.

2025 yılında tramvay çaplarının yapımına başlanacak.

İlk etapta Komsomolskaya Meydanı'nı Çistye Pudy'ye bağlayan Sakharov Caddesi'ne raylar döşendi.

Sokolniki'den Paveletskaya'ya geçici bir N90 güzergahı açıldı.

İki ay sonra, 90 numaralı hattın yerine ilk Moskova Tramvay Çapı (MTD) hizmete girdi.

 

T1 Rotası

İlk MTD güzergahına T1 numarası verildi. 27 kilometre uzunluğundaki hat, tramvayın bu mesafeyi yaklaşık iki saatte kat etmesini sağlayacak.

T1 tramvayının ilk durağı Universitet metro istasyonu, ikinci durağı ise Metrogorodok olacak.

Belediye yönetiminin açıklamasında, T1 hattının 13 ve 39 numaralı tramvay hatlarını birleştirdiği, ancak bu hatların iptal edilmediği belirtiliyor. Bu karar bana garip geliyor, ancak uzmanlar daha iyisini biliyor.

T1 tramvayının sefer aralıkları 6 dakika olacak.

Yeni tramvay hattında "Bu otonom bir tramvaydır" tabelasının yanı sıra "MTD" tabelası da eklendi.

 

Fayda istatistikleri

Sakharov Caddesi'nde tramvay seferlerinin başlamasından bu yana yaklaşık bir milyon Moskovalı, 90 numaralı tramvay hattını kullandı ve bu da hattın ne kadar popüler olduğunu gösteriyor.

T1 tramvay hattı 13 şehir ilçesinden geçerek yolcuları 4 şehir tren istasyonuna ve 24 Moskova tren istasyonuna ulaştırıyor.

Hat, gelişmiş otonom tahrik sistemine sahip "Lvenok-Moskva" tramvaylarıyla hizmet verecek. Bu tramvaylardan 50'si güzergahta çalışacak. Tramvayın tüm güzergah boyunca 64 durağı olacak.

 

Belediye başkanının iddiaları

Komsomolskaya Meydanı'ndan Pavletsky İstasyonu'na tramvay yolculuğu metro yolculuğundan 5 dakika daha hızlıdır.

Komsomolskaya Meydanı'ndan Novokuznetskaya Meydanı'na metroyla 26 dakikada, tramvayla ise 17 dakikada ulaşılıyor.

 

Sırada ne var?

Moskova'nın tramvay ağı genişleyecek. T2 hattı önümüzdeki baharda hizmete girecek.

30 kilometreden uzun olacak hat, Moskova Merkez Çap 4'ün (MCD-4) Novogireevo istasyonunu Chertanovskaya metro istasyonuyla birleştirecek.

Ve birkaç yıl içinde, uzun zamandır beklenen tramvay İvanovskoye bölgesine ulaşacak. Entuziastov Otoyolu üzerinde bir otoyol üst geçidinin inşaatı çoktan başladı.

Bu üst geçidin altında tramvay güzergahı Entuziastov Otoyolu'nu tek sayılı yönden çift sayılı yöne doğru kesecek.