Metin
Gülbay
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
Altaylar’ı bilmeyen var mı? Tarih kitabı okumuş her Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı bir biçimde bu sözcüğü duymuştur.
“Türklerin kökeni Altaylar’a dayanır”, “Altay dağları bizim
ana yurdumuzdur” gibi cümleler bu ülkede yaşayan Türklerin en sık kullandığı
sözcüklerdir değil mi! Yanlışlığını bir yana atıyorum ama bu sözcüğü kutsal bir
şey söylüyormuş gibi, gururla kullanıyor kimilerimiz. Çoğunluğun ise bundan
haberdar olmadığını sanıyorum. Sokağa çıkıp sorsanız komik yanıtlar alırsınız
eminim. Göktürkleri komşumuz zanneden insanlar var hâlâ bu toplumda.
“Al”, Türkçe ağızlarda “altın” anlamına geliyor. Altay
Dağı’nın adı Al=altın, tay=tağ/dağ = Altındağ anlamına
geliyor. Orhun Yazıtları’nda geçen Altun-Yış (Altın Ormanı) da,
Altaylar’ın eski adı.
Altay
Cumhuriyeti’ne yakından bakınca…
Altay Cumhuriyeti Rusya Federasyonu içinde yer alan özerk
bir cumhuriyet. Başkenti Gorno-Altaysk. Sibirya coğrafyasındaki en yüksek dağ
bu ülkede bulunuyor. “En yüksek dağ (Rusça: Beluha olarak söylenen yöre
Türk dillerinde ise (Altayca: Üç-Sümer (3 tepeli), Kadınbajı), (Kazak Türkçesi:
(Muztav Şını) — 4506 metredir.”1
92.600 kilometrekarelik bir yüz ölçümüne sahip olan ülkenin
nüfusu 213.703 kişi (2015 yılında). Ülkede 193 ortaokul, 3
teknikum ve 1 üniversite bulunmakta. Altayca ile yılda 37 kitap, 1 gazete ve 2
dergi yayınlanmaktadır. Ortaokullarda 35 bin, teknikumlarda 43 bin, ülkenin tek
üniversitesinde ise 2600 öğrenci öğrenim görmektedir.”1
2021’de nüfusun ancak yüzde 37’sini Altaylar
oluşturmaktaydı. Yüzde 53,7’sini Rus, yüzde 6,4’ünü Kazak ve yüzde 2,9’unu ise
diğer halklar teşkil ediyordu. Yani Altaylar kendi ülkelerinde azınlık
durumunda.
En
eski insan kalıntıları ne zamana tarihlendi?
Altaylar’da yerleşim çok çok eski tarihlerde başlamış.
Hatta Homo sapiens’ten bile önceye gidiyor yerleşimler.
“Bu topraklarda yer alan çeşitli insan
topluluklarının tarihi gelişme sürecinin başlangıcı, muhtelif verilere göre 300
bin yıl ya da bir buçuk milyon yıl öncesine kadar gider. Bu topluluklardan
kalma muazzam miras, insanoğlunun tarihi gelişimi hakkında, gayet değerli
kültürel-tarihi malumat içermekte ve çağdaş insanlarda, zamanın derinliklerine
dalan tarihi hafızayı devam ettirmektedir.”2
Kuzey
Altay halklar mozaiğidir
Dünyada saf bir millet yok, olması mümkün değil. Zaten bunu
biliyorsunuzdur ama yinelemekte yarar var. Irk diye bir şey de yok doğal
olarak, her ne kadar bunu iddia edenler varsa da. Neyse devam edelim…
“Kuzey Altaylar başlıca Sayan–Altay yaylasının tayga bölgelerinde
muhtelif Türk, Ugor, Samoyed ve Ket etnik unsurlarının uzun süre devam eden
parçalanma, yayılma, karışma ve çaprazlanması sonucunda meydana gelmişlerdir.
Bu yüzden Kuzey Altaylar’ın antropolojik tipi, Güney Altaylar’dan ziyade Obi
Ugorları ve Hantı-Mansilere yakınlık göstermektedir. Yine aynı sebeplerden,
Kuzey Altaylıların dili Türk dilinin Uygur grubuna dahil edilmektedir. Halbuki
Güney Altaylılarıın dili Kıpçak grubuna girmektedir.”3
Kadın
ve kızların pipo alışkanlığı
Ara başlığa bakıp şaşırmayın çünkü Türk asıllı halklar şu
anda bize anlatılan İslam soslu bir geçmişle hiçbir ilgisi olmayan bir yaşam
sürdü. “Altaylar’ın giyim kuşamından bahsedilirken, çok fakir kimselerin
ancak çizmesi, pantolonu ve kürkü bulunduğu, şapka yerine de başlarına bir bez
sardıkları, fakat hepsinin de bıçağı, kuşağı, sünger kutusu, tütün torbası ve
piposu bulunduğu söyleniyor.
Radloff’un gözlemlerine göre tütün torbası ve pipo, sağ
çizmenin konçu ile çorap arasında saklanır, piponun ağzı çizmenin kenarından
gözükürdü. Hem erkekler, hem kadınlar, hem kızlar tütün torbalarını ve
pipolarını çizmelerinde taşırdı.
Edvard Babraşev’in verdiği bilgiye göre bekâr kızlar
saçlarını ikiye ayırmaz ve pipo içemezlerdi, buna karşılık evli kadınlar
erkeklerden daha çok pipo içerdi. Tütün torbası deriden yapılmıştır ve derin
değildir, üst tarafında üç zoll (1 zoll = 3 santim) kadar uzunluğunda
mahruti (Altı daire ve üstü sivrilerek bir noktada birleşen, huni şeklinde
olan, konik) bir ek kısım vardır. Altay piposu (Altay kangzası)
demirden yapılmıştır; başlık kısmı ile sapı yekparedir…
Erkekler, kadınlar ve çocuklar ancak yemek yemek için veya
başka bir iş yüzünden mecbur kaldıklarında pipolarını ağızlarından bırakır.
Çocuklarını teskin etmek için annelerin, çocuklarının ağızlarına pipo soktukları
da vakidir.”4
Güneş
ışınlarından saati nasıl bilirler?
Madem gündelik yaşama girdik, oradan devam edelim bari. Ara
vermeden birkaç başlığı birden yazacağım. Bunlar eski Altayların yaşamı
tabii. “Altaylar saati güneşe ve yıldızlara bakarak belirlemiştir.
Dünyanın dört tarafını gösterecek şekilde kurulan Altay çadırı, bir nevi güneş
saati vazifesini görmüştür. Duman deliğinden giren güneş ışınlarının çadır
içinde, belli bir düzende yerleştirilmiş olan eşyalar üzerinde gezinmesi ve
ışınların belli bir nesne üzerinde olması belli bir saati ifade eder.”5
Günü
12 bölüme ayırırlar!
“Altay takviminde 24 saatlik süre (konok) dört bölüme
ayrılır. Tan-sabah, tüş-gündüz, imir-akşam, tün-gece. Bunlar da kendi içinde üç
bölüme ayrılır. Tan; tanarı cuuk-sabaha yakın, tozor öy-hayvan bekleme zamanı
ve sarı tan. Tüş; udura tüş-güneşin karşıda olma zamanı, tal tüş-tam günün
ortası ve ineri tüş-akşama doğru. İnir; kızıl inir, bozom inir-kül rengi, boz
akşam, ve bürünkiy inir-karanlık akşam’lardan teşekkül eder. Tün; inir tün’e
akşam-gece, tün ortosı’na ve tañ aldı olarak ayrılır.”5
1900
yılına kadar ölüler atlarıyla gömüldü
“Altay’da 20. yüzyıl başlarına kadar ölüleri binek atları
ve muhtelif eşyaları ile birlikte gömme ve mezarın üzerinde taş kubbeli kurgan
yapma geleneği süregelmiştir. Bu eski bir Türk geleneğidir. Altaylar’ın
Şamanist inançlarında gözüken bazı özellikler Çin vakayinamelerinde Tukyu ve
Tele boylarına has özellikler olarak geçer. Altaylar, tanrılara öküz, at, koyun
kurban etmişler ve sonra tıpkı Çin vakayinamelerinde tasvir edildiği gibi
kurbanlık hayvanların postlarını sırıklara asarak teşhir etmişlerdir.”6
Ulusal dile dönüş
“Rus Altay iki dilliliği, 17. yüzyıl ortalarında hasıl
olmuştu ve o zamanlarda cüzi çapta idi. Temaslarda Tatar tercümanlar –
telmaçlar, Altaycası tilmeşler – yardımcı olmuşlardır. 19. yüzyılın sonuna
doğru artık tercümanlara ihtiyaç kalmamıştır. Bilhassa, Hristiyanlaştırma
hareketinin etkisiyle Altay halkları arasında iki dillilik oldukça
yayılmıştır.
1959, 1979 ve 1989 yıllarında yapılan sayımlara göre,
Altayların yüzde 99,5’i, yüzde 86,4’ü, yüzde 89,5’i, Tuvaların yüzde 99,1’i ve
yüzde 98,8’i, Hakaslar’n yüzde 86’sı ve yüzde 80,9’u ana dili olarak kendi
dillerini göstermişlerdir.”2
Altaylar
hangi dine mensup idi?
“Altayların bir kısmı geleneksel inançları
olan Şamanizm’e bağlıyken bir kısmı Ortodoks’tur. 1904 yılında, Rus
yayılmacılığına tepki olarak Ak Ceng veya Burhanizm denilen bir
dinsel hareket de gelişmiştir. Altay halkı için Tibet Budizmi
ve Şamanizm önemli inançlardır.”7
Araya
girip başka kaynaktan da bilgiler vereyim.
“Nesturi Hristiyanlığı ile Altay Türkleri 9. yüzyılda
tanışmışlardır. 17. yüzyıldan itibaren, bilhassa 18. yüzyılda misyonerlerin
çabalarıyla Sibirya halkları arasında Hristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştır.
1834 yılında, Altay Dini Misyonu kurulmuştur. Altayların bir kısmı,
Hristiyanlığı kabul etmiştir. 16.yüzyıldan itibaren Batı Sibirya Türkleri
arasında İslamiyet baş göstermiştir. 1916 yılında, Altay’da Müslümanların
sayısı 8.000’e ulaşmıştır. Böylece, Altay halkları üç büyük dinden etkilenmiş,
tabii ki bu durum, insanların dünya görüşlerinde de kendisini
göstermiştir.
Nikolay Rerih* hareketinin taraftarları için, Altay bölgesi
çok büyük bir önem taşımaktadır. Onlara göre Şambala, yani dünyevilik ile
şuurun en yüksek seviyeye ulaşmış bir halinin birleşmesi hadisesinin
gerçekleştiği yer, Altay’da bulunmaktadır.
Rerih 1926 senesinde Altay’ı ziyaret etmiştir. Bu zamandan itibaren onun taraftarları, her sene Altay Dağları’na giderek bir nevi hac görevini yerine getirmeyi adet edinmişlerdir.”2
Burhanizm
Altaylar’da yeniden canlanıyor
Türkler Buda’ya Burhan adını vermişlerdi.
“… 20. yüzyıl başında, Altaylar’ın geleneksel inançlarını
ve Budizm’in unsurlarını içeren milli Altay dini hasıl olmuş ve tarihi
etnografya ilminde Burhanizm olarak adlandırılmıştır. Ne yazık ki, bugüne kadar
Burhanizm üzerinde ilmi tahliller yapılmamıştır. Çünkü, bu meselenin tarafsız
olarak incelenmesini önlemek amacıyla, birtakım elverişsiz şartlar
yaratılmıştır. Burhanizm taraftarları, hem Çarlık döneminde hem de Sovyet
döneminde baskılara maruz kalmışlardır.
1991 ilkbaharında Altay Cumhuriyeti’nde, Burhanizm’i
canlandırmayı amaçlayan Ak-Burkan adında bir dini dernek kuruldu.”2
Altaylılar
tanrı adlarını halen koruyor mu?
Eski Türk boylarının tümünde Gök tanrı inancı veya Şamanizm
var. Tengri, Tanğra gibi sözcüklerle bildiğimiz tanrı düşüncesi Altaylar’da da
vardı.
“Altaylılar eski Türk yazıtlarında geçen Tanrı adlarını
bile saklamışlardır. Tenri, Yer-su, Umay. Altaylar bunların vazifelerini de
aynen eski Türkler gibi tasavvur etmişler (örneğin Umay’ı çocukları koruyan
tanrıça olarak görmüşlerdir).
Hunlardan itibaren gelen yazılı kaynaklara göre, eski
Türklerde gelenek olan göğe tapma törenleri Sayan-Altay bölgesindeki bazı
halklarda bugünlere dek görülmüştür. Bugünkü Altay ve Tuvaların dedeleri
dağlara at, öküz, koyun bağışlarmış. Bu tür törenlerin gerçekleştirildiği
dağlar ıdık olarak adlandırılmıştır. Eski Türk yazıtlarında da kutsal dağlar
aynı adla geçer.
Eski Türklerde kötü ruhların dikkatini çekmemek amacıyla,
insanın kendi adını söylememesini gerektiren bir inanç vardı. Aynı inanç
Altaylarda ve Tuvalarda da mevcuttur.
Göktürk Kağanlığı’nın askeri-siyasi çekirdeğini oluşturan,
hegemonyasını ve göçebe konaklarını Altay, Tuva ve Moğolistan’a (yani
Altayların etnik köken belgesine) yaymış olan Tukyu boylarının Altayların
cetleri ile karışmış ve onların etnik bünyesini etkilemiş olması şüphesizdir.
Böylece etnik isimlerin, etnografik malzemelerin vb. tarihi kaynakların
incelenmesi neticesinde Tukyu boylarının Altayların etnik kökenine katkısını
ispatlanmış kabul ediyoruz.”6
Mutlak
fakirlik bu olsa gerek
Altaylar’a ünlü Türkolog Radloff’un Sibirya’dan adlı
yapıtından biraz hüzünlü bir anı ile veda edelim. 1860 gibi yakın bir zamanda
bırakın Avrupa’yla kıyaslamayı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki insanların yaşam
düzeyini hatırlasanız bile olur, yazarın aktardıkları inanılmaz bir fakirliğe
tanıklık ettiğini gösteriyor. Radloff Sibirya’yı gezerken Türklerin yurt adını
verdiği ağaç kabuklarından yapılmış bir çadırda karşılaştığı manzarayı şöyle
anlatır:
“(21 Mayıs) Yurtta kaldığımız gece pek hoş olmadı. Ateş
yandığı müddetçe ‘yurt’un içerisi, etrafımızı göremeyecek şekilde dumanla
dolmuştu, fakat ateş söndükten sonra da şiddetli bir soğuk
bastırdı.
Üzerimdeki keçe örtüye rağmen bütün vücudumla titreyerek
uzun müddet uyuyamadım, bundan başka is ve dumandan başım ağrıyor ve yattığımız
zeminin sertliği de buna ekleniyordu.
Aşyaktu’ya bir gezinti yaparak, ağaç kabuklarından yapılmış
birçok yurtla kurban yerlerini (uzun değnekler üzerine gerilmiş at postları)
gördük. Birçok ‘yurt’u ziyaret ettik, her tarafta korkunç bir fakirlik hüküm
sürüyordu; bir yurtta, ancak 10-12 yaşlarında iki erkek çocuğu tarafından
bakılmakta olan yaşlı bir adama rastladım.
O hemen hemen çıplak bir vaziyette bir ot yığını üzerine yatmış ve kürkü olmadığı için de üzerine ot derisi örtünmüştü. Onun bütün mülkü, bütün aileyi beslemesi lazım gelen tek inekten ibaretti.”8
Herkese keyifli günler.
Manşet fotoğrafı: rbth.com
KAYNAKLAR
*Rus ressam, yazar, arkeolog, teosofist, filozof ve halk
figürüydü. Gençliğinde, Rus toplumunda maneviyata odaklanan bir hareket olan
Rus Sembolizminden etkilendi. Hipnoz ve diğer ruhsal uygulamalarla ilgilendi ve
resimlerinin hipnotik anlatıma sahip olduğu söyleniyor.
https://en.wikipedia.org/wiki/Nicholas_Roerich
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Altay_Cumhuriyeti
2-Y. A. Pustogaçev, Altay ve Altaylılar, Sibirya
Araştırmaları
3-Y. A. Putogaçev, Altay ve Sibirya Türk Halklarının Etnik
Kökeni, Sibirya Araştırmaları
4-Emine Gürsoy-Naskali, Sibirya Türkleri ve Tütün
Alışkanlığı, Sibirya Araştırmaları
5-Grigori Samayev, Altaylarda Takvim, Sibirya Araştırmaları
6-Y. A. Pustogaçev, Altay ve Sibirya Türk Halklarının Etnik
Kökeni
7-https://tr.wikipedia.org/wiki/Altaylar
8-W. Radloff, Sibirya’dan 1. Cilt, S. 43.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder