Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde bir kafede mutluluk
teması meşgul ediyor zihnimi. Mehmet Hakkı Yazıcı’nın “Moskova’da mutlu olmak”
adlı yazısını okuduğumdan mı bilmiyorum. Belki de Moskova’dan sonra hayatımda
çok şeyin değişmiş olmasından. Bir şekilde herkesin yüzleştiği bir soru
aslında: Mutlu muyum? Mutluluğa giden bir yol var mı?
Sanırım çağımız insanı mukayese ile yaşayan bir varlık;
kendi durumunu başkalarıyla, kendini değişen zaman ve durumlar içindeki
halleriyle ve en önemlisi de beklentileriyle.
Moskova’da arkadaşımla sıklıkla gittiğimiz o restoranı
hatırlıyorum bir an. Ne hikmetse her gidişimizde kendimizi mutluluk konusunu
tartışıyorken buluyorduk. Neden kendimizden memnun olmuyoruz bazen, hayatta
nasıl bir yol izlemeli gibi sorular gündeme getiriyordu. Bir gün dedim ki ona,
mutlu olmak zorunda mıyız peki, yani bunu düşünmeden yaşasak olmaz mı? Yine de
konu üzerinde tartışmadan edemiyorduk.
Moskova’da konu hakkında yoğunlaşmamızın bir nedeni
olmalıydı. Belli bir süre Moskova’da olacaktık. Türkiye’deki hayatımızı
dondurmuştuk sanki. Böylece geriye dönüp baktığımız, değerlendirme
yapabileceğimiz bir imkan doğmuştu. Moskova ise yeni gerçekler, farklı bir
bakış açısı sunuyordu.
Farklı ülkelerin farklı imkanları ve bakış açısı mutlulukta
etken mi? Yoksa insan nerede olursa olsun, kendi yapısal açmazları ya da
sınırları mı daha önemli? İkisi de etken sanırım.
Soruları bir yana bırakıp not defterimi inceliyorum
Tunalı’daki kafede.
Mutluluk kavramı özgürlük kavramıyla da ilişkili aslında.
Özgürlük hissi mutluğunun nihai bir aşaması gibi. Yani kendini özgür hisseden
bir insanın mutluluğu yakalamış olması da olası. Mutluluk an’larla alakalı daha
çok, özgürlükse bir süreç.
Bir de kültürel ve bilinçaltı kodlar var. Özellikle
bireyler olarak bizi kendi kendimize hapseden, kendimizi en büyük engelimiz
haline getiren ve böylece mutsuzluğumuzun da kaynağı olabilen düşünme biçimleri
oluyor. Bugün şemsiye almadım ya yağmur yağar kesin, dolar aldım ya mutlaka
düşer, iyi bir şeyin benim başıma gelmesi imkansız zaten, dünyanın akıllısı sen
misin, sen mi kurtaracaksın, ne önde ol ne arkada, gibi yerleşik yapılarla
beynin çalışma esaslarını ülkeden ülkeye farklı kılan özellikler oluyor.
Bunların yaratıcılık, özgüven ve an’lardan keyif alma konularına güçlü etkisi
olmalı.
Zimmel özgürlüğün her zaman bir şeyden özgürleşme olduğunu
ve baskının karşıtı olarak ele alınması gerektiğini söylüyor. İnsanın kendi
bilinçaltını da buna dahil etmek gerekiyor galiba. Hegel ise diyor ki, nefsin
kendi kendini onaylamasından başka bir şey değil özgürlük.
Mutluluk da biraz buna benziyor galiba. Yani içinde
bulunduğumuz herhangi bir durumu onaylıyorsak mutluyuz. Nerede, kiminle, ne
durumdaysak işte, bunu onaylıyorsak mutluyuz.
Pencereden insanları izliyorum bir süre. Düşünceli
yürüyenler de var, neşeli, sarmaş dolaş geçenler de. Çıplak ayaklı bir kız
çocuğu birinin arkasından koşuyor. Suriye’li olmalı. Aldığı bozuklukları
gülümseyerek tutuyor avucunda.
Tuhaf mutluluk halleri geliyor aklıma. Kendisi olmak yerine
güçlü ilişkilerine güvenen mutludur belki. Ya da kendisi olmak yerine imkanlı
birinin karısı veya kocası olmayı seçen de mutludur. Mutlu olmak herkesin
hakkı, ama mutlu olduğumuzu sandığımız her durumda mutlu muyuz, kendimizi
gerçekleştirmeden bunu yapabilir miyiz?
Galiba bir amacı olmalı insanın. Bu amaç da insanlığın
evrensel değerleri dikkate alındığında anlamlı bir yere düşmeli. Böyle bir amaç
uğrunda üretken birinin mutsuz olma ihtimali var mı bilmem. Ama zor amaçlar
belirleyip mutsuz olma ihtimali var.
Yine de Nobelli ekonomist, psikolog Kahneman’ın dediği gibi
mutluluk da aşk arayışı da irrasyonel. Reçetesi yok. Kişiden kişiye, durumdan
duruma farklılık gösteriyor. Yani iki kere boka kondu diye üçüncüsünde ota konacağının
garantisi yok.
İnsan kendisi olursa, kendini, gerçekliğini keşfeder,
üretken olur ve insanlığa katkı yaparsa mutlu olur muhtemelen. Ama köyde ağacın
altında bir saat uyuyup, sonra türkü söyleyerek tırpana yüklenen de mutludur.
Hem de daha mutlu belki.
Sonuçta günlük hayatta, eş dost sohbetinde, edebi, felsefi
metinlerde o kadar çok duruyoruz ki bu kavramın üzerinde. Belki de
Nietzsche’nin dediği gibi rahatta mutluluk yok. Ve bir özgürleşme gerekiyor
sanki. Önce kendimizden başlayarak.
Ama hayır, depresif görünen yukarıdaki paragrafla
bitmeyecek yazı. Goethe’nin dediği gibi, insan seçer, ayırt eder ve yargılar.
Bir mutluluk yolu olacaksa eğer, mutlu olduğumuz anları seçip çoğaltmakla
olabilir belki de.
Ankara’ya döndükten sonra Rusçamı unutmak istemiyordum. Bu
yüzden internette bulduğum Rusça videoları izliyordum sık sık. Bunlardan biri
ilginç bir şekilde yazının teması ile örtüşmüştü. St. Petersburg’da insanlara
onları neyin mutlu ettiği soruluyordu. En sık verilen cevap aşktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder