Soli
Özel
Kaynak:
http://www.haberturk.com/
MART’ın 18’inde Rusya’da başkanlık seçimlerinin ilk turu
yapılacak. Vladimir Putin’in bu seçimi kazanacağından kimsenin şüphesi
yok. 1990’ların darmadağın ve zayıf Rusya’sının yerine bugün hoşlanmadığı rejim
muarızlarını yurtdışında bertaraf edebilecek, ABD seçimlerine ve muhtemelen
Avrupa’daki seçimlere çeşitli şekillerde müdahale edebilecek bir Rusya inşa
etti. Avrupa siyasi sisteminde Putin yanlısı aşırı sağ partiler
Moskova’dan aldıkları desteğin de etkisiyle güçlerini artırdılar. ABD’nin Trump döneminde
hızla bir nefret odağı haline dönüşmesi, ülke yönetiminin başıbozukluğu ve
sarsaklığı Rusya’nın önemli stratejik mevziler elde etmesine de yol açtı.
1990’ların devlet başkanı Boris Yeltsin’in yerine
geldiğinde Putin’in önündeki en önemli mesele Rusya devletini yeniden inşa
etmek ve kapasitesini artırmaktı. 2007’deki Münih konferansında Sovyetler
Birliği’nin dağılmasını 20. yüzyılın en büyük felaketi diye niteleyerek Batı
dünyasına “Bizi asla bir daha 1990’lardaki gibi itip kakamayacaksınız” diyen
Putin, dediğini büyük ölçüde gerçekleştirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “topraklarının
yüzde 23.8’ini, nüfusunun yüzde 48.5’ini, milli gelirinin yüzde 41’ini, askeri
varlığının yüzde 44.6’sını” yitirmiş olan Rusya’yı dünya siyasetinde
yabana atılamayacak bir güç haline getirdi. Rusya eski Sovyet
cumhuriyetlerindeki ağırlığını artırdı, Ukrayna’yı böldü, Kırım’ı ilhak ederek
topraklarını genişletti.
Rusya bugün geldiği noktaya yalnızca askeri gücünü
kullanarak, Gürcistan’ı işgal ederek, Suriye’deki rejime, Ukrayna’daki
ayrılıkçılara destek vererek, kendi yakın çevresinde kuş uçurtmayarak gelmedi.
Aynı zamanda diplomasiyi de kendi çıkarları doğrultusunda hem etkili hem de
yaygın şekilde kullandı. Bu nedenle de özellikle Ortadoğu’da herkes Moskova ile
arasını iyi tutmaya çalıştı. “Yapay zekâyı kim en iyi kullanırsa geleceğin
dünyasına o egemen olacaktır” diyen Putin, siber savaşa da ciddi
yatırım yaptı ve bu şekilde demokratik ülke seçimlerini etkileyebilecek ağı
oluşturabildi. Bu arada Çin’le ilişkilerini de stratejik bir bağ haline
getirmek istediğini belli etti.
1 Mart’ta yaptığı konuşmada Putin uluslararası
ilişkileri yeniden askeri rekabet üzerinden tanımlamak istediği mesajını da
verdi. Konuşmasının yüzde 30’u yeni füzeler, nükleer güç ve ABD’nin savunma
sisteminin nasıl delineceği üzerineydi. Rus siyaset bilimci Ekaterina
Schulmann’ın dediği gibi, Putin’in bu konuşmadaki asıl hedef kitlesi
Batılı ülkeler ve özellikle de ABD idi: “Dünyanın en güçlü ülkeleriyle
yapacağı dünyayı bölecek muhayyel müzakerelerde Rusya’nın elini güçlendirmeye
çalıştı. Biz yani Rusya onların bizi ciddiye almalarını, bize saygı
göstermelerini istiyoruz.”
Putin’in Rusya’yı dünya sahnesine yeniden güçlü ve sözü
geçerli, tuttuğunu koparan bir ülke olarak çıkarması, Rusya kamuoyunun da
hoşuna gidiyor. Her ne kadar ülke ekonomik açıdan pek matah durumda olmasa,
demografisi hızla ve Ruslar açısından tehlikeli şekilde değişse de ülkedeki
hava kendisini destekler nitelikte.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi için “Putin sonrasının
Rusya’sı” (The arrival of post-Putin Russia) başlıklı bir rapor yazan İvan
Krastev ve Gleb Pavlovsky’ye göre, “Putin yalnızca bir başkan
değil, Sovyetler sonrası Rusya’sının asıl kurucusu”. Yazarlara göre Putin,
Rusya’da yeni bir rejim kurmayı başardı. Bu rejime uygun insan ve seçkin
profilini oluşturmayı da başardı.
Her ne kadar Krastev ve Pavlosky, Putin’in
kendi kurduğu rejimden daha güçlü olduğunu yazıyorlarsa da, Rusya’nın 3 ana
hedefi sürecektir: Bunlardan birincisi AB ile ABD’yi birbirlerinden
uzaklaştırırken AB üyelerinin arasını da bozmak; ikincisi “Avrasya’da,
Çin’in ekonomik liderliğini kabul ederek başat güvenlik ve diplomatik
düzenleyici olmak; üçüncüsü de “Türkiye ile Batı arasındaki krizden
yararlanarak, Türkiye’nin ancak lafta NATO üyesi kalmasını sağlamak.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder