Andrey Platonov önemli bir yazar.
Kalemiyle sadece Rus edebiyatına değil dünya edebiyatına da
güçlü şekilde tutunuyor.
Murat
Erdin
Kaynak:
https://oggito.com
Andrey Platonov’un hayatı pek çok Rus aydınıyla benzerlik
gösterir. Rejim tarafından yakından izlenen, sürülen, kitapları yasaklanan bir
yazardır o. Toplumu üniformalı inşa etmeye çalışan her devletin yaptıklarına
maruz kalan önemli bir Rusça kahramanıdır. 1990’lı yıllara kadar yok sayılmış
olsa da bugün tüm eserleriyle nefes almayı sürdürüyor.
Andrey Platonoviç Platonov 1899’da Moskova’nın 450 km
güneyinde bulunan Voronej kenti yakınlarında dünyaya geldi. Bir demiryolu
işçisinin oğluydu. Rus iç savaşında Bolşeviklerin safında savaştı. Savaştan
sonra elektrik mühendisliği ve tarımla kalkınan bir ülke için önemli bir görev
sayılan arazi ıslahı uzmanlığı yaptı. Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında
edindiği tecrübeleri ve yaşanmışlıkları öykü ve şiirlerinde görebiliriz. Bunlar
1918’den itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmaya başladı. Ancak
yazdığı yazılarda rejime ve Stalin’e yönelik alaycı eleştiriler vardı ve bu
durum devletin hoşuna gitmedi. Yine de yazmayı sürdürdü. 1921’de Maria
Aleksandrovna ile evlendi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında savaş muhabirliği
yani gazetecilik yaptı. Savaş bittikten sonra yazılarına ağırlık veren Platonov
devletin hedef tahtasındaydı. Eserleriyle komünist ideallere kuşkucu bir dille
yaklaştığı ileri sürüldü. Bu arada oğlu zorunlu çalışma kampına gönderildi.
Onun dönüşünü yazarak bekledi. Can adlı romanı o günlerin ürünüdür.*
Rusçası “Duşa” olan Can, hem ruh hem de köle anlamına
gelir. Gogol’un Ölü Canlar‘ında olduğu gibi. Platonov çok iyi bildiği Asya
steplerinde, Amuderya Nehri’nin insansız yerlerinde yaşamaya çalışıp yavaş
yavaş ölen insanların kendilerine bu ismi verdiğini görmüştür. Bu isim, onlara
bir zamanlar zengin beylerin taktığı bir lakaptı; çünkü can, ruh demekti.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Rus bozkırlarında korkunç bir yokluk içinde
yaşayan, vahşi hayvanların kanını içerek hayatta kalabilen köylülerin ve kendi
ruhlarının kölesi olmuş tüm insanların durumunu anlatan en iyi sözdür belki de.
Can, genç bir adamın, Nazar Çagatayev’in Moskova İktisat
Enstitüsü’nünden mezuniyetiyle başlar. Rus asıllı değildir ve parti yönetimi
kendisine ait olduğu topraklara gidip kabilesini Amuderya deltasında ölümden
kurtarma görevi verir. Moskova’dan yola çıkan Çagatayev, çocukluğunun geçtiği
ve artık kendisine yabancı gelen topraklara, evlere ve uzamış otlara bakar.
“Her şey eski ve değişmez fakat Çağatayev’e karşı o yokken kör olmuş gibi
ilgisizdi” diye yazar Platonov bu durumu anlatırken. (s. 31)
Halkını hayattan bezmiş, yaşamakla ölmek arasında kararsız
ve bitkin bulur. Sarıkamış havzasının sakinleri (Hazar Denizi’nin doğusundaki
havza) Amuderya ağzının sazlık ve çalılıklarına dağılmış durumdadır. Çağatayev
halkını yok olmanın eşiğinden kurtarmak için doğaüstü bir çaba harcar. Rus
steplerinin korkunç soğuğuyla ve vahşi hayvanlarla ve ölmeye çoktan hazırlanmış
halkının hayata dair isteksizliğiyle de savaşır.
Platonov, rejim tarafından hedef tahtasına konmuş bir yazar
olarak romanın bazı bölümlerinde Stalin’e selam göndermeyi unutmaz. Bunu
yapmaya mecburdur. “Annesi tarafından çölde terk edildiğinde kendisini de bir
çoban ve Sovyet iktidarı sahiplenmişti; yabancı bir adam, Stalin karnını
doyurmuş, yaşaması için korumuştu onu” der. (s. 71)
Başka bir yerde şunu söyler: “Çağatayev’in kendisine
acıdığı yoktu: Stalin hayattaydı ve tüm mutsuzları mutlu kılacaktı nasılsa,
fakat Sovyetler Birliği halkları içinde yaşama ve mutluluğa en çok ihtiyaç
duyan Can halkının ölecek olması kötüydü.” (s. 79)
Bu satırlarda yazarın rejime ve Stalin’e yönelik alaycı
tavrı hemen dikkati çekiyor. Romanda rejimi temsil eden Nurmuhammed adlı parti
görevlisinin tasvir edilişi de çarpıcıdır. Merkez Komite tarafından bölgeye
gönderilmiş olmasından mutsuz ve bundan Can halkını sorumlu tutmaktadır. Yolda
hayatını kaybeden yoldaşlar onu üzeceğe yerde sevindirmekte ve elindeki
listeden ölüleri büyük bir keyifle düşmektedir. Asıl amacı Afganistan’a geçip
kendi çiftliğini kurmak ve görevi süresince elde ettiği rüşvet ve ganimetlerle
yeni bir hayata başlamaktır.
Platonov’un resmi ideolojiye yönelik iğnelemeleri bununla
bitmez. Romanda başka cümlelere de rastlarız: “Çağatayev’in içi halkının
komünizme ihtiyacı olmadığı fikrinin kederiyle sızladı; halkın tek istediği,
rüzgar bedenini boşlukta yavaş yavaş dondurup savurana kadar kendinden
geçmekti.” (s. 105)
Andrey Platonov önemli bir yazar. Kalemiyle sadece Rus
edebiyatına değil dünya edebiyatına da güçlü şekilde tutunuyor. Onu 1951’deki
ölümünden komünist rejim yıkılana kadar yasaklayan devlet, onun yazılarını yok
etmeyi başaramadı. 1990’larda “demir perde”nin kalkmasıyla birlikte KGB’nin
edebiyat arşivleri de halka açıldı ve Andrey Platonov’un eserleri bir define
gibi gün yüzüne çıktı. Mutlu Moskova romanı Rusça’da ilk kez 1991
yılında basılabildi.
Dünyanın en güçlü devleti bile olsanız, edebiyatı yok
edemezsiniz.
Romanda söylenen bir Orta Asya şarkısının sözleriyle
bitirelim:
“Yaşlar gözlerimize dayansa da ağlamayacağız,
gülümsemeyeceğiz sevinçten, derin yüreğimize erişemeyecek kimse; aydınlık
günlere kavuştuğunda yüreğimiz, insanların ve cümle hayatın huzuruna kendisi
çıkacak, ellerini uzatacak onlara, ki yakındır o aydınlık günler.” (s. 109)
*
Andrey Platonov, Can, Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak, Metis,. 3.
basım, Haziran 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder