Geçen günlerde Rus edebiyatının en önemli eserleri arasında
yer alan bir novella, Venedikt Yerofeyev’in yazdığı Moskova-Petuşki, ilk
çevirisiyle Notabene Yayınları tarafından yayımlandı
ARZU EYLEM
Birgün Kitap
“Devrimin
meydanlara değil, halkın kalbine yerleşirse amacına ulaşabileceğini daha en
başta söylemiştim.”
Venedikt Yerofeyev, tutkulu bir varoluş için yazmakta,
hakikat onu tuhaf şekilde içine çekmektedir. Rus edebiyatının postmodern
yazarları arasında sayılan Yerofeyev’in eseri 1970 yılında yayımlanır ve pek
çok dile çevrilir. Kitap dönemin çok satanları arasına girer. İlk kitabı ‘Bir
Psikopatın Notları ile Gogol’ü selamlayan Yerofeyev, ‘Moskova-Petuşki’de
Nietzsche’nin “Tanrı öldü” söylemine yaslanır. Belki de Kierkegaard gibi onun
isyanı da insanın Tanrıyı kendisine benzetmesindendir. İnancın rasyonellikle
yaralandığını düşünür sanki. Bu yüzden Yerofeyev’in hakikate ulaşma çabası
cesaretle felsefeyi çağırır. Hayalle gerçeğin, iyiyle kötünün, eskiyle yeninin
iç içe geçtiği sarhoş metin, otobiyografiktir. Eserin anlatıcı kişisi
Veniçka’nın trende geçen uzun öyküsü içsel yolculuğu andırır.
Gerçekte, Yerofeyev öğrenciyken odasındaki İncil yüzünden
üniversiteden atılmıştır. ‘Moskova-Petuşki’ bu yüzden İncil’e pek çok gönderme
içerir. Sovyetleri eleştiren Yerofeyev siyasi ve dini bir tutumdan çok felsefi
sorumlulukla yapar bunu. Çünkü yeryüzünde söylem bir türlü eylemle
buluşamamıştır. Bu yanıyla ‘Moskova-Petuşki’ varoluşsal bir sorgulama ve
modernizme yöneltilmiş bir eleştiridir.
Soren Kierkegaard’ın ‘Felsefe Parçaları’nda Sokrates’i
eleştirmesi gibi, Veniçka da yer yer İsa’ya seslenir. Tanrı, Sokrates’e
hakikati nasıl fısıldamışsa, İsa’ya da “Kalk ve yürü!” demiştir. Oysa Tanrı
artık suskundur. İroniyle aktarılan bu bölümlerde melekler gülmekte, şeytan
saçmalamaktadır. Veniçka’ysa trendedir ve inanmak istemektedir bir şeye.
Hakikati fısıldayan kimse olmadığı gibi melekler de kendisiyle alay etmekte,
hatta içmesini tembihlemektedir. O da yolculuk boyunca içer. Sürekli konuşan ve
çevresindekileri tartışmaya katan anlatıcı yazar, simgesel bir dil kullanır.
Sözler kalbidir. Anlatının altına gizlenmiştir anlatılmayan. O da insanlığın
asırlık öyküsüdür.
Hakikat gizlendikçe tutku derde dönüşür. Veniçka’ya göre
sanki gökyüzü Çarlık Rusya’sı, yeryüzü Sovyet toprağıdır. İki egemenlik biçimin
buluştuğu yerse zorbalıktır. Metnin varoluşa odaklanmasına sebep de iki rejim
arasındaki benzerlikler... Sürekli sorar Veniçka, Puşkin neden öldü? Bir yerde
de,“Ben sağ tarafı seçtim, soğuktan ve üzüntüden…” der. Puşkin’i üzen Çarlık,
onu üzense Sovyetlerdir.
Modernizm yaşamı ruhsuzlaştırmıştır ona göre. Amerika’da
zenci yokmuş, peki, özgürlük var mıymış, diye sorar tren yolcuları Veniçka’ya.
Tarafsız Veniçka, Marks ve Engels’i öngörüleri güçlü adamlar olarak tanımakta,
Hıristiyanlığı Hypatia’yı öldüren yanıyla anmaktadır. Sartre ve Simone’u el ele
gördüğünü söyler Sorbonne’da. Goethe’ye Schiller’e göndermeler yapar. Çehov,
Gorki, Turgenyev’e ilişkin sözler söyler. Kendisini bir budalaya benzetir -
Dostoyevski’nin Budala’sına. Kısaca hem bir edebi şölenle hem de Rus
varoluşçuluğuyla karşılaşırız. Yerofeyev’in “Dünya acısının eskinin
edebiyatçıları tarafından kullanıma sokulmuş yapmacık bir şey olmadığını, çünkü
o kederi kendimden bildiğimi, dolayısıyla onun ne olduğunu sizden daha iyi
bildiğimi biliyorum ve bunu gizlemek de istemiyorum” deyişi yazma amacıdır.
Sorbonne’dan kovulmasına sebep kendisine özgü logos’tur ve onun logos’u eros’u
kaybetmemiştir. O, kadim halkları galeyana getirecek bir şeyler söylemek
istemektedir.
“Bir varoluş var ki, adını ne koysam bilmiyorum? Ne uyku bu
ne de uykusuzluk.”
Yerofeyev, alegoriyle metnin anlamını çoğaltır. İçki içmek
maneviyata yaklaşmanın, rasyonel aklı susturmanın bir yolu gibi…
“Hiç olmazsa gönlünün aklından daha geniş olduğu gerçeğini
kabul et…”
Anlattıklarının aykırılığı derdini edebi kılar. Bir yerde,
“Othello’yu oynuyor olamaz mıyız?” diye sorar. Başka bir yerde Kabil ve
Manfred’den, toplum değerlerini kabullenemeyen romantik tutumdan bahseder.
Zaten İlyiç (Tosltoy’un Ivan İlyiç’i) ölünce şehvet de ölmüştür.
Hikâye, anti hümanist etkili Zubrovka içen Veniçka’nın
Kremlin’i göremediğini söylemesiyle başlar, kendini Kremlin’de bulmasıyla sona
erer. Üzgün biri olduğunu ama anlattıklarının üzüntüsüyle ilgili olmadığını
söyler. Böylece metne dair ipucu da verir. Varoluş gibi zamanla gerilimli bir
haldir onunki.
“Ey utanmazlar! Topraklarımızı ne boktan bir cehenneme
çevirdiniz, gözyaşlarını insanlardan gizlemeye, gülmeyi de herkese göstermeye
zorluyorlar! Ey aşağılık reziller!”
Veniçka sık sık “Ey!” diye seslenir etrafına. Onu varoluşçu
kılan, eserinin felsefisini güçlendirense “Oy!” deyişidir. Çünkü ne zaman “Oy!”
dese kendi içine döner. Sokrates’in hakikatin doğuştan içimizde olduğu
varsayımını akla getirir bu. Veniçka sorgulamaktadır her şeyi. İnsanlık adına
duyduğu utancı dile getirmek, köşe başında ağlamak, yalnızlıkla hesaplaşmaktır
yapmak istediği… Bu yanıyla ne sağdadır ne de solda. Düşündükleri düşünmek
istedikleri değildir, onu buna zorlayan olup bitenlerdir. Her nereye baksa
orada ketumluğu görür.
Kuramcıların ortak görüşü, Rus edebiyatında postmodernite
kendini Batı’nınkinden ironi, parodi veya oyun yoluyla ayırır. Ortak olansa,
tüm dünyada postmodern diye adlandırılan metinlerin entelektüel altyapı
gerektirdiği, kısacası seslendiği okurun farklı olduğu gerçeği. Rus edebiyatı
1917 sonrasında işlevsellikle tanışmış. Devlete hizmet eden edebiyat anlayışı
gelişmiş. Bu sebeple postmodern diye belirlenen yazarlar dünya edebiyatından
uzak kalmış. İşte bu yazarlardan biri de Venedikt Yerofeyev. Kendisi eğitim
hayatından edilince işçi olarak yaşamını sürdürmüş. Kitabınıysa bu yüzden iş
kazasında ölen arkadaşına adamış.
Moskova-Petuşki nükteli diline karşın Venedikt Yerofeyev’in
kalbindeki sevgiyi gizleyemediğinden Şölen havasında.
MOSKOVA-PETUŞKİ
Venedikt Yerofeyev
Rusça aslından çeviren:
Ali Rıza Dırık
Notabene Yayınları, 2017
Venedikt Yerofeyev
Rusça aslından çeviren:
Ali Rıza Dırık
Notabene Yayınları, 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder