M.
Hakkı Yazıcı
Kaynak: http://www.turkrus.com/
http://www.medyagunlugu.com/
Geçen gün komşum Azerbeycanlı Hüseyin’le karşılaştık.
Hani her fırsatta birbirimizi ne çok sevdiğimizden
bahsediyoruz ya, bu defa hiç öyle fazla muhabbete girmeden uzaktan selamlaşıp
ayrıldık.
Açıkçası “pas” geçti.
İnsan belli bir samimiyete alışınca haliyle böyle kuru
selamlaşmayla yetinemiyor.
İşi, acelesi vardır deyip, fazla üstünde durmadım.
Akşam yine karşılaştık. Yine suratında ciddi bir ifade...
Dayanamayıp, “Hayırdır, pek keyfin yok galiba? Bir sorun mu
var?” diye sordum.
“Yox bir şey. Əhəmiyyətli bir hadisə deyil,” dedi.
İki üç adım atıp uzaklaşmışken geri döndü.
“Sən Şahan'ın yeni filmini gördün mü?” diye sordu.
Görmemiştim, merak edip sordum. Anlattı. Anlattıktan sonra
durumu anladım.
Anladım, ama benim bu işteki günahım neydi?
Rusya’da yaşayıp da Türkiye’de olup biten her şeyden bizim
sorumlu tutulmamızdan gına gelmişti zaten.
Mesela yakın geçmişteki malum kötü olaylar sonrasında
sitemkar olan bazı Rus dostlarımı da anlamış değildim. Benimse memleketteyken
bizim televizyonlardaki hava durumu programlarındaki “Sibirya üzerinden gelen
soğuk hava dalgası” raporları nedeniyle Rusya’ya kızmak hiç aklıma bile
gelmemişti.
Hüseyin’in bir çırpıda anlattığı olay ve gelişmeler
şöyleydi:
Geçtiğimiz hafta değil ondan öncekinde yayınlanan, yaklaşık
bir hafta, on gün sonra, 16 Şubat’ta vizyona girecek 'Recep İvedik 5' filminin fragmanından sonra filmde
yer alan boks sahnesindeki Azerbaycanlı ve Türk sporcunun diyaloğu bilhassa
Azerbeycanlılar tarafından özellikle sosyal medyada eleştirilmiş, tartışmalar
dinmemişti.
Fragmanda boks karşılaşmasında Azerbaycan'ı temsil eden
sporcu ile rakibi Türkiye milli takımını temsil eden kişi karşılaşıyor ve
Azerbaycanlı sporcu bir yumrukla iki metre öteye uçarak yere seriliyor. Sosyal
medyada Azerbeycanlılar, "Türkiye ve Azerbaycan kardeştir" mesajları
yayınlayarak filmi boykot edeceklerini dile getirmişlerdi.
Fragmanı görmemiştim. Film de zaten henüz vizyona girmemiş,
sadece fragmanı piyasaya sürülmüştü. Ama
buna rağmen Azerbeycan’da eleştirilere uğramış, büyük tepki çekmişti.
Yalnız Azerbeycan’da olsa neyse Türkiye’de de tepkiler
oluşmuştu. Güreş Federasyonu kınayan bir açıklama yapmıştı:
“Filmin fragmanında 'Recep' karakterini oynayan şahsın
güreş maçında rakibine yaptığı eylemlerin güreş sporu ile uzaktan yakından
hiçbir ilgisi olmadığını uyarı ile bildirmek isteriz.”
Eyvah, eyvah!.. Memlekette komedi filmi bile yapmak ne
kadar zor olmaya başlamıştı.
Hani aşırı alıngan olmayı anlatan “havadan” ya da “buluttan
nem kapmak” diye bir laf vardır ya, filmden de mi nem kapmaya başlamıştık
yoksa?
Ben, Hüseyin’e “Yahu aldırma, alt tarafı bir komedi filmi,”
dediysem de ikna edemedim.
“O iş elə deyil. Diqqətli olmaq lazımdır,” dedi.
İçimden adam belki haklı diye düşündüm.
Baktım öyle gırgıra boğup geçiştirilecek bir şey değildi. Herkesin,
her milletin hassas olduğu konular vardı. Bilmek, saygılı ve duyarlı olmak
lazımdı.
Bizde hani sulu şakalara “eşek şakası” deriz, şakadan
anlamayanlara da “eşek hoşaftan ne anlar deriz. Aslında onun doğrusu “hoş
laftan ne anlar”dır, ama zamanla öyle yerleşmişti.
Aslında şakanın dozunu ayarlamak ustalık istiyor. Bu
ikisinin arasını bulmak lazımdı.
Ancak bir yandan da içinde bulunduğumuz dünya hallerinde
toleranslı olabilmeyi de unutuyor muyuz diye üzülüyorum.
Zor bir konu velhasılı.
Latifenin, neşenin, kahkahanın olmadığı bir dünya da çok
sıkıcı… Değil mi?
On dokuzuncu yüzyılda, Rusların ünlü yazar ve düşünürü Aleksandr
İvanoviç Gertsen şu görüşü dile getirmiş: "Gülmenin tarihini yazmak çok
ilginç olurdu."
Ben şahsen en ciddi konuların arasına bile şaka katmaktan
hoşlanıyorum. İnsanlar birbirlerini kırıp dökmeden konuşabilmeli, birbirilerini
anlayabilmeli diye düşünüyorum.
Sevgi, saygı ve tabii ki neşe hiç eksik olmamalı
hayatımızdan.
***
Merak edip, bu fırtınalar koparan fragmanı bulup seyrettim.
Aslında bir başka sahnede Rusları ilgilendirmesi gereken
“Nikolay, ne kolay” esprisi daha müptezeldi, ama neyse.
Bazen istemeden hata yapılabileceğini görüp, kendi yazdıklarım
aklıma takıldı; bir rastladığımda sordum.
“Yahu Hüseyin, senin konuştuklarını gırgır olsun diye yazarken
hata yapıyor olabilirim, buna kızıyor musun?”
“Yox, maraq etmə sən səhv etsən də əhəmiyyəti yoxdur. Sənin
ürəyinin təmiz olduğunu bilirəm,” diye gönlümü aldı.
***
Bu adamı da, Azerbeycanlıları da seviyorum.
Hele o yüreğimize işleyen şarkıları… Ayrıca bu halkı iyi tanımıyor,
bilmiyorum da değilim.
Azerbeycanlılar hakkında İlber Ortaylı’nın söyledikleri
doğru.
Ayıptır söylemesi İlber, okul arkadaşımdır. Mülkiye’yi
bitirdikten sonra, bildiği birkaç dilin üzerine İngilizcesini ilerletmek için
bizim okula, Hazırlık okumaya gelmişti.
Bilgisine hep güvenirim.
İlber Ortaylı, “Türkiye Türkleri ve Azerbeycanlılar aynı
kökten mi geliyor?” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“İki topluluk da Horasan üzerinden, Maveraünnehir’den
gelir. Bunlar, Kafkasya’nın otokton halkları değiller; iki millet de Oğuz’dur.
Oğuz taifesinin bu topraklarda görülmesi 10. Asır civarındadır. Aynı kökten
geliyoruz tabii ki, keza aynı dili konuşuyoruz.”
“Azerbeycan dili ne zamandan beri var? Sizce Azerbeycan
Türkçesini neden severiz?” sorusuna cevabı ise şöyle:
“Evet, Azerbeycan Türkçesini neden severiz? Çünkü bizim
dilimizin gençliğidir. Herkes gençliğini sever. Azerbeycan Türkçesindeki Farsça
kelime kullanımı bizdekinden çok daha yaygın ve oturaklıdır. Biz bir devrimi
yaptık, onlar yapmadılar. Ayrıca hiçbir zaman onlar gibi konuşamazsınız, çünkü
lehçenin en büyük özelliği taklit edilememesidir.
Kök aynıdır ve “Azeri” lafı o yüzden yanlıştır;
“Azerbeycanlı” demek gerekir. “Azeri” ise çok küçük bir etnik grubun adıdır…
Prensip; Azerbeycanlıların bile kızdığı “Azeri” lafının
kullanılmamasıdır. Azerbeycan halkının çoğunlukla o küçük etnik grupla alakası
yoktur. Konuşulanın ayrı bir dil olduğunu savunanlar bile “Azerice”yi değil,
“Azerbeycan dili” ifadesini kullanıyorlar. Resmi tutum bir yerde kabul
edilebilir ama bazı kullanımların yanlış olduğunu da bilmemiz lazım. Selçuklu
devrinin Türkçesi İran, Azerbeycan ve Türkiye’de aynıdır. Elimizde bulunan
makul sayıdaki yazılı abidelerimiz bile bunu gösteriyor.”
Doğru!
Bahsedildiği gibi Azerbeycanlılara Azeri demek doğru değil.
Dikkat ederseniz ben de Azeri yerine Azerbeycanlı diyorum. Bizim
Karadenizlilerin hepsine Laz ya da Kafkas kökenlilerin hepsine Çerkes dememiz
gibi bir şey.
Rusların bazıları da yapıyor bu hatayı; Moğollara da Tatar
diyorlar.
Neyse…
Ayrıca ırk, din, mezhep üzerinden ayrımcılık yapmak bizden
uzak olmalı. Şakalarımız da iki dost arasındaki latife sınırını aşmamalı.
Bazen dilimiz sürçebilir, ancak bundan bile çekiniyoruz.
Zaten dünya ne çekiyorsa bundan çekiyor.
Hüseyin’e İlber Ortaylı’nın söylediklerini tekrarlayıp,
sordum.
Onaylar tarzda kafasını salladı.
***
Hüseyin’le konuşurken pek iletişim zorluğu çekmiyoruz.
Biraz alışınca dili anlamak zor değil.
Bir başka Azerbeycanlı dostum Zeka Vilayetoğlu benim http://www.turkrus.com/ ’da
yayımlanan bazı yazılarımı Azerbeycanca Türkçesine uyarlayıp http://persona.az/ web portalında paylaşmıştı.
Ne diyeyim, çok onurlanmıştım.
Ve hatta kendi yazdıklarımı Azerbeycanca okuyunca çok daha sevimli
gelmişti. Sanki yeni bir şey okuyor gibi olmuştum.
Ara sıra açıp yeniden okuyorum.
***
Yine başa dönersek, hoşgörü ve sevgi çok önemli demekte ısrar
ediyorum. Bakmayın bugünün zor
günlerine, eskinin bazı karanlık dönemlerine. Aslında bizim halk kültürümüzde,
insanımızın kendisinde var bu zenginlik.
Nasrettin Hoca, Hacivat-Karagöz, meddahlarımız, orta
oyunumuz torbadan, piyangodan çıkmadı.
Bütün oyunlarında Karagöz’le Hacivat birbirlerini iyice didikledikten
sonra Hacivat, “Yıktın viran eyledin perdeyi, varayım sahibine haber vereyim
heman,” der. Sonra Karagözcü, izleyen kişilerde doğabilecek herhangi olumsuz
bir çağrışımı önlemek amacıyla oyunu her seferinde "Her ne kadar
sürçülisan ettikse affola!" diye bitirir.
Öyle bitirelim.
***
Sabah yine Hüseyin’e rastladım.
Şahan Gökbakan, tepkiler üzerine o sahneyi filmden
çıkarmış, “Bizim niyetimiz üzmek değil, güldürmek,” demişti.
Hüseyin’e bu haberi verdim.
“yaxşı söyləmiş,” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder