Suat
Taşpınar
Kaynak: http://www.moskovalife.com/
Ben gazı köklemeye niyetlenirken, önümdeki Gazel (Ceylan)
kamyonetin şoförü ismine ihanet etti ve frene bastı. Mecburen ona uydum. Öbür
türlüsüne 'kaza' diyorlardı. Ve en fazla beş saniyeyle 'geçiş hakkını' trene
kaptırdık. Başımıza geleceği bilsek ikimiz de uçar giderdik trenin önünden ya,
neyse. Demiryolu geçidini kapatan kırmızı-beyaz çizgili demir direk yavaş yavaş
indi. Daha ufukta ne görüntüsü ne de gürültüsü olan treni beklemeye
başladık.
Takvimin yaz, havanın ilkbahar dediği bir gün ortasıydı.
Moskova'nın birkaç yüz kilometre ötesinde, taşranın kapısında, adını bilmediğim
bir köyün kıyısındaydık. Kontağı kapattım. Russkoye Radyo'yu açtım. "Ondan
sana yar olmaz diyorlar, ama ne gam, seviyorum işte, size söyleyecek tek sözüm
bu" diyen Anna German'ın taş plak tadındaki sesine denk geldim. Mecburi
molayla gevşedim. Etrafı seyre daldım. İçime huzur doldu.
Arkamdaki Nuh devrinden kalma Kamaz kamyonun şoförü indi
aşağı. Sigarasını yaktı. Daha arkadaki Sovyet yadigârı bir Jiguli'de
oturanlarla yarenliğe başladı. Eskicinin 10 tane mandal bile vermeyeceği
bisikletin zor taşıdığı gürbüz bir köylü çocuğu daçaların olduğu tarafa doğru
aheste pedal bastı. Biraz ileride, göz alabildiğine uzanan çimenliğin başında
inekleri otlatan beyaz başörtülü bir kadın gördüm. Ne inekler ne de tren
umurunda değil gibi gökyüzüne bakıyordu.
Çok geçmeden peşine onlarca yük vagonu takan upuzun bir
lokomotif yorgun argın geçti gitti. Ama geçit hâlâ kapalıydı. Zamandan bir 5-10
dakika daha aktı. Dikiz aynasından sürekli uzayan araç kuyruğuna baktım.
"Bizde olsa şimdi millet korna çalar, inip geçit memurunu azarlardı, hiç
değilse ne olduğunu sorardı" dedim.
Neredeyse yarım saat olmuştu. Karşı istikametten ikinci
tren de geçti gitti. Geçit yine açılmadı. Benden başka meraklanan, kaygılanan
yok gibiydi. Şoförler inmiş, öbek öbek hararetli muhabbetler başlamıştı. Allı
güllü basma elbisesiyle fingirdek bir köylü kızı geçti, tren yolunun öbür
tarafına yürüdü, birkaç kişi komik laflar edip takıldı kıza. "Belki sizin
hatırınıza açarlar!" diye seslendi gençlerden biri, kız kelime israf
etmedi.
Tüm pencereleri açtım. Rüzgârın alıp getirdiği kokuları
içime çektim. Çimen kokusu, yaban çiçeklerinin karışık kokusu, rüzgârın ve
temiz havanın tarifsiz kokusu. Karınca sürüsüne benzeyen insanların devasa yuvası
o şehir uzaktaydı. Şairin deyimiyle 'ucuz cesaretlerin ve pahalı zevklerin'
insanlarından uzaktaydık. Zamanın telaşsız aktığı bir taşra köyünde, bir
demiryolu geçidinde, Gogol'e malzeme olacak gibi bekliyorduk. Trenler geçiyor,
geçit açılmıyor, bekleyiş neredeyse bir saati buluyor, insanların çoğu sanki
bir yere yetişme derdi yokmuş gibi muhabbet ediyor, hatta beklemekten tuhaf bir
keyif alıyor gibi görünüyordu.
Neredeyse bir saat önce fabrikasını ziyaret edip
vedalaştığım Türk işadamı ansızın çıkıverdi arkamdan. "Hâlâ burada
mısınız?" dedi, "Olur böyle. Trenler makas değiştirirken bekletirler.
Ama belki da makinistin birisi yemeğe gidip öylece bırakmıştır treni, millet
beklese de kimin umurunda?"
Uzayan kuyruğa umutsuzca baktım. Pastoral tabloda her şey
sükûnet içindeydi. İçimden bir ses, "Burada kalıp ne güzel kafa
dinlenir" diyordu, ama öbür ses "Acele et, akşama Moskova'da randevun
var" diye ensemde boza pişiriyordu.
"Siz bu kuyruktan çıkın, geri dönün, sağdan iki
kilometre gidince bir demiryolu altgeçidi var, oradan geçip gidin" dedi.
Şaşırdım. "Peki böyle bir yol var da, neden bu kadar araba burada
bekliyor? Bunların çoğu buraları bilen adamlar olmalı." Güldü.
"Bilirler de, acele etmenin ne gereği var. Çoğu işe çıkmış şoförler. Şimdi
gitse, bir başka iş verecekler, başka bir yere daha yollayacaklar. Halbuki
burada mesaiyi bitirene kadar sigara içip tembellik edip sonra da 'Ne yapalım,
tren yolu kapalıydı, kuyruğa takılıp kaldım' demek var. Bizim çalışanlar bile
bazen yapıyor.
Acelesi olan zaten gitmiştir" diye akıl verdi.
Dediğini yaptım. Beş dakika sonra demiryolunun öbür
tarafındaydım.
Moskova cangılına doğru gaza bastım. Yemyeşil otlaklar,
yaban çiçekleri, köy evleri, sükûnet ortasında geçidin açılmasını sabırla
bekleyen insanlar ve taşranın aceleye gelmeyen huzuru arkamda kaldı.
5.8.2007
Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder