Kaan AKOBA
TürkRus.Com
Şoför
ayağını gaz pedalından bir saniyeliğine bile olsa kaldırıp da hız kesmediğinden
marşrutka; içindeki yolcularla beraber yayından fırlamış ok gibi rüzgarı
yararak yol alıyordu. Başka zamanlarda olsa, sanki içeride balık istifi
doldurduğu yolcular yetmiyormuş gibi, bir de güzergahındaki her durağa illaki
yanaşıp işi 'Tokyo metrosu' kıvamına getirmeyi adeta zevk edinen 'vaditel', bu
kez sol şeridi kapatmış, yol kenarlarında ellerini kollarını umutsuzca sallayıp
kendisine işaret edip duranlara aldırmaksızın, F1 pilotu tadında son sürat
gidiyordu.
Özellikle de yaya geçitleri civarında konuşlanmış ve hız
yapan araçların plakalarını otomatik olarak kaydettikten sonra araç
sahiplerinin adreslerine gönderen sistemin polis kameralarına bile aldırmayan
sürücü, başka herhangibir zamanda kendisine ceza kesmeye hazır yol polislerini
de, yanlarından yıldırım gibi geçerken müstehzi bakışlarla bıyık altından
gülümseyerek kesiyordu.
''Bakan gelecekti, tüm bu curcuna onun için olsa gerek'' dedi, araçtaki
yolculardan biri. ''Ah keşke bu Bakan her gün ben işe giderken geçse'' dedi bir
diğeri. İster istemez herkes aynı anda gülüverdi.
''İnsan iyiye,
kolaya hemen alışır'' dedikleri bu olsa gerekti. İçinde bulundukları araç
hedefine doğru son sürat giderken, yolun karşı tarafındakiler bir milim bile
yol almadan, kimileri araçlarının içinde kimileri de duraklarda dakikalarca
bekliyorlarmış kimin umrundaydı?
Hergün hangi saatte olursa olsun
çıldırasıya bunaltan trafiğe alışık olanlar, Bakan ile aynı yöne gitmekten doğan
tesadüfi konforlarına çabuk alışmış gibiydiler.
''Doğrusu güzel şeymiş
Bakan olmak. İnsan tam da böyle zamanlarda anlıyor, üst düzey devlet
idarecilerinin ne kadar ayrıcalıklı olduğunu. Böyle oradan oraya beş dakikada
gidiverirlerse tabii ki de hiçbir zaman halkın halinden anlayıp, trafik
sorununu çözümlemek için bir şeyler yapmazlar.''
Geliş yolu en az yarım
saattir trafiğe kapatılmış olmalı ki, insanlar artık kornalarına basmaktan
yorulup yağan yağmura bile aldırmaksızın arabalarından inmiş, karşı taraftan
hızla akan trafiğe kıskanan gözlerle bakarlarken muhtemelen kendi aralarında
da, ''Kim geçecekse bir an önce geçip gitse de bizim yolumuz da açılsa'' diye
söyleniyor olmalıydılar.
''Biz Ruslar, 17'leri severiz. Ne dersiniz, pek
zaman da kalmadı aslında, bu kez de 2017 yılında olur mu yine bir devrim? ''
dedi, şoförün yanında oturan orta yaşın bir hayli üzerindeki yolcu.
Herkes önce birbirini kesti, sonra da bir an için sanırım zaman
karmaşası yaşandı. Neredeyse tamamı komünist dönemleri görmüş yolcular, kısa
bir süre, hangi yılda olduklarını hatırlamaya çalıştılar.
''Her
şey bu kadar aleni konuşuluyor ve kimsenin de kimseden bir korkusu
yoksa...''
İçlerinden kimileri ''Karşı devrim olmuştu'', kimileri
de ''Demokrasi gelmişti'' diye geçirmiş olmalılar ki, her iki durumda da
geçmişe göre daha rahat konuşabileceklerine karar verip, kaldıkları yerden
devam ettiler.
''Kim yapacak devrimi?'' dedi, hemen yanımdaki. ''Eskiden
köylü vardı. Toprağı olmadığı için çara isyan ediyordu. Komünizm, toprak vereceğiz
deyince aldı köylüleri yanına. Sonra sanayileşme ile emeğini pazara çıkartan
işçi. Onlara da 'eşit işe eşit ücret' denilince, hepsi birden yeni yönetimden
yana oldular. Ordudaki idealist subaylar, yazarlar, vatansever gençler,
aydınlar derken bir devrim için her şey uygundu. Durum böyle olunca da bir iki
deneme ile siyasi rejim baştan ayağa değişiverdi.
Peki ya şimdi?
Yani mutlaka bir devrim yapılmak isteniyorsa, her şeyi ithal ettiğimiz
gibi bu gidişle Çinliler ile Türk tekstil ve tarım işçilerini de buraya
getirip, kendilerine devrim yaptırmamız gerekecek gibi görünüyor.
Bugün memlekette ne üretiyoruz ki? Her şeyimiz ya Çin'den ya da Türkiye'den
geliyor. İşçi desen, büyük şehirlerdeki büyük işyerleri ve konutları yabancılar
yapıyor, üstelik bir çoğu da kendi işçilerini getiriyorlar. Otomobil
fabrikaları bile yabancılara geçti. Yani anlayacağın şimdilerde eskisi gibi ne
köylü kaldı ne de işçi.
O halde devrimi kiminle yapacaksın?
Öğrenciler para ile diploma almanın tadını çıkarttıklarından onun da hükmü
kalmadı, zaten mezun olsan bile doğru düzgün çalışacak iş de yok.
Öğretmenlik, doktorluk artık ancak mazoşistlerin tercih edeceği meslekler
haline geldi. Hem o kadar az paraya onca kahır çekilir mi?
Gençler
bir şeyler yapacak diye bekliyorsanız da sorarım sizlere, çocuklarımız
Vkontakte ile haberleşmek ve cafe'lerde buluşmaktan, diskolarda yabancı
sigaralar içmekten başka bir şey yapıyorlar mı?
İlk başlarda inmek
isteyenler, ''Durakta inecek var'' dedikçe, şoför ''Nereye iniyorsun, görmüyor
musun adamlar ellerindeki çubukları nasıl da sallıyorlar?'' diyerek trafik
polislerinin, arkadan gelmekte olan Bakanın yolunu açabilmek için kendilerini
parçalayışlarına dikkati çekmeye çalışırken, kimsenin kendi derdinden başka bir
şeyi umursamadığını görünce, o da artık yolculara cevap bile vermeden yola
devam ediyordu.
Bakan'ın hedefi, Çuvaşistan Cumhurbaşkanlığı Konutu da
olsa Meclis de olsa farkeden bir şey yoktu, her ikisi de şehir merkezinde yer
aldığından aynı güzergahtaki marşrutkanın daha bir süre durmadan yoluna devam
etmesi gerekiyordu.
Normalde kendilerini durdurmak için fırsat
kollayan polislerin, bu kez hız yapmaya zorlamalarının verdiği çelişik durumdan
kolayca sıyrılan sürücü de, bir süre geçtikten sonra duruma alışmış gibi
görünüp, hatta yasak olmasına rağmen camını hafiften aralamış usul usul
sigarasını bile tüttürürken, yol boyunca her adım başında dikilmiş polislerin
güzergahından 'Prospekt Mira'ya sapıp hızını azaltmanın da verdiği rahatlamayla
muhabbete son noktayı koyuyordu;
''Bir sonraki devrimin muhtemel
lideri, demin şu yol boyunca duraklarda yağmurun altında bekleşen yolcular ile,
tıkanmış trafikte araçlarının içindeki sürücülerin içinden çıkacaktır. Bir
toplumda kimin ayağına basılıyor ve canı yanıyorsa, devrimin sürükleyicisi de o
olur. ''
''Haklı'' dedim, kendi kendime mırıldanarak. Sürekli zam gelen
doğal gaz ve elektrik faturalarını bile ödeyemeyen, evlerine kapanmış eski
tüfek yaşlılardan bir devrim beklemek çok safdillik olurdu. Peki ya gençler?
Yerlerinden ancak tuvalete gitmek için kalkan, yemeklerini bile bilgisayar
ekranının karşısında yiyenler mi, rahatlarını bozup da devrim yapacaklardı?
Hani deseniz ki, ''İnterneti yasaklıyorum'' o zaman belki ama, hiç bir iktidar
da bu kadar gafil davranmazdı herhalde. Kadınlar, hem çalışıp hem de çocuk
büyütmekten zaten başlarını kaldıramaz, orta gelir düzeyindeki erkekler de
'daça-vodka-maşina' eh biraz da 'rabota' sarmalında olunca, (yazlık-vodka-araba
biraz da iş) potansiyel devrimin öncülerinin bu kez sınıfsal temele dayanmayacağı,
alenen ortaya çıkmıştı.
İşte bu yüzden, Rusya'da mevcut durumdan
memnun çevreler eğer ülkede bir devrim olsun istemiyorlarsa, bence bir an önce
trafik sorununu çözmeliler çünkü sıradaki devrimin ayak sesleri her geçen gün
daha yakından duyuluyor.
Yalnız, gücünü sınıf bilincinden değil de,
duraklarda ve yollarda bekleyen insanların her an için patlamaya hazır iç
sıkıntılarından alan bir devrim ne kadar kalıcı olur, işte orası biraz muallak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder