Türkrus.Com yazarı M. Hakkı Yazıcı'nın kaleminden:
Serkan, “Arabayla gideriz,” deyince kanım dondu.
Aylardan beri peşinde olduğumuz bir Rus firmasıyla iş görüşmemiz vardı. Sonunda bizimle görüşmeyi kabul etmişlerdi. Peşinden büyükçe bir sipariş gelebilirdi. Peki ya zamanında gidemez, gecikirsek!?.. Bir çuval inciri berbat edebilirdik.
Yalvaran gözlerle baktığımı görüp:
“Peki müdürüm, o zaman ayrı ayrı gidelim. Ben arabayla giderim, sen metroyla gelirsin; metro çıkışında buluşup, müşteriye öyle gideriz,” dedi.
Çaresiz, “Tamam,” dedim.
Yapacak bir şey yoktu; buna da razıydım. En azından o yetişemezse bile ben görüşmeye yalnız giderdim, sonradan gelirse toplantıya katılırdı.
“Tom Tom’un en son raporunda da Moskova’nın yine Avrupa’nın en fazla trafik sorunu olan şehri olduğunun açıklanmasına rağmen sen hala bu önemli iş toplantısına arabayla gidelim diyorsun, d’il mi? Pes yani!” diye isyanımı belli ettim.
“Kim abi bu, Tom Tom?”
Anlattım: Tom Tom, bizim çok bilen arkadaşlarımızdan birinin lakabı falan değildi. Dünyanın en büyük navigasyon şirketlerinden biriydi.
Tom Tom'un yaptığı araştırmalara göre Moskova, Avrupa'da trafik sıkışıklığında liderliği kaptırmıyordu. İstanbul bile Moskova'dan sonra ikinci sırada bulunuyordu.
Bu da bizim gibi trafik çilekeşi İstanbul’lulara ancak bir teselli ikramiyesi olabilir.
Sadece Tom Tom olsa neyse, IBM şirketi uzmanları tarafından gerçekleştirilen araştırma sonucuna göre de Moskova trafikte en fazla vakit harcanan yer dalında birinci olurken, en kötü trafiğin olduğu yirmi şehir sıralamasında ise dördüncü sırada yer alıyor. Moskova’nın önünde Yeni Delhi, Sao Paulo ve Milano var.
İlginç,.. sevinelim mi? İstanbul bu listede yer almıyor.
Kader işte; senelerce İstanbul’da yaşayıp, çalıştıktan, trafik çilesini çektikten sonra kalk gel daha beter trafiği olan Moskova’da yaşayıp, çalışmaya başla….
Moskova’yı bilmeyen bir İstanbulluya Moskova’da trafik sorununun İstanbul’unkine bile rahmet okutacak derecede kötü olduğuna inandırmak çok zor.
Bu raporlar ortadayken önemli bir iş toplantısına arabayla gitme teklifi beni adeta çıldırtmıştı.
Serkan, “Boşver tonton abicim, Tom Tom’u falan… Anlaştığımız gibi ben arabayla, sen metroyla, ayrı ayrı gidelim. Metro çıkışında buluşuruz,” dedi.
Bu çocuk, araba aldığından beri neredeyse her yere, hatta tuvalete bile arabayla gider olmuştu.
Genç çocuk tabii, hevesini alsın…
Bense garanticiyim. Arabayla bir yere gitmeden önce internetten, Yandex’ten trafik durumuna bakmadan asla dışarı çıkmam. Eğer durum kötüyse mutlaka metroyu tercih ederim. Metroyla nereye ne zaman gideceğinizi hesaplamak çok kolay; kesinlikle hiç şaşmaz.
***
Moskova’nın bu trafik sorununu anlamak da, çözmek de her babayiğidin yapabileceği bir şey değil.
Hem de dünyanın en eski, büyük ve önemli metro ağlarından birine sahip bu koca şehirde ulaşımın önemli bir kısmının metro ulaşımıyla yapılıyor olmasına rağmen…
Aslında Moskova’nın trafik sorunu yeni değil. Günlük hayata yerleşmiş. Rusça probki (Пробки ) sözcüğünün sözlükteki karşılığı şişe mantarı, ancak “trafik sıkışıklığı” anlamında da kullanılıyor.
Nüfusu on beş milyona yaklaşan Moskova’daki araç sayısı dört milyonu geçiyor. Bunun tercümesi şöyle; her dört kişiden birinin aracı var.
Benzin ucuz, araç fiyatları da uygun olunca trafiğe çıkan araç sayısı her geçen gün artıyor. Serkan alınmasın, ama bilen bilmeyen üç kuruş parayı denkleştirince altına bir araba çekiyor. Moskova’da her cinsten, her kaliteden ve yaştan araba var; en ucuzunu da, en pahalısını da yollarda görmek mümkün. Böyle olunca trafik sorunu da çözülmek yerine daha işinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Yollar ve trafik akış düzenlemesi de hatalı olunca iş çığırından çıkıyor. Yeni çareler üretmek için her yerde yol inşaatları var.
Haliyle şimdilik bunlar da trafiği olumsuz etkiliyor.
Rusya’da araba kullananların şikayetlenip hep kullandığı çok bildik bir deyiş var:
“В России две беды – дураки и дороги”(Rusya’nın iki önemli sorunu var-yollar ve aptallar).
Rusça telaffuzu kafiyeli de olan bu deyişin trafik çilekeşlerinin duygularını ifade ettiği aşikar.
Allahtan Metro var. Rus orta direğinin önemli kısmı bu ulaşım aracını tercih ediyor. Şaka yollu “Halk yeraltına inmiş, mafya yer üstünde,” deniliyor.
Moskova’lılar tevekkülle yakında pek çok şeyin düzeleceğini umuyorlar.
***
Toplantı günü Serkan kapıdan çıkmadan önce “Seninle takım elbisesine iddiaya girelim,” dedi. “Ben senden önce gideceğim.”
Kendimden emin hemen kabul ettim.
Birkaç sene önce iki gazeteci benzer bir deney yapmışlardı. Moskova’nın bir ucundan bir diğer ucuna metroyla ve araçla gitmenin ne kadar sürdüğünü denemişlerdi. İki gazeteci aynı yerden aynı hedef yerine ulaşmak için hareket etmişti. Bunlardan biri yolu metroyla, diğeri ise arabayla katetmişti. Araba belirlenen yere beş saat iki dakikada varabilmişken, Metro ile gidense varılacak yere sadece bir saat beş dakikada ulaşmıştı.
Ne büyük fark değil mi?
Aynı şeyin bizim bu olayda da kanıtlanacağından hiç kuşkum yoktu.
***
Metroyla ulaşım garanti, ancak sabah kalabalığında boğuşmadan vagonlara binmek, yer bulmak zor.
Ben de herkes gibi ittire kaktıra kendime yer açtım.
Sadece içeri girmekle kalmayıp şansıma oturacak bir yer bile buldum.
Ancak mutluluğum uzun sürmedi. Tepeme süslü püslü orta yaşlı bir bayan dikilince keyfim kaçtı. Gözlerini bana dikip, bakmaya başlamıştı bile.
Birden anlatılan bir hikayeyi hatırladım.
Hikaye şöyle:
Metro’nun en yoğun olduğu sabahın erken saatlerinde bir kadın kendisini zor bela Metro vagonunun içine atıyor. Ümidi de birisinin kalkıp kendisine yer vermesi. Gözüne kestirdiği bir adamın önüne dikilip bekliyor. İki istasyon geçiyorlar, adamın oralı olduğu yok. En sonunda dayanamayıp adama çıkışıyor.
“Ayıp değil mi size, ayaktaki bir leydiye yer vermiyorsunuz?” diyor.
Adam, aldık başımıza belaya der gibi, sıkıntılı bir surat ifadesiyle kafasını kaldırıyor, kadına bakıyor:
“Kusura bakmayın, ama siz bir leydi olamazsınız,”diyor. “Leydiler bu saatte evlerinde uyuyor olurlar ve Metro’yu da kullanmazlar.”
Yer vermezsem olmazdı. Kadın, bana bir şeyler söylese bu hikayedekine benzer bir cevap verebilirdim, ama çıkabilecek muhtemel bir skandalı göze almak istemiyordum.
Kalkıp, yer verdim. Kadın, süzülerek gülümsedi, teşekkür edip, oturdu.
***
Dünyanın en eski, en güzel metrolarından biri Moskova Metrosu…Tarihi dokusu ve sanat içerikli yapısıyla Moskova’da turistlerin en fazla ilgisini çeken yerlerden biri aynı zamanda.
Metronun yapımı, Josef Stalin tarafından 1931'de başlatılmış. O zamanlar, Komünist Partili işçiler ve Konsomol üyesi gençler tarafından inşaat sürdürülmüş...
1935 yılında Sokolniki-Park Kulturi istasyonları arasında ilk hattı faaliyete giren Moskova Metrosu, bugün toplam uzunluğu 313 kilometreyi bulan 12 hat ve 187 istasyonuyla Moskova’nın “hayat damarı” haline gelmiş durumda.
İlk seferini 15 Mayıs 1935’ da sabah saat 07.00'de yapmış. O zaman 13 olan istasyon sayısı bugün 187'ye kadar yükseldi.
Benim bildiğim bu kadar, ancak bu yazıyı yazarken yeni istasyonlar bile eklenmiş olabilir. Zira durmadan genişleme çalışmaları yapılıyor.
Uluslararası Metrolar Birliği’nin açıkladığı verilere göre, kilometre başına 8,5 milyon yolcuyla Moskova Metrosu dünyada São Paulo (Brezilya) Metrosu'ndan sonra en çok yolcu taşıyan ikinci büyük metro.
Önceden planladığım gibi Kahverengi ring hattından aktarma yaptım.
Bu kahverengi ring hattıyla ilgili olan komik bir şehir efsanesini inanmasam da seviyorum ve bilmeyenlere sürekli anlatıyorum.
Güya Metro’nun projesinin sunulduğu toplantıda Stalin, elindeki kahve kupasını masanın üzerine yayılı planın üstüne koymuş, kupanın altına sızmış kahve projenin üzerinde kahverengi yuvarlak bir iz, bir leke bırakmış. Toplantıdaki hiçbir mühendis korkudan soramadığı için de proje o şekliyle gerçekleştirilmiş. Bütün diğer Metro hatlarını birleştiren bir köprü görevini gören kahverengi renkli yuvarlak Koltsevaya (Кольцевая) Hattının hikayesi böyle... İnandırıcı değil, ama matrak bir hikaye.
Her Metro istasyonunun ayrı bir hikayesi var.
Mesela Ploşad Revolyutsiy Metro İstasyonu’nda Matvei Manizer’in eseri olan bronz köpekli Bolşevik askeri heykelinin mistik bir güce sahip olduğuna inanılıyor. Yolu bu metro istasyonundan geçen Ruslar kurt köpeğinin burnunu şevkatle okşamadan geçmiyorlar.
Her nedense Ruslar geçerken mutlaka kurt köpeğinin burnunu ve bazen kalçasını okşuyorlar. Daha çok da kadınlar yapıyor bunu... Büyük bir sevgiyle yaklaşıp, köpeğin burnunu avuçluyorlar. Metronun yoğun olduğu sabah saatlerinde köpeğin önünde neredeyse sıra oluşuyor.
Tanıdığım bütün Ruslara sebebini sordum; bir bilene rastlayamadım. İgor’a göre bu, yeni türetilmiş saçma sapan bir şey; eskiden yokmuş böyle bir şeyler. Hikayesi olmayan bir gelenek oluşmuş. Belli ki bunu bir uğur sayıyorlar. Bitemeyen kriz günlerinde yoksullaşan Rusların böyle bir avuntuya gerçekten ihtiyaçları var belki de.
Belki ayıplayacaksınız, ama laf aramızda, inanmadığım halde, rahatlattığı için ben de yapıyorum bunu.
Hem de yolumu değiştirip, bir yuvarlak çizip heykellerdeki köpeklerin dördünün birden burnunu okşuyorum.
***
Metro içindeki seyahatim tam hesapladığım gibi, neredeyse dakikası dakikasına sona erdi.
Muzaffer bir edayla dışarı çıktım.
Bari Serkan çok geç kalmasa. Hava soğuk, pek dışarıda beklenecek gibi değil, diye düşünürken Serkan’ı karşımda buluverdim.
Olamazdı…
Bu mucizeyi nasıl gerçekleştirmişti?
Çok olağanüstü bir şey olmalıydı. Mesela o gün hiç kimsenin trafiğe çıkmamış olması falan gibi bir şey...
Serkan, zevkten dört köşe:
“Sözümüzü unutmadık d’il mi? Takım elbisemi hemen isterim haaa,” dedi.
Sus pus olmuştum.
Birlikte Serkan’ın arabasını park ettiği yere doğru yürüdük.
Kerata iyi de bir park yeri bulmuştu.
Fazla oyalanmadan müşterimizin ofisine doğru yola çıktık.
Ben sessizce otururken, o, radyoda Rusçanın yanısıra bolca Türkçe ve Doğu ülkelerinin şarkılarına yer veren Vastok(восток) FM’i açmış, o sırada çalan Yalın’ın “Kasma” şarkısına keyifle eşlik ediyordu:
“Kuş uçuşu burdan ne tutar oralar
Hani kapasam gözleri karşımda sen vardın.”
Benim iyice mahsunlaşıp, sessizleştiğimi görünce sonunda dayanamadı:
“Yahu müdürüm, kızmazsan sana hikayenin aslını anlatacağım,” dedi.
Anlamadım tabii…
Boş gözlerle baktım.
“Ben sana kötü bir şaka yaptım. Sana hak verdiğim için arabayla değil, ayarlayıp ben de senden önce metroyla geldim. Seni şaşrtmak için de arabayı akşamdan metro istasyonunun yakınına park edip, burada bırakmıştım,” dedi.
Kızdım mı? Yoo, kızmadım. Ama bir süre şokunu atamadım üzerimden.
“Deli herif!.. Delisin sen, işi gücü bırakmış, üşenmeden benimle uğraşıyorsun,” dedim.
Serkan, biraz deliceydi, ama iyi bir satış elemanıydı. Sempatik de denilebilirdi.
Yok,..yok kesinlikle sempatikti.
“Abi, akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin,” diye izah ederdi hep yaşam felsefesini.
Böyle diyordu, ama kendisiyle çelişiyordu.
Moskova’da yaşamanın zorluklarına katlandığına, buradaki iş hayatının kahrını çektiğine göre kesinlikle bu felsefesiyle çelişiyordu.
Bu arada benim metronun en garantili ulaşım aracı olduğuna dair teorimin çökmemiş olmasından dolayı da rahatlamıştım.
Takım elbise masrafından kurtulmuş olmam da cabası kuşkusuz….
Hakkı'cım, artık Çehov tadında yazıyorsun.....
YanıtlaSil